Aziz Mahmud HudÂyî Hazretleri, talebelik yıllarında ciddî bir ilim tahsili yanında tasavvufî bir alÂka ile gonul Âlemini de az-cok yoğurmuştu. Gayret ve calışkanlığı sebebiyle de medresede kendisiyle husûsî bir şekilde ilgilenen hocası NÂzırzÂde ’nin muîdi olmuştu. Sonraki yıllarda hocası NÂzırzÂde ile birlikte muhtelif kadılık va­zi­felerinde bulundu. Son olarak da Bursa ’ya tÂyin edildiler. Hocası başkadı, kendisi de FerhÂdiye medresesinde muderrisliğin yanında CÂmi-i Atîk mahkemesinde kadı nÂibi oldu.Onun kÂmil mÂnÂda tasavvufa sulûk edip mÂrifetullÂha nÂil olması da işte bu zamana rastlar. Şoyle ki:

Her turlu ilmî liyÂkat ve makamına rağmen HudÂyî Hazretleri, o zamanlar Bursa kadılığı va­zi­fesini yuruten Kadı Mahmûd Efendi adında sayısız kadıdan sadece biriydi. Bir gun karşısına o gune kadar hic rastlamadığı turden pek farklı bir dÂv cıktı. İki gozunden sel gibi yaşlar akıtan bir kadıncağız, kocasından şikÂyetle mahkemeye murÂcaat etmişti. Kendisini dinleyen Kadı Mahmûd ’a şunları soyledi:

“–Kadı Efendi! Kocam her sene hacca gitmeye niyet eder, fakat bir turlu fakirlikten dolayı gidemez. Bu sene de hacca gideceğim diye tutturdu. HattÂ: «–Eğer bu sene hacca gidemezsem seni boşayacağım!» dedi. Daha sonra kurban bayramına yakın ortalıktan kayboluverdi. Beş altı gun sonra da ortaya cıkıp hacca gidip geldiğini soyledi. Hic boyle bir şey olur mu? Kadı Efendi! Artık bu yalancı adamdan boşanmak istiyorum!..”

Kadı Mahmûd Efendi, yapılan şikÂyetin tahkîki icin kadının kocasını cağırttı ve ona hanımının soylediklerinin doğru olup olmadığını sordu. Adam cevÂben:

“–Kadı Efendi! Hanımımın soyledikleri de doğrudur, benim soylediklerim de. Bilesiniz ki ben gercekten hacca gidip gelmiş bulunmaktayım. Hatt o mubÂrek beldelerde bÂzı Bursalı hacılarla da goruştum ve kendilerine getirmeleri icin birtakım hediyeler emÂnet ettim...” dedi.

ALLAH DOSTU HAS BİR KUL NASIL BİR ANDA KABE'YE GİDEMESİN?

Kadı Mahmûd Efendi şaşırdı:

“–Bu nasıl olur efendi?!.” diye sordu.

Adamcağız da anlatmaya başladı:

“–Efendim, her sene olduğu gibi bu sene de hacca gidemeyince, buyuk bir uzuntuyle Eskici Mehmed Dede ’ye gittim. O da, benim elimi tutarak gozumu yummamı istedi. Gozumu actığımda ise KÂbe ’deydim!..” dedi.

Boyle bir hÂdiseye ilk defa şÃ‚hid olan Kadı Efendi, bunun mumkun olamayacağını soyleyerek adamın ifÂdelerini kabul etmedi.

Bunun uzerine hÂl mukaddes topraklardaki rûhÂniyet ve mÂneviyat iklîminin taze hissiyÂtı icinde olan adamcağız, saf, fakat mÂnidar bir cevapla haykırdı:

“–Kadı efendi! Allah TeÂl ’nın duşmanı olan şeytan bir anda butun dun­yayı dolaşıyor da, Allah dostu olan has bir kul, nicin bir anda KÂbe ’ye gidemesin?” dedi.

Kadı Mahmûd Efendi de, bu cevabı gÂyet mÂnidar bularak kararı Bursalı hacıların donuşune tehir etti. Bursalı hacılar donduğunde de yaptığı tahkîkat neticesinde me­se­leyi olduğu gibi oğrendi ve buyuk bir hayret ve şaşkınlık icerisinde dÂvÂyı iptal etmek zorunda kaldı.

Fakat, yureğine muammÂlı bir kor duşmuş, zihni karmakarışık olmuştu. Ruh ve irÂde cağlayanı, sarhoş bir hÂlde akmaya başladı. Ne yapacağını duşunurken gonlune damlayan bir ilhamla der­hÂl Eskici Mehmed Dede ’ye koştu. Hakîkat ve esrÂr deryÂsına dalabilmek icin ona intisÂb etmek istedi. Ancak Eskici Dede:

“–Kadı Efendi! Nasîbiniz benden değil, zamanın murşid-i kÂmili Muhammed UftÂde Hazretleri ’ndendir.” dedi.

Bu defa Kadı Mahmûd, aynı niyet ve sÂikle UftÂde Hazretleri ’nin dergÂhına yoneldi. Fakat hikmet-i ilÂhî olarak dergÂha yaklaştığında atının ayakları kayalara saplandı. O da, atından indi ve yuruyerek dergÂha vardı. Pîr ’in onunde el bağlayıp onun talebesi olmak istedi.

HAKİKATİ İDRAK

Meşhur Bursa kadısı Mahmûd Efendi ’yi şaşaalı kaftanlar icinde goren Hazret-i Pîr, gelişen ahvÂlden mÂnen haberdardı. Ancak Kadı Efendi ’nin niyet ve samîmiyet derecesini iyice olcmek istercesine talebeliğe hemen kabul etmedi:

“–Gidin Kadı Efendi! Sizin şohrete boğulmuş, mal ve makam debdebesi icinde şaşaalı bir hayÂtınız var. Bu kapı ise, yokluk kapısıdır. ZÂten atınız bile buraya gelmek istemediğinden kayalara saplanmadı mı?” dedi ve dergÂhın kapısına doğru yurudu.

Bir yandan şeyhin mÂnevî cÂzibesi, diğer yandan da gorduğu acık kerÂmetler karşısında hayret vÂdilerinde dolaşan Kadı Mahmûd Efendi, hakîkati idrÂk etmişti. Kararı kesindi. Zira nefs engelini aşıp vÂsıl-ı ilÂllÂh olabilmesi icin vakit gecirmeden artık boyle bir kapıya teslim olması zarûrî idi. Hemen şeyhin arkasından koşup boyun buktu ve:

“–Efendim! İrÂdesiz ve şaşkın bir vaziyetteyim. Âdeta dipsiz bir ucuruma duşer gibiyim. Ne olur bana himmet ve yardım elinizi uzatınız. Bu bîcÂreyi talebeniz olmakla şereflendiriniz!” dedi.

Bunun uzerine tebessum eden UftÂde Hazretleri, talebelik icin kadılık ve muderrisliği bırakması, elindeki butun mal ve mulku fakirlere dağıtması ve nefsini terbiye edebilmek icin sıkı bir riyÂzata girmesi gibi uc buyuk şart koştu. Cunku nefsini tanıyıp terbiye etmesi zarûriydi. Kadı Mahmûd Efendi ’nin cÂn u gonulden teslim olması ile de onu murîdlerinin arasına dÂhil eyledi. [1]

KADILIK KAFTANIYLA BURSA SOKAKLARINDA CİĞER SATTI

Sonra da Kadı Mahmûd ’un kalbindeki kesÂfetin temizlenmesi icin, yani kadılık makamının kendisine verdiği gurur, kibir ve ucubu bertaraf et­mek icin sırtındaki suslu kaftanıyla Bursa sokaklarında ciğer satmasını emir buyurdu. Ayrıca dergÂhın hel temizliği va­zi­fesini de ona verdi.

UftÂde Hazretleri ’nin huzûruna tam bir teslîmiyet ve hÂlisiyet icinde gelen Kadı Mahmûd Efendi, ustÂdının emirlerine cÂn u gonulden tÂbî oldu. NefsÂniyetini besleyen butun dunyevî alÂkalardan el cekti. Kendisini samîmiyetle murşidinin tÂlimatlarına rÂm ederek kısa zamanda buyuk mesÂfeler aldı. Oyle ki, onu sırtındaki suslu kaftanıyla ciğer satarken goren ahÂlînin:

“–Bizim kadı efendi, delirmiş gÂlibÂ!”

“–Kadılığı bırakmış ama, kaftanını bırakamamış zavallı!..” şeklindeki sozlerine dahî aldırmadan ustÂdının verdiği va­zi­feleri şevkle îfÂya calıştı.

Boylece yuce bir olgunluğa hızlı bir şekilde yol almaya başladı. Şeyhinin gozunde ve gonlunde gittikce kadr u kıymet sahibi oldu.

Nefsindeki son varlık ve benlik emÂresini bertaraf etmesi ise, pek meşhurdur:

Bir gun Kadı Mahmûd, hel temizlemekle meşgulken, dışarıdan kulağına kadar gelen bir nid duydu:

“–Ey ÂhÂli! Duyduk-duymadık demeyin; şehrimize yeni kadı geliyor!..”

Gonlunun zayıf bir Ânını yakalayan nefsi, birden buyuk bir vesvese fırtınası kopardı:

“–Demek yerime yeni bir kadı geliyor!. Âh bîcÂre Mahmûd, sen boylesine şerefli bir mesleği bıraktın da, tuttun hel temizleyiciliği yapıyorsun! Soyle bakalım, bunca yıldır ne kazandın!” dedi.

Nefsinin bu tehlikeli serkeşliği karşısında hemen toparlanan Kadı Mahmûd Efendi, buyuk bir ic urperişiyle hocasını hatırladı. Zira ona kendisine şart koşulan emirleri yerine getireceğine dÂir soz vermişti. Der­hÂl tevbe ve istiğfÂr ile nefsinin son derece tehlikeli vesvesesine şiddetli bir şekilde mukàbele etti:

“–Ey Mahmûd! Sen, nefsini ayaklar altına alacağına dÂir ust­dı­na soz vermedin miydi? Nerede şimdi sozun? Soyle bu hÂlin nedir?..”Ancak Kadı Mahmûd, bu hÂle o kadar uzulmuştu ki, nefsinin iğfÂline karşı birtakım azarlarla tavır koymak, gonlundeki pişmanlık ve teessuru teskîn etmedi. Hic duşunmeden elindeki supurgeyi bir tarafa fırlattı ve nefsine cez olarak hel taşlarını sakalıyla temizlemeye karar verdi. Tam bu esnÂda UftÂde Hazretleri kapıda gorundu. Kadı Mahmûd ’a mutebessim bir cehre, yumuşak bir ses ve latîf bir edÂyla, hitÂb etti:

“–EvlÂdım Mahmûd! Bilirsin ki sakal mubÂrek bir Sunnet-i Se­niy­ye ’dir.” dedi ve yerleri sakalıyla temizlemesine mÂnî oldu.

Sonra şoyle buyurdu:

“–EvlÂdım Mahmûd! Seyr u sulûk yolunda verdiğim hizmetlerin gÂyesi, işte bu mertebeyi gecebilmen icindi. Muvaffak kılan AllÂh ’a hamdolsun! Gayri bundan boyle va­zi­fen benim abdest suyumu hazırlayıp dokuvermendir!..”

Kadı Mahmûd, bu va­zi­feyi de buyuk bir titizlik ve kemÂl-i edeple îfÂya calıştı. Hic aksatmadan her sabah abdest suyunu hazırladı ve hocasına abdest aldırdı.

Bir kış gunuydu. Kadı Mahmûd, biraz gecikerek kalkmıştı. Bu sebeple hocasının suyunu ısıtmaya vakit bulamadı. Buyuk bir uzuntuye gark oldu ve gozlerinden yaşlar damladı. Gayr-i irÂdî bir şekilde su testisini goğsunun uzerine bastırarak “Allah” lÂfzını soylemekten başka bir şey yapamadı. O esnÂda hocası kapıda gorundu. Kendisinden abdest suyunu getirip dokmesini istedi. O da cÂresiz ve irÂdesiz bir şekilde bu emre baş kesti ve buyuk bir endişe icinde suyu hocasının ellerine dokmeye başladı. Su, mubÂrek ellerine değer değmez UftÂde Hazretleri, yavaşca başını kaldırdı ve talebesinin kaygılı hÂline nazar ederek tebessumle:

“–Su biraz fazla ısınmış evlÂdım!” dedi.

Buna pek şaşıran Kadı Mahmûd Efendi, hafif bir sesle:

“–Nasıl olur efendim? Suyu ısıtmamıştım ki!..” dedi.

UftÂde Hazretleri de:

“–EvlÂdım! Farkında değilsin; bu su, odun ateşiyle değil, gonul ateşiyle ısınmış!..” cevabını verdi.

Zira HudÂyî Hazretleri, girdiği sıkı riyÂzatla nefsinin terbiyesi yolunda helÂllerden istifÂdeyi bile asgarîye indirmiş ve gonlunu tamamen Hakk ’a rÂm ederek rûhunu kuvvetlendirmeye muvaffak olmuştu. Neticede bu guzel hÂlin bereketlerine nÂil olmuş, ayrıca dirilerden cok olulerle goruşup konuşur bir hÂle gelmişti. Bir defasında dergÂhın yolu uzerinde daha evvel vefÂt etmiş bulunan bir muezzine rastlayıp ona selÂm verdikten sonra bunu ustÂdına arz etti. Hazret-i UftÂde ise:

“–EvlÂdım! Yapmış olduğun riyÂzat s­ye­sinde rûhunu iyice kemÂle erdirip kuvvetlendirmişsin. Biz dahî riyÂzÂtımız zamanında aynı hÂl icinde idik.” buyurdular.



[1] HudÂyî Hazretleri ’nin UftÂde Hazretleri ’ne intisÂbı ile alÂkalı diğer bir rivÂyet daha vardır ki şoyledir:

Hazret-i HudÂyî, Bursa ’da kadı nÂibliği ve muderrislik yaparken bir gece ruyÂsında kıyÂmetin kopup SırÂt ve MîzÂn ’ın kurulduğunu ve nice takdir ettiği kıymetli kimselerin hatt cok sevdiği hocası NÂzırzÂde ’nin dahî cehennemlikler arasında olduğunu gordu. Bundan gerekli dersi alarak buyuk bir gayret ve irÂde ile dunyevî meşgalelerini terk etti ve UftÂde Hazretleri ’nin talebeleri arasına dÂhil oldu.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Âbide Şahsiyetleri ve Muesseseleriyle Osmanlı, Erkam Yayınları, 2013
İslam ve İhsan