
İslĂ‚m Ă‚limi ve mutasavvıf; İmam-ı Rabbani Hazretleri ’nin hikmetli sozleri.Nakşibendiyye tarikatının Muceddidiyye kolunun kurucusu, İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî Hazretleri ’nden bazı hikmetli sozler.
İMAM-I RABBANİ HAZRETLERİ ’NİN HİKMETLİ SOZLERİ “Şerîatin uc kısmı vardır: İlim, amel ve ihlĂ‚s. Bu ucu gercekleşmeden şerîat tahakkuk etmez. Şerîat ne zaman yaşanırsa, işte o zaman butun dunyevî ve uhrevî saĂ‚detlerin uzerinde olan CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rızĂ‚sı kazanılmış olur. Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur: «…AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sı en buyuktur…» (et-Tevbe, 72) Şerîat, butun dunyevî ve uhrevî saĂ‚detleri temin etmektedir. Şerîatin otesinde, ihtiyac duyacağımız başka bir gĂ‚ye yoktur. Sûfîlerin teksîf olduğu tarîkat ve hakîkat ise, şerîatin hĂ‚dimleridir. Bunlar şerîatin ucuncu kısmı olan ihlĂ‚sı tamamlarlar. O hĂ‚lde bunları elde etmekten maksat, şerîati tamamlamaktır, yoksa şerîatin otesinde başka bir şey değildir.
Seyr u sulûk esnĂ‚sında sûfîlere verilen hĂ‚ller, ilhamlar, mĂ‚nevî ilim ve mĂ‚rifetler, asıl maksat değildir. BilĂ‚kis onlar, tarîkat cocuklarının terbiye edildiği vehimler ve hayĂ‚llerdir. Butun bunlardan gecip, sulûk ve cezbe makamlarının nihĂ‚yeti olan rızĂ‚ makĂ‚mına ulaşmak gerekir. Cunku tarîkat ve hakîkat menzillerini aşmanın gĂ‚yesi, rızĂ‚ makĂ‚mına ulaşmak icin lĂ‚zım olan ihlĂ‚sın tahsilinden başka bir şey değildir.”[1]
***
“EvlĂ‚dım! Vakitlerimizi dĂ‚imĂ‚ CenĂ‚b-ı Hakk ’ı zikretmeye harcamalıyız. Alışveriş bile olsa, yuce şerîate uygun olarak yapılan her iş, zikir kabûl edilir. Bu itibarla butun hĂ‚l ve hareketlerimizde şerʼî hukumlere riĂ‚yet edelim ki bunların hepsi zikir sayılsın. Zira zikir, gafleti bertaraf etmektir. Ne zaman butun fiillerimizde İslĂ‚mî emir ve nehiylere uyarsak, işte o zaman emir ve nehiylerin sahibinden gĂ‚fil kalmamış ve O ’nu dĂ‚imĂ‚ zikretmiş oluruz.”[2]
***
“Îtikad ve amele dĂ‚ir iki kanat elde ettikten sonra, Hak TeĂ‚lĂ‚ ’nın lûtuf ve inĂ‚yetiyle takvĂ‚ ehli kişilerin yuce yoluna girmek îcĂ‚b eder. Bu yola girmenin gĂ‚yesi, îtikad ve amel hususunda bildirilenlere ilĂ‚vede bulunmak veya onların hĂ‚ricinde yeni bir şeye ulaşmak değildir. Zira boyle bir şey, ayak kaymalarına goturen, asıl maksattan uzak beklentilerdendir. Tasavvufa girmekten maksat, îtikādın şek ve şuphe ile sarsılmaması icin, yakîn ve itmi ’nĂ‚n kazanmaktır…
CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur: «…ÂgĂ‚h olun, kalpler ancak AllĂ‚h ’ı zikretmekle tatmin olur!» (er-Raʻd, 28)
Tasavvufa girmenin bir diğer maksadı da, sĂ‚lih amelleri rahat ve kolay bir şekilde yapabilmek ve nefs-i emmĂ‚reden kaynaklanan tembellik, inat ve zıtlaşmayı yok etmektir.”[3]
***
“ZĂ‚hirimizi şerʼî olculere uygun şekilde tezyîn ettikten sonra, amellerimize gaflet bulaşmaması icin, bĂ‚tınımıza yonelmeli­yiz. Zira bĂ‚tın desteği olmadan zĂ‚hirimizi şerʼî hukumlere uygun hĂ‚le getirmek, cok cetin bir iştir.
Âlimlerin vazifesi fetvĂ‚ vermektir. EhlullĂ‚hʼın işi ise ameldir. BĂ‚tına ehemmiyet vermek, zĂ‚hire de ehemmiyet vermeyi îcĂ‚b ettirir. BĂ‚tınla meşgul olurken zĂ‚hiri ihmĂ‚l eden kimse zındıktır. Onun elde ettiği bĂ‚tınî hĂ‚llerin hepsi istidractır. BĂ‚tınî hĂ‚llerimizin sıhhatini gosteren en iyi olcu, zĂ‚hirimizin şerʼî esaslara gore tanzim edilmesidir. İstikĂ‚met yolu işte budur.”[4]
***
“Dostlarıma dĂ‚imĂ‚ soylediğim ve omrumun sonuna kadar da soyleyeceğim nasihat; Ehl-i Sunnet ve ’l-CemĂ‚at ’e Ă‚it kelĂ‚m kitaplarındaki bilgiler istikĂ‚metinde inancını duzelttikten ve farz, vĂ‚cib, sunnet, mendub, helĂ‚l, haram, mekruh ve şupheli şeklindeki fıkhî hukumlerden yapılması gerekenleri yapıp terk edilmesi gerekenlerden kacındıktan sonra, kalbi Hak TeĂ‚lĂ‚ ’nın dışındaki şeylerle meşgul olmak­tan kurtarmaktır…”[5]
***
“Ucub (yani kendini ve amelini beğenme), sĂ‚lih amelleri, ateşin odunu yaktığı gibi yakar bitirir. Ucub, kişinin yaptığı amelin gozune guzel gorunmesinden doğar. Bundan kurtulabilmek icin, gizli kabahat ve kusurlarımızı gozumuzun onune getirmemiz ve guzel amellerimizi eksik gormemiz îcĂ‚b eder. HattĂ‚ kişinin, yaptığı amel ve iyiliklerin duyulmasından utanması lĂ‚zımdır…”[6]
***
“Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın gazabını teskin hususunda «لَآ اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ» sozunden daha faydalı bir şey yoktur. Bu soz, Cehennemʼe girmeye sebep olan gazabı teskin ediyorsa, başka gazapla­rı daha cabuk teskin eder. Zira diğer gazaplar, Cehen­nem azĂ‚bını doğuran gazaptan cok daha hafiftir. Nasıl teskin et­mesin ki, kul bu sozu tekrarlayarak mĂ‚sivĂ‚dan yuz cevirmiş, onları reddetmiş ve kalbinin kıblesi CenĂ‚b-ı Hak olmuştur. ZĂ‚ten gazabın sebebi de, kulun muptelĂ‚ oldu­ğu farklı farklı yonelişlerdi. Kelime-i tevhîd ile bunlar yok olduğuna gore, gazap da sukûnete erecektir…
Kelime-i tevhîdin fazîleti karşısında, şu dunyanın tamamı bile bir kıymet ifĂ‚de etmez! Keşke buyuk bir okyanusa nisbetle bir damla hukmunde olabilseydi! (O kadar bile değildir.) Ancak bu kelime-i tayyibenin kıymet ve azameti, onu soyleyenin mĂ‚nevî derecesi nisbetindedir. Soyle­yenin derecesi ne kadar yuksek olursa bu kelimenin azameti de o kadar artmaktadır.”[7]
***
“Fırsat (yani dunya hayatı) cok azdır. O hĂ‚l­de bu fırsatı, işlerin en muhimine sarf etmek zarurîdir. Bu da, kalbi dĂ‚imĂ‚ Allah ile olan sĂ‚lih insanların sohbetinde bulunmaktır. Ne olursa olsun hicbir şeyi sohbete denk tutma! Gormuyor musun, sahĂ‚be-i kirĂ‚m, Resûlullah (s.a.s.) Efendimiz ile sohbetleri sĂ‚yesinde, peygamberler dışındaki herkesten ustun oldu­lar.”[8]
***
“En guzel amel işleme zamanı, şuphesiz ki genclik devridir. Akıllı kişi, hayatının bu donemini zĂ‚yî etmeyip fırsatı değerlendirir. Cunku insanın ihtiyarlık cağına ulaşacağı kesin değildir. Ulaşsa bile acziyetin ve ihtiyarlığın pencesine duştuğunde, amel-i sĂ‚lihleri lĂ‚yıkıyla yerine getirmesi cok zordur. Ama genclikte cemʼiyyet hĂ‚li (yani kalbi AllĂ‚h ’a verebilmek) daha kolay elde edilir… Zaman, fırsatları değerlendirme zamanıdır, guc ve iktidar devridir. O hĂ‚lde bugunun işini yarına bırakmanın ve «sonra yaparım» duşuncesine kapılmanın, ne mĂ‚zereti olabilir ki? Hangi ozur bu ihmĂ‚li meşrûlaştırabilir?”[9]
***
“ZekĂ‚t verilmesi gereken mal ve hayvanların zekĂ‚tını hakkıyla vermeli ve bu vesîleyle dunya sevgisini gonlumuzden cıkarmalıyız. Leziz yiyecekler ve guzel elbiseler hususunda nefsin hazzını on plĂ‚nda tutmamalıyız. Bunun yerine yiyecek ve iceceklerde ibĂ‚detlere guc kazanmaktan başka bir niyet taşımamalıyız. Guzel elbiseler giyerken de; «Her mescide gidişinizde guzel elbiselerinizi giyiniz!» (el-A‘rĂ‚f, 31) Ă‚yetinde emrolunan suslenmeye niyet etmeli, insanlara gosteriş yapmak gibi bir gĂ‚yemiz olmamalıdır. Zira dînimiz bu davranışı yasaklamıştır. Eğer hakîkî mĂ‚nĂ‚da boyle bir niyete sahip olamıyorsak kendimizi buna zorlamalı ve bu niyetin hakîkatine ulaşabilmek icin devamlı AllĂ‚h ’a duĂ‚ etmeliyiz.”[10]
***
“Oturup kalkmamızda; kısacası butun davranışlarımızda CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rızĂ‚sını kazanmayı hedeflemeli ve şerîate uygun hareket etmeliyiz. Her hĂ‚limizde şerîat bize fiilî kıstas olmalıdır. İcimiz de dışımız da Hak TeĂ‚lĂ‚ ile birlikte olmalıdır. MeselĂ‚, baştan aşağı gaflet hĂ‚li olan uykuya dalmak is­tediğimizde, yarınki ibĂ‚detlerimizi daha guzel ve zinde olarak yapabilmek icin istirahat etme niyetini taşımalıyız. Bu maksatla yatıldığında uyku da baştan sona ibĂ‚det olur. Nitekim «Ă‚limlerin uyku­sunun ibĂ‚det olduğu»[11] rivĂ‚yet edilmiştir.”[12]
***
“Şunu iyi biliniz ki kalp, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın komşusudur. O ’nun mukaddes zĂ‚tına kalpten daha yakın bir şey yoktur. O hĂ‚lde, ister mu ’min olsun ister Ă‚sî, kalbe eziyet etmekten sakınınız! Cunku komşu Ă‚sî de olsa himĂ‚ye edilir. Aman bundan uzak du­run! Zira kufurden sonra, kalbe eziyet etmek kadar Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın incinmesine sebep olan başka bir gunah yoktur. Zira kalp, CenĂ‚b-ı Hakk ’a yaklaşabilen varlıkların en yakınıdır.”[13]
***
“Mustehabların yerine getirilmesi hususunda gevşeklik gosterilmemelidir. Zira mustehablar CenĂ‚b-ı Hakk ’ın sevdiği ve rĂ‚zı olduğu şeylerdir. Kişi, yeryuzunun bir koşesinde Hak TeĂ‚lĂ‚ ’nın sevdiği ve rĂ‚zı olduğu bir ameli bilir ve onu yapma imkĂ‚nı bulursa bunu ganimet bilmelidir. Bu durum, birkac kırık saksı parcası ile değerli taşları satın alan kişinin hĂ‚line benzer.”[14]
***
“İnsa­nın yaratılış gĂ‚yesi, kulluk vazifelerini yerine getirmektir. Kime yo­lun başında veya ortasında aşk ve muhabbet bahşedilirse, bundan maksat Hak TeĂ‚lĂ‚ ’nın dışındakilerden alĂ‚kayı kesmesini sağla­maktır. Yoksa aşk ve muhabbetin kendisi asıl maksat değildir. Bi­lĂ‚kis bunlar, kulluk makĂ‚mını elde etmek icin birer vĂ‚sıtadır. SĂ‚lik, mĂ‚sivĂ‚nın esĂ‚ret ve kulluğundan tamamen kurtulduğu takdirde ancak Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın kulu olabilir. VelĂ‚yet mertebeleri­nin en ustunu de ubûdiyet (kulluk) mertebesidir. VelĂ‚yet mertebeleri icerisinde bundan daha ustun bir makam yoktur.”[15]
Dipnotlar:
[1] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, MektûbĂ‚t, I, 206, no: 36. [2] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, MektûbĂ‚t, II, 540, no: 25. [3] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, MektûbĂ‚t, II, 174, no: 266. [4] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, a.g.e, III, 87-88, no: 87. [5] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, MektûbĂ‚t, II, 235, no: 278. [6] Kişmî, BerekĂ‚t, s. 217. [7] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, MektûbĂ‚t, II, 591-594, no: 37. [8] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, a.g.e, I, 428, no: 120. [9] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, a.g.e, I, 307, no: 73. [10] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, a.g.e, I, 298, no: 70. [11] Bkz. Deylemî, el-Firdevs, nr. 6731. [12] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, MektûbĂ‚t, III, 224, no: 17 [13] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, MektûbĂ‚t, III, 326, no: 45. [14] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, a.g.e, II, 172, no: 266. [15] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, a.g.e, I, 180, no: 30.
İslam ve İhsan