Yûnus Emre Hazreleeri'nin başından gecen, ders cıkarmamız gereken kıymetli bir kıssa...Meşhur menkıbelere gore;
Yûnus Emre, cok fakir bir kimse olup gecimini ciftcilik yaparak temin etmekteydi. Bir ara buyuk bir kuraklık oldu ve hicbir mahsul elde edemedi. Fakirliği busbutun belini buktu. Caresiz bir vaziyette idi.
Bircok kerĂ‚met ve yardımlarını işittiği Hacı BektĂ‚ş-ı Velî Hazretleri ’nin dergĂ‚hının yoluna duştu. Giderken;
«Boş giden boş doner» dustûrundan hareketle yanına bir miktar alıc (dağ yemişi) aldı. DergĂ‚ha vardığında dervişlere şoyle dedi:
“–Ben fakir bir kimseyim. Bu alıcları Hazret ’e hediye olarak getirdim. Ne olur bunu kabul edin de bana bir miktar buğday verin! Zira kıtlık, bizi perişan eyledi…”
Durumu oğrenen Hacı BektĂ‚ş-ı Velî; fakir Yûnus ’a, ondaki meknûz istîdat ve cevheri keşfederek alĂ‚ka gosterdi. Onu birkac gun dergĂ‚hta misafir etti. Ancak Yûnus; ev halkının kendisinden yiyecek beklediğini ifade ederek, gitmek icin dervişler vasıtasıyla izin istedi. Dervişler, keyfiyeti bildirdiler. Hacı BektĂ‚ş-ı Velî, haber gonderdi:
“–Sorun Yûnus ’a; buğday mı ister, yoksa erenlerin himmetini mi?”
BîcĂ‚re Yûnus, buğday istedi. Hacı BektĂ‚ş-ı Velî, onu uyandırmak icin teklifini tekrarlattı ise de Yûnus, her defasında «buğday»ı tercih etti.
HİSSE: RIZIK ENDİŞESİ Yûnus ’un bu safhadaki hĂ‚li, aslında dunya imtihanındaki insanın hĂ‚lidir.
Dunya hayatında, Allah rızka kefildir. Buna rağmen insan tevekkul edemez de, rızık husûsunda endişelere kapılır ve caresizlik hisseder. Bu yuzden kıymetli omurler, dunya telĂ‚şları icinde hebĂ‚ olur gider.
Şeyh SĂ‚dî şoyle dile getirir:
“Yazın ne yiyeyim, kışın ne giyeyim derken değerli omur boylece hebĂ‚ olup gitti!”
HĂ‚lbuki hadîs-i şerifte buyurulmuştur:
“Eğer siz AllĂ‚h ’a gereği gibi tevekkul etseydiniz; (Allah), kuşları doyurduğu gibi sizi de rızıklandırırdı. Kuşlar sabahları kursakları boş olarak cıktıkları hĂ‚lde akşam doymuş olarak donerler.” (Tirmizî, Zuhd, 33; İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 14)
Yersiz endişe, insanı dunyada gercek nasîbini aramaktan alıkoyar. Dunya, Ă‚hiretin tarlasıdır. Omur, Ă‚hireti kazanması icin insana verilmiş bir sermĂ‚yedir.
Bir Hak dostu ne guzel soyler:
“Bu cihan;
Âkıller icin seyr-i bedĂ‚yî (ilĂ‚hî sanat tecellîlerini temĂ‚şĂ‚ ve hikmetlerle rûhĂ‚nîleşme); Ahmaklar icinse, (diğer mahlûkat gibi) yemekle şehvet!” Yûnus ’un bu tercihi uzerine; Hazret-i Pîr ’in emriyle, arzu ettiği buğday kendisine verilerek yolcu edildi. DergĂ‚htan arzusuna nĂ‚il olduğu icin sevincle ayrılıp koyune doğru yola koyulan Yûnus, olup bitenleri duşunmeye başladı. Duşundukce de ne buyuk bir yanlışlık yaptığının farkına vardı.
