İlahi dinler nelerdir? İlahi dinlerin ozellikleri nelerdir? İslam'ı diğer dinlerden ayıran ozellikleri nelerdir? İlahi dinler hakkında genel bilgiler...İnsanları dalaletten hidayete ulaştırmak icin Allah Teala tarafından peygamberler vasıtasıyla gonderilen dinlere "ilahi dinler" denir. Bu manada Hz. Adem ilk insan ve ilk peygamberdir. Yuce Allah ona 10 sahifelik kitap indirmiştir. Hz. Ademi takip eden asırlarda Yuce Allah ihtiyaca gore ceşitli memleketlerde yaşayan insanlara rasul ve nebiler gondermiş; emir ve yasaklarını bu yolla insanlara ulaştırmıştır.
İLAHİ DİNLER HAKKINDA GENEL BİLGİ İnsanları dalaletten hidayete ulaştırmak icin Allah Teala tarafından peygamberler vasıtasıyla gonderilen dinlere ilahi dinler denir. Bu manada Hz. Adem ilk insan ve ilk peygamberdir. Yuce Allah ona 10 sahifelik kitap indirmiştir. Hz. Ademi takip eden asırlarda Yuce Allah ihtiyaca gore ceşitli memleketlerde yaşayan insanlara rasul ve nebiler gondermiş; emir ve yasaklarını bu yolla insanlara ulaştırmıştır. Peygamber gonderme, Allah ’ın değişmez bir kanunudur (sunnetullahtır.)
Kur ’an-ı Kerim ’de 28 kadar peygamber[1] adından bahsedilmekte ve bunlar arasından da bazılarının kıssalarına yer verilmektedir.
28 peygamberin dışında Kur ’an ’da adı ve kıssası gecmeyen, kimliklerini, adlarını ve tebliğ vazifesini yerine getirdikleri yerleri bilemediğimiz, fakat sayıları hadislerde bildirilen 124 bin peygamber gelip gecmiştir.[2]
İsim ve kıssalarını Kur ’an ’dan oğrendiğimiz peygamberlerden Davud ’a (a.s.) Zebur; Musa ’ya (a.s.) Tevrat, İsa ’ya (a.s.) İncil ve son peygamber Hz. Muhammed ’e de (s.a.) Kur ’an-ı Kerim indirilmiştir. Adı zikredilen kitaplara buyuk kitaplar denir. Bunların dışında suhuf adı verilen bir kısım kitaplar daha vardır ki bunlardan 10 sahifesi Adem ’e (a.s.), 50 sahifesi Şit ’e (a.s.), 30 sahifesi İdris ’e (a.s.), 10 sahifesi de İbrahim ’e (a.s.) verilmiştir[3].
Kur ’an-ı Kerim, Hz. Adem ’den Hz. Muhammed ’e (s.a.) kadar gelen, vahye ve peygamberlere dayanan dini geleneğe, İslÂm adını vermektedir. Yahudilik ve Hıristiyanlık, esas prensiplerinde ve kutsal kitaplarında tahrifler bulunsa da, kaynağı itibarı ile ilahî dindir. Bugun tahrif ve değişime uğramadan, orijinal şekliyle muhafaza edilen ve hak din olma vasfını en iyi temsil eden tek din İslÂm dinidir.[4]
İhahî kaynaklı dinlerden bugun yalnız Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslÂm varlığını devam ettirmektedir. Ancak, yukarıda da ifade edildiği gibi asliyetini mahafaza eden yegane din İslÂm ’dır. Bu manada biz, yaşayan ilahi kaynaklı dinleri inanc, ibadet, ahlak vb. acılardan inceleyecek ve aralarındaki farkları ortaya koymaya calışacağız.
I-YAHUDİLİK VE KISA TARİHCESİ Dinin Adı
Yahudilik
Cıktığı Yer
Filistin
Tarihi
M. O. 13. YY.
Dinin Muhatap Kitlesi
Irka nispetle milli bir din
Hususi yolu
Tanrı Yahve ve Musa (as) ’ın kanunlarına itaat
Tanrı adı
Yahve
Kitabı
Eski Ahit ve Talmut
Mensuplarının Sayısı
18 milyon
Dunya Nufusuna gore yuzdesi
%0.03
Yayıldığı Yerler
İsrail, Amerika, Avrupa, Rusya vb.
Yahudilik, yaşayan ilahi kaynaklı dinlerin en eskilerinden biri olup mensubu en az olanıdır. Bu dine Hz. Musa ’ya nispetle “Musevilik;” mensuplarına da yahudi, musevi veya israil oğulları denir. Kendi icinde din mi, ırk mı yoksa millet mi olduğu pek belli değildir. Yahudilikte ırk ve din ic-ice girmiştir, bunları birbirinden ayırmak oldukca guctur. Yahudiliğin, genelde aynı soya ve dini cemaate sahip ırk ve inanc birliği olduğu soylenebilir.[5]
Yahudiliğin en onemli ozelliklerinden biri, yahudilerin Allah ile ahidleşmeleridir. Onlara gore Tanrı Yehova, Tur-i Sina ’da bu kavmi kendine muhatap kılmış, onlarla ahidleşmiş, yani onlardan emirlerine uyacaklarına dair soz almış ve Hz. Musa ’ya Tevrat ’ı (Tora) indirmiştir. Fakat İsrail Oğulları verdikleri bu sozu yerine getirmedikleri icin bir cok sıkıntılar ve musibetlerle karşı karşıya kalmışlardır. Bu durum gerek Tevrat ’ta gerekse Kur ’an ’da belirtilmektedir.[6]
YAHUDİLİĞİN KISA TARİHCESİ
Yahudilerin soyu, Hz. Yakup ve onun babası Hz. İshak yoluyla Hz. İbrahim ’e (a.s.) dayanır.
Yahudiler, Yakub ’un (a.s.) 12 oğlundan biri olan Yusuf (a.s.) doneminde Mısır ’a yerleştiler. Fakat zamanla Mısır ’da esir muamelesi gormeye başladılar ve bir cok sıkıntıya maruz kaldılar. Fravun ve Mısır ’ın yerli halkı olan Kıptiler, Yahudileri hor gordu ve onlara kole muamelesi yaptılar.
Yuce Allah bu donemde Musa ’yı (a.s.), yahudilere peygamber olarak gonderdi ve kardeşi Harun ’u da kendisine yardımcı yaptı. Musa (a.s.) yahudileri Fravun ’un esaret ve zulmunden kurtardı, Kızıldenizi gecerek Sina yarımadasına ulaştırdı. Musa ’yı (a.s.) takip eden Fravun ve ordusu Kızıldenizde mucizevî bir şekilde boğuldu.
