
Ağabey nedir? Ağabey olmanın anlamı nedir?
Anadolu, ister iklim yonu ile ister insan hazinesi bakımından olsun, kendini gizleyenlerin yurdudur. Mesela, yolu yordamı olmayan bir koye bin bir zahmetle gidersiniz ve giderken ‘insanlar bu koyde nasıl yaşıyorlar ’ diye hayret edersiniz. Koye vardığınızda ummadığınız bir guzel manzara, bir saklı cennet ile karşılaşır ve bu kez hayretiniz başka bir hususiyet kazanır. O zaman anlarsınız insanların neden şehirde eğleşmediklerini ve bir an once koylerine neden donmek istediklerini.
İnsan hazinesi de boyledir. İlmi yoktur ama irfanı vardır Anadolu insanının. İstanbul Turkcesi ile değil, ana ocağında, yoresinde hangi aksan ile konuşuluyorsa oyle konuşur. Ancak o konuşmanın icinde oyle hikmetler serdeder ki bu soz bu insanın ağzından nasıl cıkar diye hayret edersiniz. Evet, Anadolu insanı gizli bir hazinedir. Hazinesinin kapısını her zaman acmaz, herkese gostermez.
Hayatını Cine ’de geciren Huseyin Kurutaş ağabey de bu gizli hazinelerden biri idi. Yaşıtlarına bakılırsa tahsili vardı, memuriyette bulunmuştu. Ancak onun keşfedilmesi gereken yonu manevi cephesi idi ve Huseyin ağabey bu yonunu gizlememişti, ama herkese de Âşikar etmemişti, sadece ehline acmıştı.
AĞABEY OLMANIN ANLAMI
Hacı Huseyin ağabey, -ki bizimle arasında en az otuz yaş var idi- bizlere hep ağabey diye hitap ederdi. Onun dilinde ağabey olmanın bir anlamı vardı. Şoyle anlatırdı :
“Dervişin biri, yol uzerindeki mezarlığın icinden gecerken gayriihtiyÂri mezar taşlarını okumaya başlamış. Alışılmışın dışında mezarlar yetişkinlere has bir uzunlukta iken taşlarında “Bir yaşında oldu, iki yaşında oldu” yazıyormuş. Bakmış ki en uzun yaşayan kişi on yaşında. Hayret etmiş, koye girmiş. Koyun girişindeki zaviyeye uğramış. Selam kelamdan sonra zaviyedeki şeyh efendiden durumun izahını istemiş.
‘Ha, o mu demiş Şeyh Efendi. O gorduğun insanlar tarikatimizden, tasavvuf neşvesinden yolumuzdan nasip aldılar. Yolumuzdan nasiplenenler, yaptıkları ders, cektikleri evrad, ezkardan ve manevi olarak yukseldikten sonra ‘Biz bu zamana kadar hec yaşamamışız. Omrumuz boşa gecmiş. Biz olursek mezar taşımıza tarikatten nasip aldıktan sonraki yaşımızı yazın ’, dediler. O gorduğun, kardeşlerimizin manevi yaşlarıdır.” demiş.
Derviş bu sozu işitince “Efendim demiş Hazret ’e. Ne olur ne olmaz, buradan ayrılmadan olursem, benim mezar taşıma hic yaşamadan oldu, diye yazın.”
Hacı Huseyin Kurutaş ağabey, boyle soyler ve yol ile tanışmamıza gore bizlere “kardeş”, “ağabey” derdi. Sonra ilave ederdi. “Ne kadar şukretsek az. Bakınız cevrenize bu “yol”dan habersiz nice insan var. Bu “yol”a girmiş sonra surdurememiş, devamsız olanlarımız var. Burada olmak, yolda olmak, cok buyuk bir lutuf. Neden bir lutuf? Sebebini seksenli yıllarda haftalık sohbetlerimizde okunması tavsiye edilen, Ali Husrevoğlu ’nun tercume ettiği ÂdÂb adlı eserden acıklardı:
ŞÂH-I NAKŞİBEND HAZRETLERİNİN 3 DİLEĞİ
“ŞÃ‚h-ı Nakşibend hazretleri buyurdular ki :
«CenÂb-ı Hakk ’tan uc şey istedim. Hatiften ses gelip :
Onlar nelerdir? dedi. Ben de :
Birincisi; Buharadaki kabristanda ne kadar mevta var ise cumlesine şefaat edip, benim şefÂatımla senin rahmetine nail olsunlar.
İkincisi; Benim tarîkatıma girenler makÂm-ı vusul ile muşerref olsunlar. Tarîkatım kıyamete kadar devam etsin. DÂima murşidleri bu-lunsun.
Ucuncusu; Hayatta vuslat muyesser olmadığı takdirde vefatlarından sonra kabirde terbiye edip vuslata vÂsıl kılayım, dedim. Ceva-ben hitab geldi ki :
— Muradının ucu de kabul olundu. Tarîk-ı Nakşîye girenler icin bundan buyuk tebşîr olmaz.”
(Muhammed Abdullah Hani, ÂdÂb s. 293)
Boyle buyuk bir mujde var, kardeşler derdi. Boyle derdi ve hepimize aşk, şevk verirdi.
Cine ’nin manevi direklerinden olan Hacı Huseyin Kurutaş ağabey, bildiğim kadarıyla yolumuzun ilklerindendi. Adı başka, usulu başka da olsa hep marifetullah tahsili icin koşmuştu. Onun bu mÂnÂda en cok sevdiği, yararlandığı, sırdaş olduğu kişi Hasan Ali Efendi idi. Hasan Ali ağabey derdi ve anlattıkca anlatırdı.
Biz ve bizden yaşca buyuklerimiz, merhum Dr. Dursun Aksoy Efendi ile, merhum Ahmed Dayhan Efendi ile, İlhan Armutcuoğlu Hoca ile hep Hacı Huseyin Kurutaş vasıtası ile tanıştık. Dr. Dursun Aksoy Efendi ’ye, onun rahatsızlanması sonucunda merhum Ahmed Dayhan Efendi ’ye, ders goruşmesi ve başka hallerin halli icin İzmir ’e gittiğimizi hatırlıyorum. Sadece bu guzide insanlarla değil, Konya ’dan Dr. Ali Kemal Belviranlı, Dr. Hulusi Baybal, Dişci Mehmed Efendi, Kokucu İsmail amca ile muarefemizde de yanımızda idi.
Cine ’de birkac nesil ÂdÂb ’ı, Ashab-ı Kiram ’ı, Musahabe-1 ’i, Birinci ve İkinci İstişare ’yi, Mukerrem İnsan ’ı, Fatiha Suresi Tefsiri ’ni onun sohbetlerinden aldığı feyz ile dirilmiştir, kendini yolda tutmuştur.
İHVANA SELÂM VERMEK
Hatırlıyorum; 11 Eylul 1980 Perşembe gecesi de boyle bir sohbette idik. Sadece sohbet etmedik hatmihÂcegÂn da yapıldı. Hacı Huseyin ağabey, hatmihÂcegÂn icin de mezun edilmişti. Sohbet etmek, Rabbimizi anmak, Tezkiretu ’l Evliya ’dan ve başka eserlerden naklettiği menkıbelerden aşk tazelemek icin zaman ve mekan sorunu yoktu onun. Namazdan sonra cay icmek icin oturulan bir kucuk cay evi, namaz vaktinin gelmesini beklemek icin oturduğumuz cami avlusundaki bir bank, hemen bir sohbet halkasına donuşurdu. O gun ihvandan hic kimse ile goruşme imkanınız yok mu, evden cıkarken aynaya bakın, derdi. Her turlu alış verişi ihvan ile idi. İhvana selÂm vermek icin yolunu o tarafa duşururdu. Eğer denirse ki ihvan, ihvanın murşididir; Hacı Huseyin ağabey de bizim icin murşit idi.
Nazar-ber kadem bir murşid. Sessiz. Sukût halinde. Musahabe ehli. “Kalpteyiz kardeşler, sizleri bilmem ama ben kalpteyim.” Boyle derdi ve kendini gizlerdi. Anlatmak zorunda kaldığı durumlarda ise “Kitaplarda şoyle yazıyor, hal ehlinde şoyle durumlar tezahur ediyormuş” der oyle anlatırdı. Ancak bir gun nasıl oldu ise kendini gizleyemedi. Evde, -tarla evi de olabilir- ellerini yıkamak icin ceşmeye gitmiş, bakmış bir uzum salkımında bir tek sarı uzum tanesi. Sarkıyor. Uzume bakmış, “seni demiş boyle sapsarı yapan, sonra şoyle onume getiren ne?” Sonra bir baygınlık hÂli.
Otesini soyleyemedi.
GOCTU KERVAN KALDIK DAĞLAR BAŞINDA
Hacı Huseyin Kurutaş ağabey, vefat edenler icin “hak vaki oldu, dunyasını değiştirdi, Mevlasına kavuştu.” derdi. Kendisi de gecti bu yoldan. 11 Ekim 2015 gunu hak vaki oldu ve o da değiştirdi dunyasını ve Mevlasına kavuştu. “Cesedimiz nerede olursa olsun, biz sevdiklerimizle beraberiz. Medine ’de, cennetu ’lbakideyiz” diyerek gitti.
Hastalığından, acılarından, cektiklerinden kimseye tek bir kelime şikayet etmeden. Baş ucunda teyemmum icin tuttuğu bir taşı yoldaş edinerek gitti dunyadan.
Bizleri boynu bukuk, gozu yaşlı bırakarak gitti. Yunus Emre ’nin dediği gibi “Goctu kervan kaldık dağlar başında.”
Ondan bize bir hoş sad kaldı. Bize de sabretmek duştu. Bir de uc ihlas bir fatiha okumak ve sevabını ikram etmek.
Kaynak: KÂmil Yeşil, Altınoluk Dergisi, Sayı: 258
İslam ve İhsan