
Kur ’an ’da ismi en cok gecen peygamber ve kavim hangisidir? İsrailoğulları ’nın tarihi hangi peygamberle başlar? İsrailoğulları peygamberleri kimlerdir? İsrailoğulları ’nın Mısır ’dan cıkışı ve imtihanı.Hazret-i MûsĂ‚, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de en cok ismi zikredilen peygamber ve gonderildiği kavim olan İsrĂ‚iloğulları da en cok bahsi gecen kavimdir. Cunku O ’nun kıssaları ile İsrailoğulları ’nın “ummet olma yolunda” nasıl davrandıkları ve nasıl kaybettikleri anlatılır. Muhammed -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in ummeti olan bizler, ummet olma yolunda, bu kıssaları iyi dinleyip iyi anlayarak idrĂ‚k edersek, yaşanan hatalardan dersler cıkarıp aynı yanlışlara duşmemiş oluruz ki, bu buyuk bir nîmettir.
“Muhammed ummeti” kelimesinden anlamamız gereken ise, Allah Rasûlu ’ne tĂ‚bî olan, O ’nun gosterdiği yolu takip eden inananlardır.
İSRAİLOĞULLARI PEYGAMBERLERİ Hazret-i İbrahim ’in iki oğlundan Hazret-i İshak babasının yanında kalıp peygamberlik yapmış, Kenan ili dediğimiz Antik Filistin topraklarında yerleşmiş idi. Oğlu Hazret-i Yakup da orada peygamberdi. Her şey gorunuşte bir ruya ile başladı; lĂ‚kin ezelde İsrĂ‚iloğulları icin takdir edilen kader, dunya uzerinde coktan sergilenmeye başlamıştı.
Hazret-i Yûsuf ’un Mısır ’a yerleştirilmesi, gorunurde kardeşlerinin onu kuyuya atmaları sebebi ile gercekleşse de ilĂ‚hî takdir, bu sebep uzerine orulmuş cok daha kompleks hĂ‚diseleri icinde barındırmakta idi. CenĂ‚b-ı Hak, kıtlık yıllarında Hazret-i YĂ‚kup ve oğullarını Mısır ’a, Hazret-i Yûsuf ’un yanına yerleştirmişti. Bu da gorunurde basit bir hicret, yerleşme gibi anlaşılsa da oyle değildi. Onların yaşadıkları surec, bugun butun İslam Ă‚lemine ornek mesĂ‚besinde idi.
Yûsuf -aleyhisselĂ‚m- ’ın isteği uzerine Mısır ’a yerleşen İsrĂ‚iloğulları, ilk donem Mısır ’ın yerli halkı tarafından sevilip benimsenmişlerse de zamanla asabiyet, millet telakkîsi derken Mısır ’da istenmeyen, varlıkları goze batan kimseler olmuşlar ve kole gibi en kotu işlerde calıştırılır hĂ‚le duşmuşlerdi. Yıllarca kole zihniyeti ile ve korku icinde yaşadılar.
Hazret-i MûsĂ‚ ’nın bir Mısırlıyı oldurup, Medyen ’e yerleşmesi de gorunurde alelĂ‚de bir katil (oldurme) hĂ‚disesi olmayıp bir milletin kaderini değiştirecek, donum noktası teşkil eden bir hĂ‚dise idi. O sebeple bugun yaşadığımız hĂ‚diseleri, bugunku aklımızla yorumlamaya, anlamaya calışmak guctur. Cunku hĂ‚diseler, sondan başa doğru bakınca daha doğru bir şekilde ve tam olarak anlaşılır.
Hazret-i MûsĂ‚ ’nın sarayda buyutulmesi, bir taraftan cocukları katletmek isteyen Firavun ’a AllĂ‚h ’ın verdiği bir ceza olmakla birlikte, diğer taraftan kole zihniyeti ile yetişen İsrĂ‚iloğulları arasında değişimin meydana gelmesini sağlayacak Hazret-i MûsĂ‚ ’nın ozguvenli yetişmesi, guclu, dirĂ‚yetli bir karakterin oluşması ve duşmanının butun ozelliklerini iyice oğrenmesi icin de gerekliydi.
