MahlûkÂtın hepsi, bizim idrÂkimiz dışında, kendi dillerince ve husûsiyetleri mûcibince, tabiî ve periyodik bir zikir hÂlindedir.
Ebû UmÂme -radıyallÂhu anh- şoyle anlatmaktadır:

“Uhud Harbi'nda bedbaht muşrik İbn-i Kamie ’nin attığı taş, Resûlullah ’ın -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- gul yuzunu yaralamış ve mubÂrek dişini kırmıştı. İbn-i Kamie, elindeki taşı fırlatırken ofkeyle haykırarak; «−Al sana! Ben İbn-i Kamie ’yim!» demişti. Resûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- mubÂrek yuzundeki kanı silerken o muşriğe:


«−Allah seni alcaltsın, parca parca etsin!» buyurdu.


Allah TeÂl o mel ’una bir dağ kecisini musallat etti. Keci de onu boynuzlaya boynuzlaya paramparca etti. (TaberÂnî, Kebîr, VIII, 154; Heysemî, VI, 117)

HAYVANÂTIN EFENDİMİZ ’E MUHABBET VE TÂZİMİ

Yine Abdullah bin Kurt -radıyallÂhu anh- hayvanÂtın Resûlullah Efendimiz ’e gosterdiği muhabbet ve tÂzîmi şoyle anlatır:

Resûlullah Efendimiz ’e beş veya altı tane kurbanlık deve getiril­mişti. Develer, (Âlemler SultÂnı) acaba hangimizden başlayacak diye (kendi aralarında Âdeta hÂl lisÂnı ile konuşup, O mubÂrek elin keseceği ilk kurban olabilmek arzusuyla birbirlerini gecmeye calışarak) Efendimiz ’e yaklaşmaya başladılar. Develer kesilip yanları ve başları yere duşunce Resûlullah, hafif sesle bir şey soyledi, ancak anlayamadım. (Onumdeki şahsa):

“−Ne buyurdu?” diye sordum:


“−«İsteyen bu kurbandan kesip alabilir.» buyuruyor.” dedi. (Ebû DÂvûd, MenÂsık, 19/1765; HÂkim, IV, 246/7522)


Duşunmek îcÂb eder ki, develerin, Resûl-i EkremEfendimiz ’in mubÂrek elleriyle kurban edilmek icin yarış etmeleri, karşılığında dunyevî veya uhrevî bir mukÂfÂta erişmeyecekleri hÂlde Resûl-i Ekrem ’e itÂat ve teslîmiyette birbirlerini gecmeye calışmaları karşısında, iki cihan saÂdetine O ’nun gosterdiği yolda yurumekle kavuşacak olan insanların, Allah Resûlu ’ne karşı nasıl bir muhabbet ve teslîmiyet yarışında olmaları gerekir?

Nitekim O Gonuller SultÂnı Efendimiz bir beyanlarında şoyle buyurmuşlardır:


“Cinlerin ve insanların Âsîleri hÂric, yer ile gok arasında var olan her şey benim AllÂh ’ın Resûlu olduğumu bilir.” (Ahmed bin Hanbel, III, 310)


PEYGAMBER EFENDİMİZ ’İN İLTİFAT ETTİĞİ DAĞ

Mesel cansız zannedilen cemÂdÂt icerisinde, Hazret-i Peygamber ’e olan coşkun muhabbetiyle Uhud, ne harika bir misaldir:

Nitekim bir gun Nebiyy-i Ekrem Efendimiz, Hazret-i Ebûbekir, Omer ve Osman -radıyallÂhu anhum- ile birlikte Uhud Dağı ’na cıkmıştı. O sırada dağ sarsılmaya başladı. Âlemlerin Efendisi ayağıyla yere vurup şoyle buyurdu:

“–SÂkin ol ey Uhud! Senin uzerinde bir peygamber, bir sıddîk ve iki şehîd vardır.” (BuhÂrî, AshÂbu ’n-Nebî, 6; Tirmizî, MenÂkıb, 18/3703; NesÂî, AhbÂs, 4)

Bu coşkun muhabbet sebebiyle, Efendimiz ’in Uhud hakkındaki şu iltifÂtı, Âşık gonuller icin ne kadar değerlidir:


“–Uhud oyle bir dağdır ki, o bizi cok sever, biz de onu severiz.” (BuhÂrî, CihÂd, 71; Muslim, Hacc, 504)


Uhud ’un Peygamber Efendimiz ’i tanıması ve cok sevmesi, esÂsen butun mahlûkÂtın Varlık Nûru ’nu bilip tasdîk ettiğinin bir başka şÃ‚hididir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Gonul Yolculuğu, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan