UftÂde Hazretleri'ne intisÂb eden HudÂyî Hazretleri, O ’nun yanında sıkı bir riyÂzat ve nefs terbiyesine başladı. İşte Aziz Mahmud HudÂyi Hazretleri'nin manevi yolda yaşadığı nefis terbiyesi ve bunları bir bir aşma macerası.Hz. UftÂde bir gun murîdine:

- Haydi evlÂdım, bir sırık ciğeri omuzuna alarak Bursa sokaklarında dolaşıp satmalısın, diye emretmiş; Hz. HudÂyî de tereddutsuz sırığı samur kurku uzerine almış ve carşı carşı, mahalle mahalle dolaşmaya başlamıştı. Bu hali goren ahÂli, “Kadı Efendi cıldırmış” diyerek aleyhinde bir suru dedikodular uydurdular. Fakat Hz. HudÂyî bunların hicbirine aldırmadı. Ve vazifesini kemÂl-i ihtimamla yerine getirerek dondu.

HudÂyî ciğer satma işini gerektiği şekilde başardıktan sonra şeyhi O ’nun, dergÂhın helÂlarını temizlemeğe me ’mur etti. Bir gun abdesthaneleri yıkarken kulağına davul-zurna sesleri geldi. HudÂyî bir an kulak kabarttı, bunlar neyin nesi diye duşundu. Meğer HudÂyî ’nin yerine yeni ta ’yin olunan kadı nÂibi geliyormuş, halk da onu karşılamaya cıkmış. HudÂyî, beldenin bu Âdetini bildiği icin sesi duyunca kendi kendine:

“-Yeni kadı geliyor hÂ!.. BîcÂre Mahmûd, sen boyle bir mesleği bıraktın... Şimdi helÂlara hizmetkÂr oldun.” diyerek nefsinin iğfÂl ve iğvÂsına kapıldı. Hatırından bir an bunlar gecince derhal toparlandı ve:

“-Mahmûd! Sen şeyhine nefsini ayaklar altına alacağına dair soz vermedin miydi?” diyerek kalbinden gecen bu hÂle tevbekÂr oldu ve nefsini tahkir icin elindeki supurgeyi atarak taşları sakalıyla supurmeye başlayacağı bir anda şeyhi UftÂde hızır gibi yetişti ve:

“-EvlÂdım, sakal mubarek şeydir, onunla boyle bir iş yapılmaz.” diyerek omuzundan yakaladı ve:

“-Maksad bu mertebeyi atlatmaktı.” buyurarak HudÂyî ’yi alıp dergÂha goturdu.

Hz. HudÂyî, UftÂde ’nin nezdinde her gecen gun ma ’nevi tecellilere nÂil oluyor, rûhu olgunlaşıyor ve yuceliyordu. Nefsini tezkiye ve kalbini tasfiyeye muvaffak olan HudÂyî, artık nebÂtÂtın bile tesbihini duyar hÂle gelmişti. Nitekim şu olay bunu gosterir.

UftÂde hazretleri bir gun muridÂn ile tenezzuhe cıkmışlardı. Dervişler, efendilerine takdim etmek uzere her biri birer demet cicek topladılar. HudÂyî de eline bir adet sapı kırılmış cicek aldı ve geri dondu. Herkes hediyelerini şeyhleri UftÂde ’ye takdim etmiş. UftÂde de kabul ile memnûniyetini izhÂr etmişti.

Hz. HudÂyî hediyesini verince Hz. UftÂde:

“-Oğlum, arkadaşlarınız demet demet cicek getirdiler, siz bize bir tek ciceği mi lÂyık gordunuz?” buyurdu. Hz. HudÂyî de:

“-Efendimize ne takdim etsek azdır; fakat hangi ciceği koparmak icin uzandımsa tesbihini işiterek elimi cekmek zorunda kaldım. Ancak sapının kırık olmasından dolayı bu ciceği tesbihinden kalmış gordum. Bunu bir hediye olmak uzere huzûrunuza getirdim. Bunu keşfen siz de biliyorsunuz zaten” zarif cevabını vererek şeyhinin bir kat daha muhabbet ve teveccuhunu kazandı.

Hz. HudÂyî, “uc gunde bir elmayı koklayıp onunla iftÂr edecek” derecede sıkı bir riyÂzat devresinin sonunda nefsini iyice Hakk ’a rÂm etmiş, rûhunu kuvvetlendirmişti. Bu yuzden de yolda dirilerden cok olulerle mulÂki olmaya başlamıştı. Hatt bir gun şeyhinin halvethÂnesine giderken yolda daha once vefat etmiş bir muezzine tesÂduf etmiş ve selÂm vermişti. HalvethÂneye girip durumu şeyhine anlatınca Hz. UftÂde:

“-Oğlum, riyÂzatla rûhunu guclendirmişsin, onun eseridir. Fakir dahi riyÂzatımız zamanında ba ’zan carşıya cıktığımda dirilerden cok oluleri muşÃ‚hede ederdim.” buyurdu.

Kaynak: Aziz Mahmud HudÂyi Hayatı ve Menkıbeleri, Prof. Dr. Hasan KÂmil Yılmaz, Aziz Mahmud HudÂyi Vakfı Yayınları, 2004
İslam ve İhsan