KerbelĂ‚ hadisesi mu ’minler icin ciddiyetle tefekkur edilmesi gereken oyle bir hadisedir ki, dehşetle dolu olduğu kadar ibretlerle de doludur.Fuzûlî, “Hadîkatu ’s-SuedĂ‚” (SaĂ‚dete Ermişlerin Bahcesi) isimli eserinde Hazret-i Âdem ’den Hazret-i Muhammed Mustafa -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e kadar butun peygamberlerin dîn-i mubîni tebliğ yolunda cektikleri cileleri tek tek anlatır. İş, KerbelĂ‚ ’ya gelince, “Gunlerce Fırat ’ın kenarında oldukları hĂ‚lde bir damla suya hasret edilen, dĂ‚vete icabet ettiği hĂ‚lde en ağır ihanete uğrayan, sevdiği evlatları, dostları yetmiş iki yakını, gozlerinin onunde hunharca katledilip şehid edilen, ağır hakaretlere uğrayan Hazret-i Huseyin ’in cektiği cile ile kıyaslanamaz bile…” der.
HİCRÎ YIL BAŞI VE KERBEL Mu ’minler her yeni hicrî yıla, Muharrem ayı ile ve tarihin en acı ve en huzunlu gunlerini, KerbelĂ‚ hadisesini hatırlayarak başlarlar. Bu, mu ’minler icin ciddiyetle tefekkur edilmesi gereken oyle bir hadisedir ki, dehşetle dolu olduğu kadar ibretlerle de doludur.
Fuzûlî, “Hadîkatu ’s-SuedĂ‚” (SaĂ‚dete Ermişlerin Bahcesi) isimli eserinde Hazret-i Âdem ’den Hazret-i Muhammed Mustafa -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e kadar butun peygamberlerin dîn-i mubîni tebliğ yolunda cektikleri cileleri tek tek anlatır. İş, KerbelĂ‚ ’ya gelince, “Gunlerce Fırat ’ın kenarında oldukları hĂ‚lde bir damla suya hasret edilen, dĂ‚vete icabet ettiği hĂ‚lde en ağır ihanete uğrayan, sevdiği evlatları, dostları yetmiş iki yakını, gozlerinin onunde hunharca katledilip şehid edilen, ağır hakaretlere uğrayan Hazret-i Huseyin ’in cektiği cile ile kıyaslanamaz bile…” der.
Hazret-i Ali ’nin şehadeti ve Hazret-i Hasan ’ın, İslĂ‚m toplumunun huzuru bozulmasın, barış ortamı devam etsin diye halifelikten ferĂ‚gat etmesi ile halifelik makamına MuĂ‚viye oturur. Kısa bir zaman sonra Hazret-i Hasan, bir rivayete gore, eşine zehirletilerek oldurulur.
MuĂ‚viye, daha vefat etmeden once, kendisinden sonra ehliyetli olmadığı hĂ‚lde oğlunun halife olmasını ister ve İslĂ‚m toplumunun birkac kişi hĂ‚ric hepsini, guc ve kuvvetini kullanarak oğluna biat ettirir. Nihayet MuĂ‚viye vefat eder. Yeni Halife Yezid ’in biat merasimi başlamıştır. Hazret-i Huseyin, Yezid ’e biat etmez. Temel İslĂ‚mî değerlere uymayan, mĂ‚kul ve meşrû siyaset geleneğine ters duşen, tahribĂ‚tı butun toplum kesimlerini ve muslumanların gelecek yuzyıllarını kapsayacak olan bu yanlışlığa, hak ve adalet duygusuyla karşı cıkar ve duzeltmeye calışır. Şam icin cok buyuk tehdittir artık... Cunku Hazret-i Huseyin, Peygamber torunudur; dinin hukumlerini en iyi bilenlerden ve yaşayanlardandır. Sevilip hurmet edilen kimsedir. Biat etmez ise oldurulmesi icin valilik konağına cağırılan Hazret-i Huseyin, durumu anlayıp Medîne ’yi terk eder ve Mekke ’ye yerleşir.
KERBEL ’YA GİDEN YOLLAR Kûfeliler, bu surecte Hazret-i Huseyin ’e cuvallar dolusu mektuplar yazarak, av ve eğlenceye, calgı ve ickiye, şan ve şatafata duşkun, turlu garip huylara sahip Yezid ’in halifeliğe uygun olmayan hareketlerini, zulumlerini anlatarak; halife olarak sadece kendisini tanıdıklarını bildirip Kûfe ’ye dĂ‚vet ederler. Bir de bu yolda kendisini hic yalnız bırakmayacaklarına, yĂ‚r ve yardımcı olacaklarına AllĂ‚h ’ı şahit gostererek yeminler ederler. LĂ‚kin hicbir şey yazdıkları gibi olmayacak, her şeyi inkĂ‚r edeceklerdir.
Hazret-i Huseyin ’i KerbelĂ‚ ’da kuşatma altına alıp şehit eden ve ettiren birinci fĂ‚il Kûfe eşrĂ‚fıdır. Hazret-i Huseyin ’in defaatle yazdığı mektupları karşılıksız bırakırlar.
“-Ben sizin icin buraya kadar geldim, sozunuzu tutun, ahdinize vefĂ‚ gosterin!” sozlerine, Kûfe valisi İbn-i Ziyad ’ın turlu baskı ve korkutmalarına, cuvallarla verdiği paralara karşılık kendilerini Ehl-i Beyt duşmanlarına satarak cevap verirler. Uc-beş kişi hĂ‚ric, Kûfe ’den KerbelĂ‚ ’ya gelerek, kimisi silahı ile karşısında yer alır, kimisi gozunu kırpmadan katlini seyrederek Peygamber torununa ihanet ederler.
“Musluman, kendisinden yardım isteyene yardım eder. ZĂ‚limin zulmune mĂ‚ni olur; Kur ’Ă‚n ve Sunnet ’e tĂ‚bî olur!” dusturu ile Hazret-i Huseyin, amcazĂ‚desi Muslim bin Akîl ’i durumu yerinde kontrol etmesi icin bir mektupla Kûfe ’ye gonderir. Muslim, Kûfelilerin kendisine hurmet ettiklerini ve kendisini beklediklerine dĂ‚ir bir mektup gondererek Hazret-i Huseyin ’in Kûfe ’ye gelebileceğini yazar.
Kûfe ’ye gitmek uzere hazırlıklar başlamıştır. Abdullah bin Abbas, Hazret-i Huseyin ’in Kûfe ’ye, Ehl-i Beyt ile birlikte gideceğini oğrenip mĂ‚nî olmak icin yanına gelir. Kûfelilerin hicbir zaman sozlerinde durmadıklarını, Hazret-i Ali ve ağabeyi Hazret-i Hasan ’ın kĂ‚tilinin onlar olduğunu soyleyip Hazret-i Huseyin ’i vazgecirmeye calışır. Aynı sozleri, baba bir kardeşi Muhammed Hanefî, Ummu Seleme, Abdullah bin Omer, Abdullah bin Zubeyr -radıyallĂ‚hu anhum- de soylemişler, bu gidişi ertelemesini rica etmişlerdi. Yaptığı istişĂ‚reler; Kûfe ’ye gitmeyip Medîne ’de kalması gerektiği yonundedir.
Kararını istihĂ‚re ile vereceğini soyleyen Hazret-i Huseyin, istihĂ‚resinde Muhterem Dedesi ’nin, “CenĂ‚b-ı Hakk ’ın onu cihad meydanında gormek istediğini, tahkîki îman ve sadĂ‚katin onda tecessum etmesini Rabbinin dilediğini” soylemesi uzerine bu vazifenin sırlarla dolu muhim bir gorev olduğunu duşunup, Rabbine ve kaderine teslim olarak Kûfe ’ye gitmekte karar kılar. Peygamber Efendimiz, O ’na ruyasında o buyuk ve mukadder gunu meleklerin gozleyip sabır, kuvvet ve cesaretin ondan ayrılmaması icin kendisine duĂ‚ edeceklerini de soylemiştir.
Artık bu yolculuk, onun icin “AllĂ‚h ’ın emri” mesabesindedir, ertelemek mumkun değildir. Şunu da bilmektedir ki, Kûfe ’ye gitmese dahî Yezid, Ehl-i Beyt ’in peşini bırakmayacaktır. O zaman kan ve gozyaşı selinin yatağını mukaddes beldelerden başka yere cevirip Mukaddes Ev ’in, Ehl-i Beyt ’in kanı ile bulanmaması, kudsiyetine halel gelmemesi, ummetin selameti icin en akıllıcasıdır. Yuce Allah, yureğine bu mĂ‚nĂ‚yı ilham etmiş, zalimlerce oldurulmeye ve ihanete uğramaya dair hicbir korkusu da kalmamıştır kalbinde… RahmĂ‚n, kalbini guclendirmiştir, AshĂ‚b-ı Kehf ’in, Hazret-i MûsĂ‚ ’nın annesinin kalbini guclendirdiği gibi…
“-Sevdiklerine ve malına duşkun olanlar, geri donmeyeceğimizi bilerek benimle yola cıksın. Benden ayrılmak isterlerse zerrece gucenmem!” diyerek bu yolculuğun zorluklarla dolu, ağır bir imtihan olduğunu, kendisine eşlik etmek isteyen Ehl-i Beyt ’ine ve yakınlarına anlatır.
