Yavuz Sultan Selîm Han, tahta gecer gecmez, sur ’atle icraata başladı. O sıralarda Azerbaycan, Irak ve İran ’ı eline gecirmiş olan Şah İsmÂil, Anadolu ’yu tehdid eder bir duruma gelmişti. Şiîliği vesîle ittihÂz ederek devamlı fitne cıkarıyor, muslumanların birlik ve beraberliğini sarsıyordu!..
Yavuz Sultan Selîm, topladığı olağanustu dîvÂnda, Şah İsmÂil ’in teh­li­ke­li faÂliyetlerini uzun uzun îzÂh etti.

Dîvan, cetin muzÂkerelerden sonra, İbn-i KemÂl Paşa ’nın fetvÂsı ile İran ’a sefer kararı aldı.

Yavuz, 20 Nisan 1514 ’de Uskudar tarafına gecerek ordu-yi hum­yûn ile İran seferine cıktı. Şah İsmÂil, yiğitlik muktezÂsı olarak er meyda­nına dÂvet edildi. O ise, dÂim kactı.

Safevî topraklarına girildi. Şah İsmÂil, devamlı geriye doğru kacıyordu. NihÂyet asker, bu uzun ve yorucu yolculuktan usandı. İkmÂl de, azalmaya başlamıştı. Bunun uzerine orduda bircok kimse:

“Şah İsmÂil kactı. Bu bile zaferdir. Artık geriye donelim..” deyip, isyan cıkarmaya başladı.

Hatt bunlar, Yavuz Sultan Selîm HÂn ’ın cadırına ok atacak kadar ileri gittiler.

Bunun uzerine Yavuz ’un, cadırından cıkarak isyancı askerlere karşı îrÂd ettiği nutuk, harp ta­rihinin şÃ‚heserlerindendir.

TEK BAŞIMA OLSA DAHİ SAVAŞACAĞIM

Yavuz bu nutukta:

«Henuz hedefe varılmadığını, seferden asl donulmeyeceğini, cihÂd icin yapılan bu seferden, ancak kadınlarını duşunenlerin donebileceğini, yiğit olanın ardınca gelmesini isteyip, tek başına dahî olsa savaşacağını...» gur sesi ile ifÂde ederek:

“–İsteyenler, karılarının yanına donup entarilerini giyebilirler! Ben duşmana karşı tek başıma da gidebilirim!.” dedi ve atını mahmuzladı.

Yavuz, şehzÂdeliğinden beri kefenini boynunda gezdiren bir cen­g­verdi. O anda binlerce ok ile şehîd olabilirdi. Onun tevekkul, teslîmiyet ve her carenin Allah -celle celÂluhû- olduğunu idrÂk etmesi, bir anda hÂdisenin seyrini değiştirdi. Yavuz ’un yureğinden boşalan bu nutuk, askerin gonlunu bir cağlayan gibi coşturdu. Caldıran Ovası ’na doğru yeniden tÂze bir azim ve muthiş bir hamle gucu ile varıldı. Şah İsmÂil perişÃ‚n bir şekilde mağlûb oldu. Karısını ve tahtını harp meydanında bırakarak kactı.

Zaferden sonra Selîm Han Tebriz ’e girdi. Dort halîfeyi zikrederek kendi adına hutbe okuttu. Tebriz ’deki ilim ve sanat erbÂbına cok alÂka gosterdi. Onları İstanbul ’a dÂvet etti.

O yıl Selîm Han, bolgedeki fetihleri tamamlamak icin kışı, Azerbaycan ’daki Karabağ ’da gecirdi.

İstanbul ’dan Tebriz ’e kadar 2500 km ’lik bir mesÂfeyi, bircok ikmÂl zorlukları ile ve yaya olarak aşıp parlak bir zafer kazanmak, ta­rihte eşine cok az rastlanan hÂdiselerdendir. Dolayısıyla bu, «Bir kutba bağlı gonuller bir olmalı» şuûru icinde tevhîd-i ummet gayretinin bir bereketi olmuştur.

SONSUZ EMNİYET VE İTİMÂD

Yine bu bereket cumlesindendir ki, Guneydoğu Anadolu ’da bir aşîret reisi olan İdris-i Bitlisî Hazretleri, Yavuz ’un İslÂm birliği hamlesine destek cıkarak topraklarını Osmanlı ’ya ilhÂk etti.

İdris-i Bitlisî Hazretleri ’nin bu husustaki gayretleri, her turlu takdîrin fevkindedir. Nitekim Yavuz, aslen Kurt olan bu zÂta son derece hurmet gostermiş ve her vesîle ile ona olan ziyÂde muhabbetini izhÂr etmiştir. Oyle ki, tebcîl edici yuksek hitaplarla taltiflerinin yanında, ona munÂsip gorduğu kimselere beylik vermesine musÂade bÂbında doldurulmamış hatt-ı humÂyunlar bahşederek sonsuz emniyet ve îtimÂdını da sergilemiştir.

Zira Bitlisli İdris Hazretleri, buna ziyÂdesiyle lÂyıktı. Her turlu musÂadeye rağmen yine de hatt-ı humÂyunları PÂdişÃ‚h ’ın izni olmadan doldurmayan İdris Hazretleri, Safevîler ’in doğu illeri ve halkları uzerindeki emellerini boşa cıkartarak ummet birliğini temin edici buyuk faÂliyetlerin mîmÂrı olmuştur. AhÂlîyi Osmanlı ’ya bağlama husûsundaki muvaffakıyetlerine ilÂveten, icinde Şah İsmÂil ’in maiyyet askerlerinin de bulunduğu Safevî ordusunu da kesin bir mağlûbiyete uğratmıştır.

Kaynak: Abide Şahsiyetleri ve Muesseseleriyle OSMANLI, Osman Nuri Topbaş, Erkam Yayınları, 2013
İslam ve İhsan