İSRAİLOĞULLARI ’NIN İMTİHANI Hazret-i MûsĂ‚ ’nın hayatının her donemi, ilĂ‚hî takdirin farklı farklı hikmetlerini barındırır. Medyen ’de Şuayb peygamberin tedrîsinde yetişen Hazret-i MûsĂ‚, CenĂ‚b-ı Hak tarafından kardeşi HĂ‚run ile birlikte İsrĂ‚iloğulları ’nı Firavun ’un elinden alıp Mısır ’dan cıkarmakla vazifelendirildi. Rivayetlere gore, Mısır ’dan cıkarılmaları; mûcizeler, Ă‚fetler derken kırk yıl Firavun ’un engellemesi sebebi ile gecikmiş gibi gorunse de, Mısır ’dan gizlice kacma irĂ‚desi gosterecek, ozgurluğe duşkun nesillerin doğup yetişmesi icin bu sure gerekli idi. Nihayetinde kavim buyuk bir mûcize ile Mısır ’dan cıkarılmış, Tûr-i SînĂ‚ eteklerine yerleştirilmişti.
Bir peygamberin peşinden her turlu baskı, işkence ve sıkıntı cekilen bir yerden kurtulmamız bizi ummet yapmaya yeter mi? Bu hicret, o peygamberin yoluna tĂ‚bî olmak mĂ‚nĂ‚sına gelir mi? Gelmemişti. Aradan cok kısa sure gecmiş, Tevrat ’ın levhalarını CenĂ‚b-ı Hak ’tan almak icin peygamberlerinin kendilerinden ayrıldığı kırk gun icinde; bir altın buzağı heykeli yapıp ona put olarak tapmaya başlamışlardı. Yani peygambere gerektiği gibi tĂ‚bî olamamışlar, cok cabuk eskiye donmuşlerdi. Daha sonra İsrĂ‚iloğulları yaptıkları yanlıştan donmuş, tevbe etmiş, CenĂ‚b-ı Hak onları affetmiş; kendilerini colde kudret helvası ve bıldırcın eti ile beslemişti.
Tûr-i SînĂ‚ eteklerinde ummet olma yolunda bir diğer imtihanları, “bıldırcın eti ve kudret helvası” idi. Onlar gokten her oğun indirilen bu nimetlere dayanamayıp bıkmış ve alıştıkları gibi pırasa, mercimek, soğan, sarımsak istemeye başlamışlardı.[1] Gorunurde cok masum bir istek gibiydi bunlar, belki yenmesi helĂ‚l gıdalardandı da... Ancak o gun ve o şartlar altında değil. Nitekim Hazret-i MûsĂ‚ bu taleplerini, “Değerli olanı, değersiz olanla mı değiştirdiniz!” buyurarak, kustah ve ahmakca bulmuştu. Yine rivĂ‚yetlere gore, kırk yıl bu taleplerinin bedelini başıboş, serserice, akılsızca dolaşarak odediler.
Duğumun buyuğu, kudret helvası ve bıldırcın etinde idi. Doğan kuşu, iyi bir avcı olsun diye gozlerini bağlarlar ki, gozleri etrafta olmasın, sadece avına odaklansın. CenĂ‚b-ı Hakk ’ın İsrĂ‚iloğulları ’na bıldırcın eti ve kudret helvası ile yapmak istediği, tam da bu idi. Onlar kendileri calışmadan gelen kudret helvası ve bıldırcın etine dayanacak, sabredeceklerdi. O surecte gosterdikleri sabır, tek tip yiyecekle ve sĂ‚de bir hayat ile sadece ibadet ederek gecirecekleri riyĂ‚zat doneminde rahmet-i ilĂ‚hî, şahsiyetlerine yapışan kolelik zihniyetini, şuur altlarında oluşan Ă‚cizlik ve “alışılmış caresizliği” temizleyecekti.
İnsanoğlu, eşyanın hakikatini bilemediği icin azıcık bir zorlukta hemen isyan eder, sabırla beklese, nelerin kendisine ikram edileceğini tahmin bile edemez. Bu surecte CenĂ‚b-ı Hak onların kalplerinde, akıllarında, ruhlarında buyuk acılımlar yapıp ureten, keşfeden, duşunen ve îcat eden mĂ‚nevî guce ulaştıracaktı onları... Hicbir zahmet, rahmetsiz olmazdı cunku… Ya da hicbir rahmet, zahmetsiz gelmezdi. Olmadı, sabredemediler… Kolelik donemlerinde yemeye alıştıkları yiyecekleri istediler tekrar…
“-Biz sabredemeyiz!” diye de bas bas bağırdılar.
Ne acı ki, cok ama cok kıymetli bir şansı kacırdılar. Madde Ă‚leminde yapılan fedakĂ‚rlıklar, mĂ‚nĂ‚ Ă‚leminde kazanclar sağlar. Himmeti, lutfu, ilĂ‚hî yardımı istememiş; ekmeği istemişlerdi. Yine ummet olamamışlardı. Aklında sadece ekmek olanın, “ummet olması” duşunulemezdi.