Yûnus nihayet yarı yoldan donerek tekrar dergĂ‚ha koştu. TelĂ‚ş ve nedĂ‚met icinde dervişlere;
“–Erenler! Buğdayı geri alın ve Pîr Hazretleri ’ne himmet istediğimi bildirin! Bahsettiği nasîbi ihsĂ‚n eylesin!” dedi.
Ancak iş işten gecmişti.
HİSSE: PİŞMANLIK Fahr-i KĂ‚inat -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gun ashĂ‚bına şoyle buyurdular:
“–Olup de pişmanlık duymayacak hicbir kimse yoktur.”
SahÂbe-i kiram;
“–Onun pişmanlığı nedir yĂ‚ RasûlĂ‚llah?” diye sordular.
Efendimiz şoyle cevap verdi:
“–SĂ‚lih bir kişi ise, bu hĂ‚lini daha fazla artırmamış olduğuna pişman olacaktır.
Kotuluk eden bir kişi ise, o kotulukten vazgecmemiş olduğuna pişman olacaktır.” (Tirmizî, Zuhd, 59)
Pişmanlığın fayda vermesi icin, son nefesten evvel insanı harekete gecirmesi gerekir. Yûnus da cok gec olmadan dergĂ‚ha donmuştu.
LĂ‚kin Hacı BektĂ‚ş-ı Velî, Yûnus ’a;
“–Artık nasîbinin anahtarı Tapduk Emre ’dedir.” dedi.
Bunun uzerine Yûnus, doğruca Tapduk Emre ’nin dergĂ‚hına vardı. Ona olup bitenleri anlattı. Sukûnetle kendisini dinleyen Tapduk Emre de;
“–Yûnus! Hizmet eyle, himmet eyleyelim!” buyurdu. Sonra da dergĂ‚ha odun getirme işini ona tevdî eyledi. Gonlu Hak ve hakikat sırlarına erebilmenin vecd ve heyecanıyla tutuşan Yûnus, buyuk bir aşk ve gorulmemiş bir şevk ile verilen vazifeyi îfĂ‚ya başladı.
HİSSELER: HİZMET ve GAYRET Hizmet ve gayret, mĂ‚neviyat yolunun en bereketli vesilesidir.
Hizmet, AllĂ‚h ’a kulluktur. Dînine yardımdır. Yaşamak ve yaşatmaktır.
Hizmet ve gayret; mahlûka şefkat nazarıdır. Kimsesizlere imdattır, muzdariplerle hemhĂ‚l olmaktır.
Hizmet; hiclik ve tevĂ‚zu ile benliği eritmektir.
Nitekim Bursa Kadısı Mahmud, hizmet ile Aziz Mahmud HudĂ‚yî olmuştur. Murşidi UftĂ‚de Hazretleri ’nin işaretiyle dergĂ‚hta temizlik yapmış ve carşılarda kaftanıyla ciğer satmıştır.
ZĂ‚hirî ilimlerdeki mertebesi sebebiyle, Şemsu ’ş-şumûs / Guneşler Guneşi diye anılan HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî; bir yıllık yolculuktan sonra Abdullah Dehlevî Hazretleri ’nin dergĂ‚hına vardığında, kendisine tuvaletlerin temizliği hizmeti verilmiştir.
ŞĂ‚h-ı Nakşibend Hazretleri de ustĂ‚dı Emir KulĂ‚l Hazretleri ’nin emriyle yıllarca sokakları temizlemiş, sokak hayvanlarına ve hastalara bakmıştır. NĂ‚il olduğu mĂ‚nevî derecĂ‚ta, en ziyĂ‚de bu hizmetler vesilesiyle eriştiğini soylemiştir. Eriştiği hiclik noktasında şoyle demiştir:
Âlem buğday, ben saman,
Âlem yahşî, ben yaman!