Allah Teala Tur-i Sina ’da Musa ’ya (a.s.) Tevrat ’ı vahyetti. Yahudiler Sina colunde Hz. Musa ile 40 yıl beraber bulundular. Hz. Musa vefat ettikten sonra Yeşu (muhtemelen Yuşa peygamber) komutasında arz-ı mev ’ud[7] (vadedilen topraklar) denilen Filistin topraklarına gelip yerleştiler.
Yahudiler en parlak donemlerini Hz. Davud (M. O. 1015-975) ve Suleyman (M. O. 970-930) devrinde yaşadılar. Davud (a.s.) zamanında Kudus alınıp merkez yapıldı. Suleyman (a.s.) zamanında ise Kudus ’te Mescid-i Aksa adındaki mukaddes mabedin ilk şekli inşa edildi ve ulke en geniş sınırlarına ulaştı. Onun vefatından sonra ulke, Yehuda ve İsrail krallığı diye ikiye ayrıldı. İsrail krallığı M. O. 721, Yehuda krallığı ise M. O. 586 ’da yıkıldı, kutsal mabed tahrip edildi, yahudilerin buyuk bir kısmı surgun edildi.
Yahudiler, bu surgunden sonra tekrar Kudus ’e donerek mabedi yeniden inşa ettiler. Ancak M. S. 70 yılında Yahudiler, Roma devletine karşı ayaklandılar. Bunun uzerine imparator Titus tarafından ikinci kez surgune gonderildiler. Kutsal mabed de tekrar yıkıldı ve bundan sonra yeniden inşa edilmedi. Bunun neticesi olarak mabede bağlı olarak yerine getirilmesi şart olan bir takım ibadetler (mesela kurban gibi) ifa edilemez hale geldi. Eski mabedin yerini artık kucuk sinagoglar almaya başladı.
İkinci surgunden sonra yahudiler, yuzyıllarca devam eden surgun hayatı (Diaspora) yaşamaya başladı ve dunyanın muhtelif bolgelerine dağıldılar. Dağıldıkları yerlerde başka milletlerin idaresi altında yaşadılar; bulundukları yerlerde, İsrail ’in kuruluşuna kadar, yaklaşık 2 bin yıl devletsiz yaşadılar.
İngiltere, Fransa ve İspanya kendi ulkelerindeki yahudileri kovdular. Kovulan yahudilere Osmanlı Devleti sahip cıktı. Dunyanın her tarafından kovulan, her toplumdan tecrid edilen ve horlanan yahudiler, en rahat donemlerini musluman beldelerde, ozellikle de Osmanlıların himayesinde gecirdiler.[8]
Bir zamanlar yahudileri kendi topraklarından kovan kimi ulkeler, nihayet eski Osmanlı toprağı ve Filistinli muslumanların vatanı olan bu bolgeyi, yahudilere verip orada bir yahudi devletinin kurulmasını sağladılar ve 1948 ’de İsrail devleti kuruldu.[9] Bugun yahudilerin buyuk coğunluğu burada yaşamaktadır.
II-HIRISTİYANLIK VE KISA TARİHCESİ Dinin Adı
Hıristiyanlık
Cıktığı Yer
Filistin
Tarihi
Miladi 1. YY.
Peygamberi
Hz. İsa
Dinin İnac Yapısı
Teslis (Allah Baba, Oğul İsa, Kutsal Ruh)
Tanrı adı
Baba, Oğul, Kutsal Ruh
Kitabı
Kitab-ı Mukaddes :Eski Ahit (Tevrat) ve Yeni Ahid (İnciller ve diğer Risaleler)
Mensuplarının Sayısı
1.5 milyar
Dunya Nufusuna gore yuzdesi
% 24.4
Yayıldığı Yerler
Amerika, Avrupa, Afrika, Avustralya, Rusya vb.
Hıristiyanlık, Hz. İsa ’nın tebliğ ettiği ilahî dinin adıdır. Ancak bu isim daha sonra konulmuştur. Cunku Allah tarafından gonderilen butun dinlerin ortak adı İslÂm ’dır. İlk kez Antakya ’da Hz. İsa ’ya inananlar icin kullanılan Hıristiyan tabiri, “Hz. İsa ’ya saygı gosterenler” manasına gelmektedir. Ayrıca Hıristiyanlığa Hz. İsa ’nın doğduğu yer olan Nasıra kasabasına nispetle “NasarÂ,” bu dinin mensuplarına da “Nasranî” adı verilmektedir.
Hıristiyanlığın mukaddes kitabı İncil ’dir. Yalnız, hıristiyanlar bugun mukaddes kitap olarak hem Eski Ahid ’i hem de Yeni Ahid ’i kabul ederler. Ne var ki bu iki kitap orijinalliğini muhafaza edememiştir. Diğer bir ifadeyle bugun elde bulunan Eski ve Yeni Ahid, Allah tarafından gonderilen ilahî kitap huviyetini taşımamaktadır. Cunku bu kitaplar, indirildiği zaman yazıya gecirilememiş, muntesipleri tarafından korunamamış ve yuzyıllar sonra insanlar tarafından bir cok ilave ve cıkarmalar yapılarak meydana getirilmiştir.
HIRİSTİYANLIĞIN KISA TARİHCESİ
Hz. İsa, İsrail Oğulları ’na gonderilen bir peygamberdir. O mucizevî bir şekilde babasız olarak Hz. Meryem ’den dunyaya gelmiştir. Allah tarafından kendisine vahyedilen İncil ’i İsrail Oğulları ’na tebliğ etmiş, fakat hayatta iken kendisine cok az kimse iman etmiştir. Ona iman edenler arasında 12 havarisi meşhur olmuştur. Diğerleri iman etmedikleri gibi Hz. İsa ’yı oldurmeye bile teşebbus etmişler, ancak Allah Teala onu mucizevî bir şekilde semaya yukseltmiştir. İsrail Oğulları ise Hz. İsa ’ya benzettikleri birini (Yahuda Iskaryot ’u) oldurup carmıha germişler ve oldurdukleri şahsın İsa olduğunu iddia etmişlerdir.
Hz. İsa ’ya ilk inananlara havariler de dahil olmak uzere “Yahudi Hıristiyanlar” denilmiştir. Hz. İsa ’ya sadık olan ve onun prensiplerine tabi olan ilk muslumanlar, Pavlus[10] donemine (M. 49) kadar İncil ’in esaslarını tatbik ve tebliğ etmeye devam etmişlerdir.