CenĂ‚b-ı Hak acıdı, merhamet etti. Hur oldukları bu memlekette doğan, koleliği tatmamış yeni nesil ile mĂ‚nevî guc kazandılar. Bu kez ummet olma yolunda yeni bir sınav cıktı karşılarına… Kudus ’e gireceklerdi. LĂ‚kin şehre girecekleri kapı cok alcak bir kapı idi ve eğilip “Hıtta!” yani “Rabbimiz, bizleri bağışla, bizlere merhamet et!” diyerek girmeleri emredilişti.[2] Onlar ise bu “hıtta” kelimesini, “hınta”ya “kırmızı buğdaya” cevirerek girdiler. Şımarıklıklarından boyle soylediklerini bilsek de, esas dĂ‚vĂ‚; “himmet” mi, “ekmek” mi dĂ‚vĂ‚sı idi.
HİMMET Mİ İSTERSİN EKMEK Mİ? Meşhur kıssaya gore, Hacı Bektaş-ı Velî Hazretleri ’nin Yûnus Emre mubĂ‚reğe:
“-Soyle Yûnus, sana «himmet» mi vereyim, «ekmek» mi?” diye sorması hesabı…
Yûnus ’un ilk cevĂ‚bı:
“-Efendim, insanların ekmeğe ihtiyacı var, himmet onların karnını doyurmaz ki… Ekmek isterim.” demesi ve bundan pişman olup, geri donup, “himmet” istemesi meselesi var ya; tam da bu idi…
Himmet-i ilĂ‚hî, mĂ‚nevî yardım; ekmek ise karnımızı doyurduğumuz şeydi… Himmet, ekmeği de beraberinde getirir; ama ekmek, himmeti getirmezdi.
“-Sen bize bunlardan bahsetme, acız acız!” demişti bir hanım, aklımdan hic cıkmaz.
Ummet olma yolunda en buyuk engel, ekmek dĂ‚vĂ‚sı…
Ya da şoyle diyelim: Nefis, olmekten cok korktuğu icin nefsin en buyuk ihtiyacı, ekmek… Şoyle bir etrafımıza bakarsak rızık hususunda endişesi olan insanların en buyuk kavgası, ekmek kavgası…
Esasında en onemli mevzu, himmet ve ekmek mevzuunda AllĂ‚h ’a guvenip, teslim olma meselesi… Hakikatte kulluğun en onemli meselesi, “teslim olmak”!.. Ummet olmanın en onemli meselesi, AllĂ‚h ’a ve Rasûlu ’ne teslim olmak…
Bir saat sonra sokağa cıkma yasağı olduğunu oğrenen insanların marketlerin, fırınların onunde kuyruk oluşturmaları da evlerinde yiyecekleri bulunmadığından değil ya da ac kalacaklarından değil; nefislerinin kimseye guvenememesinden… Ozde en onemli mesele bu; himmet mi ekmek mi?
Yıllarca ac kalma korkusundan, olme korkusundan Firavun ’a boyun eğen İsrĂ‚iloğulları; o korkuları ortadan kalkana kadar ummet olamadılar.
MUSLUMANLAR NASIL UMMET OLDU? Mekke doneminde sahĂ‚be-i kirĂ‚m efendilerimiz, harika bir ummetti. Cunku Allah ’tan başka kimseye boyun eğmemişler, aylarca ac kalmışlar:
“-Yeter AllĂ‚h ’ım!” diye isyan etmemişlerdi.
Mekke doneminde musluman olan sahabîlerin coğunluğu, Ă‚hir omurlerinde cok zengin olmuşlardı. Hak dostlarından Ubeydullah AhrĂ‚r Hazretleri de onlar gibiydi. Himmet, sonra ekmeği de getiriyordu.
CenĂ‚b-ı Hak, bizim tam olarak hur olmamızı ister. Hurriyet derken başıboşluktan bahsetmiyorum; ne evlĂ‚t, ne mal, ne can, ne sevgili… Her şeyden yana hur olmak… Sorumlulukları yerine getirmek, lĂ‚kin Allah ’tan başka hicbir şeyin sevgisini ve endişesini kalpte taşımamak, onların kalbe bağlanmasına izin vermemek…
Tek bir bağla bağlanmak ki; O da CenĂ‚b-ı Hakk ’a sımsıkı bağlandığımız, “LĂ‚ ilĂ‚he illĂ‚llah” bağı... Her turlu fĂ‚nî bağlardan Ă‚zĂ‚de olanlar, uretebilir; keşifler, buluşlar yapabilir, ummet olabilirler. Gozu sadece ekmeği goren kimseyi, ummet yapmak zordur.
