
Canakkale MuhÂrebeleri ’nde iki zafer birden kazanılmıştır. Bunlardan biri, duşmana karşı zÂhiren kazanılan maddî zafer; ikincisi ise, ruh ve mÂnÂ, fazîlet ve fedakÂrlık, din, îman ve vatan sevgisi hususlarında yaşanan ve asl mÂzî olmayan mÂnevî zaferdir. Bu zafer, Turk milletinin tarihindeki eşsiz bir şeref tablosudur.
Bedir savaşı, nasıl îmÂnın kufre karşı ilk direnişi ise, Canakkale de, -tÂbir cÂizse- İslÂm ’ın son karakolunun mudÂfaasıdır. Bu zaferin bilebildiğimiz kadarıyla iki sebebi vardır. CenÂb-ı Hak, EnfÂl Sûresi ’nin 33. Âyetinde bunu şoy­le bildirir:
“1. (Rasûlum) hÂlbuki Sen onların icinde iken Allah, onlara azÂb edecek değildir.
2. Ve onlar mağfiret dilerlerken de Allah onlara azÂb edecek değildir.”
Canakkale MuhÂrebeleri ’nde kahraman askerimiz, bu Âyetin muhtevÂsını gonlune nakşederek apayrı bir îman heyecanı icindeydi. YÂni her neferin sînesinde Peygamber Efendimiz ’in engin muhabbeti yer almaktaydı. Sanki Bedir ’den esen bir sab ruzgÂrı Canakkale ’ye rûhÂniyet tevzî ediyordu. Nitekim duşman cemberi icinde kalan Binbaşı Lutfu Bey ’in, o hengÂmede canhıraş bir şekilde:
“Yetiş y Muhammed, kitabın elden gidiyor.” feryÂdıyla istimdÂd etmesi, bunun en aşikÂr bir ifÂdesidir.
İkinci keyfiyet ise, elimizde bulunan hÂtıratların if­desine gore, her asker o tehlikeli zamanda bile, bir vakit namazını dahî kacırmamaya dikkat etmiş ve CenÂb-ı Hakk ’a dÂim iltic hÂlinde bulunmuştur. İşte Canakkale ’yi olumsuzleştiren kahraman ordumuz, AllÂh ’ın yardımına mazhar olacak seviyede yuksek bir îman vecdi icinde vatanını mudÂfaa etmiştir.
OLMEK ŞEHİDLİK SAADETİ, YAŞAMAK GAZİLİK ŞEREFİDİR
Vatan mudÂfaasından maksat, ecdÂdın emÂneti ve milletin haysiyeti olan toprakları korumakla beraber, aynı zamanda o topraklar uzerinde yaşayan insanların dînini, îmÂnını, canını, malını, ırzını ve nÂmusunu da muhafazadır. Neticede bunların hepsini temsil eden bayrağın mudÂfaasıdır. Bu sebeple bayrak, asl bir bez parcası değil, bir milletin maddî ve mÂnevî izzet ve şerefidir. Tabiî ki bu da bir vatan coğrafyası uzerinde mumkun olacağından, bu ulvî gÂye, “vatan mudÂfaası” olarak ifade edilmiştir.
Bir kimse askerlik vazifesi başında iken olurse, o şehîd olarak Rabbine kavuşur. Şehîdin amel defteri kapanmaz ve dunyada işlediği guzel ve hayırlı işlerin sevÂbı da kıyamete kadar devam eder. Şehîdin, kabirde meleklerin suallerinden ve kabir azÂbından muaf tutulacağı, Peygamber Efendimiz ’in mujdesidir. Ancak bunda, sıhhatli bir îman ve cihad niyetine sahip olma zarûreti vardır. Bu sebeple şehidlikle ilgili butun hadîs-i şerîflerde “Allah yolunda” kaydı vardır.
Bu itibarla Canakkale, Turk gencliğine şehidlik ve gÂzilik ile yoğrulmuş îman idealinin tÂlimgÂhı olmuştur. GÂzilik ve şehidlik, bu millet icin mÂnevî bir ziyÂfetti. Olmek, şehidlik saÂdeti; yaşamak ise gÂzilik şerefi idi.
FEDÂKÂRLIK TOPRAĞINA EKİLMİŞ TOHUMLAR
Canakkale ’de, kumandanından erine kadar butun bir ordu, fedÂkÂrlık toprağında ekilmiş tohumlar gibiydi ki, o tohumlar kanla sulanıyordu. Zîr onlar biliyorlardı ki, nihÂyetinde bu dunyanın da sonu gelecektir, bu dunyaya tapanların da… Âhirettekiler ise ebedîdir, olumsuzdur. Bunun icin onlar olumsuz, yÂni ebedî olanı sectiler.
Canakkale ’de harbin kızıştığı zamanlarda oyle bir an geldi ki, kumandanların bir kısmı şehîd oldu. Mehmetcik, kumandansız ve yalnız başına kaldığı zamanları yaşadı. Fakat her bir Mehmetcik, Canak­kale ’de butun milletin kalbini sînesinde hissederek buyuk bir gayretle duşmanı karşıladı. Din, millet ve vatan uğruna canlarını seve se­ve fed etti. Zîr gonullerinde, canlarından aziz bildikleri sarsılmaz bir îman ve vatan sevgisi vardı. Bu sevgiyi diri tutan da hic şuphesiz Allah ve Rasûlu ’ne duydukları îman muhabbetiydi.
O gun kumandanından erine kadar her gonul, hatt butun bir millet Canakkale ’de yekvucûd olmuş; “Toplu vurdukca yurekler, onu top sindiremez!” hakîkatini yaşamıştı. Nitekim orada maddî gucumuz, duşmanın gucuyle kıyas bile edilemeyecek kadar az idi. Askerin İstanbul ’dan Canakkale ’ye gidene kadar ayağındaki postal paramparca oluyordu. Zaman zaman, atacak barutu da kalmadığı hÂlde gercek bir can ve mal infÂkı yaşandığı icin yine de zafer muyesser oluyordu.
Zîr mÂneviyat maddeden kuvvetli olduğu icin onu tesiri altına alıyordu. Boylece Canakkale ’de, her turlu teknik donanıma sahip uc yuz bin kişilik duşman ordusu, sayı ve silah bakımından kendisinden cok daha zayıf, fakat îman kuvveti ve mÂneviyat itibÂriyle son derece kuvvetli olan ordumuza boyun eğmek zorunda kaldı. Cunku Mehmetcik, silÂh eksikliğini îman gucu ile telÂfî ediyor ve ne pahasına olursa olsun neticeyi -AllÂh ’ın izniyle- kendi lehine ceviriyordu. Vatan toprağına atılan her gulle, o arslan yurekli neferin îman dolu goğsunde sonuyordu.
CANAKKALE ’DE SADECE KAHRAMANLIK DEĞİL FAZÎLET DESTANI YAZILDI
İngiliz ordu kumandanı Orgeneral Hamilton ’un:
“Bizi Turkler ’in maddî gucu değil, mÂnevî gucu mağlûb etmiştir. Cunku onların atacak barutu bile kalmamıştı. Fakat biz, gokten inerek onlara yardım eden gucleri muşÃ‚hede ettik!..” şeklindeki îtirÂfı da bu gerceği sergilemektedir.
Boylece Canakkale ’de sadece kahramanlık ve cesaret destanı değil, aynı zamanda sahip olunan yuksek mÂnevî seviyenin bereketiyle bir fazîlet destanı yazıldı. Tarih; din ve vatan uğrundaki fedakÂrlığı onlardan oğrendi. Cunku onlar, Hazret-i MevlÂn ’nın:
“Ey bulbul! Git de aşkı pervÂneden oğren. O, kendini alevin icine attı, yandı. Sevgilisi uğruna can verdi, sesi cıkmadı.” diye tarif ettiği pervÂneden daha fedÂkÂr idiler.
Sevginin en tabiî neticesi fedÂkÂrlıktır. Seven, sevdiğine karşı, sevgisi olcusunde fedÂkÂrlık yapmayı zevk ve vazîfe olarak telÂkkî eder. Bu, Âşığın mÂşûkuna can vermesine kadar gider. Can ve malın Allah yolunda, vatan ve millet uğrunda fed edilmesi, kulun Rabbine duyduğu muhabbetinin en guzel bir tezÂhurudur. Bunun icindir ki Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
“Vatan sevgisi îmandandır…” buyurmuşlardır.
Dun Canakkale ’de kenetlenen o millî birlik ve beraberlik, o ittihad şuuru, o kardeşlik heyecanı bugun hangi kıvamdadır? Bugun bir ateş cemberi icindeki Suriye ’den vatanımıza sığınan mazlum kardeşlerimize gonlumuzu ne kadar acabiliyoruz? Afrika, Balkanlar ve Orta Asya benzeri maddî-mÂnevî aclık ceken coğrafyalara ulaşma heyecanı husûsunda ashÂb-ı kirÂm ve fÂtihÂn ecdÂdımızın ufkunu ne kadar paylaşıyoruz?
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Genc Dergisi, Yıl: 2008, Ay: Mart, Sayı: 18
İslam ve İhsan