Pavlus doneminde Hıristiyanlık yeni bir devre girmiş; teslis inancı icat edilmiş, mesih duşuncesi yani Hz. İsa ’nın Tanrı ’nın oğlu olarak insanlığı kurtaracağı meselesi ortaya cıkarılmış, Hz. Adem ve Havva ’nın işlediği gunahtan dolayı butun insanların gunahkar olarak doğduğu ve insanları bu gunahtan temizlemek icin Hz. İsa ’nın Tanrı ’nın oğlu olarak kendini feda ettiği fikri savunulmuş, bunun yanında yeni hıristiyan olanlanların Musa şeriatına bağlı olmalarına gerek kalmadığı, bu nedenle de domuz eti yiyebilecekleri, sunnet olma ve cumartesi gununun kutsallığını kabul etme gibi zorunluluklarının kalmadığı soylenmiştir.
Aynı zamanda Hıristiyanlık Pavlus doneminde İsrail Oğulları dışında hızlı bir şekilde yayılmaya başlamıştır. Boylece, bugunku Hıristiyanlığın temelleri Pavlus tarafından atılmıştır.
Hıristiyanlık uc asır kadar gizli yayılmış ve nihayet M. 380-392 yıllarında Roma imparatorluğunun tek resmi dini haline gelmiştir.
Hıristiyanlık orijinal halini muhafaza edemediğinden, zaman icerisinde bu dinin esaslarını tespit etmek icin bir cok konsiller duzenlenmiştir. Bu konsiller, ust duzey hıristiyan din adamlarının oluşturduğu meclis mahiyetindedir. İlk konsil, Romalılar doneminde 325 ’te İznik ’te yapılmış, burada yuzlerce incilden 4 tanesi (Matta, Markos, Luka, Yuhanna) secilip esas alınmıştır. Yine bu konsilde Hz. İsa ’nın Tanrı ’nın oğlu olduğu inancı benimsenmiştir.
Daha sonraki konsillerde Hz. Meryem ’in Tanrı İsa ’nın annesi olduğu iddia edilmiş, 533 İstanbul konsilinde de iman esaslarına Kutsal Ruh kavramı ilave edilerek hıristiyan inancının temeli olan teslis (uc Tanrı) akidesi kabul edilmiştir.
Kilise orta cağ boyunca en guclu donemlerini yaşamıştır. Romalılar, bu donemde Hıristiyanlığa azami desteği sağlamıştır. Bu donemlerde kilise gunah cıkararak Endulujans kağıtları dağıtmaya başlamış ve bunlardan yuklu miktarda para temin etmiştir. Kilise papazları insanların gunahlarını affettiklerini iddia ederek para karşılığında “Endulujans” denen belgeler dağıtmıştır. Bu belgeler bir nevi para karşılığı cennetten arsa satın almayı temsil ediyordu.
Bu donemde kilise “Kilise dışında kurtuluş yoktur” doğmasından hareketle farklı duşunenleri Engizisyon mahkemelerinde yargılayıp olume mahkum ediyordu. Bu mahkemelerde sanıklara cok farklı işkence motodları uygulanıyordu. Mesela kaynar suya el-ayak vb. organlarını sokma., kızgın kamcılarla vurma, zincirli askı denilen demir bir kafes icinde vahşi hayvanlara terk edilme, organları ezme, su işkencesi, gemi direği işkencesi, kazığa oturtma vb. sayılabilir. Kimi kaynaklar ortacağ boyunca bu şekilde oldurulenlerin sayısının beş milyonu gectiğini ifade eder.[11] Yine bazı yazarlar, bu donemin Hıristiyanlarının, kendilerinden onceki Romalı putperestlerden daha gaddar ve hoşgorusuz olduğunu soylerler.[12]
Daha sonraki donemlerde kilise kendi icerisinde dini ve siyasi nedenlerden dolayı ic karışıklıklarla mucadele etmek zorunda kalmış, nihayet M. 1054 yılında Katolik ve Ortodoks kilisesi diye ikiye bolunmuştur. Bu iki kilise kendi arasında daima bir mucadele icerisinde olmuştur.
Dorduncu haclı seferinde Konstantinopolis ’i (İstanbul) ve icindeki Ortodoks hıristiyanları muslumanlara karşı korumak icin Roma ’dan yardıma gelen Katolik kilisesine mensup Latin hıristiyanlar, yardım edecekleri yerde şehri yakıp yıkmışlar ve yağmalamışlardır. Bu zulumleri unutmayan Ortodoks hıristiyanlar, İstanbul Osmanlılar tarafından kuşatıldığında, “İstanbul ’da bir kardinal kulahı gormektense, musluman sarığı gormeyı tercih ederiz.” diyerek muslumanların, kendi dindaşlarından daha adaletli ve hoşgorulu olduğunu kabul etmişlerdir.[13]
Hıristiyanlar, bozulan birliğini yeniden sağlamak, siyasî ve iktisadî bakımdan guc kazanmak ve Kudus gibi kutsal yerleri ele gecirmek maksadıyla muslumanlara karşı bir cok haclı seferi duzenlemişlerdir. Hıristiyanlar bu savaşlarda elbise ve silahlarına Hz. İsa ’nin sozde carmıha gerilişini simgeleyen hac (+) işareti taktıkları icin bu seferlere haclı seferleri denmiştir.
Bu savaşlarda binlerce masum musluman oldurulmuş ve İslÂm toprakları yağmalanmıştır. Nitekim yuzyıllar sonra Roma Katolik kilisesi (Vatikan), yaptıkları bu hatayı itiraf edip butun İslÂm aleminden ozur dilemek zorunda kalmıştır.
Ayrıca Kilise tarafından vahşi, medeniyetsiz ve cok kotu gosterilen muslumanların hicte oyle olmadıkları, aksine kendilerinden daha medeni ve insan haklarına daha saygılı oldukları bizzat hıristiyanlar tarafından muşahede edilmiştir.
Halbuki muslumanlar bu donemde teknik ve medeniyet olarak onlardan cok daha ileri seviyede bulunuyorlardı. Zira İslÂm dini hicbir zaman ilmin ve tekniğin karşısında olmamış, kilisenin Galile vb. bilim adamlarına yaptığı idam mahkumiyetine benzer bir uygulamada bulunmamaştır. Aksine hıristiyanlar, haclı seferlerinde muslumanlardan kağıt ve saat kullanma gibi bir cok tekniği oğrenmiş ve bunu memleketlerine taşımışlardır. Ayrıca hıristiyanlar, muslumanların eski Yunan duşuncesine ait Arapca ’ya cevirmiş oldukları eserleri, kendi dillerine cevirmiş ve boylece Aristo ve Platon gibi duşunurleri yeniden tanıma fırsatı bulmuşlardır.