Şiirlerini inceleyenler, Yûnus Emre ’nin de medrese tahsili gormuş bir ilim talibi olduğunu ifade etmektedir. HattĂ‚ Aziz Mahmud HudĂ‚yî Hazretleri gibi kadı olduğuna dair de rivĂ‚yetler vardır. İlimdeki bu mertebesine rağmen, enĂ‚niyetten kurtulmak icin dergĂ‚ha odun toplama hizmetine muhabbetle talip olmuştur.
Zira;
Hizmetten uzak duranlar, hicbir mĂ‚nevî terakkî elde edemezler.
Denilmiştir ki;
Uc turlu insan Allah ’tan uzaktır:
Rahatlarını duşunerek hizmetten kacanlar… Hassas olduklarını one surerek ızdırap ve sefĂ‚letlerin civarına yaklaşamayanlar; «Benim icim kaldırmıyor!» diyerek, kendine mĂ‚zeret bulanlar… Gafiller topluluğu ile beraber olanlar… Yûnus, kendisine verilen dergĂ‚ha odun getirme vazifesini îfĂ‚da -bir gun bile aksatmamak şartıyla- nice yıllar tarifsiz bir gayret gostermiştir. Hem nasıl bir gayret! Getirdiği her odunun kalem gibi dumduz olmasına dahî dikkatle dolu bir gayret…
Bunun farkında olan Tapduk Emre Hazretleri, bir gun Yûnus ’un getirdiği odunlardan birini eline alarak sordu:
“–Yûnus! Sana nicedir sormadığımı bugun sorayım: Hepsi boyle mi bu odunların? Hepsi ok gibi dumduz mu?..”
“–Hepsi oyle SultĂ‚nım!”
“–Hic eğrisi yok mu?”
“–Yok SultĂ‚nım!”
“–Bunca yıldır dağda hic eğri oduna rastlamadın mı Yûnus?..”
Yûnus, şu meşhur cevabı verdi:
“–SultĂ‚nım!
Bilirim ki, sizin kapınızdan iceri hicbir eğrilik girmez; odun bile olsa!..”
HİSSELER: SIDK ve İSTİKAMET SufyĂ‚n bin Abdullah -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatır:
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e;
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Bana İslĂ‚m ’ı oyle bir anlat ki, onu bir daha başkasına sormaya ihtiyac hissetmeyeyim.” dedim.
Efendimiz şu cevabı verdi:
“–AllĂ‚h ’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” (Muslim, ÎmĂ‚n, 62)
CenĂ‚b-ı Hak, mahşer yerinde şoyle nidĂ‚ edecektir:
“…Bu, sĂ‚dıklara sadĂ‚katlerinin fayda vereceği gundur…” (el-MĂ‚ide, 119)
Sıdk ve istikamet; ozu, sozu ve hayatı bir olmaktır.
Peygamberimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-;
“Bir mu ’min yalan soylemez!” (Bkz. Muvatta ’, KelĂ‚m, 19) buyurmuştur. Âişe VĂ‚lidemiz ’in bildirdiği uzere, Rasûlullah Efendimiz; yalan soylediğini fark ettiği kişilerle konuşmazdı, hĂ‚llerini duzeltmedikce onlarla irtibatı keserdi.
Sıdkta derinleşenlere ait sıddîklık derecesi, nebîlerden sonraki mertebedir. Hak dostlarının bildirdiği uzere, istikamet, en buyuk kerĂ‚mettir.
Yûnus ’un sozlerine asırlar boyunca irşad bereketi nasîb eden husus da onun samimiyeti, istikameti ve sıdkıdır.
Yûnus, canla başla hizmetine devam ediyordu. LĂ‚kin yıllar gecmesine rağmen kendisinde herhangi bir terakkî emĂ‚resi goremiyordu. Buna son derece uzuluyordu.
“Bu işin neticesi nereye varacak?” diye hayıflandı. Ne yapacağını bilemez bir hĂ‚le duştu.
Nihayet bîcĂ‚re Yûnus, duşunup taşındı ve dergĂ‚htan ayrılıp kendisini kemĂ‚le erdirecek bir başka kapı aramaya karar verdi. Sessiz ve sedĂ‚sız bir şekilde dergĂ‚htan ayrılıp yollara duştu. Yolda kendisi gibi kĂ‚mil bir kapı arayan iki kişiyle dost olup birlikte dolaşmaya başladılar.
Beraberliklerinin ikinci gunu acıktıklarında dostlardan biri duĂ‚ etti ve kendilerine bir sofra ikrĂ‚m edildi. Yiyip icip şukrettiler. Yûnus bu hĂ‚le son derece şaşırdı. Sonra;
“–Bunlar, bir kapıya hizmet etmeden bu kemĂ‚le erdikleri hĂ‚lde ben onca yıldır yaptığım hizmetimden bir şey elde edemedim. İyi ki o dergĂ‚htan ayrılmışım!” diye duşundu.
Ertesi gun yine acıktıklarında ikinci derviş duĂ‚ etti. Tekrar bir sofra ikrĂ‚m edildi. Yiyip icip şukrettiler ve yollarına devam ettiler.
Nihayet bir sonraki gun yemek icin duĂ‚ sırası Yûnus ’a geldi. Her iki derviş de;
“–Haydi derviş! Sıra sende; duĂ‚ buyur!” dediler.
Yûnus, telĂ‚şa kapıldı:
“–Dostlar! Benim duĂ‚mla bir yaprak bile kımıldamaz! Ne olur beni bu işte mĂ‚zur gorun! Benim mertebem cok aşağılardadır. Oyle sizin gibi Hak katından sofra ikrĂ‚m edilecek bir kimse değilim ben!..” dedi.
Dervişler itiraz etti:
“–Olmaz derviş kardeş! Usûlumuzu bozamayız; haydi duĂ‚ buyur!” dediler.
Ne soylese derviş arkadaşlarını rĂ‚zı edemeyeceğini anlayan dertli Yûnus, caresiz bir şekilde ellerini yuce dergĂ‚ha kaldırdı şoyle icli icli yalvardı:
“–YĂ‚ Rabbî! Bu Ă‚ciz, miskin Yûnus kuluna şu dervişlere gonderdiğin sofradan ikrĂ‚m ettin. Şimdi o sofra icin duĂ‚ ve ilticĂ‚ sırası bana geldi. Sen benim gunahlarıma bakmayıp lutfunla muĂ‚mele buyur; beni mahcup eyleme! AllĂ‚h ’ım! Onlar kimin hurmetine Sana duĂ‚ edip lutfa nĂ‚il oldularsa, ben de o has kulun hurmetine Sana niyĂ‚z eyliyorum!..
Ellerini henuz yuzune surmuştu ki, kendilerine gayet muzeyyen on kişilik buyuk bir sofra ikrĂ‚m edildi. Hem Yûnus şaşırdı, hem de arkadaşları.
Sordular:
“–Hey derviş kardeş! Hani sen duĂ‚ bilmezdin! Soyle bakalım; nasıl bir duĂ‚ ettin ki, CenĂ‚b-ı Allah boylesine bir ikram gonderdi?”
Şaşkın ve dertli Yûnus, şĂ‚hit olduğu bu sırlı manzara karşısında iradesizleşti. Hicbir şey soyleyemedi. Bu hĂ‚l, kendisine bir muammĂ‚ oldu. Bu mĂ‚nevî sırrı henuz cozemediği icin once arkadaşlarından îzĂ‚h istedi:
“–EvvelĂ‚ siz soyleyin dervişler! Sizler nasıl duĂ‚ ettiniz?”
Onlar da;
“–Derviş kardeş! Bizler, Tapduk Emre Hazretleri ’nin kapısında kırk yıldır dillere destan bir şekilde sadĂ‚kat ve ihlĂ‚sla hizmet eyleyen Derviş Yûnus ’un yuzu suyu hurmetine duĂ‚ ve niyĂ‚z eyledik.” dediler.
Bu gerceği duyan Yûnus;
“–EyvĂ‚h! Ben ne yaptım!” feryĂ‚dı ile yerinden fırladı. DerhĂ‚l, dergĂ‚hın yolunu tuttu.
HİSSE: ACELE ETMEMEK Tasavvufta murşid ile murîd arasındaki munasebetlerde muhtelif usûller vardır. Bunlardan biri de, murşidin, murîdinin kaydettiği terakkîden, kendisini haberdĂ‚r etmemesidir. Cunku haberdĂ‚r olmasında mĂ‚nevî tehlikeler vardır.
Tapduk Emre Hazretleri de; Yûnus ’un mĂ‚nevî yukselişinde nefsine bir pay cıkarıp terakkîsine mĂ‚nî olmaması icin, uzun bir muddet bu usûlu tatbik etmişti.
Yûnus ’un dergĂ‚hı terk edip başka bir dergĂ‚h aramasında, hatalı bir acelecilik tavrı da vardır.
HÂlbuki;
مَنْ ثَبَتَ نَبَتَ
“SebĂ‚t eden, nebat bulur, (meyve verir)” denilmiştir. Surekli saksısı değiştirilen bitkilerin olmesi mukadderdir.
Bu hakikati ifade icin yine denilmiştir ki:
“Bir yerde sebatkĂ‚r olan, her yerdedir. Her yerde olan ise hicbir yerde değildir.”
Yeter ki bulunduğu yer şer‘-i şerîfe muvĂ‚fık bir terbiye mektebi olsun.
Yûnus; kendisi fark etmese de mĂ‚nen ne kadar terakkî ettiğini, yoldaki arkadaşlarının duĂ‚sından anlamıştı. Ancak kendisine bu seviyeyi kazandıran dergĂ‚hı terk etmişti. Bu sebeple buyuk bir pişmanlıkla dergĂ‚ha koştu.
MĂ‚nevî derecelerin teminatı yoktur. Dunyevî makam ve etiketler gibi değildir. Her an muhafazası gerekir. Yûnus bunun idrĂ‚ki icinde, titredi ve ustĂ‚dına koştu. Şeyhinin hĂ‚nesine varıp kapıyı caldı. Hazret-i Pîr ’in hanımı cıktı. Yûnus ’u karşısında goren vĂ‚lide hanım, ona;
“–EvlĂ‚dım! Nicin boyle yaptın? Hocanı incittin.” dedi.
Sonra da Yûnus ’un nedĂ‚metle ıslanmış gozlerine ve boynu bukuk hĂ‚line bakarak şoyle bir yol gosterdi:
“–Oğlum! Tapduk Hazretleri birazdan dışarı cıkacaklar. Bu mubĂ‚rek eşikte bekle! Ayağı sana takılınca;
«–Bu kimdir?» diye sorar.
Ben de;
«–Yûnus, efendim!» derim.
Şayet;
«–Hangi Yûnus?» derse, anla ki seni gonlunden cıkarmıştır. O zaman durmayıp gidersin. Eğer;
«–Bizim Yûnus mu?» derse, bil ki seni affetmiştir.”
Dertli Yûnus, butun rûhunu saran bir nedĂ‚metle başını eşiğe koydu. Beklemeye başladı. Birazdan Tapduk Emre Hazretleri kapıda gorundu.
ZĂ‚hirî gozleri Ă‚mĂ‚, kalbi ise guneş gibi nurluydu. Ayağı Yûnus ’un başına değince;
“–Bu kimdir?” diye sordu.
Hanımı;
“–Yûnus!” dedi.
Bir an sukût eyleyen Hazret-i Pîr, onunde tedirgin bir vaziyette gozyaşı doken Yûnus ’un hĂ‚lini kalben temĂ‚şĂ‚ ederek tebessumle;
“–Bizim Yûnus mu?” dedi.
Ardından mĂ‚nidar bir şekilde konuştu;
“–Yûnus evlĂ‚dım! Bir meyvenin olgunlaştığını kendisi bilemez. Onu ancak bahcıvan bilir. Bir talebenin kemĂ‚lini de en iyi hocası bilir, fakat gayretlerine devam etmesi ve kendisinde bir varlık hissetmemesi icin belli bir mertebeye kadar ondan hakikati gizleyerek onu daha ilerilere goturur!” dedi.
HİSSE: EŞİĞE BAŞ KOYMAK NĂ‚danların meclisinde eşik istihfĂ‚f edilir. Cunku onlara gore eşik, kapının onudur. Orada hizmetciler oturur. Benliğiyle mağrûr olanlar ise, başkoşeye oturmak isterler.
UstĂ‚dının gonlune talip olan Yûnus ise, eşiğe baş koydu.
Cunku;
O eşik, Hak dostları nezdinde cok mustesnĂ‚ bir kıymete sahipti. Cunku Allah icin «ibĂ‚dullĂ‚h»a karşı tevĂ‚zu sahibi bir abd-i Ă‚ciz olabilmenin ulvî bir makamı idi.
Zira gercek ehlullah bilir ki;
İnsan dunyaya «arz-ı endam» icin değil «arz-ı hĂ‚l» icin gelmiştir.
Selcuklu Atabeyi CelĂ‚leddin Karatay, Konya ’da yaptırdığı medresenin acılışı icin buyuk bir cemiyet tertiplemişti. Zamanın buyuk Ă‚lim ve meşĂ‚yıhı da davetliler arasındaydı.
Karatay, yuruttuğu sultan nĂ‚ibliği ile mevkî olarak devletin en başındaki isimdi. Davete iştirĂ‚k eden MevlĂ‚nĂ‚ CelĂ‚leddîn-i Rûmî Hazretleri ’ni de alıp, Karatay ve buyuk muderrislerin bulunduğu kısma cağırdılar. Şems-i Tebrizî ise bu protokole alınmamış, kapının dibinde kalmıştı.
Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ ’nın nereye oturtulacağı mesele olunca, bunca ulemĂ‚nın bir araya geldiği meclislerin Ă‚detince ortaya bir tartışma mevzuu cıktı:
“–Başkoşe neresidir?”
Herkes birtakım cevaplar verdi. Sıra MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri ’ne gelince;
“Anlatayım:
Âlimlerin başkoşesi sofanın ortasıdır. Âriflerin başkoşesi evinin koşesidir. (Onların şohretle, itibarla işi yoktur.) Sofîlerin başkoşesi ise sofanın kenarıdır (hizmet icin ve tevĂ‚zu ile kapının dibinde otururlar). Âşıkların başkoşesine gelince o, dostun yanıdır.” dedi ve gidip kapının kenarındaki Şems ’in yanına oturdu. Hak dostları, girdikleri hiclik ve mahviyet ile mĂ‚neviyat burclarında yukselmişlerdir. Cunku;
MutevĂ‚zı ’ olanı rahmet-i Rahman buyutur!
Hiclik şuuru; benliği ve nefsin kibrini izĂ‚le ettikce, cilĂ‚lanan gonulde hakikat nurları aksetmeye başlar.
Yûnus icin de oyle oldu. O zamana kadar şiir yazmamış olan Yûnus, ustĂ‚dının işaretiyle bir bulbul gibi şakımaya başladı:
Tapduk Emre Hazretleri, muridleriyle sohbet ettiği bir gun seslendi:
“–EvlĂ‚dım Yûnus! Bize hikmetli bir şiir soyle!”
Boyle bir emirle ilk defa karşılaşan Yûnus Emre şaşırdı;
“–Hocam! Ben şiir soylemeyi bilmem!” diyebildi.
Tapduk Hazretleri tekrar;
“–Haydi Yûnus, bize bir şiir soyle!” dedi.
Yûnus Emre, o Ă‚na kadar hic şiir terennumunde bulunmamıştı. Şeyhinin emrini nasıl yerine getireceğini derin derin duşunurken bir anda dili cozuldu, gonlunde mevcut olan, fakat o Ă‚na kadar sukût ve sukûn hĂ‚linde bulunan hikmet deryĂ‚sı Ă‚detĂ‚ coştu ve şiir hĂ‚linde dilinden dokulmeye başladı:
Aşkın aldı benden beni, bana Sen ’i gerek Sen ’i.
Ben yanarım dun u gunu, bana Sen ’i gerek Sen ’i.
Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim,
Aşkın ile avunurum, bana Sen ’i gerek Sen ’i.
Sûfîlere sohbet gerek, ahîlere ahret gerek,
Mecnunlara Leylî gerek, bana Sen ’i gerek Sen ’i.
HİSSE: İLHAM İLE DOĞAN ESERLER Milletin sînesinde yer eden, asırlarca elden ele gonulden gonule dolaşan eserler dĂ‚imĂ‚ boyle bir bereket ve mĂ‚neviyatla yazılmıştır.
Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚, Şems-i Tebrîzî ile tanışmadan once, Selcuklu ’nun merkezi Konya ’da mĂ‚ruf bir muderristi. Şems; onun kalbine vuslatı oğretmişti, gercek aşkı ve «mĂ‚rifetullĂ‚h»ı oğretmişti. Bir uşuyen varsa ısınamamayı oğretmişti.
Bu tahsil; «Hamdım! Piştim! Yandım!» sozleriyle ifade ettiği uzere, gonulde bir yangın ile hĂ‚sıl oldu. Bu yanık gonul ile feryĂ‚da başlayan MevlĂ‚nĂ‚, bir ney gibi inledi. Asırlardır milyonlara sesini duyurdu.
Bu aşk ile yanış olmasa Mesnevî ve benzeri eserler vucuda gelemezdi.
GazĂ‚lî Hazretleri ’nin İhyĂ‚ ’sı, Suleyman Celebi ’nin Mevlid ’i, Kadı IyĂ‚z ’ın ŞifĂ‚-i Şerîf ’i, İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî ’nin MektûbĂ‚t ’ı ve emsĂ‚li eserler de boyledir.
Yûnus Emre Hazretleri ’nin ilĂ‚hîleri ve nefesleri de boyledir. Bu ilĂ‚hîler, asırlarca insanımıza ne kadar derin hakikatleri tefekkur ettirmiş ve hissettirmiştir.
Yûnus Emre Hazretleri ’nin gonlu; Allah aşkını, Peygamber Efendimiz ’in muhabbetini ve kĂ‚inattaki hikmetleri ve ibretleri aktarmasaydı, binlerce Yûnus ’tan biri olur, esĂ‚mesi bile okunmazdı.
Butun «ehlullĂ‚h»ı, butun Allah dostlarını yetiştiren iki muhim esas vardır ki bunlar; Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’i ve Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’i tahsil etmeleridir.
Butun sûfîlerin mĂ‚nevî bir sozcusu makamında olan Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ ne guzel soyler:
مَنْ بَنْدَهِٔ قُرْآنَمْ اَگَرْ جَانْ دَارَمْ مَنْ خَاكِ رَهِ مُحَمَّدْ مُخْتَارَمْ
“Canım (rûhum) var oldukca ben Kur ’Ă‚n ’ın kolesiyim. Ben Hazret-i Muhammed ’in yolunun toprağıyım.”
En buyuk tahsil, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’i idrĂ‚k etmek ve Rasûlullah Efendimiz ’i yakından tanımaktır. Bu ise kalbin sanatıdır. Bu tahsil; zihinle olmaz, kalbî temrinler neticesinde meydana gelir. Yani «mĂ‚rifetullah»tan nasîb almakla gercekleşir.
İşte Yûnus Emre Hazretleri ’nin Tapduk DergĂ‚hı ’nda gorduğu tahsil bu idi.
Rabbimiz, Hak dostlarının duyuşlarından hisseler nasîb eylesin. Milletimizin mĂ‚nevî mimarları olan bu şahsiyetleri unutturmasın, gelecek nesillerde de aynı Muhammedî sedĂ‚yı lutuf buyursun. Âmîn!..
Kaynak: Yuzakı Dergisi, Yıl: 2021 Ay: Haziran, Sayı: 196
İslam ve İhsan
Yunus Emre ’de Soz Edebi