HZ. İBRAHİM ’İN UMMETİ Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de Hazret-i İbrahim icin:
“Şuphesiz İbrahim bir ummetti. AllĂ‚h ’a itaatkĂ‚r, Hakk ’a yonelen bir kimseydi.” (en-Nahl, 120) buyrulur.
Mevcut semĂ‚vî dinleri tebliğ eden peygamberlerin atası kabul edilen Hazret-i İbrahim -aleyhisselĂ‚m-, tevhid inancını mukemmelen yaşamış, koskoca bir milletin yapacağı nice şeyi tek başına yapmış, bu surecte ateşte yakılarak oldurulmek dĂ‚hil, butun imtihanları goğuslemiş, hicbir zĂ‚limin onunde boyun eğmemiştir. KĂ‚be ’yi oğlu ile inşĂ‚ etmiş, ne emredilmişse sebebini sormadan yerine getirmiştir.
Peygamber Efendimiz ’e ummet olabilmek icin en evvel kendi ozumuzde tek başına ummet olmamız gerekir. İnsanların kıymeti, himmeti nisbetindedir. Kişi, himmeti kadar ummettir. Hazret-i İbrahim -aleyhisselĂ‚m- tevhîd ehli idi, tek mucĂ‚delesi AllĂ‚h ’a şirk koşulmasının onune gecmekti. Derdi ne ekmek, ne de su idi. Allah ’tan başka kimseye minneti yoktu.
Mekke doneminde Muslumanlardan istenen duruş da bu idi ve sahĂ‚be bunu başardı. Mısır ’da iken İsrĂ‚iloğulları ’ndan istenen duruş da bu idi…
“(İbrahim) AllĂ‚h ’ın nîmetlerine şukredendi.” (en-Nahl, 121)
“-Şunu isterim, bunu isterim!” dememiş, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın kendisine takdir ettiğinin en kıymetli şey olduğunu idrĂ‚k edip, hĂ‚line dĂ‚ima şukretmişti.
Ummet olmanın tek anahtar cumlesi şu olsa gerek:
“Rabbi ona «Teslim ol!» dediğinde, «Âlemlerin Rabbine teslim oldum.» demişti.” (el-Bakara, 131)
“-Mısır ’dan cıkacaksınız!” diye emredilince, soylenecek soz: “Peki”!..
“-Sadece kudret helvası ve bıldırcın eti yiyeceksiniz!” denilince, tek cevap, “Peki”!
“-Kudus ’e kapısından girerken «hıtta» diyeceksiniz!” denilince cekinmeden “Peki”…
İşte o zaman, AllĂ‚h ’a teslim olup, ummet olunur. Nefsimin istediği değil, Rabbimin takdir ettiği en kıymetlidir; O ’nun takdîrine binlerce şukur demek, ummet olmaktır.
BİZ ONA DUNYADA BİR İYİLİK VERDİK “Ve Biz ona dunyada bir iyilik verdik. Şuphesiz ki o, Ă‚hirette de sĂ‚lihlerdendir.” (en-Nahl, 122)
Hazret-i İbrahim ’e ikram edilen bu nimet, teslim olması, şukretmesi, sabretmesi neticesi idi.
“Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni sĂ‚lih kimseler arasına kat.” (eş-ŞuarĂ‚, 83) demiş ve duĂ‚sına icĂ‚bet edilmişti.
“Sonra da sana: «Hanîf olarak İbrĂ‚him ’in dînine tĂ‚bî ol!» diye vahyettik. Ve o, muşriklerden olmadı.” (en-Nahl, 123)
Mucadele, tam bir tevhide ulaşmak icin her turlu şirkle mucadeledir. Bu noktada bozulmamış hĂ‚liyle butun semĂ‚vî dinler İbrahimî ’dir. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de Ă‚deta Hazret-i İbrahim -aleyhisselĂ‚m- ’ın ismiyle ozdeşleştirilen “hanîf” kelimesi ise, “şirk kuşkusu taşıyan her turlu sapık goruşten uzaklaşarak, AllĂ‚h ’ın birliği inancını benimseyen ve ihlĂ‚slı bir şekilde yalnız O ’na kulluk eden” mĂ‚nĂ‚sını taşır.
YAHUDİLERDE CUMARTESİ YASAĞI Nahl Sûresi, 124. Ă‚yet-i kerîme, ummet olma yolundaki Yahudilerin kıssasının devamıdır:
“Cumartesi gunu, ancak onda ihtilĂ‚fa duşenlere (farz) kılındı. Ve şuphesiz Rabbin ihtilĂ‚f edip durdukları şeyler hakkında kıyamet gunu, onlar arasında hukum verecektir.”
Bu Ă‚yetle Yahudilerden istenen cumartesi yasağına uymaları ve o gunu alışveriş vb. dunyevî endişelerden uzak, sadece AllĂ‚h ’a kulluk ile gecirmeleri idi. Onlar yine itaat etmemiş, yasağı delmiş; gercekten ummet olma şansını kaybetmişlerdi. Bugun onların birlik-beraberlik icinde olmaları, İbrĂ‚himî bir ummet oldukları icin değildir. Bu durumları, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rĂ‚zı olduğu bir kavim olduklarını gostermez. Cunku onlar, dunyevî endişeleri icin iyi organize olmuş, cidden olumden cok korkan bir millettir. Hicbir zaman CenĂ‚b-ı Hakk ’ın emrine “Peki!” dememişlerdi.
CenĂ‚b-ı Hak, bizim de onlar gibi olmamızı istemediği icin onların yaşadığı imtihanları bizlere kıssalarla anlatmıştır ki, ibret alalım. Biz bu mĂ‚nĂ‚da gercekten şanslı bir ummetiz! Bizden once yaşamış kavimlerin hatalarını oğrenip ibret alarak imtihanda istenilen cevĂ‚bı biliyoruz. Yeter ki bu bilgileri amele gecirelim.
UMMET BİRLİKTELİLİĞİ NASIL KURULABİLİR? İşte bu noktadan sonra, kendisini ummet olarak inşĂ‚ eden bir kişi, nasıl inananlar ile birlikte bir ummet birlikteliği kurabilir? Bunun cevĂ‚bını CenĂ‚b-ı Hak, Nahl Sûresi 125 ve 126. Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle haber vermektedir:
“Rabbinin yoluna hikmetle ve guzel oğutle dĂ‚vet et! Ve onlarla en guzel şekilde mucĂ‚dele et. Şuphesiz Rabbin, yolundan sapanları ve hidayete kavuşanları da en iyi bilendir. Ve eğer cezalandırırsanız, size yapılanın aynısıyla ceza verin. Ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler icin daha hayırlıdır.”
Bu Ă‚yetlerde bildirilen emirlere itaat ettiği icin ummet olma yolunda İsrĂ‚iloğulları ’nın kıssaları ile ummet-i Muhammed karşılaştırıldığı zaman:
“Siz, insanlar icin ortaya cıkarılan, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan, AllĂ‚h ’a inanan, hayırlı bir ummetsiniz. Kitap ehli inanmış olsalardı, kendileri icin daha hayırlı olurdu. İclerinde inananlar olmakla beraber, coğu yoldan cıkmıştır.” (Âl-i İmrĂ‚n, 110) Ă‚yet-i kerîmesinde de belirtildiği gibi, Muhammed ummetine Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de “en hayırlı ummet” denilmiş.
VASAT BİR UMMET Bakara Sûresi ’nde bu ummetin vasfı, “vasat bir ummet”[3] diye bahsedilmiştir. Mufessir Taberî, “vasat” kelimesini, “orta yolu takip ederek ifrat ve tefrite kacmayan” şeklinde acıklamıştır. Hicbir rahmet, zahmetsiz olmaz. Zahmetlerle mucadele, sabırla olur.
“Sabret! Senin sabrın, ancak AllĂ‚h ’ın yardımı iledir. Onlara uzulme! Kurdukları tuzaklardan telaş edip sıkıntıya duşme!” (en-Nahl, 127)
Ummet olmak, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın bizden rĂ‚zı olup bizimle beraber olması ile mumkun olur ki, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın beraber oldukları da şu Ă‚yet-i kerîmede ifade edilmiştir:
“Şuphesiz Allah, takvĂ‚ sahipleriyle ve muhsin olanlarla (guzel amel sahibi kimselerle) beraberdir.” (en-Nahl, 128)
Muhammed ummeti ki, bununla, Peygamber Efendimiz ’e tĂ‚bî olan mu ’minler kastedilmiş olup, dunya var oldukca “orta yolu takip eden” hakemler (adl ve huccet) konumundaki Ă‚lim, Ă‚rif, sıddîkler hep bulunacaktır. Bu, Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in bereketidir. Ve bu da himmeti, ekmeğe yeğlemekle olacaktır.
Dipnotlar:
[1] Bkz. el-Bakara, 61.
[2] Bkz. el-Bakara, 58.
[3] el-Bakara, 143.
Kaynak: Fatma HĂ‚le Sağım, Şebnem Dergisi, Sayı: 185
İslam ve İhsan