Yukarıda zikredilen sebeplerden dolayı 15-17. yuzyıllarda hıristiyanların kilise ve papazlara olan guveni daha da sarsılmış, kilisenin dayatmalarına karşı ilim ve fikir adamları seslerini yukseltmeye başlamış ve nihayet fikir ayrılıklarından dolayı Hıristiyanlık ’ta yeni mezhepler ve millî kiliseler ortaya cıkmıştır. Protestanlık, Anglikan kilisesi, Kalvinist kiliseler vb. bolunmeler bu donemlerde olmuştur.
Ayrıca dine dayalı fikir ayrılıkları Avrupa ’da “30 Yıl Savaşları” olarak bilinen kanlı mezhep ve din savaşlarına sahne olmuştur. Bu savaşlar, ancak 1648 Vestefalya antlaşmasıyla sona ermiştir.
Bugun Hıristiyanlık dunyanın ceşitli yerlerinde 20 ’den fazla mezhebiyle yaşamaya devam etmektedir. Ancak gunumuzde kilise, mensuplarının dini ihtiyaclarını tatmin edememekte, bundan dolayı bir cok hıristiyan din değiştirmekte ve kiliseler kapanmaktadır. Cunku insanlar, Hıritiyanlık ’ta aradığı gercek dini hayatı bulamamakta, hıristiyanlıktaki dini akidelerden zihnen ve kalben tatmin olamamaktadırlar.
Mesela uc tanrıdan meydana gelen teslise inanılması, papazların başkalarının gunahını affetme yetkisine sahip olması, yine papazların masum kabul edilmesi, hıristiyanların ellerinde sağlam, tutarlı ve tek bir kitap yerine muharref, birbirinden farklı incillerin bulunması gibi hususlar, coğu kimseye aykırı gelmekte ve onları ikna edememektedir. Butun bunların yanında bugun Hıristiyanlık, insanlığa dunya ve ahiret saadeti bahşedebilecek bir hukukî ve ahlÂki nizama da sahip olmamaktadır.
III-İSLÂM Dinin Adı
İslÂm
Cıktığı Yer
Arabistan
Tarihi
Miladi 7. Yuzyıl
Peygamberi
Hz. Muhammed (s.a.)
Dinin İnanc Yapısı
Tevhid (Tek Bir Allah inancı)
Mutlak yaratıcının adı
Allah (c.c.)
Kitabı
Kur ’an-ı Kerim
Mensuplarının Sayısı
1. 5 milyar
Dunya Nufusuna gore yuzdesi
% 22.4
Yayıldığı Yerler
Asya, Afrika, Avrupa, Amerika, Avustralya ve dunyanın bir cok yerleri
İslÂm, kelime olarak “itaat etmek, boyun eğmek, bağlanmak, sulh ve selamet icerisinde bulunmak ve teslim” olmak demektir. Istılah olarak ise İslÂm, “Yuce Allah ’a itaat etmek, O ’na ram olmak, teslim olmak, Hz. Muhammed ’in (s.a.) din adına tebliğ ettiklerini butun varlığıyla kabul edip gereklerini yerine getirmek” manasına gelir.
İslÂm, duşunce, yaşayış ve davranışlarımızın ilahî nizamını sağlayan dengeli guzellikler zinciridir. İslÂm fikrî, kavlî ve fiilî bakımdan insanı en guzel şekilde yoğurup kemale erdiren ve karanlıklardan nura cıkaran saadet yoludur.
İslÂm, Allah ’a muhabbet, bağlılık ve itaat zemininde ebedi selamet ve kurtuluş nızamıdır. Yerlerin ve goklerin nizamı da itaate bağlıdır. İnsanlarda kulluk ve itaat olmadığı zaman ilahî program, gazab halinde tecelli edebilir, yeryuzunun duzeni bozulup fesat hakim olabilir.
İlk insan ve ilk peygamber olması itibarı ile Hz. Adem (a.s.) ile başlayıp ahir zaman nebisi Hz. Muhammed ’e (s.a.) kadar devam eden ilahî tebliğlerin muhtevası aynı olduğundan, İslÂm butun ilahî dinlerin ortak adı olmuştur.
Bu itibarla İslÂm, umumiyetle sanıldığı gibi yalnız Kur ’an ’ın muhtevasına has değildir. Butun semavî dinler, beşerî tahrifler meydana gelmeden evvelki halleriyle İslÂm ismiyle zikredilmiştir. Bu gerceği ifade etmek icin Kur ’an-ı Kerim ’de “Allah katında din ancak İslÂm ’dır”[14] buyurulmuştur.
Aynı zamanda Kur ’an ’ın bu ifadesi, beşeriyetin kurtuluş recetesinin de sadece İslÂm olduğunu tekit etmektedir. Bu hakikat başka bir ayette daha acık bir şekilde şoyle ifade edilmiştir:
“Kim İslÂm ’dan başka bir din ararsa bilsin ki ondan boyle bir din asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette de zarar edenlerden olacaktır.”[15]
A-İSLÂM DİNİNİN KISA TARİHCESİ
İslÂm dini, M. 7. yy. ’ın başlarında Arap yarımadasında Mekke ’de doğmuştur. Bu donemde insanlık, hidayetten uzaklaşmış, onceki ilahî kitaplar tahrif edilerek insanlara dunya ve ahiret saadeti sağlamaktan uzaklaşmış, hak-hukuk, adalet gibi mefhumlar ortadan kaldırılmış, insanlık koyu bir cehalet, sapıklık ve ahlaksızlık girdabına duşmuş bulunuyordu.
Mesela bu donemde kız cocukları acımasızca diri diri toprağa gomuluyor, hur insanlar koleleştiriliyor, kadınlara bir meta muamelesi yapılıyor, insanların şeref ve onuru hice sayılıyor, ancak guclu olan haklı kabul ediliyor, zayıf ve kimsesizlerin hakkı zalimane bir şekilde gasbediliyordu.
İşte boyle bir donemde Yuce Allah, son peygamber olan Hz. Muhammed ’i (s.a.) insanlığa bir hidayet guneşi, rahmet peygamberi, kurtuluş rehberi olarak gonderdi.
Hz. Muhammed asil bir ailenin evladı olarak Mekke ’de M. 571 yılında (20 Nisan-12 Rabiulevvel) dunyamızı şereflendirdi. Doğmadan once babası Abdullah vefat etmişti. Altı yaşlarında Annesini (Amine Hatun) kaybetti. Annesi vefat ettikten sonra dedesi Abdulmuttalip onu himayesine aldı. O da vefat edince evleninceye kadar amcası Ebu Talib ’in himayesi altında bulundu.
