Turkler, İslÂm ’dan once de cihangirlik meyli ve cengÂverlik rûhuyla temÂyuz etmişlerdi. Atilla ’nın at sırtında iki defa Roma ’ya gidip bu kadim devlet merkezini zapta teşebbus etmesi, Cin ’de bir Turk hÂnedÂnının hukumrÂn olması gibi gercekler, bu cihangirlik meylinin İslÂm ’dan evvelki mevcûdiyetini gosteren fiilî vÂkıalardan bÂzılarıdır.
Turklerin cihangirlik anlayışı, İslÂm ’daki cihat mefhûmuyla Âhenkli duşmuş ve onların bu meyillerini îman dÂvÂsı adına kullanarak tarihte “Alperenler” ve “Horasan Erleri” gibi meşhur olmuş bulunan mucÂhitlerden olmalarını sağlamıştır.

TURKLERİN İSLAMİYET ’E HİZMETİ

Diğer taraftan onlar, daha “HulefÂ-i RÂşidîn” devrinde, coğu sahÂbeden muteşekkil İslÂm orduları İran ’ı fethederek Turkistan kapılarına dayandığında, İslÂm ’ın cihanşumûl ahlÂk ve cihad gibi temel prensiplerinin, kendilerinin millî karakterlerine uygunluğunu kavramakta gecikmemişler ve boylece kılıc zoru olmadan tabiî bir temÂyulle ve kitleler hÂlinde “Dahîlek y RasûlÂllah!” sayhalarıyla İslÂm ’a dÂhil olmuşlardır. Cok kısa bir zaman icinde de buyuk bir rûhî vecd ile kabûl ettikleri bu yeni dînin mudafaasına hayatlarını adayan, fetih rûhuyla dolu mucÂhidler kadrosu, yani ordusu hÂline gelmişlerdir.

İslÂmlaştırma gayretiyle birlikte aynı zamanda Araplaştırma gÂyesi de guden ve hÂkimiyetleri zamanında ortaya cıkan bÂzı bÂtınî cereyanların, kendilerine paravan olarak Ehl-i Beyt ’i kullanmalarından dolayı onlara karşı cirkin bir tavır takınmış bulunan Emevîler ’den İslÂm hilÂfetini alıp AbbÂsîler ’e devretmekte Turkler ’in oynadığı tÂrihî rol, inkÂr edilemez. Emevîler ’in takribî 90 yıllık bir hÂkimiyetinden sonra İslÂm temsilciliğini elde eden AbbÂsîler, Turkler ’in cihÂda yatkın tabiatlarını değerlendirerek futûhat ordularını tamamen onlardan teşkil etmişlerdir.


AbbÂsîler ’in yıkılışından sonra İslÂm temsilciliği, askerî sahada olduğu kadar siyÂset sahnesinde de, bir Turk devleti olan Buyuk Selcuklu Devleti ’ne gecmiştir.


LÂkin Selcuklular, merkezî otoriteden mahrum, feodal bir nizÂma donuştuklerinden, kısa sure icinde 3-4 parcaya ayrılmışlardır. Bunlardan biri olan “Anadolu Selcuklu Devleti” bir muddet daha hayÂtiyetini devam ettirdikten sonra, tarihin en fecî hÂdiselerinden biri olarak gercekleşen “Moğol İstîlÂları” sebebiyle ortadan kalkmıştır. Bunun neticesinde Anadolu yeniden bircok beylik hÂlinde, feodal bir nizÂma suruklenmiştir.

OSMANLI ’NIN ORTAYA CIKIŞI

Bu beylikler, Anadolu Selcuklu Devleti ’nin yerini alabilmek icin birbirleriyle mucÂdele ederlerken, yalnızca Osmanlı Beyliği bu kardeş kavgasına iltifat etmeyerek yuzunu Bizans toprağına cevirmiştir. Hem bulundukları coğrafî mevkî itibariyle, hem de ahlÂkî meziyetleri ve bilhassa da gercek mÂnÂda İslÂmî cihÂda dort elle sarılmaları sebebiyle, sur ’atle yukselerek kısa zamanda Avrupa yakasına gecmeyi başarmışlardır.