Kadınlar ve cocuklar hĂ‚ric, 18 Ehl-i Beyt, 60 da yakınlarından erkekler katılmışlardır bu sırlı yolculuğa… Eşi-dostu, yanında Ă‚ilesini goturmemesini soylese de; dedesinin insanlığa buyuk bir ibret vermek icin Ehl-i Beyt ’inin kendisini fedĂ‚ etmesi gerektiğini soyleyip, bu işin sadece Hazret-i Huseyin meselesi değil, Ehl-i Beyt ve onun duşmanlarının yuzleşmesi olduğunu soyleyerek onlara itibar etmez. Zaten bu yolculuğu duyan kardeşleri, eşleri, kızları, yeğenleri, evlatları:
“-Sen oldukten sonra bizim burada yaşamamızın ne anlamı var?” diyerek onu yalnız bırakmamaya yemin etmişlerdir.
KÛFE ’DEN GELEN HABERLER Hicretin 60. yılında Zilhicce Ayı ’nın onuncu gununde, Muslim bin Akîl Kûfe ’de şehid edilir. Omer bin Sa ’d, Yezid ’e, “Huseyin ’in Kûfe ’ye ona biat etmesi icin Muslim bin Akîl ’i gonderdiğini, kendisinin de yola cıktığını” jurnaller.
Mevki ve makam ihtirası yuzunden Hazret-i Huseyin ile akrabalığını bir tarafa bırakıp onu kuşatan orduların komutanlığını da Omer bin Sa ’d yapmıştır.
Muazzez yolcular, ZĂ‚t-ı Irak ’a vardıklarında Yezid ’in korkusundan Kûfelilerin kendisine sırt donduğu, Muslim ile birlikte iki oğlunun şehid edildiği haberini alırlar. Omer bin Sa ’d gondermiştir bu mektubu... Hazret-i Huseyin ’e; “Kufelilerden tamamen umidini kesmesini; sevgi seli değil, Kûfe ’de onu olumun beklediğini, Muslim ’in kendisine son vasiyetinin onun geri donmesi olduğunu” soyler.
Mektup, yuksek sesle okunur. Kız kardeşleri ve butun Ehl-i Beyt ve dostları bir aradadır. Muslim bin Akîl ’in kızı, babası ve kardeşlerinin intikamını almak icin Kûfe ’ye gitmekte kararlı olduğunu soyler. Oğlu Ali Ekber babasına donerek:
“-Soyle bana baba, Hak bizden mi Yezid ’den mi yanadır?”
“-VallĂ‚hi Hak bizimledir.” cevĂ‚bını alınca:
“-O zaman aziz babam, ne cefĂ‚ duşunurlerse duşunsunler, bize gam yoktur!” deyip aslĂ‚ yollarından donmeden devam etmeleri gerektiğini soyler babasına…
Hazret-i Huseyin ’e, o gun dedesi Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- , ruyasında gozyaşları icinde:
“-Gozumun nûru! Kavuşma vakti yaklaşıyor, bekliyorum dĂ‚ru ’l-bekĂ‚ ’da…” demektedir.
O gece Hazret-i Huseyin, Kûfelilere davetleri uzere yola cıktığını, ahde vefa edip sozlerinde durmalarını isteyen bir mektup yazar ve Kays bin Musahhar ile mektubu Kûfe eşrĂ‚fına gonderir. Kadîsiye, Yezid tarafından işgal edilmiştir. Kays yakalanır ve şehid edilir. Her duraklarında Kûfe ’den daha kotu haberler gelmektedir. Bu yolculukta ihlĂ‚slı olup olmadıkları kac kez denenmiştir. Her seferinde AllĂ‚h ’a sığınıp yollarına devam ederler.
Yezid bin MuĂ‚viye ve onun en guvendiği adamı ve sırdaşı olan Ubeydullah bin Ziyad ’ın saltanatlarını korumak ve sağlama almak icin turlu tuzaklar kurup Hazret-i Huseyin ve Ehl-i Beyt ’in kanını dokmeyi mubah gormeleri, apayrı bir acıdır. “Şukuk” adlı menzile geldiklerinde İbn-i Ziyad ’ın askerlerinin pusu kurmuş bir şekilde kendilerini yakalamak icin beklediklerini oğrenirler.
Şeraf adlı konağa geldiklerinde İbn-i Ziyad ’ın komutanlarından Hur bin Yezid karşılarına askerleri ile cıkıp:
“-Seni tutuklamakla memurum!” der.
Vakit sabah namazı vaktidir. Hazret-i Huseyin:
“-EvvelĂ‚ Rabbimiz ’e vazifemizi yerine getirelim, namazdan sonra goruşuruz.” deyip butun kafile namaza dururlar.
Hur ve askerleri de Hazret-i Huseyin ’in ardında, onun imamlığına uymuşlardır. Hazret-i Huseyin ile aynı safta namaz kılmanın bereketini hepsi bilmektedir.
“-Ben savaşmak icin değil, onların davetine icabet etmek, ahdime sĂ‚dık kalmak icin duştum yollara… Ne kan dokulmesine, ne de şahsıma rağbete dĂ‚ir bir mukafat değil, maksadım!..” deyip butun mektupları Hur ’e gosterir.
Kendisine Yezid ’in gonderdiği, “Huseyin ve Ă‚ilesini bulduğun gibi yakalayıp getir huzurumuza!” yazan mektubu Hazret-i Huseyin ’e okuyup:
“-Ey İbn-i Rasûl! Hemen don Mekke ’ye; sanki seni hic gormemişim gibi yapayım.” der.
BURASI KERBEL ’DIR! Hicrî 61 ve Muharrem ’in altıncı gunudur. Hazret-i Huseyin, Hur ’un tavsiyesi uzerine guzergĂ‚hını değiştirir. GuyĂ‚ atlar yol almaktadır, ama ne işaret, ne de bir yol gorurler. En nihayetinde Hazret-i Huseyin ’in atı kıpırdamaz; ne kadar zorlasalar da hayvanlar bir adım dahî atmazlar. Hazret-i Huseyin, yĂ‚verlerine burasının neresi olduğunu sorar. İclerinden birisi:
“-Burası KerbelĂ‚ ’dır.” deyince Hazret-i Huseyin:
“-Can vereceğimiz «kerb» ve «belĂ‚» diyarına gelmişiz!” der sessizce…
Sırlarla dolu yuzunu goren oğlu Ali Ekber, babasına bunun ne demek olduğunu sorar. Sıffin ’e doğru yol alırlarken Hazret-i Ali, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Huseyin bu beldede istirahat etmişler, babası gorduğu ruya uzerine:
“-Bu yerde kan dokuleceği mĂ‚lum oldu bana… Huseyin ’i gordum ruyamda; kendi kanında boğuluyordu, yardım edecek kimse yoktu.”
“-Babam bunu soyledi ve sustu.” der, Hazret-i Huseyin... Zaten Ummu Seleme ’den duymuştur CebrĂ‚il -aleyhisselĂ‚m- ’ın Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e Huseyin ’in KerbelĂ‚ ’da şehit edileceği haberini… Hazret-i Huseyin:
“-Tevhid ipine sarılmaktan başka caremiz yoktur!” der Ehl-i Beyt ’ine ve dostlarına…
Ali Ekber, babasına:
“-O zaman kaderi sorgulamadan, AllĂ‚h ’ın murĂ‚dına teslim olmaktan başka caremiz yok. İkrĂ‚rımızdan donmeden, sonuna kadar sebatla bu niyet uzere durabilmek icin Rabbimiz ’den sabır dileyelim.” diye fikrini soyler.
KerbelĂ‚ ’da durmaya karar kılınır. Hakikat uğruna fedĂ‚ edilen hayatın bekĂ‚ bulacağına inanan bu mubarek insanlar, fedakĂ‚rlık yapmadan kimsenin payına mukĂ‚fĂ‚tın duşmeyeceğini cok iyi bilirler. Hazret-i Huseyin, Ehl-i Beyt kadınlarına:
“-Al kana boyanan bedenlerimizi gorunce, sakın sesinizde acıdan eser olmasın! Huzne teslim olup da duşmanları sevindirmeyin. Allah duşmanları birimizin dahî olumden korkmadığına dĂ‚ir sarsılmaz îmĂ‚nımızı gorup mahşer gununde bizim korkacağımız bir şey olmadığını, tasamız olmadığını da bilsinler.” der.