25 yaşlarında Hz. Hatice ile evlendi. Kucuk yaşlarında ticarete başladı ve 40 yaşına kadar devam etti. 40 yaşında Allah tarafından kendisine peygamberlik vazifesi verildi.
Hz. Muhammed (a.s.) peygamberlikten once herkesin sevdiği, kendisine saygı duyduğu bir kimse idi. O donemdeki insanlar, en kıymetli eşyalarını ona emanet ediyorlar, emanete hiyanet etmeyeceğini kesin olarak biliyorlardı. Bu nedenle kendisine Muhammedu ’l-emin (guvenilir Muhammed) demişlerdi.
Yine Hz. Muhammed peygamberlikten once hicbir şekilde puta tapmayan, asla yalan soylemeyen, yetimleri koruyan, akrabalarına gereken değeri veren bir kimse olarak tanınıyordu.
40 yaşına geldiği zaman peygamberler zincirinin son halkasını tamamlamak uzere Yuce Allah kendisine vahiy gonderdi.
Hz. Peygamber, kendisine gelen vahiyleri ashabına okuyor, gerekli yerlerle acıklamalarda bulunuyor ve peygamberlik vazifesini yerine getiriyordu. O ilk tebliğ vazifesine yakın akrabalarından başladı. Risaletin ilk yıllarında tebliğ vazifesi gizli olarak yapıldı. Bu gizlilik uc yıl surdu ve bu uc yıl icerisinde muslumanların sayısı ancak 40 ’a ulaşabildi. Sonra acıktan tebliğ emri geldi ve Hz. Peygamber heskesi acıkca İslÂm ’a davet etmeye başladı.
Acık davet başladıktan sonra makam ve menfaatlerinin ellerinden gideceğini duşunen Mekke ’nin ileri gelenleri, bu davete şiddetle karşı cıktı, hem Peygamber Efendimiz ’e hem de muminlere işkence ve zulum etmeye başladılar, bununla da kalmayarak muslumanlarla butun irtibatlarını kestiler, onları boykot ettiler. Fakat muminlerden hic biri imanından taviz vermedi.
Bu durum yaklaşık 13 yıl devam etti. Fakat işkence ve zulum artık dayanılmaz boyutlara ulaşınca muslumanlar hicret etmek zorunda kaldılar. Once Habeşistana, sonra da Medine ’ye hicret edildi. Sonunda Hz. Peygamber de Medine ’ye hicret etti ve orada tebliğ vazifesini surdurdu.
Medine ’ye hicret gercekleşince Peygamber Efendimiz muhacirlerle ensarı kardeş ilan etti.[16] Ayrıca Medine ’de bulunan yahudilerle de vatandaşlık anlaşması imzaladı.
Muslumanlar hicretten sonra İslÂm ’ı daha rahat yaşama ve tebliğ etme imkanına kavuştular. Bu bakımdan Medine doneminde İslÂm daha suratli yayılma gosterdi. Bundan aşırı şekilde rahatsız olan Mekkeli muşrikler Bedir, Uhud ve Hendek ’te muslumanlara art arda saldırıda bulunarak İslÂm ’ın yayılışının onune gecmek istediler. Ancak Yuce Allah ’ın da yardımıyla sayıları az fakat imanları oldukca kuvvetli olan o ilk muslumanlar, duşmanlarına galip geldiler.
Bu savaşlarda kendileriyle anlaşma yapılan yahudiler, anlaşmayı bozup muslumanları arkadan vurdukları icin cezalandırılarak Medine topraklarından surulmuşlerdir.
Medine ’de guclenen muslumanlar artık Mekke ’yi fethetmenin zamanının geldine kani olmuşlar, sonunda Hz. Peygamber ’in komutasında hazırlanan buyuk bir ordu ile bir zamanlar cıkarıldıkları topraklara muzaffer bir halde geri donmuşler ve hicbir mukavemetle karşılaşmadan ve savaş yapmadan şehri fethetmişlerdir.
Hz. Peygamber on yıllık Medine donemindeki tebliğ vazifesini de tamamlamış, veda haccında irad ettiği veda hutbesiyle insanlığa son mesajını vermiş ve nihayet 632 yılında bu fani alemden ebedi yolculuğuna uğurlanmıştır.
Hz. Peygamber doneminde Kur ’an-ı Kerim tamamen vahyedilmiş, sahabe tarafından yazıya gecirilmiş ve bir cok sahabi tarafından ezberlenmiştir. Bugun elimizde mevcut olan Kur ’an, işte o donemde yazılmış ve hicbir değişikliğe uğramadan bize nakledilmiş olan Kur ’an ’ın aynısıdır.
Hz. Peygamber ’in vefatından sonra yerine halife olarak sırasıyla Hz. Ebu Bekir, Omer, Osman ve Ali (Allah onlardan razı olsun) gecmiştir. Bu donem, yaklaşık olarak 30 yıl surmuş ve İslÂm coğrafyasının hudutları Suriye, Mısır, Mezopotamya, İran ve Hindistan ’a kadar uzanmıştır.
Daha sonra Emevi devleti kurulmuş (M. 661-750), bu donemde İslÂm devletinin merkezi Şam ’a nakledilmiş, İslÂm ’ın hudutları Cin ’e, Hindistan ’a ve Batı ’da Fransa ’ya kadar ulaşmıştır.
Emevilerden sonra İslÂm devletinin yonetimini eline alan Abbasiler (M. 750-1258), beş asra yakın Bağdat ’ta İslÂmiyetin mudafaasını yapmışlardır. İslÂm bu donemde ilim, duşunce ve sanat alanında buyuk bir derinlik kazanmıştır. Bu maksatla Bağdat ’ta Nizamiye ve Beytu ’l-hikme medreseleri kurulmuş ve buralarda İmam Gazali (o. 505) gibi bir cok ilim ve fikir adam yetişmiştir.
Bağdat ’ta boyle bir ilmî ve fikrî hareketlilik yaşanırken, muslumanlar tarafından fethedilen Endulus ’te de (İspanya) İslÂm medeniyeti en parlak donemlerinden birini yaşıyordu.
Bu devirde haclılar denen Hıristiyan alemi, İslÂm topralarına bir cok saldırı duzenlemişler, muslumanlar Abbasiler, Eyyubiler ve Selcuklular devrinde haclılarla mucadele etmek zorunda kalmışlardır. Haclılar, bu savaşlarda başarılı olamamışlardır. Turklerin de İslÂmiyeti kabul etmesiyle İslÂm hudutları Anadolu ’dan Bizans ’a kadar uzanmıştır.
Selcuklulardan sonra kurulan Osmanlı devleti, altı asırdan fazla İslÂm ’ın bayraktarlığını ve mudafaasını yapmış ve bu donemde Doğu Roma İmparatorluğu ’nun başkenti ve Ortodoks Hıristiyanlığın merkezi olan İstanbul, Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet Han tarafından 1453 yılında fethedilmiştir.
Osmanlılar doneminde İslÂm devleti Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarında yoğun bir şekilde yayılma gostermiş, 22 milyon km kare buyuk bir toprak parcasına sahip olmuştur. Osmanlı devleti, 623 senelik tarihi boyunca Avrupa ’da Yunanistan, Bulgaristan, Macaristan, Yuyoslavya, Arnavutluk...; Ortadoğuda Arabistan, Irak, Suriye, Filistin, İsrail, Urdun, Mısır...; Afrikada Cezayır, Fas, Tunus...; Asya ’da Azerbaycan, Gurcistan, Ermenistan, gibi bircok ulkeyi hakimeyeti altına alıp adil bir şekilde idare etmiştir.
Osmanlı devletinin adelete verdiği onemi belirtmek icin İstanbul ’un fethinin hemen oncesinde gercekleşen şu olay oldukca dikkat cekicidir: İstanbul ’un fethi sırasında hıristiyanlar tarafından Ayasofya kilisesinde bir toplantı yapılmış, bu toplantıda papadan yardım istenmesi teklif edilmiş, ancak Bizans asılzadelerinden hıristiyan Granduk Notaras, daha once (dorduncu haclı seferi sırasında) yardıma cağırdıkları katolik orduların şehri yağmaladıklarını hatırlatarak, “İstanbul ’da kardinal şapkası gormektense musluman sarığı gormeyi tercih ederim.” demiş ve bu teklife karşı cıkmıştır.
Bu donemde cığırından cıkmış olan Hıristiyanlıkta, akıl ve mantık dışı yanlışlıklara isyan ederek Protestan mezhebini kuran Alman reformist Martin Luther, muslumanları sevmemesine rağmen, kendi idarecilerini şu sozlerle ikaz etmiştir:
“Sizin gibi gozu doymaz prenslerin, toprak ağalarının ve burjuvaların idaresinde yaşamaktansa Osmanlı idaresini tercih ederiz. Cunku onlar sizden daha merhametlidirler.”
Osmanlı devleti “Bizim gayemiz kuru bir cihangirlik davası değil,i ’lÂ-yı kelimetullah ’tır (Allah ’ın dinini yuceltmektir.)” diyen Osman Gazi gibi buyuk bir devlet adamı tarafından kurulmuştu (1299).
Osman Gazi de Şeyh Edebali gibi buyuk bir Allah dostu tarafından yetiştirilmiş, boylece devlet sağlam temeller uzerine bina edilmiş, yeryuzunde hak ve adaletin hakim olması icin gayret sarfedilmiştir. Bunu Şeyh Edebeli ’nin Osman Gazi ’ye olan şu vasiyeti acık bir şekilde ortaya koymaktadır:
Ey oğul!
“Ofken ve nefsin birleşip aklını mağlup eder. Bunun icin daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olmalısın. Adaletten asla ayrılmamalısın...Haklı olduğun mucadeleden korkmamalısın. En buyuk zafer nefsini tanımaktır. Duşman nefsin kendisidir...Ulke idare edenin oğulları ve kardeşleri ile boluştuğu ortak malı değildir...Kişinin gucu gunun birinde tukenir, ama bilgi yaşamaya devam eder...Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok, cunku zaman yok, sure az...İnsanı sevmek davanın esası olmalıdır...Gecmişini bilmeyen geleceğini bilemez. Nereden geldiğini unutma ki nereye gideceğini unutmayasın.”
Her insan gibi her devletin de sınırlı bir omru vardır. Osmanlı devleti de tarihte ustlendiği vazifeyi yerine getirdikten sonra yıkılarak bu ilahi kanuna tabi olmuş, yerini diğer devletlere bırakmıştır. Osmanlı devleti yıkıldıktan sonra onun hakim olduğu topraklar uzerinde 60 kadar yeni devlet kurulmuştur.
Bugun bu devletlerin coğu, bağımsız musluman devletler olarak mevcudiyetini devam ettirmektedir. Ne var ki bu devletler icerisindeki muslumanlar, Osmanlı devrindeki huzur ve adaleti bulamamaktadırlar. Son yıllarda meydana gelen Bosna, Kosova ve Azerbaycan ’a karşı yapılan saldırılar, Filistin meselesi vb. olaylar, bu ulkelerin ne kadar sahipsiz ve korumasız kaldığınının en onemli ornekleridir.[17]
B-İSLÂM DİNİNİ DİĞER DİNLERDEN AYIRAN OZELLİKLER a- İslÂm dini, bugunku yasayan dinlerin buyuk coğunluğuna naza­ran cok yeni bir dindir. Yani XV asırlık bir mazisi vardır. M. O. XIII. yuzyılda doğan Yahudilikle ve iki bin yıllık mazisi olan Hıristiyanlıkla mukayese edildiğinde, İslÂm dini oldukca yeni bir din sayılır. İslÂm dini­nin yeni bir din oluşu, onun hakkındaki bilgilerin daha sağlam ve daha guvenilir temellere dayandığını gosterir.
b- Her şeyden evvel İslÂm, cihanşumul (evrensel) bir dindir. O, diğer dinler gibi belli bir topluma veya bolgeye değil tum insanlığa gonderilmiş en son ve en kamil bir dindir.
İslÂm dini hayatı butu­nuyle kuşatır. Cunku İslÂm, sırf ibadetlere, bazı ahlakî dustur ve bircok mucize uzerine bina edilmiş bir din değildir. İslÂm, bir taraftan esas itiba­riyle bir din iken, diğer taraftan kendine hakim bir kultur ve kendine ye­ten bir medeniyettir. İslÂm'ın dışındaki bircok dinde bu ozellikleri bulmak mumkun değildir.
Yahudiliğin kurmaya calıştığı bencil ve sadece yahudi toplumuna hitap eden sistemini anlamak oldukca zordur.
Hıristiyanlık teorik tabanı ve aslı itibariyle dunyevî bir sistem değil; tamamen uhrevî hayata donuk bir sistemdir. Onun, prensip itibariyle dunyevî sistemlerle alakası yoktur. Mesela Hıristiyanlıkta bir hukuk sisteminden bansetmek mumkun değildir. Bugun hıristiyan dunyanın kullandığı hukukun kaynağını Hıristiyanlık değil Roma Hukuku oluşturmuştur. Bugunku tatbikat ise tamamen tersi olmuş; kilise babalarının etkisiyle Hıristiyanlık dunyevîleştirilmiş, kilise bir cok toprak ve arazi sahibi olmuştur.