Bunda birbirleriyle kıyasıya mucÂdele eden bu Turk ve musluman beyliklerin tebaalarından pek cok kimsenin, bu mucÂdeleden vicdÂnen rahatsız olarak alttan alta kacıp Osmanlı ’ya katılmaları da belli başlı bir muessir olmuştur.

Osmanlılar, Anadolu beyliklerinden Hamidoğulları mulkunu parayla satın almışlar, Germiyanoğulları Beyliği ’nin arazisine ise verÂset yoluyla sahip olmuşlardır. TÂ ki Yıldırım BÂyezît HÂn ’ın muazzam “Niğbolu Zaferi”yle Haclılar sindirildikten sonra Anadolu ’ya yonelerek “Anadolu Turk-İslÂm Birliği”ni kurmaya teşebbus etmişlerdir. Bunu yaparken de Karamanoğulları gibi Osmanlı ’ya karşı Papalıkla bile ittifÂka kalkışan bir beyliği, iki yuz sene suren bir mucÂdele sonunda, onları bircok ihÂnet ve saldırıları sebebiyle defalarca mağlûp etmiş olmalarına rağmen, her defasında affetmek gibi bir fazîlet gostermişlerdir.

Aynı şekilde; Papalık, Venedikliler ve Rodos şovalyeleri gibi, Osmanlı ’nın ne kadar duşmanı varsa hepsiyle Osmanlı ’ya karşı ittifak etmiş bulunan Akkoyunlu Devleti reisi Uzun Hasan ’ı muteaddid saldırıları sebebiyle mağlûp etmiş oldukları hÂlde, daha ileriye gitmemiş ve onun devletini tamamen ortadan kaldırmaya teşebbus etmemişlerdir. Cunku onlar, mecbur kalmadıkca musluman kanı akıtmaktan şiddetle ictinÂb etmekteydiler.

Buna rağmen, İran ve Memluk devletleriyle Yavuz Sultan Selîm ’in harp etmesi -bu eserde temas edildiği uzere- şer ’î sebepler muvÂcehesinde alınmış olan fetvÂlarla gercekleştirilmiş olduğunu, burada sadece hatırlatmakla iktif ediyoruz.

OSMANLI UFKU

Osmanlı Devleti, İslÂmî olculer dÂhilinde gercekleşen cihad rûhu sÂyesinde, dort yuz cadırlık bir aşîretten ihtişamlı bir cihan devletine donuşerek, bir gun gelmiş, yirmi dort milyon kilometrekarelik bir coğrafyayı vatan yapmış, gectiği her yere “cil cil kubbeler serpen ordular” meydana getirmiştir. Cihanşumûl medeniyetlerin en ustun ve mustesnÂsını kurarak, îman, cihad, ilim ve sanatta asırlarca insanlığa rehber olmuştur. Cihad rûhu, babadan oğula tevÂrus edegelmiştir.

Nitekim bu rûh ile İstanbul ’u fethederek Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in mujdesine nÂil olan FÂtih Sultan Mehmed Han, bu şerefe ilÂveten yine Hazret-i Peygamber ’in bir mujdesiyle sÂbit olan Batı Roma ’nın fethine teşebbus edip İtalya ’nın guneyindeki Otranto ’yu fethetmiştir. Fakat omru bu buyuk emelini gercekleştirmeye kifÂyet etmemiştir. Onun yerine gecen oğlu Velî BÂyezît, tahta gecer gecmez kardeşi Cem ’in isyÂnıyla karşı karşıya kaldığı icin FÂtih ’in actığı bu cephedeki futûhÂtı devam ettirme imkÂnı bulamamıştır.

Kumandanı Gedik Ahmet Paşa ’yı başka işlerde kullanmak icin geri cağırması uzerine de Napoli Krallığı harekete gecerek burada 13 ay devam etmiş olan Osmanlı hÂkimiyetine son vermiştir.

Yine Yavuz Sultan Selîm HÂn ’ın Mısır fethinden sonra tukenmek bilmeyen bir cihad aşkıyla dile getirdiği şu sozler, aynı zamanda o cihangir sultÂnın gonul ufkunu ne guzel sergilemektedir:

“Gonul ister ki, Afrika ’nın kuzeyinden Endulus ’e cıkayım ve sonra Balkanlar uzerinden tekrar İstanbul ’a doneyim!..”





Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Âbide Şahsiyetleri ve Muesseseleriyle Osmanlı, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan