
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi'nin Zekeriya, Yahya ve İsa Aleyhisselam'dan, ibretlik hadiselerinden bahsettiği Erkam Radyo ve Erkam TV'de yayınlanan 23 Kasım 2020 tarihli sohbeti...
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in aziz, latîf, mubĂ‚rek, pĂ‚k rûh-i tayyibelerine, ehl-i beytin, ashĂ‚b-ı kirĂ‚mın, enbiyĂ‚-i izĂ‚mın, sĂ‚dĂ‚t-ı kirĂ‚m hazarĂ‚tının, cumle gecmişlerimizin, bilhassa bu hastalıkta, bu viruste vefat eden kardeşlerimizin rûh-i şerîflerine, dînimizin, vatanımızın, milletimizin selĂ‚metine, şerirlerin şerlerinden muhafazasına, bu niyaz, bu duĂ‚ ile;
Bir FĂ‚tiha-i Şerîfe, uc İhlĂ‚s…
Muhterem Kardeşlerimiz!
Hazret-i İlyas -aleyhisselĂ‚m-, Elyesa -aleyhisselĂ‚m- ve Zulkifl -aleyhisselĂ‚m-… Bunlar hakkında Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de fazla bir mĂ‚lumat yok. CenĂ‚b-ı Hak bu peygamberleri methediyor.
Demek ki cok mubĂ‚rek, sayılı peygamberlerden ki 124 bin peygamberin icinde, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de isimleri geciyor. CenĂ‚b-ı Hak onların takvĂ‚larını, zuhdî hayatlarını bize bildiriyor.
İlyas -aleyhisselĂ‚m- hakkında bir rivĂ‚yete gore; AzrĂ‚il geliyor, urperiyor. AzrĂ‚il diyor ki:
“–Olumden mi korktun diyor İlyas diyor, sen diyor, peygambersin?” diyor.
“–Yok diyor, olumden endişe etmedim diyor. Fakat dunya hayatı cok huzur veriyordu bana. Dîni yaşamaya gayret ediyordum yuksek bir takvĂ‚ uzerine. Dîni tebliğ ediyordum. Fakat şimdi kıyamete kadar rehin kalacağım kabirde. Bu hizmetimden mahrum kalacağım. Bu rûhĂ‚nî hayatımdan mahrum kalacağım diye, onun icin urperdim diyor, olumden bir korkum yok.” diyor.
Hakîkaten bu cok kıymetli, nefeslerimiz cok kıymetli. Zaten CenĂ‚b-ı Hak MunĂ‚fikûn Sûresi ’nin sonunda:
“…Olum Ă‚nı gelir de, «YĂ‚ Rabbi, biraz (azıcık bir şey) aralasan da sadaka versem ve sĂ‚lihlerden olsam.» demeden evvel infak edin…” buyruluyor. (Bkz. el-MunĂ‚fikûn, 10)
Hepimizin başından gececek bir hĂ‚dise… CenĂ‚b-ı Hak cumlemize şu hayatımızın, nefeslerimizin kıymetini idrĂ‚k ettirsin inşĂ‚allah.
Elyesa ve Zulkifl -aleyhisselĂ‚m- CenĂ‚b-ı Hakk ’ın senĂ‚ ettiği iki peygamber. Diyarbakır ’ın Eğil ilcesinde, oraya bir baraj yapılıyor -aşağı yukarı herhĂ‚lde 1985 ’lerde- orada caminin yanında Elyesa -aleyhisselĂ‚m- ’la Zulkifl -aleyhisselĂ‚m- ’ın kabri olduğuna dair bir işaret var, bir levha var. Ziyarete gidenler, orada FĂ‚tiha okuyorlar.
Fakat tabi burada baraj olacağı icin, suyun altında kalacak, o zaman, işte Ozal zamanında, bu şeyi soyluyorlar. Ozal da diyor ki:
“–Diyanete bir sorayım.” diyor. Dort kişilik bir heyetle kabir acılıyor. Epey bir derinde. Boyle mahzen gibi bir yerde, kece gibi bir şeye sarılı. Aradan asırlar gecmiş. O dort kişi, diyanetten, oradaki tayin edilenler. HattĂ‚ diyorlar ki:
“–Oyle bir şey ki yani elimizin ayağına değdiğini… Fakat keceyi acmadık, uygun bulmadık diyorlar. Baştan Elyesa yahut da Zulkifl -aleyhisselĂ‚m- cıkardık. Dedik ki:
«–Yuzunu de acalım, bir gorelim.» Bazı arkadaşlar:
«–Yok, acmayalım.» dediler.
«–Yok, acalım.» dedik. Actığımızda şu manzarayla karşılaştık. Hakîkaten, yuzu, olduğu gibi, pembe-beyaz duruyor. Sacları beyaz ikisinin de. HattĂ‚ kulak memesine kadar sacları geliyor. Sakalları beyaz. Bu şekilde aldık, tepede bir yere defnettik.” diyor.
Oraya bir cami yapılıyor. Yine caminin yanına, bir levha asılıyor. Allah rahmet eylesin. (Bkz. Altınoluk Dergisi, Temmuz 2014, sayı 341, sf. 48)
CenĂ‚b-ı Hak peygamberler dahî, sevdiği kullarına, onların omurlerine bereket veriyor, bir ibret olarak.
Yine SĂ‚mi Efendi Hazretleri nakletmişti bir feth-i kabir hĂ‚disesini. Bir yol geciyor mezarlığın ortasından. Bir hĂ‚fız efendi varmış. HĂ‚liyle hĂ‚fız, kāliyle hĂ‚fız, yuksek takvĂ‚sıyla hĂ‚fız. Onun kabri de acılıyor, o da aynı otuz sene evvel gomulmuş, aynı, kefeniyle, taptaze cıkıyor.
Demek ki CenĂ‚b-ı Hak peygamberlerine ve bazı velî kullarına, onlara, toprağa “Yeme!” emri veriyor. (Bkz. Deylemî, I, 284/1112; Ali el-Muttakî, I, 555/2488)
Bunu ben Medîne-i Munevvere ’de de sormuştum. Oradaki Bakî Kabristanı ’nda. Dedim:
“–Hic bozulmamış ceset cıkıyor mu?” dedim.
“–Cıkıyor.” dediler. Cıktığı zaman orayı hemen kapatıyorlar, onun uzerini tekrar acmıyorlar orayı.
ElhamdulillĂ‚h, demek ki sĂ‚lih kullarına bir ibret olarak, bir iltifĂ‚tı CenĂ‚b-ı Hakk ’ın -elhamdulillĂ‚h-.
Bugun esĂ‚sında dersimiz, ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, oğlu YahyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ve ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-. Uc akraba peygamber.
Zekeriyya -aleyhisselĂ‚m- testere ile bolunerek şehid edilen mazlum peygamber. Kovuğun icine girince, onu testere ile ikiye boluyorlar kovuğu, o şekilde şehid ediliyor.
YahyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- var. O da şehid ediliyor.
Hastalara şifĂ‚ veren, oluleri dirilten, Ă‚mĂ‚ların gormesine vesîle olan ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- var.
İnşĂ‚allah bu uc peygamberin hayatından ibretler ve hikmetler, mevzumuz.
Bu uc peygamber, yaşadıkları cileler, tevhîd mucĂ‚delesi bakımından birbirine cok benzer. Hepsi de, MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’dan sonra istikĂ‚metten sapmış olan Benî İsrail Kavmi ’ni irşadla vazifelendiriliyorlar. Onların tekrar hidĂ‚yete kavuşması icin gayret gosteriyorlar.
Tevrat, zamanında, kendi menfaatlerine gore değiştiriliyor. Zekeriyya -aleyhisselĂ‚m- da vazifesi, Beyt-i Makdis ’te bozulan Tevrat ’ı tekrar duzeltmek.
ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın oğlu Yahya, Meryem VĂ‚lidemiz ’le teyze cocukları oluyor.
Yani Meryem VĂ‚lidemiz ’in annesi Hanne HĂ‚tun, ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın hanımı Elisa, bunlar, ikisi de kardeş.
ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- Kudus ’te bulunan Mescid­i AksĂ‚ ’da TevrĂ‚t yazar ve kurban kesmeyi idĂ‚re ederdi. Marangozluk yapardı ve el sanatı ile gecinirdi.
MĂ‚lum, kavmi tarafından hunharca şehîd edilmiştir. Turbesi Halep ’tedir.
ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- Hazret-i Suleyman -aleyhisselĂ‚m- ’ın soyundan Elisa ile evlenmişti. Fakat yaşı ilerlemesine rağmen evlĂ‚dı olmadı. Takdîr-i ilĂ‚hî…
ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- kendisinden sonra Benî İsrĂ‚il ’i irşad etmek uzere bir evlĂ‚t istiyordu. EvlĂ‚t istiyordu ama, bir taraftan da:
“«–Rabbim! (diyordu.) Ben (bu hĂ‚lde) kemiklerim zayıfladı; başım sacım ağardı. Ve ben (diyor) Rabbim! Sana (ettiğim) duĂ‚ ile hic bedbaht olmadım!»” (Meryem, 4) diyor.
“–Yine Sana duĂ‚ ediyorum, bu neslin, İslĂ‚m ’ı tebliği icin, bir evlĂ‚t nasîb eyle!” diyor.
Tabi bu duĂ‚ cok muhim. Yani hepimiz icin duĂ‚ cok muhim. DuĂ‚ da tabi, samimî ilticĂ‚ istiyor. CenĂ‚b-ı Hak Furkan Sûresi ’nin sonunda da 77. Ă‚yette:
“(Rasûlum!) De ki: (Eğer kulluk ve) duĂ‚nız olmasa, (ne işe yararsınız!)..” (el-FurkĂ‚n, 77) buyuruyor.
Demek ki CenĂ‚b-ı Hak, kulunun daima bir duĂ‚ hĂ‚linde olmasını arzu ediyor.
Ârif mu ’minler, hayatın acı-tatlı butun safhalarında, dĂ‚imĂ‚ duĂ‚ hĂ‚linde yaşarlar. Zira duĂ‚dan uzak durmak, Hak ’tan uzak durmanın bir işareti olmuş oluyor.
Yine ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın CenĂ‚b-ı Hakk ’a ilticĂ‚sı şu şekilde, Meryem Sûresi, beşinci, altıncı Ă‚yette:
“Doğrusu ben, arkamdan iş başına gececek olan yakınlarımdan endişe ediyorum. Karım da kısırdır. Tarafından bana bir oğul ver (yĂ‚ Rabbi)! O (…) YĂ‚kub hĂ‚nedĂ‚nına vĂ‚ris olsun! Rabbim onu rızĂ‚na lĂ‚yık kıl!”
Boyle bir, ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın duĂ‚sı var yaşlılık hĂ‚linde. Demek ki buradan bize intikĂ‚l eden, dĂ‚imĂ‚ sĂ‚lih ve sĂ‚liha bir nesil talep edeceğiz CenĂ‚b-ı Hak ’tan.
Rabbimiz kıyamete kadar neslimizin sevdiği, rĂ‚zı olduğu kulların gelmesini, lûtf u keremiyle ihsan etmesi icin, CenĂ‚b-ı Hak yine Ă‚yet-i kerîmede buyuruyor:
رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا
(“(Ve o kullar): «Rabbimiz! Bize gozumuzu aydınlatacak eşler ve zurriyetler bağışla ve bizi takvĂ‚ sahiplerine onder kıl…” [el-FurkĂ‚n, 74])
Zevc ve zevce “kurrate ’l-ayn : goz nûru” olacak, onlardan goz nûru olan bir nesil gelecek ve bu nesil de takvĂ‚da onder olacak.
Furkan Sûresi ’nde de boyle bir Ă‚yet var. O da bizim icin duĂ‚ edeceğimiz, daima takvĂ‚da onder olabilmek.
“ZekeriyyĂ‚ (-aleyhisselĂ‚m-) mĂ‚bedde namaz kılarken melekler ona şoyle nidĂ‚ ettiler:
«–Allah sana, kendisi tarafından gelen bir kelimeyi tasdîk edici (…) iffetli, sĂ‚lihlerden bir peygamber olarak YahyĂ‚ ’yı mujdeler.»” Âl­i İmrĂ‚n, 39. Ă‚yet.
Diğer bir Ă‚yet-i kerîmede de:
“«–Ey ZekeriyyĂ‚! (CenĂ‚b-ı Hak buyuruyor.) Biz Sana bir oğul mujdeleriz ki, onun adı YahyĂ‚ ’dır. Daha once ona kimseyi adaş yapmadık!»” (Meryem, 7)
Bu, “adaş yapmadık”tan ifade olarak YahyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- hic gunah işlemediği gibi bu gunaha da bir istek duymamış hayat boyunca. (Bkz. MĂ‚turîdî, Te ’vîlĂ‚tu Ehli ’s-Sunne, 7, 221)
Adaşı olmayan, buyruluyor, emsĂ‚li olmayan.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- buyuruyor:
“Âdemoğullarından herkes mutlaka bir hata (bir gunah) işlemiş veya buna istek duymuştur (gunaha), ancak YahyĂ‚ bin ZekeriyyĂ‚ bunun hĂ‚ricindedir.” (Ahmed b. Hanbel, Musned, 1: 292, 295, 301; Krş. HĂ‚kim, el-Mustedrek, 2: 647/4149)
Yine ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın duĂ‚sı Ă‚yette:
“«–Ey Rabbim (diyor)! Bana ihtiyarlık gelip cattığına, ustelik karım da kısır olduğuna gore, nasıl bir oğlum olabilir?»
(CenĂ‚b-ı Hak da) buyuruyor:
«–İşte boyledir! Allah dilediğini yapar!»” (Âl­i İmrĂ‚n, 40)
“…«–O Bana kolaydır. Daha once, Sen hicbir şeyken Sen ’i yaratmıştım!»...” (Meryem, 9)
Demek ki “كُنْ فَيَكُونُ” (“…Ol, der; o da hemen oluverir.” [el-Bakara, 117; Âl-i İmrĂ‚n, 47, 59…]) yani “ك ve ن” iki harfin yan yana gelmesiyle o anda oluyor her şey. CenĂ‚b-ı Hakk ’a bir gucluk yok. Duşunelim CenĂ‚b-ı Hakk ’ın azametini: Bu kadar kureler, trilyonlarca yıldızlar, hepsi nasıl bir boşlukta duruyor, havada? Butun guc, hepsi CenĂ‚b-ı Hakk ’a ait.
Kul, acziyetini hicbir zaman unutmayacak. Neden halk edildiğini dĂ‚imĂ‚ hatırında tutacak. Ben niye halkedildim? Vazifem nedir?
Demek ki:
لِيَعْبُدُونِ (“…Bana (AllĂ‚hʼa) kulluk etsinler diye.” [ez-ZĂ‚riyĂ‚t, 56])
لِيَعْرِفُونِ (Ben ’i (AllĂ‚hʼı) bilsinler diye)
AllĂ‚h ’a guzel bir kul olmak, takvĂ‚, mĂ‚rifetullah ’tan da bir nasip alabilmek.
“(ZekeriyyĂ‚

«–Sen ’in icin alĂ‚met, insanlarla uc gun konuşmamandır, ancak işaretleşmendir. Ayrıca Rabbini cok zikret; sabah-akşam tesbîh et!»” (Âl­i İmrĂ‚n, 41)
CenĂ‚b-ı Hakk ’ın bir peygambere verdiği tĂ‚limat: “Rabbini cok zikret, sabah-akşam tesbih et!”
Bir de orada bir konuşmama orucu vardı.
ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- insanlarla uc gun konuşmadı. Ancak yazardı, yazmasıyla konuşurdu.
CenĂ‚b­ı Hak buyurur:
“Biz onun duĂ‚sını kabûl ettik, Yahya ’yı verdik; zevcesini de kendisi icin (cocuk doğurmaya) elverişli kıldık.
Onlar (butun bu peygamberler) hayır işlerinde koşuşurlar, umarak ve korkarak Biz ’e yalvarırlar. Onlar Biz ’e karşı derin bir huşû icindeydiler.” (el­EnbiyĂ‚, 90)
Demek ki CenĂ‚b-ı Hakk ’ın istediği; havf ve recĂ‚ arasında bir mu ’minin… Hem korkacak, hem sevecek, hem “Aman yĂ‚ Rabbi!” diyecek devamlı.
Yahya -aleyhisselĂ‚m- kendisine kitap verilmediği icin MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın şerîatine tĂ‚bîydi. MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın şerîati ile amel eden peygamberlerin sonuncusudur.
CenĂ‚b-ı Hak yine Ă‚yet-i kerîmede:
“«–Ey YahyĂ‚! KitĂ‚b ’a (TevrĂ‚t ’a) var gucunle sarıl!» (dedik) ve henuz sabî iken ona (ilim ve) hikmet verdik!” (Meryem, 12)
“Tarafımızdan ona bir kalp yumuşaklığı, temizlik de (verdik). O sakınan bir kimse idi.” (Meryem, 13)
Bu Ă‚yet-i kerîmeler ışığında, mu ’min bir erkeğin taşıması gereken vasıflar, neler olduğunu anlarız:
Bir; KitĂ‚b ’a sımsıkı sarılacak. Yani bizim icin, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’e ve Sunnet-i Seniyye ’ye sımsıkı sarılacak. Bir boşluk bırakmayacak.
İkincisi; İffetli olacak. İffet, insana Ă‚it bir keyfiyettir. Diğer mahlûkat serbest bu hususta.
–SĂ‚lihlerden olmaya gayret edecek. Hanımsa sĂ‚lihalardan olmaya gayret edecek.
–Emr-i bi ’l-mĂ‚rûf ve nehy-i ani ’l-munkerde bulunacak. Yani kendinden başlayarak, akrabası, en yakınından cevre cevre… VelhĂ‚sıl toplumun gidişinden kendisini mes ’ûl gorecek.
–İlĂ‚hî emirlere sımsıkı sarılacak.
–İlmi mîras edinecek. Yani Hakk ’a rĂ‚m eden bir ilim olacak. Bu da mĂ‚rifetullah, CenĂ‚b-ı Hakk ’ı kalpte tanıyabilmek. O zaman CenĂ‚b-ı Hak da yardım ediyor.
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُ
(“…Allah ’tan korkun, Allah size oğretir...” [el-Bakara, 282]) buyuruyor.
–Hayır işlerine koşuşacak.
–Huşû sahibi olacak. İbadetler, hepsi huşûlu olduğu zaman kıvama geliyor. CenĂ‚b-ı Hak:
قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ
“Mu ’minler felĂ‚h buldu, onlar ki namazlarını huşû ile kılarlar.” (el-Mu ’minûn, 1-2) buyuruyor.
Yani her ibadetin bir zĂ‚hirî tarafı var, bir de bĂ‚tınî tarafı var. ZĂ‚hir ve bĂ‚tın bir Ă‚henk icinde devam edecek.
–Gunahlardan uzak duracak. Rasûlullah Efendimiz; “Tohmet altında olan yerlerde bulunmayın.” buyuruyor.
–Şefkat, merhamet, rikkat sahibi olacak. Hassas bir kul olacak.
–CenĂ‚b-ı Hakk ’a daima ilticĂ‚ edecek, duĂ‚ hĂ‚linde olacak.
–Anne-babasını velî-nîmet bilip onlara ikram edecek. “Sakın ha uf deme!” buyruluyor. Onlara قَوْلًا كَرِيمًا iltifatlı olarak konuş, buyuruyor. (el-İsrĂ‚, 23)
–VelhĂ‚sıl ailesinin maddî-mĂ‚nevî varlığına sahip cıkacak.
Yani bu, Yahya -aleyhisselĂ‚m- ’ın vasıfları, demek ki CenĂ‚b-ı Hak bildirdiğine gore Yahya -aleyhisselĂ‚m- ’ı, bir mu ’minin de bu şekilde olması zarûrî.
EvlĂ‚tlarımızın terbiyesi kucuk yaştan itibaren başlar. Fakat gunumuzde maalesef bu ihmal ediliyor. Hem onlara babalar-anneler sozlu olarak anlatacak, bir de fiilî olarak tatbîkĂ‚tı anne-babadan cocuklar bir ders alacak. Onların hĂ‚linden hĂ‚llenecek.
Unutmamak lĂ‚zım ki, cocuklar sozleri değil, gorduklerini tatbik ederler.
Maalesef bugun de işte televizyon vs. internet… Ancak ne yapıyor; gorduklerini tatbik ediyor cocuk. Hepsinin elinde bir telefon.
Efendimiz, YahyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın hĂ‚linden haberler veriyor. Yani nasıl bir tebliğ ettiğini, ibadette hicbir zaman ortak koşmamasını, namazı, orucu, sadakası ve zikretmesi…
Gelelim şimdi Yahya -aleyhisselĂ‚m- ’ın şehid edilmesine:
MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın getirdiği şerîate gore, kardeş karısıyla evlenmek yasaktı. Eğer birisi boyle yaparsa onun cezĂ‚sı kısırlaştırma yapılıyordu.
YahyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın peygamberliği sırasında kral, kardeşinin karısı ile zinĂ‚ etti. Bunun uzerine Yahya -aleyhisselĂ‚m-, bunun ilĂ‚hî kanunlara aykırı olduğunu soyledi. Biraz sertce izah etti, bunun ağır bir gunah olduğunu. Kral tarafından zindana atıldı YahyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-.
Daha sonra cıkartıldı. Kralın doğum gunu şenliğine, zinĂ‚ ettiği kadın, kızıyla birlikte katıldı. Bu kız, yapmış olduğu gosterilerle kralı Ă‚deta buyuledi ve mest etti. Kral, o gun, kız ne dilerse onu yapacağına soz verdi, nefsine mağlup. Kız da, Hazret­i Yahya ’nın başını istedi. Kral cok uzulse de, verdiği soz gereği Yahya -aleyhisselĂ‚m- ’ın başını keserek şehîd etti. (Luka, 3/19­20; Matta, 14/1­12)
Bu, Luka ve Matta İncil ’lerinde aynen var bu da.
RivĂ‚yete gore Yahya -aleyhisselĂ‚m- başı kesildikten sonra zĂ‚lim Herot ’a:
“–Bu kız sana cĂ‚iz değildir!..” diye hitĂ‚b ediyor.
Buradan da gelen tebliğ:
Mu ’min hicbir zaman bir Allah duşmanından korkmayacak. DĂ‚imĂ‚ Allah ’tan korkacak. Zaten Allah ’tan korkan, Allah duşmanından korkmaz. Allah duşmanından korkan da Allah ’tan korkmaz.
Ve bu şekilde şehid edildi. Yahya -aleyhisselĂ‚m- ’ın mubarek bedeni, muhtelif şehirlerde. Başı, Şam ’daki Umeyye CĂ‚mii ’nde gomulu olduğu bildiriliyor.
Kız ise, bu da yerin dibine gectiği bildiriliyor. Tabi cok ağır bir curum.
ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın semĂ‚ya cekilmesi de bu vakte rastlıyor. Cunku o zaman yahudîler, peygamber oldurecek kadar azgınlaşmıştı. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de CenĂ‚b­ı Hak, yahudilerin cok peygamber oldurduğunden bahsediyor. (Bkz. en­NisĂ‚, 155)
Yahya -aleyhisselĂ‚m- şehid edildiği zaman otuz kusur yaşındaydı. Allah yolunda gosterdiği fedakĂ‚rlıklarla, Rabbimiz, uc tehlikeli gunde Yahya ’nın ilĂ‚hî rahmete nĂ‚il olduğunu bildiriyor. Bu da, hep okuyoruz, Meryem Sûresi 15. Ă‚yette:
“Doğduğu gun, oleceği gun, diri olarak kabirden kaldırılacağı gun ona selĂ‚m olsun!” Ă‚yet-i kerîmede.
BeyzĂ‚vî, tefsirinde bu Ă‚yet-i kerîmeyi şoyle acıklıyor:
“İnsanlara musallat olan şeytan, ona hayatında zarar vermesin! Kabir azĂ‚bından sĂ‚lim olsun! Hesap korkusu ve Cehennem azĂ‚bı gormesin!”
ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, Yahya -aleyhisselĂ‚m- ’ın doğumundan altı ay sonra Kudus ’te doğmuştur, altı ay aralarında fark vardır.
–İsrĂ‚iloğulları ’na gonderilen peygamberlerin sonuncusudur.
–“Ulu ’l­azm” peygamberlerdendir.
–LĂ‚kabı “RûhullĂ‚h”tır.
–Otuz yaşında peygamberlik verilmiş, otuz uc yaşında diri diri bir şekilde semĂ‚ya ref edilmiştir, kaldırılmıştır.
–Kendisine kitap olarak “İncîl” gonderilmiştir.
–Amel olarak da TevrĂ‚t ’a tĂ‚bî idi. Fakat tabi sonra Pavlos onu kaldırdı. Pavlos, krallara gitti:
“–Bu dedi, Benî İsrĂ‚il ’e aittir Tevrat. Siz dedi, yalnız dedi, İsĂ‚ ’yı Rab olarak bilin, kĂ‚fî dedi. KĂ‚nunları sizler yapacaksınız dedi. Sezar ’ın hakkı Sezar ’adır.” dedi.
VelhĂ‚sıl bu şekilde ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın olan, zaman icinde Tevrat ’tan koparıldı, dunyevî bir nizam kalmadı.
Yine Efendimiz ’in bildirdiğine gore kıyĂ‚met yaklaştığında dunyaya inecek, evlenip cocukları olacak, “Hazret­i Mehdî” ile buluşacak, İslĂ‚m ’ı butun cihĂ‚na yaygın kılacak ve Medîne­i Munevvere ’de vefĂ‚t edecek. Yine rivĂ‚yete gore, Rasûlullah Efendimiz ’in medfun olduğu Hucre­i SaĂ‚det ’in yanına defnolunacaktır.
ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın annesi Hazret-i Meryem, DĂ‚vud -aleyhisselĂ‚m- ’ın neslindendir.
Annesi Hanne, babası İmrĂ‚n ’dır. Meryem VĂ‚lidemiz ’in annesinin, cocuğu olmuyordu. Cok sĂ‚liha bir hanımdı.
“–YĂ‚ Rabbi dedi! Benim bir cocuğum olursa, onu Beyt­i Makdis ’e hizmetci yapacağım!” dedi.
Beyt-i Makdis ’e alınırdı o zaman erkek cocukları. Buluğ cağına kadar orada kalırlardı, orada bir takvĂ‚ uzerine yaşatılırdı. İsteyen, buluğ cağından sonra ayrılır, isteyen orada Beyt-i Makdis ’te devam ederdi. Meryem VĂ‚lidemiz ’in annesi de:
“–Ben dedi, onu Beyt-i Makdis ’e hizmetci yapacağım.” dedi. Oyle bir nezirde bulundu. HĂ‚mile kaldı ondan sonra. Âyet­i kerîmede buyruluyor:
“İmrĂ‚n ’ın karısı şoyle demişti: «–Rabbim! Karnımdakini Ă‚zatlı bir kul olarak sırf Sana adadım. Adağımı kabûl buyur. Şuphesiz (niyĂ‚zımı) hakkıyla işiten, (niyetimi) bilen Sen ’sin!»” (Âl­i İmrĂ‚n, 35)
Bir muddet sonra bir kız cocuğu dunyaya getirdi. Adını Meryem konuldu:
“…«–Rabbim (dedi)! Ben onu kız doğurdum. (Dedi. HĂ‚lbuki o zaman kızlar adanmıyordu.) Oysa erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu Sen ’in korumanı istiyorum!» dedi.” (Âl­i İmrĂ‚n, 36)
Buradan gelen intibÂ:
Demek ki bir anne, daha hĂ‚mileyken karnındakinin bir emanet olduğunun telĂ‚kkîsinde olacak. AllĂ‚h ’ın ona bir emanet verdiğinin idrĂ‚ki icinde olacak. Sonra o evlĂ‚dı bilecek ki onu sĂ‚lih yahut sĂ‚liha olarak yetiştirecek, kendi ihtiyarlık zamanında ona belki baston olacak. SĂ‚liha bir annenin derdi burada zikrediliyor. Doğuruyor cocuğu, sĂ‚lih ve sĂ‚liha olması…
O zamana kadar Beyt­i Makdis ’e erkek cocuklar adanıyordu. Tabi cok sevaptı. Fakat CenĂ‚b-ı Hak, Hanne ’nin ilticasıyla onu da kız olarak Beyt-i Makdis ’e adandı.
Tabi burada yine bir aile olarak Efendimiz -BuhĂ‚rî hadîsi-:
“Hepiniz cobansınız ve hepiniz guttuklerinizden sorumlusunuz… Erkek, Ă‚ilesinin cobanıdır, surusunden sorumludur. Kadın, kocasının evinin cobanıdır, surusunden sorumludur.” (BuhĂ‚rî, VesĂ‚yĂ‚, 9; Muslim, İmĂ‚re, 20)
Yine Ă‚yet-i kerîmede:
“Ey îman edenler! Kendinizi ve Ă‚ilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” (et-Tahrîm, 6)
Tabi ki insan hem kendisini koruyacak, şeriatin muhtevası icinde yaşayacak, evlĂ‚dı da oyle yaşayacak, Cehennem azĂ‚bından korunacak. Burada baba erken olur, anne erken olur, evlĂ‚t erken olur, kader-i ilĂ‚hî. Fakat bir fĂ‚cia; kıyamette yolların ayrılması!..
CenĂ‚b-ı Hak:
سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ
(“Onlara merhametli Rabbin soylediği selĂ‚m vardır.” [YĂ‚sîn, 58])
“–Sizler Cennet ’e buyrun buyuk bir selĂ‚mla!”
“–Siz mucrimler! Siz bu tarafa, siz Cehennem tarafına!” (Bkz. YĂ‚sîn, 59)
En feci ayrılık, orada olacak -Allah korusun-.
Onun icin, anne-baba, evlĂ‚dını ufak yaşta, iş işten gectikten sonra değil… Fakat maalesef bugun iş işten gectikten sonra “eyvah” diyor, “vah vah” diyor, “keşke” diyor ama, olmuyor…
Yani İslĂ‚m, anneyi yalnız biyolojik bir yapı olarak gormez. Annenin mĂ‚nevî yapısında, terbiye etme ozelliği vardır. Anne, hayĂ‚ ve edep sahibi olacak ve bu şekilde bir nesil yetişecek.
اَلاُمُّ مَدْرَسَةٌ: -atasozunde buyruluyor- “Anne bir mekteptir.” Onun icin anne cok muhim.
Efendimiz:
“Erkek evlĂ‚dından cok, kız evlĂ‚tlarınıza daha cok îtibar edin.” buyuruyor. (Bkz. Heysemî, IV, 153; lbn-i Hacer, el-MetĂ‚libu ’l-Âliye, IV, 69)
Cunku, nesli onlar koruyacak. Nesli yetiştirme mes ’ûliyeti ihmĂ‚l edilirse, Ă‚kıbet hazin olur. EvlĂ‚t, yabancı yerlerin evlĂ‚dı olur. Neticede annelerin feryatları da “keşke”leri de bir fayda vermez.
Daima baktığımız zaman tarihe, peygamberler, sĂ‚lihler, kahramanlar vs. hepsinin arkasında sĂ‚liha bir anne vardır. Tabi babanın da hususiyetleri var.
Babanın hususiyetleri:
–Akıl ve tecrube. HelĂ‚l lokma getirecek, helĂ‚linden kazanacak, evin ihtiyacını gorecek.
–NĂ‚mus ve şerefi koruyacak baba.
Hanne, kızı Meryem ’i Beyt­i Makdis ’te vazifelilere teslim etti. Meryem ’i kim himĂ‚yesi altına alacak? Burada kur ’a cekildi. Kur ’a da, Beyt­i Makdis ’in imĂ‚mı ve Hanne ’nin eniştesi olan ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’a cıktı.
Bunu Ă‚yet-i kerîme bildiriyor. (Bkz. Âl­i İmrĂ‚n, 44)
Meryem sutten kesilince, Beyt­i Makdis ’te bir oda tahsis edildi. Bu odaya yalnız ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- giriyordu. On iki yaşına kadar Meryem VĂ‚lidemiz orada kaldı. ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- devamlı kilitli olan bu odaya her gun, kilidini acar, rızkını bırakır, cekilirdi. Fakat icerde değişik meyveler gorurdu. Oyle ki yazın kış meyveleri, kışın da yaz meyveleri olurdu.
“–Meryem! Bu nereden geldi?” derdi. Meryem de:
“–Bu, Allah tarafındandır, Allah dilediğine sayısız rızık verir.” derdi. (Âl­i İmrĂ‚n, 37)
Yani burada şunu da goruyoruz, takvĂ‚ yaşandığı zaman dĂ‚imĂ‚ CenĂ‚b-ı Hak ’tan ilĂ‚hî yardımlar geliyor. Bunu Bedir ’de, Uhud ’da, Hendek ’te vs. goruyoruz. Hep AllĂ‚h ’ın yardımı gelmesi, az bir gucle buyuk bir gucu bertaraf etmeleri.
Yalnız bunu Huneyn ’de gormuyoruz. Cunku Huneyn ’de o zaman muslumanlar, dediler:
“–Biz artık cok gucluyuz dediler. Yeni kumandanlar geldi. Biz nasıl olsa kazanırız!” dediler.
Bir an yardımı unuttular CenĂ‚b-ı Hak ’tan geldiğini, bir an allak bullak oldular. Onlar da Rasûlullah Efendimiz ’in îkĂ‚zıyla yine derlenip toparlandılar.
Demek ki bir mu ’min daima “ben ettim, ben yaptım, ben şoyle” demeyecek “YĂ‚ Rabbi Sen ’sin” diyecek “Sen yĂ‚ Rabbi, Sen yĂ‚ Rabbi!” diyecek.
Yine muhtelif Ă‚yetler var. Bir kısmı Ă‚yetlerin:
“…İnananlar ancak AllĂ‚h ’a tevekkul etsinler!” (İbrĂ‚hîm, 11; et-Tevbe, 51)
Tedbire dikkat edeceksin, tevekkul CenĂ‚b-ı Hakk ’a olacak. Yine, diğer bir sûrede:
“…ŞĂ‚yet mu ’minler iseniz, sadece AllĂ‚h ’a tevekkul edin!” (el-MĂ‚ide, 23)
Yine, diğer bir, TalĂ‚k Sûresi ’nde:
“…Kim AllĂ‚h ’a tevekkul ederse, Allah ona yeter!..” (et-TalĂ‚k, 3)
Yani biz ne kadar kul olabilirsek, CenĂ‚b-ı Hak ’tan o kadar yardım gelir.
اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
Her rekĂ‚tta tekrarlıyoruz.
“(Rabbimiz!) Ancak Sana kulluk ederiz, yalnız Sen ’den medet umarız.” (el-FĂ‚tiha, 5)
Tabi burada “cemî” olarak geliyor, sırf ferdî değil, hem kendimizi ihyĂ‚ edeceğiz, hem de:
وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا
(“…Ve bizi takvĂ‚ sahiplerine onder kıl…” [el-FurkĂ‚n, 74])
Toplumun selĂ‚meti icin onder olmaya gayret edeceğiz.
Yani buna tarihte; fertte, ailede, toplumda ne kadar takvĂ‚ olunursa o kadar AllĂ‚h ’ın yardımı geliyor. Omer bin Abdulaziz devri meselĂ‚. Osmanlının ilk uc asrı. Endulus ’un o ilk zamanları. Hep CenĂ‚b-ı Hakk ’ın yardımı, tĂ‚rihen sabit.
Âyet-i kerîmede CenĂ‚b-ı Hak:
“Ey îmĂ‚n edenler! Siz AllĂ‚h(ın dinin)e yardım ederseniz (yani yaşarsanız, yaşatırsanız) Allah da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Bkz. Muhammed, 7)
Demek ki her an ayak kayabilir. Onun icin kul daima bir teyakkuz hĂ‚linde olacak. Nasıl, mayın dolu bir huduttan gecerken, baştan koyunlar gecirilir, sonradan insanlar koyunların izinden gecer ama yine cok dikkatli gecerler.
Yani demek ki şu dunya hayatında yanlış bir hĂ‚limiz olmasın. Onun icin bir teyakkuz hĂ‚linde hayatımızı idĂ‚me ettirmemiz lĂ‚zım.
MevlÂn Hazretleri:
“Gideceğin yerde (diyor, yani kabirde, Ă‚hirette) yalnız kalmak istemiyorsan, hayırdan, iyilikten, ibadetten birer kendine yardımcı al.” buyuruyor. (DîvĂ‚n-ı Kebîr, II, 692)
Yine, Es ’Ă‚d Efendi Hazretleri ’nin guzel bir ifadesi var:
“Kiracılar bir yerden diğer yere taşınırken butun eşyalarını beraberlerinde goturup, sevdikleri mallardan hicbir şeyi bırakmadıkları mĂ‚lumdur.
HĂ‚l boyle iken, insanların, her şeye muhtac oldukları kabir evine giderken sevdikleri eşyalardan kısmen olsun bir şeyi beraberlerinde goturmemeleri (yani infak edip kendilerinden once Ă‚hirete gondermemeleri), gercekten cok hayret verici bir iştir.” diyor Es ’ad Efendi Hazretleri.
VelhĂ‚sıl ibadetimizle, muĂ‚melĂ‚tımızla, ahlĂ‚kımızla bir mu ’min, yeryuzunde AllĂ‚h ’ın şahidi olacak. Yani dînin temsilcisi olacak.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz geceleri daha ziyade ibadetle meşguldu. Gunduzleri ise Ă‚yetleri tebliğ etmek, tefsir etmek, ornek olabilmek, bilhassa muslumanların dertleriyle dertlenebilmek icin gayret hĂ‚lindeydi. Musterşidi irşad, yani hidĂ‚yet bekleyenleri hidĂ‚yete dĂ‚vet ediyordu.
Bizim icin CenĂ‚b-ı Hak buyuruyor:
“Siz, insanlığın (iyiliği icin, hayrı) icin cıkarılmış en hayırlı bir ummetsiniz. İyiliği emreder, kotulukten nehyedersiniz...” (Âl-i İmrĂ‚n, 110)
Demek ki iyiliği emredeceğiz. Bir defa kendimiz takvĂ‚ sahibi olacağız. Cunku sırf soz kĂ‚fî değil. Soz ve takvĂ‚ da lĂ‚zım ki kalpten cıkan enerji in ’ikĂ‚s etsin, tesir altında bıraksın.
Bir de CenĂ‚b-ı Hak:
ثُمَّ لَتُسْـَٔلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ
“…(Verdiğimiz) nîmetlerden sorulacaksınız.” (Bkz. et-TekĂ‚sur, 8)
En buyuk nîmet, İslĂ‚m nîmeti. Onun icin en buyuk nîmet olan İslĂ‚m ’ı yaşayarak tebliğ etmemiz lĂ‚zım.
SahĂ‚bî bu yuksek mes ’ûliyet duygusuyla dunyanın dort bir tarafına sefer etti. Giderken de yorulmadı. TĂ‚ Cin ’e giderken yorulmadı, Semerkand ’a, yorulmadı, bir bezginlik gelmedi. Zira gonullerinde Allah rızĂ‚sını kazanmak vardı. RasûlullĂ‚h ’ın kalbinde bir yer olması vardı. Allah yolundaki her hizmet, gonulleri icin bitmez tukenmez bir enerji… O verdiği hazla yorulmuyordu sahĂ‚bî.
Eyyûb el-EnsĂ‚rî Hazretleri seksen kusur yaşında iki sefer geldi İstanbul ’a.
Yani bir kişinin hidĂ‚yete ermesi, Rasûlullah Efendimiz ’e cok buyuk bir haz veriyordu. TĂ‚if ’te sevindi, o kadar cektiği eziyete, cefaya rağmen bir kole musluman olması Efendimiz ’i sevindirdi.
Efendimiz ziyarete gitti yahudi cocuğunu. O da musluman oldu bu alĂ‚ka karşısında. Efendimiz sevindi; “Bir kişi daha Cehennem ’den kurtuldu.” buyuruyor.
VelhĂ‚sıl Efendimiz:
“Ummetim bir yağmura benzer, onu mu sonu mu hayırlıdır bilinmez.” buyuruyor. (Tirmizî, Edeb, 81)
Demek ki bugun, bu yağmurun damlası olabilmek. Ki Ă‚hirzamandayız, şartlar bir cĂ‚hiliye devrine dondu. Dunya bugun modern bir cĂ‚hiliye devrine dondu.
Omer bin HattĂ‚b -radıyallĂ‚hu anh- ’ın şu rivĂ‚yeti, hayırlı ummet vasfında bir hayat yaşayanlar icin ne buyuk bir nebevî mujde:
“Bir gun -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’le beraber oturuyorduk. Allah Rasûlu bir ara;
«–Soyleyin, îmĂ‚n edenler arasında en ustun îmĂ‚na sahip olan kimlerdir?»
AshĂ‚b-ı kirĂ‚m; once melekler dedi, sonra peygamberler, daha sonra şehidler… Rasûlullah her defasında;
«–Evet, onlar oyledir, haklarıdır. Allah onları oyle mertebeye cıkarmışken bu pĂ‚yenin onlara verilmesini ne engelleyebilir? Ama ben bunları sormuyorum.» dedi Efendimiz. Ben bunları sormuyorum, dedi.
AshÂb;
«–Oyleyse kimler olduğunu Siz soyleyiniz yĂ‚ RasûlĂ‚llah!» deyince -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
«–Onlar, şu an babalarında ve atalarında meknuz olan bazı kimselerdir ki; onlar gelecekler, beni gormeyecekleri hĂ‚lde bana îmĂ‚n edecekler, (asr-ı saĂ‚det ummeti işte. Yani onlar babaları, anneleri… İslĂ‚m dîninde devam edecekler. Onlar beni gormedikleri hĂ‚lde îmĂ‚n edecekler) beni tasdik edecekler ve Kur ’Ă‚n okuyup muhtevĂ‚sıyla amel edecekler. (En muhim bu. Kur ’Ă‚n muhtevĂ‚sını okuyup o muhtevĂ‚da amel edecekler.) En ustun îmĂ‚na sahip olan bunlardır.»” (HĂ‚kim, IV, 96/6993; Heysemî, X, 65)
Demek ki bugunku vazifemiz de bu olmuş oluyor. Yani bir takvĂ‚ hĂ‚linde bir İslĂ‚m ’ı yaşayabilmek.
Allah -celle celĂ‚luhû- ’nun Hazret­i Meryem ’e en buyuk ikramları şunlar:
–O zaman Beyt­i Makdis ’e erkek cocukları adanıyordu. Kız cocuğu olarak o adandı.
–Allah TeĂ‚lĂ‚, onu bir peygamberin himĂ‚yesine verdi ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın.
–Rızkını Cennet nîmetlerinden ihsĂ‚n etti. Her acışta ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ayrı ayrı nîmetler goruyordu.
–Peygamberlere gonderdiği melek olan CebrĂ‚îl ile goruştu.
–Onu ve evlĂ‚dı Hazret­i ÎsĂ‚ ’yı şeytanın şerrinden CenĂ‚b-ı Hak korudu.
–Oğlu ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- kundakta iken konuştu. Annesine yapılan iftirĂ‚lara cevap verdi.
Efendimiz buyuruyor:
“İmrĂ‚n kızı Meryem, zamanında dunyada bulunan kadınların en hayırlısıdır. (Kendi ummetinin yani asr-ı saĂ‚det ummetinin kadınlarının) en hayırlısı Hatice ’dir.” buyuruyor. (Bkz. Muslim, FedĂ‚ilu ’s­SahĂ‚be, 69)
Hazret-i Meryem VĂ‚lidemiz ’in vasfı, gece-gunduz ibadet ederdi. TakvĂ‚ sahibiydi.
CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yette Meryem ’i bildiriyor:
“Melekler demişti: «–Ey Meryem! Allah seni secti; seni tertemiz yarattı, seni butun dunya kadınlarına tercih etti.” (Âl­i İmrĂ‚n, 42)
Arkadan ama muhim bir tÂlimat geliyor:
“Ey Meryem! Rabbine ibadet et…”
Allah sana bu ikrĂ‚mı verdi, istîdĂ‚dı verdi.
“Ey Meryem! Rabbine ibadet et…”
Yani daima bir tevÂzu ve hiclik isteniyor.
“…Ve secdeye kapan! (Yani secde et ve yaklaş. Bir huzur vermesi lĂ‚zım.) Rukû edenlerle beraber sen de rukû et!»” (Âl­i İmrĂ‚n, 43)
Demek ki burada namaz cok muhim. Meryem -aleyhesselĂ‚m- ’ın kalp ve beden Ă‚hengiyle bir namaz kılmasını Rabbimiz istiyor.
Yine burada bir ibretli hĂ‚dise var. Meryem VĂ‚lidemiz 15 yaşında Yusuf-i Neccar isimli birisiyle nişanlandı. Fakat CenĂ‚b-ı Hak, evlenmeden once ona babasız bir cocuk vereceğini mujdelemişti. Âyet­i kerîmede buyruluyor:
“Melekler demişlerdi ki: «–Ey Meryem! Allah Sana kendisinden bir Kelime ’yi mujdeliyor. (Yani bir cocuk mujdeliyor.) Adı Meryem oğlu ÎsĂ‚ Mesîh ’tir; dunyada da, Ă‚hirette de îtibarlı ve AllĂ‚h ’ın kendine yakın kıldıklarındandır.»” (Âl­i İmrĂ‚n, 45)
Mesîh kelimesi İbrĂ‚nicede “mubarek” anlamına gelmektedir.
Yine:
“(–Ey Meryem!) O sĂ‚lihlerden olacak (o gelen cocuk, İsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-) beşikte iken ve yetişkinlik hĂ‚linde insanlarla konuşacak.” (Âl­i İmrĂ‚n, 46)
Meryem -aleyhesselÂm-:
“«–Rabbim (dedi)! Bana bir erkek eli değmeden benim bir cocuğum olabilir mi?» dedi. (CenĂ‚b-ı Hak) buyurdu ki: «–İşte boyledir. Allah dilediğini yaratır! Bir işe hukmedince ona «Ol!» der; (yani “ك , ن” كُنْ / ol der) o da olur.»” (Âl­i İmrĂ‚n, 47)
Melekler, Meryem ’e hitĂ‚ben Hazret­i ÎsĂ‚ hakkında sozlerine şoyle devam ediyorlardı:
“Allah ona yazmayı, hikmeti, TevrĂ‚t ’ı ve İncîl ’i oğretecek.” (Âl­i İmrĂ‚n, 48)
Hem Tevrat, hem İncil.
CenĂ‚b­ı Hak Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de buyuruyor:
“(Rasûlum!) Kitap ’ta Meryem ’i de zikret! Hani o, ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere cekilmişti.” (Meryem, 16)
Cok gecmeden Allah TeĂ‚lĂ‚, Meryem ’e CebrĂ‚îl ’i gonderdi. Âyet­i kerîmede buyruluyor:
“(Meryem) onlarla kendi arasına bir perde cekmişti (insanlarla). Derken, Biz ona Rûh ’umuzu gonderdik. O da kendisine tastamam bir insan şeklinde gorundu.” (Meryem, 17)
Yani CebrĂ‚îl geliyor, bir insan şeklinde gorunuyor. Burada “Ruhu gonderdik.” Bundan maksat, CebrĂ‚il -aleyhisselĂ‚m- ’dı.
Hazret­i Meryem, karşısında genc bir delikanlı gorunce, korktu. Onun Hazret­i Cibrîl olduğunu bilmediği icin buyuk bir endişeye kapıldı:
“(Meryem) dedi ki: «–Ben (dedi, Sen ’in şerrinden AllĂ‚h ’a sığınırım dedi.) Sen ’den, cok esirgeyici olan AllĂ‚h ’a sığınırım. Eğer Allah ’tan sakınan bir kimse isen, (ne olursun bana dokunma dedi CebrĂ‚il ’e.)»” (Bkz. Meryem, 18)
“(Melek de dedi ki

“(Meryem dedi ki

Bana hem erkek eli değmiyor, hem ben iffetsiz de değilim, nasıl benim cocuğum olabilir?!
“(Melek dedi ki: Evet) «–Oyledir!» dedi. (Zira) CenĂ‚b-ı Hak buyuruyor: «–Bu Bana kolaydır. Cunku Biz, onu insanlara bir delil, kendimizden bir rahmet kılacağız. Bu, hukum ve karara bağlanmış (ezelde olup bitmiş) bir iştir.” (Meryem, 21)
34 yerde kadın ismi gecen yalnız Meryem var Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de başka yok. Âsiye VĂ‚lidemiz var ama “ona bir koşk verdik” buyuruyor, ismi gecmiyor. Bir Meryem VĂ‚lidemiz var, o da 34 yerde geciyor. Cok yerde ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’dan bahsedilirken, “Meryem oğlu ÎsĂ‚” deniliyor.
Demek ki burada şunu goruyoruz: “İffetini korumuş olan (Meryem)…” (el-EnbiyĂ‚, 91)
Demek ki CenĂ‚b-ı Hak iffet uzerinde ne kadar cok duruyor.
Demek ki burada annelere-babalara en buyuk bir ders, evlĂ‚tlarımızı, bilhassa kız cocuklarımızı iffetli olarak yetiştirebilmek. Tabi bugun o cok zor. Fakat ona gore CenĂ‚b-ı Hakk ’ın lûtfu var.
Tabi ondan sonra Meryem hĂ‚mile kalıyor, nasıl kaldığını da bilmiyor. Yani babasız olarak. Bunun uzerine onunla, karnındaki cocukla uzak bir yere cekildi. (Bkz. Meryem, 22)
Doğum sancıları artmaya başladı. Kurumuş bir hurma ağacının yanına geldi, ona yaslandı.
Doğum sancısı… Onun artık tĂ‚kati de yok, kimse de yok, bakın ne ağır bir imtihan!.. Etrafta da iftirĂ‚lar başlıyor: “Nereden aldın bu cocuğu, kimden aldın, ne yaptın?..” Oyle bir ağır imtihan.
“Keşke, bundan once olseydim de unutulup gitseydim, dedi.” (Meryem, 23)
Rabbimiz ’in azametinin muktezĂ‚sı; Âdem annesiz ve babasız yaratıldı.
“Allah nezdinde ÎsĂ‚ ’nın durumu, Âdem ’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra da ona «Ol!» dedi oluverdi.” (Âl­i İmrĂ‚n, 59)
“…Ona (melek) seslendi: «–Tasalanma (dedi)! Rabbin senin alt yanında bir su arkı vucûda getirmiştir.»” (Meryem, 24)
“Hurma dalını kendine doğru silkeledi, uzerine tĂ‚ze, olgun hurma dokuldu!” (Bkz. Meryem, 25)
Yani kışın taze hurma geldi. O hurmayı yiyecek suyu icecek, gıdasını ondan alacak.
Meryem, hurma dalını kendisine cekip salladığı zaman kış mevsimi olmasına rağmen, ağac birdenbire hurma vermeye başladı. Meryem, onunden su icip taze hurmalardan yedi. Rabbimiz boylece onu tesellî ediyordu. Ona denildi ki:
“Ye, ic! Gozun aydın olsun! Eğer insanlardan birini gorursen, de ki: «–Ben cok merhametli olan AllĂ‚h ’a oruc adadım. Artık bugun hicbir insanla konuşmayacağım!»” (Meryem, 26)
Cunku gelip sataşıyorlardı.
“(Meryem) nihayet (ÎsĂ‚ ’yı kucağına) alarak kavmine getirdi. (Kavmi) Dedi ki: «–Ey Meryem! Hakîkaten sen iğrenc bir iş yaptın!»” (Meryem, 27)
Ne kadar ağır imtihanlar!..
“…Senin baban kotu bir insan değildi; annen de iffetsiz değildi.” (Meryem, 28) dediler.
“Meryem bunun uzerine (susarak) cocuğu gosterdi.
«–Biz, beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz?»” (Meryem, 29) Meryem Sûresi.
ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- CenĂ‚b­ı Hakk ’ın verdiği konuşma kĂ‚biliyeti ile dile geldi kundakta:
“–Ben, AllĂ‚h ’ın (secilmiş bir) kuluyum (dedi ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- oradaki, annesine iftirĂ‚ atanlara)! O, bana KitĂ‚b ’ı verdi ve beni peygamber yaptı!” (Meryem, 30)
“Nerede olursam olayım, O beni mubarek kıldı. Yaşadığım muddetce bana namazı ve zekĂ‚tı emretti.” (Meryem, 31)
Demek ki hep peygamberlerde baktığımız zaman namaz var, infak var.
“Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı.” (Meryem, 32)
“Doğduğum gun, oleceğim gun, diri olarak kabirden kaldırılacağım gun selĂ‚met banadır (dedi).” (Meryem, 33)
Bu bir, AllĂ‚h ’tan apacık bir mucizeydi. Fakat bir kısım bedbahlar, hĂ‚inliklerine devam ettiler.
Fakat ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın bebekken konuşması, bircok iftirĂ‚yı bastırdı. Ama kısa bir muddet sonra gĂ‚fil kavim:
“–Babasız cocuk olur mu?!” dediler. Sonra da:
“–Yapsa yapsa bu zinĂ‚yı eniştesi ZekeriyyĂ‚ yapmıştır!” dediler.
“–Sen Meryem ’le zinĂ‚ ettin!” diye buhtanlarda bulundular ve uzerine hucum ettiler.
ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- onların şerrinden korunmak icin bir ağacın kovuğuna saklandı. Şeytan, insan kılığında geldi:
“–ZekeriyyĂ‚ burada.” dedi. Onlar da, bedbahtlar, testereyle o kutuğu ikiye bolunce parcalanıp, vefat etti.
Yani oğlu nasıl vefat ediyor, baba nasıl vefat ediyor?..
Mısır ’da Hazret­i Meryem ve Hazret­i ÎsĂ‚, on iki sene kaldılar. Bu zamanda fevkalĂ‚de hĂ‚diseler meydana geldi.
Orada bir hırsızlık oluyor ev sahibinin. Orada hepsi itham altında kalıyor. O zaman ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, bir koturum var, bir de Ă‚mĂ‚ var, ancak bu ikisinin yaptığını işaret ediyor. Tedkik ediyorlar, hakîkaten bu hırsızlığı onlar yapmış. Bu şekilde ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın seviyesi de yukselmiş oluyor.
ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- yine rivĂ‚yete gore, Mısır ’da on iki sene kaldıktan sonra Kudus ’e donuyor. “NĂ‚sıra” kasabasına yerleşiyor. Hristiyanlara bu sebeple “NasrĂ‚nî” deniliyor.
Orada da bir hĂ‚dise var, bir hidĂ‚yete getirme var o kasabada. Kral, bir camurdan kuş yap, ucsun, diyor. Olu dirilsin diyor. ÂmĂ‚ iyileşsin diyor. Hepsini yapıyor.
Saff Sûresi ’nde bu aynısı, bugunku İncil ’de var:
“Hatırla ki, Meryem oğlu ÎsĂ‚: «–Ey İsrĂ‚iloğulları! Ben size AllĂ‚h ’ın elcisiyim; benden once gelen TevrĂ‚t ’ı doğrulayıcı, benden sonra gelecek «Ahmed» adında bir peygamberi mujdeleyici olarak geldim!» demişti. Fakat o, kendilerine acık deliller getirince:
«–Bu apacık bir buyudur!» dediler.” (es­Saff, 6)
Orada “Faraklit” olarak geciyor.
HavĂ‚rîleri/yardımcıları, bu Barnabas İncili ’nde de geciyor, aynı, orada, Barnabas İncili ’nde:
“Ben gideyim de diyor, Faraklit gelsin.” diyor.
Faraklit, Ahmed mĂ‚nĂ‚sı.
“Faraklit ’in gelmesi diyor, benim gitmeme bağlıdır.” diyor.
Burada, diğer bir Ă‚yette de, bu da cok muhim bizim icin, Saff, 14. Ă‚yet:
“Ey îman edenler! AllĂ‚h ’ın yardımcıları olun! Nitekim Meryem oğlu ÎsĂ‚ havĂ‚rîlere: «–AllĂ‚h ’a (giden yolda) benim yardımcılarım kimlerdir?» demişti. HavĂ‚rîler de: «–Allah (yolunun) yardımcıları bizleriz!» demişti...” (es­Saff, 14)
Demek ki buradan bize gelen tĂ‚limat; “Allah yolunun yardımcıları olmak”.
“…İsrĂ‚iloğulları ’ndan bir zumre inanmış, bir zumre de inkĂ‚r etmişti. Nihayet Biz, inananları, duşmanlarına karşı destekledik; boylece ustun geldiler.” (es­Saff, 14)
VelhĂ‚sıl burada da Allah yolunda yardımcı olmak.
Bir de semĂ‚dan inen bir sofra vardır. Kısaca, bu sofrada balık vs. yanında biraz sirke vs. Bundan hastalar yemesi icin. Sonra bir kavim alay ettiler. Onlar da -Allah korusun- kotu bir Ă‚kıbete uğradı.
Sonra bu havĂ‚rilerin, ÎsĂ‚ ’nın Nusaybin ’e gitmeleri var. Ondan, yine ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’dan gelen hĂ‚tıra olarak Habîb-i Neccar var.
Bu, YĂ‚sin ’in 2. sayfasında. Antakya tarafına iki havĂ‚ri gonderdi tebliğ edici, ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın en yakınlarından. Sonra ucuncuyu gonderdi. Onlar kabul etmediler. “Sen dediler, bizim gibi insansın.” dediler.
“Derken şehrin obur ucundan (Habîb-i NeccĂ‚r isminde) bir adam koşarak geldi: «–Ey kavmim! Bu elcilere uyunuz!» dedi.” (YĂ‚sîn, 20)
İki şey soyledi:
“Sizden herhangi bir ucret istemeyen bu kimselere tĂ‚bî olun…” (YĂ‚sîn, 21) dedi. Yani daima peygamberler ve sĂ‚lih kimseler; “Bizim ecrimiz AllĂ‚h ’a ait.” diyorlar. Yani “Sizden makam, mevki, para-pul, ona ihtiyacımız yok diyorlar. Bizim ecrimiz AllĂ‚h ’a aittir.” diyorlar.
Bu, gelen Habîb-i Neccar da:
«–Ey kavmim! Bu elcilere uyun!» diyor.” (YĂ‚sîn, 20)
“Sizden herhangi bir ucret istemeyen kimselere tĂ‚bî olun…” (YĂ‚sîn, 21) diyor. Bunlar size Allah rızĂ‚sı icin geliyor. Bir dunya menfaati yok.
İkinci olarak da:
“...Bunlar, hidĂ‚yete ermiş kimselerdir.” (YĂ‚sîn, 21) diyor.
“–Bunların hayatında bir yanlışlık, bir defo, bir Ă‚rıza goruyor musunuz?” diyor. O zaman ucuncusu:
“–Yok.” diyor, “Bu gelen bu uc kişiye uyun!” diyor.
Demek ki burada şu var: Demek ki dîni temsil edecek kimse, “Benim ecrim AllĂ‚h ’a ait.” diyecek. Makam-mevki vs. şu bu, filĂ‚n… O olmayacak hayatında. AllĂ‚h ’ın yeryuzunde şahidi olacak. CenĂ‚b-ı Hak onu istiyor. “Sizler, yeryuzunde AllĂ‚h ’ın şahitlerisiniz buyuruyor. Yani dîni temsil edersiniz.” buyuruyor. (Bkz. el-Bakara, 143; Âl-i İmrĂ‚n, 140)
İkincisi de:
HidĂ‚yet uzere olacak. Yani dîni butun muhtevĂ‚sında yaşayacak. Bir yer eksik kalmayacak.
Yani iki hususa dikkat edecek:
Bu elciler, soz, davranış ve fiillerinde bir bozukluk, bir yanlışlık goruyor musunuz? Yani bunlar guzel ahlĂ‚k uzere değil mi?
İkincisi; bunlar sizlerden herhangi dunyalık makam, mevki istiyorlar mı? Kullardan bir iltifat, bir alĂ‚ka bekliyorlar mı?
Bunlar diyorlar ki o karye halkı:
“–O zaman diyorlar, seni taşlarız?” diyorlar Habîb-i NeccĂ‚r ’a. Habîb-i NeccĂ‚r da diyor ki:
“–Bana diyor, ne olmuş ki diyor, beni Yaratan ’a ben diyor ibadet etmeyeceğim diyor. HĂ‚lbuki diyor, hepimiz diyor, Rabbimiz ’e donduruleceğiz.” diyor. (Bkz. YĂ‚sîn, 22)
“O ’ndan başka ilĂ‚h mı edineyim (diyor)? O cok esirgeyici Allah, eğer bana bir zarar dilerse, onların (putlarının) şefĂ‚ati bana hicbir fayda vermez; beni kurtarmazlar.” (YĂ‚sîn, 23)
“İşte o zaman ben apacık bir sapıklığın icine gomulmuş olurum.” (YĂ‚sîn, 24) diyor putperestlere tĂ‚bî olursam.
“Şuphesiz ben, Rabbinize inandım; beni dinleyin!” (YĂ‚sîn, 25) diyor.
Onlar da:
“–O zaman seni taşlarız.” diyorlar. O da rĂ‚zı oluyor taşlanmaya. Îman celĂ‚deti. Aynı bu, Firavun ’un sihirbazları gibi. Onlar da:
رَبَّنَا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَتَوَفَّنَا مُسْلِمِينَ
dediler.
“…YĂ‚ Rabbi! Uzerimize sabır dok, bizim canımızı musluman olarak al.” (el-A ’rĂ‚f, 126) dediler.
Habîb-i Neccar da aynı şeyde. Demek ki burada CenĂ‚b-ı Hak bir îmĂ‚nı bize bildiriyor. Bir îman nasıl olacak.
Âyet-i kerîmede:
“«–Cennete gir!» denildi. (Taşlanırken. Bunun uzerine kavmine kızacağı yerde onlara acıdı ve şoyle) dedi: «–Keşke kavmim, Rabbimin bana olan bu ikrĂ‚mını bilseydi!»” (Bkz. YĂ‚sîn, 26­27)
Ebû MucĂ‚hid Hazretleri buyuruyor ki:
“MahlûkĂ‚tın en ahmağı nefistir. Cunku kendi aleyhine olan şeyleri ister.”
Bunun icin, nefsin temizlenmesi zarûrî. Onun icin emr-i bi ’l-mĂ‚rûf cok muhim bugun.
Bugun meselĂ‚ maalesef ne deniyor; İSLAM FOBİ deniyor. Diğer hicbir şeye bir fobi denmiyor, en bĂ‚tıl şeylere bile o Hind dinlerine, Yahudiliğe, Hristiyanlığa fobi denmiyor. Cok acıklı bir şey.
Niye? İslĂ‚m, merhamet, şefkat dîni. Efendimiz Ă‚lemlere rahmet olarak gonderildi.
Efendimiz; insanlara karşı teror, hayvanlara karşı teror, nebĂ‚ta kadar teror… Efendimiz hep bunlarla mucĂ‚dele etti. KĂ‚fir olsun mu ’min olsun daima her insanın hakkına riĂ‚yeti esas aldı.
Bugunku Hristiyanlığa gelince:
İki şeyde darbe yedi Hristiyanlık. Bir Pavlos ’la yedi. Bir de Yahova şahitleriyle yedi. Bunlar, Hristiyanlığın icini boşalttılar. Dînî akĂ‚idi konsiller tayin etti. Konsiller yani insanlar tarafından dînin akĂ‚idi tahrif edildi.
İbadetler kaldırıldı. Namazı Ă‚yin, sunneti vaftiz, orucu perhize cevirdiler.
Kilise ’ye para mukabilinde gunah cıkarma salĂ‚hiyeti verildi. Yani bir insan, kendi gibi insanın gunahını cıkartmaya başladı.
MuĂ‚melĂ‚t, ukûbat, hak hukuk vs…. Bu da “Sezar ’ın hakkı Sezar ’a!” denildi. Dunya hakkındaki kaideler Sezar ’a bırakıldı. Din, mĂ‚bede mahsus hĂ‚le geldi. Vs. boyle oldu.
Birkac misal veriyorum:
İznik ’te 325 senesinde bir konsil toplandı. Bu, ÎsĂ‚ ’nın rab olduğunu kabul etti, “ÎsĂ‚ rabdır” dedi. Bir de o zamana kadar cok İncil vardı birbirine tezatlı. ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın 65 sene sonra doğumundan, İncil ’ler yazılmaya başladı. Birbirine tezatlı İncil ’ler. Dort İncil tercih edildi. Luka, Yuhanna, Markos, Matta İncilleri. Bunlar icinde de ayrı ayrı tezatlar var.
325 ’te, yani ÎsĂ‚ rab oldu, dort İncil ’e duştu. Bir rivĂ‚yet, 800 İncil diyorlar. Yani herkes kendine gore, benim kalbime doğdu diye İncil yazıyordu.
Kadıkoy ’de bir konsil toplandı. O da Kutsal R