Budizm ise dunyaya sırtını donmuş, bunun icin de sadece mistik bir din olarak yaşamaya de­vam etmek zorunda kalmıştır.
Bu dinî sistemlerin yanında İslÂm'ın dunya-ahiret dengesi icindeki yeri oldukca dikkat cekicidir. Zira İslÂm, tamamen yeni bir dunya kurmayı he­def alır. Din, hayatın tum alanlarına yon verir. Mesela, iman, ibadet ve ahlakla beraber insanın ticaret, aile, evlenme, yeme-icme gibi muamelelerini de tanzim eder.
Buradaki hedef, dunyadan gerektiği kadar is­tifade eden, orada meşru yoldan ihtiyaclarını temin eden ve fakat uhrevi hayatını asla ihmal etmeyen bir toplum kurmaktır. Ancak onun kurmak istediği toplum modeli, hayali ve utopik bir duşunce değildir. Zira, İslÂm ’ın oluşturmayı hedeflediği boyle bir toplumun misallerini Hz. Peygamber (ki bu donem asr-ı saadet olarak meşhur olmuştur), Raşid Halifeler ve daha sonraki donemlerde gormek mumkundur.
Boyle bir toplumda hak ve hukuka riayet vardır. Mazlum korunmaktadır. Beşeri tum ilişkilerde sadece "Allah korkusu ve Allah sevgisinin" hakim olduğu gorulmektedir. Medeniyetini sırf "Allah korkusu ve Allah sevgisi" uzerine kuran bir başka din ve medeniyet bulmak mumkun değildir.
c- Son peygamber olan Hz. Muhammed (s.a.) hakkında yeterli bilgi ve malzeme elimizde mevcuttur. Onun butun hayatı baştan aşağı tespit edilmiştir. Dunya tarihinde hayatı Hz. Muhammed ’in hayatı kadar en ince ayrıntılarına kadar tetkik edilen, hakkında muslumanlar ve gayr-i muslimler tarafından sayısız araştırma yapılan başka bir insan yoktur.
O, bizim gibi bir insan olan ancak kendisine vahiy gelen bir peygamberdir. Onun hayatı yazılı ve şifa­hi olarak hafızalara nakşedilmiştir. Hz. Muhammed'in hayatının boylece tespit edilmesi, onun getirdiği mesaja olan guveni artırmaktadır.
Yahudilik veya Hıristiyanlık hakkındaki bilgilerin eksikliği, var olan bilgilerin de cok sonraları tespit edilmesi, Hz. Musa ve Hz. İsa'nın hayatı hakkında şupheler meydana getirmektedir. Eksik bilgilerden kaynaklanan soz konusu şupheler de dikkate alındığında Hz. Peygamber ’in tarih sahnesindeki cok berrak, acık ve secik bir hayatı olduğu gorulmektedir.
Hz. Peygamber hakkında bircok bilgilere sahip olan tarih, onun getirdiği mesajlar hakkında da gercek bilgilere sahiptir. Kur'an-ı Kerim, ilk nazil olduğu andan itibaren ezberlenmeye başlanmış ve yazıya gecirilmiştir. Bu cift metod, onun gunumuze kadar eksiksiz gelmesini sağlamıştır. Boyle bir koruma metoduna hicbir kutsal kitap sahip ola­mamıştır.
Bunun icin de, bugun ellerde ne Hz. Musa'nın tebliğ ettiği Tevrat'ın ilk nushası ne de Hz. İsa'nın tebliğ ettiği İncilin ilk nushası vardır. Bu yonden İslÂm'ın kutsal kitabı olan Kur'an-ı Kerim, daima buyuk bir ustunluğe sahip olmuştur.
İslÂm dininin Kutsal kitabı Kuran-ı Kerim, Hz. Muhammed (s.a.) daha hayatta iken tamamlanıp yazıya gecirilmiş ve o gunden bu gune kadar hicbir değişikliğe uğramadan bize nakledilmiştir.
Halbuki Tevrat ve İncil indirilişinden cok sonraları yazıya gecirilmiş, bundan dolayı farklı şekillerde Tevrat ve İncil metinleri meydana getirilmiş, bu kitapların yazılması esnasında bir cok tahrifat yapılmış, asılları korunamamıştır.
d- İslÂm, en doğru bir iman ve tevhid dinidir. İslÂm ’ın zamana ve zemine gore değişmeyen inanc ve itikadla ilgili esasları vardır. Bunlar; Allah ’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahirete, kaza ve kadere imandır. Diğer dinlerin inanc esasları ise değiştirilmiş, Allah duşuncesi, teslis, tanrıyı insan şeklinde tasavvur etmek gibi farklı şekillere burundurulerek ozunden ayrı bir yapıya sokulmuştur.
e-Yine İslÂm ’ın amel ve ahlakla ilgili değişmeyen prensipleri vardır. Helal-haram, hak-hukuk, insan haklarına saygı, adalet, iyilik, merhamet vb. bunlardan bazılarıdır. Bu tur ilkeler diğer dinlerde sonradan ortaya konmuş ve farklı bir şekil almıştır.
f-İslÂm ruhları besleyen bir ibadet dinidir. İslÂm dininde diğer dinlerin aksine ibadet, aslî huviyetini korumakta ve muminleri bedenî ve ruhî bakımdan tatmin etmektedir.
g-İslÂm, rahmet, merhamet ve muhabbet dinidir. Yuce Allah ’ın en onemli ikinci adı Rahman ’dır. Rahman, dunyada mumin-kafir ayırımı gozetmeksizin herkese merhamet eden, kullarının rızkını veren demektir. İslÂm ’ın rahmeti sadece belli bir dine ve ırka mahsus olmayıp herkese şamildir. O, “Yaradılanı yaratandan oturu hoş gor” ilkesini bir esas kabul etmiştir.
h- Yaşayan dunya dinleri arasında İslÂm'ın dikkat cekici diğer bir yonu de onun her turlu fikir hareketlerine goğus gerecek sağlam bir duşunce yapısına sahip olmasıdır. İslÂm dini, Allah'a ve onun gonderdiği mesajların doğruluğuna karşı inkar bayrağı acanları, mantıki yollarla daima imana cağırmak­tadır. Onların delillerini en aklî şekilde yıkmayı hedeflemekte ve onları akıl ve kalp gozlerinden yakalayarak duşunmeye sevk etmektedir.
Allah ’a inanmayanlardan tutun da Ahireti inkar edenlere kadar, Kur'an-ı Kerim'de her turlu inkarcılığa ve fikri hareketlere cevaplar verilmiştir. Duşunmeyi yasak etmeyen, bilakis insanları du­şunmeye davet eden İslÂm dini, surekli dinamik tuttuğu bu duşunce yapısıyla, diğer inanc sistemlerine karşı her an ustunluğunu muhafaza etmiştir.
İslÂm ilim, hikmet ve mantık dinidir. İslÂm ilme ve hikmete buyuk onem vermiş, beşikten mezara kadar ilim oğrenmeyi tavsiye etmiş, ilmin muminin yitik malı olduğunu, onu nerede bulursa alması gerektiğini tenbih etmiştir. Diğer dinlerde mesela Hıristiyanlıkta ise kilisenin oğretileri dışındaki bilgilerin doğru olmadığı soylenmiş ve kilise haricindeki bilginlere baskı uygulanarak susturulmak istenmiştir.
i- İslÂm dini, sunduğu mesajlarda daima insan unsurunu goz onunde tutmuştur. Bunun icin de mesajlarında hayali değil, gercek hayatla uyuşan emirler vermiştir. Bu mesajlar, mesajları getiren peygamberin hayatında bizzat tatbik edilmiştir. O peygamber aynı zamanda bir beşerdir, beşer fıtratının gereklerini yerine getirmiş, o da bir beşer olarak evlenmiş, cocuk sahibi ol­muş, ticaret yapmıştır. Bu ozellikleriyle o, toplumun her seviyesindeki insanlara model bir şahsiyet olmuştur.
j-İslÂm, insan tabiatını tahrip etmeyen her turlu eski kulture dokunmamış bilakis onu himaye etmiş ve geliştirmiştir. Buna mukabil insan tabiatını tahrip eden her şeye karşı cıkmıştır. Bunun icin İslÂm, yerel kulturlere yeni bir bakış acışı getirmiştir.
Burada esas alınan olcu, insanın mutluluğu ve dolayısıyla cemiyetin mutluluğudur. Bundan dolayı İslÂm'ın getirdiği mesajlar, utopik/hayali mesajlar değil, tatbiki kabil ve beşer tabiatına uygun mesajlardır. Yine bunun icin İslÂm dini ne dunya hayatının cekiciliğine aldanmayı ne de dunyadan el etek cekmeyi tavsiye etmez. İslÂm bir olcu dinidir. Ne dunyayı terk eder ne de dunyaya dort elle sarılıp ahireti inkar eder. İkisi arasında beşer tabiatına uygun bir denge kurmayı hedef alır.
k-İslÂm, insan fıtratına ve yaratılışına en uygun bir dindir. İslÂm ’da kişi başkalarından değil, ancak kendi yaptıklarından sorumlu tutulmuştur. İslÂm dini, insanın fıtratına uygun olarak onun ruhî, fizikî, ictimaî ihtiyaclarını goz onunde bulundurmuş ve bunların meşru yoldan temin edilmesini sağlamıştır.
Kişinin gunahını başkasının yuklenmesi, din adamlarının insanların gunahlarını affetme yetkisine sahip olması, rahip ve rahibelerin evlenmemesi gibi fıtrata aykırı durumlar, İslÂm dininde asla bulunmamaktadır.
Dipnotlar:
[1] Kur'an'da adı gecen uc şahsın peygamber olup olmadıkları kesin değildir. Bunlar ya peygamberdirler ya da Allah'ın kendilerine hikmet verdiği salih kullarıdır.Onların isimleri Uzeyir, Lokman ve Zulkarneyn ’dir (a.s.)
[2] Ahmed b. Hanbel, Musned, V, 226.
[3] Konuyla ilgli hadisin geniş yorumu icin bk. Elmalılı, VII, 5768-5769.
[4] Abdullah Aydemir, İslÂm Kaynaklaına Gore Peygamberler, Ankara, 1996, s. 5.
[5] Ekrem Sarıkcıoğlu, Dinler Tarihi, s. 210.
[6] G. Tumer-A. Kucuk, Dinler Tarihi, s. 204, 205.
[7] Arz-ı mev ’ud: Yahudi duşuncesinde Tanrı Yahve ’nin yahudilere vermeyi vadettiği topraklardır. Eski Ahit ’te Kenan diyarının, İbrahim ve onun soyundan gelenlere vadedildiği belirtilir (Tekvin, 12/7 vd.)
[8] Bk. Mircea Eliade, Dinler Tarihi Sozluğu (Cev. Ali Erbaş), İstanbul, 1997, s. 295-296. Bugun bile Turkiye ’de yaşayan yahudiler, İspanyadan kovulup Osmanlılar tarafından himaye altına alınmalarının yıldonumlerini kutlamaktadırlar.
[9] Omer Faruk Harman, İslÂm ’da İnanc İbadet ve Gunluk Yaşayış Ansiklopedisi, “Yahudilik” md.
[10] Surgune gonderilen yahudilerden olan Pavlus, onceleri Hz. İsa ’ya katı bir duşmandı. Hıristiyan itikadına gore Hz. İsa ’nın carmıha gerilişden sonra Pavlus, İsa ’yı (a.s.) gorduğunu iddia edip ondan ilham aldığını ve boylelikle onun havarisi olduğunu iddia etmiştir. Pavlus, bu yeni dini yaymak icin Anadolu, Yunanistan ve Makedonya gibi değişik yerlere bir cok sefer duzenlemiştir. Pavlus, M. 67 ’de putperest Romalılar tarafından oldurulmuştur. Daha geniş bilgi icin bk. Şinasi Gunduz, Pavlus: Hıristiyanlığın Mimarı, Ankara, 2001.
[11] Daha geniş bilgi icin bk. Mehmet Esgin, Hıristiyanlıkta Engizisyon Mahkemeleri, s. 303-364, Selcuk Univ. Sosyal Bilim. Enst. Konya, 1998. (Yayınlanmamış doktora tezi.)
[12] Ramsay Mac Mullen, Christianity and Paganizm in the Forth to Eight Centuries, New Heaven: Yale Unv. Press, 1997.
[13] Sureyya Şahin, DİA, “Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi” md.
[14] Al-i İmran, 3/19.
[15] Al-i İmran, 3/85.
[16] Muhacir, “hicret edenlere”; Ensar ise “muhacirlere yardımda bulunanlara” denir.
[17] Osman Nuri Topbaş, Abide Şahsiyetleri ve Muesseseleriyle Osmanlı, İstanbul, 1999, s.15, 25, 27.
Kaynak: Dr. Erdoğan Baş, Salih İnci, Ana Hatlarıyla Yahudilik Hıristiyanlık ve İslÂm, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan
İslam, İman ve İhsan Nedir? (Cibril Hadisi)