Hazret-i Huseyin, Kûfelilere gonderdiği son mektubunda:
“-Yurdunuza vardık, sizi bekliyoruz KerbelĂ‚ ’da… Sizin icin, sizin lehinize buradayız. Bu buyuk nîmeti elinizin tersi ile itmeyin; şanınıza yakışır şekilde bizi karşılayın.” yazar.
Kays bin Arabî mektubu alır almaz yola duşer. Kûfe yakınlarında yolunu kesip gotururler Kays ’ı, vali İbn-i Ziyad ’a… Kays, nĂ‚me-i şerîfi goz acıp kapanana dek parcalayıp yutar. Dostun sırrı Ă‚şikĂ‚r edilmez zira… İbn-i Ziyad, onu şiddetle tutup:
“-Seni oldurmemi istemiyorsan, Huseyin ’e sovup Yezid ’e methiyeler duzeceksin, Kûfe halkına, cĂ‚minin minberinden…”
Kays kabul eder. Minbere cıkınca ilk Âlemlerin Rabbi ’ne hamd edip, Rasûlu ve Ehl-i Beyt ’ine salĂ‚t u selĂ‚m getirip:
“-Hazret-i Huseyin, KerbelĂ‚ ’da sizi bekliyor!” deyip mektubu ezberinden okur.
“-Gonderdiğiniz sayısız mektupla onun buralara geldiğini hatırlayın, ahdinize vefĂ‚ gosterin!” demektedir ki; henuz daha minberde konuşmasını bitirmeden Kays ’ı hancerler Ziyad ’ın askerleri, oldurulme emrini Yezid vermiştir.
Yezid ’in emri ile İbn-i Ziyad, Hazret-i Huseyin ’e mektup yazıp; “Ya biat et Yezid ’e ya da isyankĂ‚r îlan edilip olduruleceksin.” demektedir.
Hazret-i Huseyin mektubu okur okumaz mektubu getiren haberciye donup:
“-Eli boş doneceksin geldiğin yere, artık luzum yok fazla soze!” demiştir.
BİR FÂNÎ MAKAM UĞRUNA İbn-i Ziyad, Omer bin Sa ’d ’ı cağırıp kendisinin nicedir istediği Rey valisi yapıldığını soyler. Tek şartı vardır: “Huseyin ile sen cenk edeceksin. Son kez Yezid ’e biat etmesini talep edip, kabul etmezse hepsinin boynunu vuracaksın.”
Babalarının yeni gorevini duyan Omer bin Sa ’d ’ın buyuk oğlu, babasına:
“-Hangi şeytanmış seni kandıran, Huseyin sırĂ‚t-ı mustakîmden ayrıldı mı ki? Nasıl vuracaksın Allah Rasûlu ’nun torununun boynunu!. Dedem Sa ’d bin Vakkas, o Rasûlullah Ă‚şığı; FĂ‚tımatu ’z-ZehrĂ‚ ’nın ciğerinin koşesini oldurmene rĂ‚zı olur muydu?”
Ne care ki Omer bin Sa ’d, hic kimsenin sozunu duymaz. Tek duşuncesi Rey valiliğidir.
Rey valisi olmuş, beş bin kişilik ordu emrine verilmiştir Hazret-i Huseyin ve Ehl-i Beyt ’i katletmesi icin. Bu haberi duyan yeğeni Hamza bin Muğîre:
“-Amca, Rabbinin huzûruna Huseyin ’in kanı ile cıkma!” demişse de dinlemez, surer atını KerbelĂ‚ ’ya…
Hazret-i Huseyin, ona şu teklifte bulunur:
“-Âilem, Harem-i Şerîf ya da başka bir yere, huzur icinde gonderilsin, benim de Şam ’a gidip Yezid ile konuşmama izin verilsin.”
Kûfe valisi İbn-i Ziyad bu teklifi kabul etmez, kendince duşundukleri vardır.
“-Once Kûfe ’ye gelsin, buradan Şam ’a birlikte gidelim!” demektedir.
Hazret-i Huseyin bunun uzerine:
“-Ben buradan Şam ’a gidiyorum. Cok istiyorsa benimle beraber gelmek, başımın ustunde yeri var.” diye cevap verir.
Hazret-i Huseyin ’in hicbir şekilde Kûfe ’ye gitmeyeceğini Şam ’a gideceğini anlayan ofkeli İbn-i Ziyad, on bin asker daha yollar KerbelĂ‚ ’ya; uc azılı komutanı da tayin eder başlarına... Ordu, Fırat Nehri boyunca yerleşecek ve Huseyin ve Ă‚ilesine bir yudum su verilmeyecektir.
“-Kum icsinler, su yerine!” der İbn-i Ziyad...
Muharrem ’in yedinci gunudur. Hazret-i Huseyin ’in gozupek kardeşi Abbas, yaverleri ile kırbalara su doldurmuştur Fırat ’tan… Bunu duyan Omer bin Sa ’d, nehrin kıyısına iki bin asker daha gonderir. Hazret-i Huseyin, susuzluktan kavrulan minicik yavrular icin dehşete duşup konuşmak icin Omer bin Sa ’d ’ı cağırır:
“-Ey İbn-i Sa ’d, rahmetli baban sana boyle mi vasiyet etti? «Allah Rasûlu ’nun Ehl-i Beyt ’ini susuzluktan oldur!» mu dedi? Mahşerde Kevser ırmağından nasıl su iceceksin, boyle davranırsan? Korkun, malının-mulkunun elinden alınması ise, sana veriyorum ne kadar malım mulkum varsa, ac suyun onunu…”
İbn-i Sa ’d reddetti. Bir kez de RasûlullĂ‚h ’ın ashĂ‚bından İbn-i Hasin gitti Omer ’le konuşmaya… Ama şeytan her seferinde galebe caldı. ZĂ‚limler bir adım geri gitmedi. Kılıctan başka care kalmamıştı.
Omer bin Sa ’d ’ın Hazret-i Huseyin ile yaptığı bu goruşmeleri, zĂ‚lim komutanlardan Şemirr bin Zilcevşen, Ă‚nında İbn-i Ziyad ’a haber ediyordu. Bunun uzerine İbn-i Ziyad, Şimr ’e mektup yazıp bu mektubu Omer ’e vermesini, “Eğer Huseyin ve Ehl-i Beyt ’inin kendisine boyun eğmesini emrederse, Omer ’e itaat etmesini; yok sozume itibar etmezse, once Omer ’in başını, daha sonra Huseyin ve Ehl-i Beyt ’in başını vurmasını” emretti.
KÛFELİLERİN İHANETİ Once olumle korkutulan Kûfelilere, şimdi Hazret-i Huseyin ile savaşa ikna etmek icin cuvallarla mal veriliyordu. Onlar da Hazret-i Huseyin ile carpışmaktan hoşlanmayan pek az kişi dışında Kûfe ’yi boşalttılar ve hepsi KerbelĂ‚ ’ya gittiler.[1]
Butun gece Hazret-i Huseyin ve Ehl-i Beyt ibadet ederek niyazda bulundular. Muharrem ’in onuncu gunuydu. Teyemmum abdesti ile kıldıkları sabah namazından sonra Hazret-i Huseyin:
“-Ey AllĂ‚h ’ım! Her uzuntude, sıkıntıda en sağlam guvencim, her darlıkta umidim Sen ’sin. Hakkımdaki her işte benim en sağlam guvenc ve dayancım Sen ’sin. Sen ’in indirdiğin musîbetlerden, kalbe zaaf verecek, tedbirler azalıp yetişmeyecek, dostlar, arkadaşlar bırakıp ayrılacak, duşmanlar sevinecek ne kadar musibet ve kederler varsa, ben onların hepsinden şikĂ‚yetimi yalnız Sana arz eder, Sen ’den başkasından yuz cevirir, Seni ister, Sana yonelirim.
Butun darlıkta tasaları kaldıracak, acacak Sen ’sin. Her nîmetin ikrĂ‚m edeni ve sevk edicisi, her iyiliğin sahibi, her dilek ve dayanağın en son varıp dayanacağı Sen ’sin!” diyerek AllĂ‚h ’a duĂ‚ etti, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’dan yardım istedi.
Yezid ’in ordusu, Hazret-i Huseyin ve Ehl-i Beyt ’e hakaretler yağdırmaya, onları tahrik ederek, mĂ‚nen zayıf duşurmeye calışıyorlardı. Hakaretlerinde sınır tanımadılar. Uc koldan saldırıya gectiler, susuz ve uykusuz sadece 72 kişinin uzerine…
Hazret-i Huseyin, atına binmiş bir şekilde Kûfe halkına son kez seslendi. Daha sonra Kûfelilerin elinden canını kurtararak Medîne ’ye kacan, Dahhak bin Abdullah el-Mişrakî:
“-VallĂ‚hi, ben, ne ondan once, ne de ondan sonra onun konuşması gibi bir konuşma işitmedim!” demiştir.
