
Yalnızca uc sene gibi kısa bir zamanda UftÂde Hazretlerinin baş talebesi durumuna gelmiş bulunan HudÂyî Hazretlerinin bu yukselişi dolayısıyla eski dervişÃ‚ndan bÂzılarında hoşnudsuzluk gorulmeye başlamıştı. Bunun farkına varan UftÂde Hazretleri, onların gonul Âlemlerini tashîh icin şu guzel usûle başvurdu...Bir kış akşamıydı. UftÂde Hazretleri, talebelerine mÂneviyat dolu bir sohbet yaptıktan sonra sofranın hazırlanmasını emir buyurdu. Ardından talebelerinin sofraya getirdikleri nîmetlere nazar ederek mÂnidar bir şekilde:
“–EvlÂtlarım! Acab asmasından daha yeni kopmuş taze uzum bulmak mumkun mudur?” dedi.
Butun dervişler, bu suÂle şaşırarak birbirlerinin yuzlerine baktılar. Hatt bir kısmı:
«Bu kış mevsiminde taze uzum olmaz ki!» diye duşundu.
Ancak ustÂdına buyuk bir teslîmiyetle bağlı olan ve bircok merhaleyi gecmiş bulunan Mahmûd HudÂyî Hazretleri, bu talepte bir hikmet olduğunu duşunerek edeple:
“–Hocam! MusÂadeniz olursa, arzunuzu yerine getireyim!” dedi.
Verilen izin uzerine de hemen bağa gitti. Butun asmalar kar altın­day­dı. Birini secip karlarını temizlediğinde salkım salkım taze ve olgun uzumlerle karşılaştı. Bunun, ustÂdının bir kerÂmeti olduğunu duşune­rek elindeki sepeti doldurdu ve doğruca dergÂhın yolunu tuttu. Yolda zikrullÂh ile meşgul bir vaziyette gelirken her taraf kar icinde olması sebebiyle fark edemediği bir kuyunun icine duştu. Kuyu derin olduğu icin bir turlu de icinden cıkamadı. Caresiz bir hÂlde idi ki, yukarıdan bir ses duydu:
“–EvlÂdım! Uzat elini!”
Baktı; nur yuzlu bir zÂttı. Elini uzattı ve kuyudan cıktı. Hazret-i HudÂyî, kendisini kurtaran bu zÂta, henuz kim olduğunu soracaktı ki, o bir anda ortalıktan kayboldu.
NihÂyet elinde taze uzum sepeti ile dergÂha varan HudÂyî Hazretleri, başından gecenleri ustÂdına nakletti. UftÂde Hazretleri de, onu kuyudan kurtaran kimsenin Hızır -aleyhisselÂm- olduğunu beyÂndan sonra diğer dervişlere:
“–EvlÂdımız HudÂyî ’nin kemÂli tamam olmuştur. O hilÂfeti coktan hak etmişti zaten.” dediler.
Bundan sonra UftÂde Hazretleri, onu halîfesi olarak Sivrihisar ’a gon­der­di. Bir muddet orada hizmet eden HudÂyî Hazretleri, bilÂhare m­­nevî bir işaretle Bursa ’ya dondu. Son demlerini yaşayan ustÂdı Uf­tÂde Hazretleri ’ne buyuk bir gonul iştiyÂkı icinde hizmet etti. Bu hizmetten gÂyet memnun kalan Hazret-i UftÂde bir gun:
“–Oğlum! PÂdişahlar rikÂbında yurusun!” diye duÂda bulundu.[1]
HudÂyî Hazretleri, ustÂdı ’nın vefÂtından sonra ŞeyhulislÂm Hoca SÂdeddin Efendi ’nin delÂletiyle İstanbul ’a yerleşti.
Onun Uskudar ’da kurduğu dergÂh, kısa zamanda her tabakadan insana hitÂb eden mÂneviyat ve irfan mektebi hÂline geldi. Cihan sultanlarının teveccuh ve alÂkasını celb etti. Onları da dergÂhın dervişleri arasına kattı. Husûsiyle 3. Murad Han, 1. Ahmed Han, 2. Genc Osman Han ve 4. Murad Han, HudÂyî Hazretleri ’nin yakın irşÃ‚dına mazhar oldular.
HudÂyî Hazretleri, bunlardan 4. Murad HÂn ’ın kılıc kuşanma merÂsiminde bizzat bulunmuş ve Âdet olduğu uzere Ebû Eyyûb el-EnsÂrî Hazretleri ’nin turbe-i saÂdetlerinde Hazret-i Omer ’in kılıcını yeni pÂdişÃ‚ha bizzat kuşandırmıştır.
[1] UftÂde Hazretleri ’nin bu duÂsı tahakkuk etmiştir. “1. Ahmed Han” bahsine bakınız.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Âbide Şahsiyetleri ve Muesseseleriyle Osmanlı, Erkam Yayınları, 2013
İslam ve İhsan