Hazret-i Huseyin şoyle seslenmişti:
“-Ey Kûfe halkı! Size ne kusur ettim de revĂ‚ gordunuz bana bu muĂ‚meleyi… Şimdi benim nesebimi araştırınız ve bakınız ben kimim? Hele bir duşunun; beni oldurmek, haram ve mahfuz olan kanımı dokmek, size helĂ‚l midir? Ben Peygamber -aleyhisselĂ‚m- ’ın kızının oğlu değil miyim? Ben Peygamberin vĂ‚sîsi, amcasının oğlu, AllĂ‚h ’a îman ve RasûlullĂ‚h ’ın Rabbinden getirdiklerini tasdik edenlerin ilki olanın oğlu değil miyim? Şehidler seyyidi Hamza, benim babamın amcası değil mi? Cift kanatlı CĂ‚fer, benim amcam değil mi? Rasûlullah -aleyhisselam- ’ın benim ve kardeşim hakkında, «Bunlar cennet genclerinin seyyididir.» (Tirmizî, MenĂ‚kıb, 30/3768) hadîsini duymadınız mı? Hadi, bu hadîsten şuphe ettiniz; Peygamberin kızının oğlu olduğumdan şuphe edebilir misiniz? Bana haber verin; ben sizlerden birini oldurdum de mi, yahut birinizi yaraladım da mı, yahut birinizin malını yok ettim de mi beni muhĂ‚sara ettiniz, bırakmıyorsunuz? Siz benden ne istiyorsunuz?”
Tek tek isimlerini sayıp duşman saflarında bulunan Kûfelilere mektuplarını gosterip:
“-«Askerler ve yardımcılar hazırlandı, hemen gel!» demediniz mi bana?”
Kûfeliler:
“-Biz boyle bir şey yapmadık!” diye inkĂ‚r ettiler.
“-SubhĂ‚nallah! Evet, vallĂ‚hi siz butun bunları yaptınız. Ey insanlar, madem beni cağırmadınız o zaman beni bırakın, yeryuzunde emîn olan yerime gideyim.” dedi.
Ordu, Hazret-i Huseyin ’i serbest bırakmadı, bir taraftan da hakaretlere devam ettiler. Hazret-i Huseyin ellerini actı:
“-Ey AllĂ‚h ’ım! Iraklılar beni aldattı, kardeşime yaptıklarını bana da yaptılar. Onları Sana havĂ‚le ediyorum, onlar ile benim Ehl-i Beyt ’im arasında kararı Sen ver.”
Bu sırada iclerinden Hur bin Yezid ve beraberindeki birkac kişi, Kûfelilerden ayrılarak Hazret-i Huseyin ’in saflarına girdi ve onlarla beraber olene kadar savaştılar.
TARİHİN EN ACI KATLİÂMLARINDAN Artık kıran kırana savaş başlamıştı. Otuz uc bin kişinin karşısında, yetmiş iki kişi durmaktaydı. Hazret-i Huseyin, oğlu Ali Ekber dĂ‚hil butun sevdiklerinin olumune tek tek şĂ‚hit oldu. Bu, cok derin bir acıydı. Annesinin kucağında susuzluktan bîtĂ‚p duşmuş sut cocuğu olan oğlu Ali Asgar ’ı kaldırıp onun icin su istedi. Omer bin Sa ’d ’ın işareti ile Ali Asgar, cift ağızlı ok ile boğazından şehid edildi.
Oylesine buyuk bir acı bırakmışlardı ki yureklerde, sanki Ehl-i Beyt ’e hic merhamet etmeyerek, kendilerinin muhtac oldukları AllĂ‚h ’ın merhametini bitirmekteydiler. Allah katında hicbir kurtuluş umidi kalmamıştır Yezid ’lerin... Gok dahî yapılan bu zulmun ağırlığını kaldıramadı.
Coluk-cocuk demeden oldurduler, bunların icinde Hazret-i Huseyin ’in kız kardeşi Hazret-i Zeyneb ’in 9 ve 10 yaşlarında iki oğlu da vardı. Kadınları, cadırlar ile birlikte yakmaya kalktılar. İkindi namazını kılarken Hazret-i Huseyin şehid edildi. Onun ve askerlerinin başını govdesinden ayırıp, bedenlerini toprağın icinde ufalanıp belirsiz olana dek atlarına ciğnettiler.
KerbelĂ‚ şehitlerinin yirmi ucunu; Hazret-i Huseyin, ev halkı ve akrabaları teşkil eder. Şehit sayısı, 72 ’dir. Cadırlar ateşe verilir. Ehl-i Beyt ’in ve onun ashabının her turlu eşyası talan edilir. Kadınların ortuleri uzerlerinden cekilip alınır. Kadınları iplerle bağlarlar. ZeynelĂ‚bidîn Ali bin Huseyin cok hasta olduğu icin cadırında kalmıştır. Nasılsa onu bırakmalarını soyler Omer bin Sa ’d... Onu da zincire vururlar. KerbelĂ‚ ’dan Kûfe ’ye, oradan Şam ’a esirler gibi dolaştırılırlar. Kûfe sokaklarında yetmiş iki şehidin kesik başını gezdirip, zorla seyrettirdiler Ehl-i Beyt kadınlarına... Baş acık dolaştırılan Ehl-i Beyt kadınları, utanctan sacları ile ortmuşlerdi yuzlerini… Sonunda Şam ’ın karanlık zindanlarına atılırlar.
Hasan Basrî ’nin dediği gibi:
“-Yeryuzunde kitle hĂ‚linde boyle bir Ă‚ile katliĂ‚mı gorulmemiştir.”[2]
Kûfe leşkerleri, KerbelĂ‚ ’dan cekilip gidince, Gadıriye koyluleri, KerbelĂ‚ şehitlerini bir gunde defnederler. Hazret-i Huseyin ’in kabrini belirsiz etmek icin kırk gun sonra kabrin bulunduğu yere Fırat ’tan su salınmıştır. Esed oğullarından bir bedevî, Hazret-i Huseyin ’in kabrini araştırır. Kabri bulmak icin toprakları avuc avuc alıp koklamaktadır. Kokusunun guzelliğinden kabri bulur.
“Duşmanlar onun kabrini belirsiz etmek istediler,
HĂ‚lbuki kabrinin hoş kokulu toprağı, kabrine delĂ‚let edip durmaktadır!” beytini soyler bedevî…[3]
ŞEHİDLERİN NÂMI DİLLERDEDİR! Butun bunları okuyup da Ehl-i Beyt icin huzunlenmemek elde değil!.. LĂ‚kin vĂ‚sıl oldukları şeref, şehidliktir ve şehidin kanı zĂ‚yî olmaz! Şehidin nĂ‚mı unutulmaz. Yalan, dalavere yıkılır yok olur da hakikat ve şeref unutulmaz. ZĂ‚limler, kaderlerini kendi elleri ile yoğurduklarını sanarak butun detaylara dikkat ederek tuzaklar kurarlar, bunlara arzularına ulaşmaları icin izin de verilir. Daha sonra zulum denizinde kendileri boğulurlar.
CenĂ‚b-ı Hakk ’ın bir zĂ‚lime engel olmadan istediği tuzakları uygulamasına fırsat vermesi, o zĂ‚lime kurulan en buyuk tuzaktır. RahmĂ‚n ’ın zĂ‚lime mudĂ‚hale etmemesi, anlayan icin en buyuk mudĂ‚haledir. HĂ‚inlerin muzaffer olması, ehl-i hakîkatin acı cekmesi; oyun ve eğlenceden ibaret olan bu dunyada gorulduğu gibi değildir Ă‚hirette… Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ ’nın buyurduğu gibi, “Bu dunyada nallar ters cakılmıştır.” Ağlayan ağlar değil, gulen de guler değildir. İşin aslı, Ă‚hirette ortaya cıkar. Bugun bir fırsat verilse bize ve Ehl-i Beyt ’e:
“-Bugunku aklınız olsa idi KerbelĂ‚ ’ya gider miydiniz?” diye sorsak, hepsi birden “Evet!” diyecektir. Cunku AllĂ‚h ’ın kulu icin takdîri, kulu icin en hayırlı olandır.
Hazret-i Huseyin ’in bu buyuk hĂ‚diseyi yuce makama havĂ‚le etmesi ile dĂ‚vĂ‚ dosyası acılır Arş-ı ÂlĂ‚ ’da… Hazret-i Huseyin:
“-Ey AllĂ‚h ’ım, onlar ve kavmimizden olanlarla aramızda Sen hukmunu ver.” diye duĂ‚ ederek bu buyuk dĂ‚vĂ‚yı CenĂ‚b-ı Hakk ’a havĂ‚le etmiştir.[4] Şu anda dĂ‚vĂ‚nın gorulmesini bekleyen binlerce insan var, tutuklu olarak kabirlerinde... Acılan bir dĂ‚vĂ‚ varsa, kişilerin konuşmasının pek de bir mĂ‚nĂ‚sı yoktur şu anda... Sadece ibret alıp duĂ‚ eder, derinden sevgi ve saygımızı, salĂ‚t ve selĂ‚m larımızı iletiriz Ehl-i Beyt ’e…
EHL-İ BEYT GOZUNDEN Hazret-i Huseyin ’in baba bir kardeşi Muhammed Hanefî, bu hadisede benim gozlerimi kendisinden ayıramadığım cok onemli bir zĂ‚t oldu ve onun gozunden KerbelĂ‚ ’yı okumak, acı icinde yanan kalbime iyi geldi:
“O, bir melhame (buyuk bir savaş), cetin bir oldurme vakası idi. Huseyin ’in alınyazısı idi. Allah onu bununla şereflendirmek, o kavim karşısında derecelerle yukseltmek, başkalarını da alcaltmak icin ona bunu nasîb etmişti.” buyuruyordu.
YĂ‚sîn Sûresi ’nde okuduğumuz “elcilere yardım etmek icin gelip de taşlanarak oldurulen” Habîb-i Neccar, “testere ile kesilerek şehid edilen” Hazret-i Zekeriyya, “başı govdesinden ayrılan” Hazret-i Yahya, “carmıha gerilmek istenen” Hazret-i ÎsĂ‚ ’nın başına gelen hĂ‚diseler, kendi elleri ile yaptıklarından kaynaklanmıyordu. Bazı hĂ‚diseler, kişinin makamını yukseltmek; mazlûmun, zĂ‚limin karşısında duruşunu ummet-i Muhammed ’e gostermek ve her ne olursa olsun kazananların dĂ‚imĂ‚ mazlumlar olduğunu gormek icin cok onemlidir. Bu mubarek insanlar, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın insanlara oğretmek istediği bazı mevzuları, şahıslarında sergilediği, cok ama cok kıymetli kullardır. “…AllĂ‚h ’ın emri yerine gelir.” (en-NisĂ‚, 47) “…AllĂ‚h ’ın emri, behemehal yerini bulan bir kaderdir.” (el-AhzĂ‚b, 38)
Abdullah bin Abbas, ruyasında Peygamber Efendimiz ’i gorup bir şişede dolu olan Hazret-i Huseyin ve dostlarının kanını, CenĂ‚b-ı Hakk ’a takdim etmeye gittiğini, derin bir uzuntu icinde soylemiş ve ertesi gunu de Hazret-i Huseyin ’in şehĂ‚det haberi gelmiştir.[5]
Aynı zaman diliminde Hazret-i Ummu Seleme de ruya gormuştu. Ruyasında Peygamber Efendimiz, sacı-sakalı toz toprak icinde, ağlar vaziyettedir ve:
“-Ben Huseyin ’in şehĂ‚detinde bulundum.” demektedir.
Hazret-i Huseyin ’in şehĂ‚det haberi gelince, ilk Ummu Seleme:
“-Eyvah Huseyin ’im, eyvah RasûlullĂ‚h ’ın oğlu!..” diyerek feryat etmişti. O gune kadar Medîne ’de boyle bir gozyaşı gorulmemiştir. Medîne kadınlarının feryatları, Medîne ’yi yerinden oynatır. Akîl bin Ebû TĂ‚lib ’in kızı, beraberindeki Medîne kadınları ile tasalı:
“-Peygamberimiz, «Ben aranızdan ayrıldıktan sonra size zurriyetimi ve ev halkımı vasiyet ederim.» (Muslim, FedĂ‚ilu ’s-sahĂ‚be, 36) buyurmamış mıydı? Şu hĂ‚le bakın, onlardan bir kısmı esir edilmiş, bir kısmı kanlara bulanmış.” diyerek ağlarlar.
İbn-i Sîrîn, “Kadınlar YahyĂ‚ -aleyhisselam- ’dan sonra, Huseyin ’e ağladıkları kadar hic kimseye ağlamamışlardır.” der.[6]
Hazret-i Huseyin ’in şehĂ‚deti ile CebrĂ‚il -aleyhisselĂ‚m- ’ın daha onceden Peygamber Efendimiz ’e verdiği haber tasdik olunmuş oldu. Bu bilgiyi Peygamber Efendimiz, Hazret-i Ummu Seleme ’ye soylemiş, o da vukû bulana kadar gizlemeyi tercih etmişti.[7]
Abdullah bin Abbas, Yezid ’e yazdığı mektupta, “İnsanlara şirin gorunmek icin yas tutturduğunu soyluyorsun. Sana inanmıyorum. Sen işin sonunu duşunmeyen, zayıf, hafif akıllı bir adamsın. Sen Huseyin ’i keyif, arzu ve eğri goruşun uzerine şehid ettin. Huseyin ’i Abdulmuttalib oğullarının karanlıkları aydınlatan yiğitlerini kızgın kumlar uzerinde leşkerlerine vurdurup yere serdin. Onları kumlara, topraklara, kanlara bulanmış vaziyette cırıl cıplak kefensiz bıraktın da ruzgĂ‚rlar uzerlerine toprak savurdu. Parcalanan cesetlerini kurtlar, dişlerine takıp oradan buraya gezdirdiler, sırtlanlar kurtlardan kapıp inlerine goturduler. Nihayet o cesetleri sen değil, AllĂ‚h ’ın takdir ve nasip ettiği kişiler, geceleyin butun parcaları toparlayarak kefenleyip defnettiler. Bu unutulmayacak, sen de hicbir zaman unutmayacaksın.” diyordu ki, doğru idi.
NEDAMET GETİRİLMEYEN GUNAHLAR! Bu, artık Yezid ’in unutmak istese de unutabileceği bir durum değildi. Aynı KĂ‚bil ’in kardeşini oldurup, ağır bir pişmanlığı omur boyunca duyması, fakat tevbeyi CenĂ‚b-ı Hakk ’ın nasîb etmemesi gibi idi.[8]
KerbelĂ‚ hĂ‚disesinde Ehl-i Beyt ’in erkekleri şehid olarak en guzel makamlara yerleşmişlerken, sağ kalan Ehl-i Beyt kadınları icin hayat gercekten zorlaşmıştır. Hazret-i Huseyin ’in sadece Muharrem ’in onuncu gunu yaşadığı sevdiklerini kaybetme acısını, Ehl-i Beyt kadınları bir omur yaşamışlar, acıları bir turlu dinmemiştir.
KerbelĂ‚ hĂ‚disesini bizlere tam olarak butun detayları ile aktaranlar, Hazret-i Huseyin ile birlikte bu surece katılmış olan Ehl-i Beyt kadınlarıdır. Ozellikle KerbelĂ‚ hĂ‚disesinde Hazret-i Huseyin kadar Hazret-i Zeynep de onemlidir. Esir alınan yeğenlerine, kardeşlerine sahip cıkmış; Ehl-i Beyt ’e hakaret etme curetini gosterenlerle mucadele edip yuzlerine hakkı haykırmıştır. CenĂ‚b-ı Hak, KerbelĂ‚ hĂ‚disesini bizlere, zĂ‚limlerin kışkırtıcı hakaretleri karşısında duygusal zekĂ‚sı cok yuksek bir kadının gozunden insanlığa empati kurdurur.
Esirler, Ubeydullah bin Ziyad ’a goturulmek uzere yola cıkarıldıklarında şehidlerin yanından gecirilmişler, bu arada kadınlar feryĂ‚d edip dovunmeye başlamışlardı. Hazret-i Zeyneb:
“-Âh yĂ‚ Muhammed! SemĂ‚nın butun melekleri Sana salĂ‚t u selĂ‚m etsin. İşte Huseyin duzlukte yatıyor, kanlara boyanmış, Ă‚zĂ‚ları kesilmiş. Sen ’in kızların ise esir alınmış, zurriyetin tek tek oldurulmuş. RuzgĂ‚r onların uzerine toprak savuruyor!” diyerek hem kendisi ağlamış, hem de dost-duşman herkesi ağlatmıştır.[9]
Esirler, İbn-i Ziyad ’ın huzuruna cıkarıldıklarında Hazret-i Zeynep, en Ă‚dî elbiselerini giyerek tanınmaz bir hĂ‚le gelmişti. İbn-i Ziyad, Hazret-i Zeyneb ’e donerek:
“-Hamd olsun AllĂ‚h ’a ki, ayıp ve kusurlarınızı ortaya dokerek sizi rusvay etti, oldurdu. Ortaya attığınız gulunc ve boş beyanlarınızı yalana cıkardı.” dedi.
Hazret-i Zeynep:
“Hamd olsun AllĂ‚h ’a ki, Muhammed -aleyhisselĂ‚m- ’a mensûbiyetle bizi şereflendirmiş ve bizi hususî bir temizlik ile gunah kirlerinden de temizlemiştir. Hayır!.. İş, hic de senin dediğin gibi değildir. Allah, ancak fĂ‚sıkları rezil ve rusvay eder; fĂ‚cirlerin asılsız laflarını yalan cıkarır.” diye cevap verdi.
İbn-i Ziyad:
“-Ehl-i Beyt ’inize AllĂ‚h ’ın nasıl yaptığını goruyorsunuz ya?” diye sorunca; Hazret-i Zeynep, Uhud şehidleri ile ilgili “…Uzerlerine oldurulmek yazılmış, takdir edilmiş olanlar, muhakkak, yatacakları, oldurulecekleri yerlere cıkıp gideceklerdi.” (Âl-i İmran, 154) Ă‚yetini okuduktan sonra:
“-Allah seninle onları Ă‚hirette bir araya getirecek; AllĂ‚h ’ın huzurunda onlarla muhĂ‚keme olacak, dĂ‚vĂ‚laşacaksınız.” dedi.
İbn-i Ziyad, bu sozlere cok kızıp, Hazret-i Zeyneb ’e işkence yapmak istese de kendisine engel oldular.
Yine de icindeki ofkeyi dindiremeyen İbn-i Ziyad:
“-Allah senin Ehl-i Beyt ’inden, taşkınlık ve azgınlıkta direnenleri, ileri gidenleri boyle yok etmekle, icimin derdini giderdi, beni ferahlattı.” deyince Hazret-i Zeynep kendini tutamayarak ağlamış:
“-Sen benim yetişmiş yiğitlerimi oldurdun! Ehl-i Beyt ’imi yok ettin! Âilemin en şereflilerini, buyuklerini, yukselen dallarımı kestin, bictin! Soyumu, kokumu koparttın, kuruttun. Eğer senin, bunlardan derdin iyileşebiliyorsa, rahatlayabiliyorsan rahatla ve iyileş bakalım!” diyerek cevap verdi.[10]
Ali bin Huseyin (ZeynelĂ‚bidîn), KerbelĂ‚ gunu hasta olduğu icin cadırda kalmış, savaşa iştirak edememişti. Cadırda hasta hĂ‚linde onu bir Kûfeli alarak evine goturdu. Durumu kendisi şoyle aktarır:
“-Kûfelilerden bir adam, beni gizledi; bana cok ikram etti. Her iceri giriş ve cıkışında ağlıyordu. Kendi kendime adam cok vefĂ‚lı, hayırlı deyip ona guvendim. Nihayet İbn-i Ziyad ’ın tellĂ‚lı:
«-Ali bin Huseyin ’i kim bulmuşsa getirsin, ona uc yuz dirhem bahşiş vereceğiz.» diye bağırınca vallĂ‚hi yine ağlıyordu. Ellerimi bağladı ve onların yanına goturdu. Onlara teslim edip uc yuz dirhem aldı. Ben ise ona bakakalmıştım.”[11]
İbn-i Ziyad, esirler icinde Hazret-i Huseyin ’in oğlu Ali bin Huseyin ’i gorunce, onunla da bir sure tartıştıktan sonra oldurulmesini emretti. Hazret-i Zeynep:
“-Ey İbn-i Ziyad! Bizden oldurduğun kimseler yeter. Bizim kanlarımızı icmeye kanmadın mı? Bizden bir kimse bıraktın mı?” diyerek Ali ’nin boynuna sarılır ve sozlerine devamla:
“-Eğer mu ’min isen, Allah adına senden şunu istiyorum; şayet onu oldurursen beni de onunla birlikte oldur!” dedi. Bunun uzerine İbn-i Ziyad, Ali bin Huseyin ’i oldurmekten vazgecti.[12]
CARPITILAN HAKİKATLER İbn-i Ziyad, bu hĂ‚dise surecinde oldurulen Ehl-i Beyt icin, “…Onu muhakkak Allah oldurdu…” (el-EnfĂ‚l, 17) Ă‚yet-i kerîmesini Ali bin Huseyin ’e soyleyince, o: “Allah olenin olumu zamanında, olmeyenin de uykusunda ruhlarını alır…” (ez-Zumer, 42) meĂ‚linde Ă‚yet-i kerîme ile “Allah izin vermedikce hic kimse icin, olmek yoktur…” (Âl-i İmrĂ‚n, 145) Ă‚yet-i kerîmesini, İbn-i ZiyĂ‚d ’a cevaben yuzune okur.
İbn-i Ziyad, esirleri Kûfe ’den Şam ’a, Muaviye ’nin oğlu Yezid ’e gonderir. Esirler Yezid ’in huzuruna getirilince, Şamlı bir adam ayağa kalkar ve:
“-Bunların esirleri bize helĂ‚ldir!” deyip, Hazret-i Ali ’nin kızı FĂ‚tıma ’yı kastederek:
“-Bunu bana bağışlayıver.” der.
FĂ‚tıma, korkusundan, ablası Zeynep ’in elbisesine sarılır. Zeynep:
“-Yalan soyledin ve alcaklık ettin; bu iş ne sana, ne de ona helĂ‚l değildir!” deyince, Yezid ofkelendi ve:
“-AllĂ‚h ’a yemin ederim sen yalan soyledin. Bu bana duşer ve ben ona bağışlamayı istersem bağışlayabilirdim.” der. Zeynep:
“-AslĂ‚! VallĂ‚hi sen dînimizden cıkıp başka bir dîne girmedikce, Allah, bunu sana helĂ‚l kılmış olamaz!” diyerek karşılık verdi. Yezid yine gazaba geldi ve:
“-Sen bana bu şekilde karşılık mı veriyorsun? Dinden, olsa olsa senin baban ve kardeşin cıkmış olabilir.” deyince; Hazret-i Zeynep:
“-AllĂ‚h ’ın dîni ile babamın, kardeşimin ve dedemin dîni ile sen de, baban da, deden de hidayet buldunuz!” diye cevap verdi. Bu sefer Yezid:
“-Ey AllĂ‚h ’ın duşmanı! Yalan soyluyorsun.” deyince, Zeynep ’in:
“-Sen emir olduğun hĂ‚lde, haksızlık ediyor ve hakarette bulunuyorsun.” sozu ile Yezid utandı ve sesini kesti. Daha sonra esirler, oradan cıkarılıp Yezid ’in odalarına yerleştirildiler. Yezid ’in Ă‚ile efradı, tek tek onlara tĂ‚ziyede bulundular, onlardan alınan malları ziyadesiyle geri verdiler.[13] Esaret zamanı bittikten sonra Yezid, kamuoyunu kendi lehine cevirmek icin esirleri sağ sĂ‚lim Medîne ’ye gonderdi.
KerbelĂ‚ hĂ‚disesinden sonra Ehl-i Beyt ’e zulmeden hic kimse iflah olmadı. Kimisi delirdi, yokluk ve kıtlık ile Ă‚ilesi harab oldu. Ehl-i Beyt ’in intikamını almak icin oluşturulan “Tevbeciler” ve “Ehl-i Beyt fedĂ‚îleri” tarafından tek tek oldurulduler. Bu oluşumların hicbirinde Ehl-i Beyt yer almadı, onlar intikam peşine duşmediler.
Omer bin Sa ’d, Hazret-i Huseyin ’in olumunden sora İbn-i Ziyad ’ın yanına gelince, İbn-i Ziyad ısrarla, Huseyin ’in oldurulmesi hususunda, “Ehl-i Beyt ’i bulduğun yerde oldur!” emrini yazıp gonderdiği kĂ‚ğıdı bulup kendisine vermesini istedi. Omer bin Sa ’d ise, o kĂ‚ğıdı asla İbn-i Ziyad ’a vermemiş:
“-VallĂ‚hi o Medîne ’de bana catacak olan Kureyş ’in kocakarılarına karşı kendimi savunmak icin benim yanımda kalacaktır. Kimseye de vermeyeceğim. Ben sana Huseyin hakkında tavsiyede bulunmuştum, ama sen beni dinlemedin.” diye cevap vermiştir.
Bunu işiten İbn-i Ziyad ’ın kardeşi:
“-Omer doğru soyluyor. VallĂ‚hi Huseyin oldurulmese idi de İbn-i Ziyad ’ın oğulları kıyamete kadar burunlarında halka ile kole olsalardı daha iyiydi.” demiştir.
İbn-i Ziyad ’ın annesi MercĂ‚ne ise, oğlu İbn-i Ziyad ’a: “Sen RasûlullĂ‚h ’ın kızının oğlunu oldurdun! Cennet yuzu goremezsin artık!.” diye devamlı catardı.
Yezid bin MuĂ‚viye ’nin olumu uzerine oldurulmekten korkup Basra ’dan Şam ’a kacan İbn-i Ziyad, kendisine:
“-Ehl-i beyt ’e yaptıklarına pişman oldun mu?” diye soranlara:
“-Ben Huseyin ’i oldurdum, ama mu ’minlerin emîrine ve ummetin topluluğuna karşı koymaya kalktığı icin oldurdum. Mu ’minlerin emîri de bana yazdı ve onu oldurmemi istedi.” diye cevap verdi. Yaptığı zulme pişman değildi.
“-Eğer bu yanlış bir hareket idiyse, sorumluluk Yezid ’e duşer, o emretti.” derdi.[14]
Yezid bin MuĂ‚viye ise Ehl-i Beyt ’in kesik başlarını gorunce gozleri yaşarmış:
“-Ben sizden, sizin tĂ‚atinizden, Huseyin ’in oldurulmesinden başka turlu bir hareket bekler ve isterdim. Allah Sumeyye ’nin (MercĂ‚ne ’nin) oğluna lĂ‚net etsin. VallĂ‚hi Huseyin ile ben buluşsa idim, konuşsa idim onun sucunu bağışlar, kendisini bırakırdım.” dedi.[15]
Başka bir rivayette de Yezid, İbn-i Ziyad ’ın Hazret-i Huseyin tarafından yapılan teklifleri kabul etmeyip onu ve yakınlarını şehid etmekle, Muslumanları kendisine kinlendirdiğini ve kalplere duşmanlık tohumu ektiğini soyleyip:
“-Allah, MercĂ‚ne ’nin oğluna lĂ‚net etsin.” diye bedduĂ‚ ederdi.[16]
Yezid, İbn-i Ziyad ’a lĂ‚net edip kızmakla birlikte; İbn-i Kesîr ’in el-BidĂ‚ye ve ’n-NihĂ‚ye ’sinde dediği gibi, İbn-i Ziyad ’ı ne azletmiş, ne cezalandırmış, ne de toplum onunde kınamıştı.
Tarihin sayfalarında yazılan bir diğer acı hĂ‚dise ise; Hazret-i Huseyin ’in kesik başına, dişlerine ve ağzına değneği ile vuran Yezid ’in bu hakaretine dayanamayıp mudahale eden, Peygamber Efendimiz ’in ashĂ‚bından Ebû Berzetu ’l-Eslemî ’nin sozlerinde gizlidir:
“-Onun ağzından ve dişlerinden değneğini cek ki, ben arada sırada Allah Rasûlu ’nun onları optuğunu gormuştum. Ey Yezid! Sen kıyamet gunu AllĂ‚h ’ın huzuruna İbn-i Ziyad, kayırıcın olduğu hĂ‚lde cıkarılacaksın. Huseyin ise şefaatcisi Muhammed -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- olduğu hĂ‚lde gelecek ve AllĂ‚h ’ın huzuruna cıkacaktır.” deyip Yezid ’in yanından ayrılmıştır.[17]
Yaptığı hatanın cok buyuk olduğunu gorup, kamuoyuna kendisini mĂ‚zur gostermek icin uğraşan Yezid, Şamlılara şunları soyler:
“-Bilir misiniz, bu neden oldu? Huseyin; «Babam Ali, onun babasından daha hayırlıdır!» diyordu, doğrudur. «Anam FĂ‚tıma, onun anasından hayırlıdır!» diyordu, doğru idi. «Benim dedem, onun dedesinden hayırlıdır!» diyordu doğru soyluyordu. «O hĂ‚lde ben ondan daha hayırlı olduğuma gore, ben halife olmalıyım!» diyordu. İşte burası yanlış!.. Cunku bu, onun goruşudur, kendi anlayışıdır. Şu Ă‚yeti bilmez misiniz? «Ey mulkun sahibi Allah! Mulku dilediğine verir, dilediğinden alırsın. Dilediğini azîz eder, dilediğini zelîl edersin. Hayır yalnız Sen ’in elindedir. Şuphe yok ki Sen, her şeye hakkı ile kĂ‚dirsin!» (Âl-i İmrĂ‚n, 26) Ă‚yetini okumamış galiba...”[18]
TİMSAH GOZYAŞLARI Âdetler, vicdandan once geliyor olsa gerek ki, MuĂ‚viye hĂ‚nedĂ‚nının kadınları, istisnĂ‚ dahî olmadan Hazret-i Huseyin ’in kardeşleri, kızları ve kadınlarını karşılamış; Hazret-i Huseyin icin uc gun uc gece yas tutmuşlardı. Yezid:
“-Kureyş ’in buyuğu icin ağlamak, ona duşen bir hak ve vazifedir!” diyerek kadınlarına emretmiştir.[19]
Yezid, Ali bin Huseyin ’e:
“-Ey Ali! Baban, benimle akrabalık ilgisini kesmişti. Hakkımı bilmek, tanımak istememişti. HĂ‚kimiyet ve saltanatımı elimden alıp cekmeye kalkışmıştı. Bak, Allah ona ne yaptı?” deyince, Ali bin Huseyin:
“-«Gerek yerde, gerek nefislerinizde herhangi bir musîbet vukua gelmemiştir ki, bu bizim yaratmamızdan once, mutlaka kitapta yazılmıştır. Şuphesiz ki bu AllĂ‚h ’a gore cok kolaydır. Allah bunu elinizden cıkana tasalanmayasınız, O ’nun size verdiği ile de sevinip şımarmayasınız diye yazmıştır. Allah, kendini beğenip boburlenen kimseleri sevmez.» (el-Hadîd, 22-23) meĂ‚lindeki Ă‚yetleri okumuş, Yezid ise:
«Size carpan musîbet kendi ellerinizin işleyip kazandığı gunahlar yuzundendir. Bununla beraber Allah bircoğunu affeder de musîbete uğratmaz.» (eş-ŞûrĂ‚, 30) meĂ‚lindeki Ă‚yeti okuyup:
“-Bu, sana ve babana o Ă‚yetten daha munasiptir.” demiştir.
KerbelĂ‚ hĂ‚disesinde Yezid ve taraftarlarının kendilerini haklı cıkarmak icin kullandıkları Ă‚yetler ve HĂ‚ricîlerin Hazret-i Ali ’yi tekfir etmek icin kullandıkları Ă‚yetlere baktığımız zaman, “Kur ’Ă‚n-ı Kerîm; fĂ‚sıkın fıskını artırır, mu ’minin îmĂ‚nını artırır!” sozunu doğrular mahiyette olduğunu goruruz. Nitekim Allah TeĂ‚lĂ‚:
“Biz Kur ’Ă‚n ’dan oyle bir şey indiriyoruz ki, o mu ’minler icin bir şifĂ‚ ve rahmettir; zĂ‚limlerin ise sadece ziyĂ‚nını arttırır.” (el-İsrĂ‚, 82) buyuruyor.
O sebeple Hazret-i Ali, HĂ‚ricîlerle goruşmesi icin elci olarak Abdullah bin Abbas ’ı gondereceği zaman:
“-Onlarla Kur ’Ă‚n-ı Kerîm Ă‚yetleri ile konuşma! Onlar, Kur ’Ă‚n Ă‚yetlerini senin kadar iyi bilir. Sana delil getirecek kendi hevĂ‚larına gore Ă‚yet bulurlar. Sen onlarla Sunnet ve hadîsler ile konuş, o zaman susacaklardır.” sozunu hatırlayıp, o buyuk ilmin kapısını hayırla yĂ‚d etmemek olmaz.
EHL-İ BEYT VE SİYASET Tarihin ilerleyen donemlerinde Ehl-i Beyt ’in siyasete dĂ‚hil olmadığı gorulur. Bu, her ne kadar KerbelĂ‚ ’da Hazret-i Huseyin ’in ve daha onceki sureclerde Hazret-i Ali, Hazret-i Hasan ’ın yaşadıkları talihsiz hĂ‚diseler sebebi ile olsa da KerbelĂ‚ hĂ‚disesi ile CenĂ‚b-ı Hakk ’ın Ehl-i Beyt hakkındaki murĂ‚dının siyasetten uzak; ilim, hikmet ve irfan ile meşgul olmaları olduğuna kĂ‚nî oldular.
Muhammed Hanefî, Ali bin Huseyin (ZeynelĂ‚bidîn), oğlu Muhammed el-BĂ‚kır ve torunu CĂ‚fer-i SĂ‚dık, siyĂ‚sî hareket ustlenmemiş, aktif siyasetten uzak durmuşlardır. Zaman zaman Emevî halifeleri, Ehl-i Beyt ’i siyĂ‚sî endişelerle farklı yerlere surgun etmişler, bazıları da surgun edilmeyi beklemeden onların bulunduğu yerlerden uzaklaşmış, başka yerlere yerleşmişlerdir. Bu da İslĂ‚m Âlemi icin rahmet olmuştur.
Seyyid Ahmed-i Yesevîler, İslĂ‚m tasavvufunu Anadolu ’ya Ehl-i Beyt ’in ornekleri ile anlatmışlar; Ehl-i Beyt torunlarından pek cok evliyĂ‚ Anadolu ’ya yerleşip, halkı irşad etmişlerdir. Seydişehir ’e gelip yerleşen Konya halkını irşad eden Harun-i Velî Hazretleri de Hazret-i Huseyin evlĂ‚dıdır. Osmanlı ’ya yon veren Şeyh Edebali, buyuk velî Emir Sultan; Ehl-i Beyt torunu Allah dostlarıdır. Ahmed RufĂ‚î Hazretleri gibi cok buyuk mutasavvıflar Ehl-i Beyt torunudur.
CenĂ‚b-ı Hak, sağ ve sol taraflarımıza yapıp ettiğimiz her şeyi kaydeden bir melek yerleştirdikten sonra, kendi EsmĂ‚-i HusnĂ‚ ’sından “el-Habîr”, “es-Semi‘”, “el-Basîr”, “er-Rakîb”, “el-Alîm”, “eş-Şehîd” vb. isimleri ile her şeyin kendi katında mukemmel bicimde bilindiğini kullarına haber verir. Kulların ileri surdukleri mazeretlere, bu kadar hak bilginin yanında itibar edilmeyeceğini bilmek gerekir. Doğru duşunup, doğru davranmaya engel olan hırs, hased, kin ve nefretten uzak olmak gerektiğini bilmek gerekir.
Her ne kadar hĂ‚diseleri kendi istek ve arzularımız doğrultusunda yonlendirmeye calışsak da gerceklerin noktası virgulune kaydedildiği o yuce makamda kulunun sadece sırrını değil; hafîsini, ahfĂ‚sını dahî bilen bir Rab karşısında, diller konuşamaz olacaktır. O buyuk mahkeme mahşerde kurulduğu zaman Ehl-i Beyt ’e yapılan bu zulme dayanamayan butun ummet-i Muhammed dĂ‚vĂ‚ya dĂ‚hil olacak ve butun ummeti ilgilendiren bu hĂ‚disenin gercek yuzu, en ince detayı ile gorulecektir. Mahkeme cok Ă‚dil olan RahmĂ‚n ’ın huzurunda kimseye zulmedilmeden yapılacak; aklar, karalar, zĂ‚limler, mazlumlar ayan beyan secilecektir. Hamd olsun ki, bu boyledir; Ă‚hirete inanmak kadar kişiye huzur veren başka bir şey var mıdır?
İNTİKAM BİRLİKLERİ “Akıllı kişi ona derler ki; işin sonunu, başında gorur!” buyurur Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚... İşin sonunu başında goremeyenler de iş işten gectikten sonra pişman olurlar, lĂ‚kin giden geri gelmez. Kûfeli Ehl-i Beyt taraftarları, hem Hazret-i Huseyin ’i cağırıp, hem de ona yardım etmeyerek, onca Ehl-i Beyt ’in şehid olmasına sebep oldukları icin cok buyuk gunah işlediklerini anlamış ve cok pişman olmuşlardır. Kendilerini kınamış ve uzerlerinde bulunan kanı, ancak KerbelĂ‚ ’da Ehl-i Beyt ’i şehid edenleri tek tek oldurmek sûreti ile temizleyeceklerine inanmış ve “Ehl-i Beyt FedĂ‚îleri”ni oluşturmuşlardır. Bunlara “Tevbeciler” ve “FedĂ‚îler Birliği” de denilir.
Bunlar Ehl-i Beyt ’i şehid edenleri işkencelerle oldurerek, yer yer yakarak, kendilerinden kacan ya da zor yakaladıkları kişilerin evlerini yakarak, guyĂ‚ gunahlarını temizlerken yeni bir gunaha girdiler. Hazret-i Huseyin ’in kabrinin başına gidiyor, ona rahmet dileyip kendileri icin istiğfar getiriyorlardı. Ehl-i Beyt, aslĂ‚ onlardan taraf olmamıştır. Ne gariptir ki bu ekip, Yezid ’in olumunden sonra intikam almaya başlamıştır. Sırf bu bile, bu hareketin samimiyetini sorgulamak icin yeterlidir.
Boyle hĂ‚diseleri okurken, insanın urperdiği noktalar da olmuyor değil!.. Şimdi hĂ‚diselerin tamamı bittiği icin, kimin safında olduğumuzu cabucak belirliyoruz, lĂ‚kin yaşanmaya başlanan yeni bir hĂ‚disede takınacağımız tutum İbn-i Ziyad gibi, Omer bin Sa ’d gibi, Yezid gibi olabilir mi? Kacımız Hazret-i Huseyin gibi, Hazret-i Zeynep gibi yiğitce davranabiliriz? Bunların cevapları, bir cırpıda verilebilecek cevaplar değil!.. O zaman Musluman, taraf olurken dahî insaflı olmalı, AllĂ‚h ’ın merhametini ve hidayetini samimi olarak daima istemelidir.
RĂ‚biatu ’l-Adeviyye Hatuna:
“-AllĂ‚h ’ı sever misin?” diye sorulunca:
“-Evet, O ’nun sevgisi kalbimi doldurdu.” diye cevap vermiş. Bu kez:
“-Şeytan hakkında ne dersin veya duşunursun?” diye sorulunca, şu cevabı vermiştir:
“-Allah sevgisi kalbimi oyle doldurdu ki, şeytanı duşunecek vakit kalmadı.”
Victor Hugo ’nun Sefiller romanında, yasalara aşırı duşkun ve suclulara duyduğu nefret ile empati eksikliği olan polis mufettişi Javert ’in tek gayesi, dĂ‚imĂ‚ suclu olarak kabul ettiği, Jean Valjean ’ı yakalamak ve cezalandırmaktır. Kendisinin hayatını kurtardığı, kac kez kendisini oldurebilecekken oldurmeyen, cunku gercekten ozunde iyileşen Jean Valjean ’ı en caresiz Ă‚nından istifade edip yakalayınca sorar:
“-Benden nefret ediyor musun?”
Jean Valjean ’ın cevabı, Ehl-i Beyt duşmanı, KerbelĂ‚ zĂ‚limleri icin hissetmem gereken duygunun tam da tĂ‚rifini yapıyordu.
“-Nefret etmiyorum. Sana dair hicbir şey hissetmiyorum.”
“-İşte bu!” dedim. Hissetmem gereken bu… Benim Ehl-i Beyt sevgimin Yezid ’den nefret etmeme ihtiyacı yok. Yezid ’e dair hicbir şey hissetmemi de gerektirmez. Aynı RĂ‚biatu ’l-Adeviyye ’nin soylediği gibi, “Kalbim AllĂ‚h ’ın sevgisi ile o kadar dolu ki, şeytandan nefret etmeye vaktim yok benim.”
“AllĂ‚h ’a gore ve Allah icin sevmek, nefrete ve sovguye borcu olmayan sevgi demektir.”
Bu cumle, Prof. Dr. Ekrem Demirli Hoca ’ya ait olup, ufkumu acan bir cumledir. Ancak şu da bir hakikattir ki, Allah icin olan sevgi ne kadar zarûrî ve şiddetliyse, AllĂ‚h ’a savaş acmış kimselere karşı nefret de o kadar zarûrî ve şiddetli olmalıdır. Ve bu, birbirinin olmazsa olmaz parcasıdır.
İKİ FARKLI CİZGİ Bugun Ehl-i Beyt ’e yaklaşım olarak iki farklı goruş vardır. Dînî hayatın merkezine Peygamber Efendimiz ’in Ă‚ilesini yerleştiren “Şia” (Hazret-i Ali, Ehl-i Beyt taraftarlığı) ve dînî hayatın merkezine sahĂ‚be uygulamasını icerecek şekilde sunneti yerleştiren “Ehl-i Sunnet”… İkisi de bugun en cok savunucusu olan mezheplerdir.
Şia, Ehl-i Beyt sevgimizi eksik bulup Ehl-i Sunnet ’i eleştirir. Burada kastettiği Hazret-i Huseyin ve Ehl-i Beyt ’i cok sevmek değildir. Cunku bu şekilde yaklaşılırsa, Ehl-i Beyt ’i s