Kavimler neden helak oldu? Kac tane kavim veya topluluk, nerede, nasıl ve hangi sebeple helak oldu?Kavimlerin helak olma sebepleri ve şekilleri...
HELAK OLAN KAVİMLER VE KAVİMLERİN HELAK OLMA NEDENLERİ Kavimlerin helak olma sebepleri; peygamberlerini yalanlamaları, putlara tapmaları, zulum ve sapkınlıkta ileri gitmeleri ve Allah ’a isyan etmeleri şeklinde sıralanabilir.
Âd, Semûd ve Şuayb (Medyen ve Eykeliler) kavimlerinin helakı, Sebe kavmini perişan eden Arim seli, AshĂ‚bu ’l-Uhdûd hadisesi ve Fil olayı, Arap toprakları olarak bilinen BilĂ‚du ’l-Arap ’ta meydana gelen helak hadiseleridir.
Musa aleyhisselĂ‚m ’ın duşmanları olan Firavun ve adamlarının helaki ile Karun ve Haman ’ın yok edildiği yer, Mısır topraklarıdır.
Lût kavmini yok eden o dehşetli felaket ile helak yerine daha hafif bir cezaya carptırılan İlyas aleyhisselĂ‚m kavmi ’nin başına gelenler, BilĂ‚du ’ş-ŞĂ‚m topraklarında meydana geldi. Helak olan kavimler;
Nuh Kavmi, Nuh Aleyhisselem Nemrud ve kavminin helakı, İbrahim Aleyhisselam Âd Kavmi, Hud Aleyhisselam Semûd Kavmi, Salih Aleyhisselam Lût Kavmi, Lut Aleyhisselam Şuayb Kavmi (Medyen Halkı ve Eykeliler), Şuayb Aleyhisselam AshĂ‚bu ’l-Karye AshĂ‚bu ’s-Sebt AshĂ‚bu ’l-Uhdûd Tubba Kavmi AshĂ‚bu ’l-Fîl Helak olan kavimler ve kavimlerin helak olma sebepleri...
KAVİMLERİN HELAKI Ciddî bir uyanıklık icinde gecirilmesi îcĂ‚b eden bu imtihan dunyĂ‚sında, maalesef insanların coğu derin bir gaflet uykusundadır. LĂ‚kin bu cehĂ‚let, dalĂ‚let ve gaflet uykuları, onları hazîn ve hicranlı bir Ă‚kıbete suruklemiştir. DunyĂ‚, onlar icin bir aldanış mekĂ‚nı olmuştur.
Musbet veya menfî, gidilen her yolun kabre vardığı bu yaldızlı dunyĂ‚da, îmansızlığın ana sebepleri; duşuncesizlik, cehĂ‚let, gaflet, şehvet, dunyĂ‚ nîmetlerine boğulma, gĂ‚filleri taklîd etme, koyu bir maddecilik zihniyeti, ahlĂ‚ksızlık ve netîce olarak kalbi, nefse fedĂ‚ etmektir.
HELAK EDİLEN KAVİMLER İnsanlık tĂ‚rihi, îmĂ‚n ve ahlĂ‚k yolundan cıkan azgınlara tatbîk olunan nice ilĂ‚hî gazap tecellîlerine şĂ‚hid olmuştur. Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin kibirli insanları; peygamberlerle mucĂ‚dele eden, kendisinin tanrı olduğunu iddiĂ‚ eden ve sonunda bir avuc suda helĂ‚k olan Firavun; bir sineğin mağlûb ettiği Nemrud; yaşayışları hayvanlardan daha aşağı olan ahlĂ‚ksız Lût kavmi ve benzerleri, zulum ve isyanlarına burunerek bu dunyĂ‚dan gocup gittiler.
AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ şoyle buyurur:
“Onlara, kendilerinden evvelkilerin; Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin, İbrĂ‚hîm kavminin, Medyen halkının ve altust olan şehirlerin haberi ulaşmadı mı? Peygamberleri, onlara apacık mûcizeler getirmişti. AllĂ‚h onlara zulmedecek değildi, fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekte idiler.” (et-Tevbe, 70)
Kufur, isyan, zulum ve haksızlık tĂ‚rihi, ilĂ‚hî intikĂ‚mın dehşetli ornekleri ile doludur. AllĂ‚h ’a ve peygamberlerin gosterdiği yola muhĂ‚lefet ve isyĂ‚n edenlerin, er-gec ilĂ‚hî kudretin acı azĂ‚bı ve cetin tecellîleri ile karşılaşmaları, kacınılmaz ve değişmez bir ilĂ‚hî kĂ‚nundur.
AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, peygamberleri, nefsĂ‚nî arzuların actığı toplum yaralarına şifĂ‚ vesîlesi olmak uzere insanlığa ikrĂ‚m etmiştir. LĂ‚kin dunyĂ‚nın yaldızlarına aldananlar, peygamberlerin actığı nûrlu ufuklar¬dan ayrılmışlar, ebediyet bedbahtlığının korkunc enkĂ‚zı hĂ‚line gelmişler, toplumlarını vîrĂ‚neye cevirmişlerdir. SefĂ‚letlerini saĂ‚det zannetmenin husrĂ‚nına uğramışlar, yaratılış hikmetini ve esrĂ‚rını kavrayamayıp hayvanların hayatlarını taklîd etmişler ve neticede ilĂ‚hî gazaplara dûcĂ‚r olarak helĂ‚k olmuşlardır.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de buyrulur:
“Biz onlardan once nice nesilleri helĂ‚k ettik. Sen, onlardan herhangi bir kimseyi goruyor veya onlardan cılız bir ses olsun işitiyor musun?” (Meryem, 98)
“Onlar, yeryuzunde gezip de kendilerinden oncekilerin Ă‚kıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha guclu idiler; yeryuzunu işlemişler, onu, bunların îmĂ‚r ettiklerinden daha cok îmĂ‚r etmişlerdi. Peygamberleri, onlara da nice acık deliller getirmişlerdi. ZĂ‚ten AllĂ‚h, onlara zulme¬decek değildi; fakat onlar, kendi kendilerine zulmetmekte idiler.” (er-Rûm, 9)
Âyette, su ve mĂ‚den cıkarmak, ya da ekip dikmek icin toprağı işleyen ve bayındır beldeler meydana getiren, sonra da, inkĂ‚rcılıkları yuzunden AllĂ‚h ’ın gazabına uğrayan Âd ve Semûd gibi eski kavimlere işĂ‚ret edilmekte ve onların kalıntılarına bakılıp ibret alınması oğutlenmektedir.
FİRAVUN NEDEN HELAK OLDU? İnsanda “acıkma” duygusunun meydana gelmesi, vucûda gereken hayĂ‚tî malzeme ihtiyacındandır. Darlık zamanlarında insanların AllĂ‚h ’ı araması ise, rûhun ihtiyĂ‚cından kaynaklanmaktadır. Nemrûd ’un, Hazret-i İbrĂ‚hîm ateşe atıldığında, ateşin O ’nu yakmadığını gorunce; “Kendi tanrılığımdan vazgecmem; lĂ‚kin senin Rabbine dort bin sığır keseceğim!” demesi ve Firavun ’un, suda helĂ‚k olacağını anladığı zaman “Benî İsrĂ‚îl ’in inandığı AllĂ‚h ’a inandım!” demesinin hicbir değeri yoktur. Başı sıkışan gĂ‚fillerin, olum buhrĂ‚nı geciren munkirlerin, tesellîsiz ve himĂ‚yesiz kaldıkları korkunc anlarda kendilerine gelmeleri ve ic Ă‚lemlerine donmeleri, insan fıtratındaki dîn ihtiyĂ‚cının muktezĂ‚sıdır.
Omurlerini, kufur ve gaflet calkantıları icinde gecirenlerin son hĂ‚lleri, ne hazîn bir cırpınış ve tukeniştir. Olum meleğinin; «Daha evvel neredeydin?» demesi, acıklı bir azĂ‚bın başlama Ă‚nıdır.
Olum, dunyĂ‚ya Ă‚it butun zevklerin iptali, aynı zamanda butun fĂ‚nî alışverişlerin nihĂ‚yetidir.
Bu sebeple, sĂ‚lihler ve Ă‚rifler, nefeslerini bir omur tesbîhi hĂ‚line getirerek hakîkate yaklaşırlar. Vucûdlarını muşterek bir olum tĂ‚limi icinde nûrlandırarak fĂ‚nîlikten sıyrılırlar. Herkes değişik bir yerde ve değişik bir uykuda iken onlar, farklı bir tecellîde olurlar.
ŞĂ‚yet olumden kacmak ve korkmak îcĂ‚b ediyorsa, akşamlar yaklaşırken korkularla titrememiz lĂ‚zımdır. HĂ‚lbuki gecelerin esrĂ‚rına dalarken icimizden bir korku gecirmiyoruz. Cunku sabahın gelmesi, bir hilkat kĂ‚idesi ve ilĂ‚hî bir tanzimdir. O hĂ‚lde, olumun koynundan da bir hakîkat sabĂ‚hına kalkılmasının tabiî gorulmesi lĂ‚zımdır.
Hak TeÂl buyurur:
“Ey insanlar! AllĂ‚h ’ın va ’di elbette ki haktır. Sakın dunyĂ‚ hayatı sizi aldatmasın! Hîleci şeytan, AllĂ‚h ’ın affıyla sizi kandırmasın!” (FĂ‚tır, 5)
Âhiretsiz bir dunyĂ‚ ferahlığı elde etmek icin dunyĂ‚ suslerine burunen ve fĂ‚nî lezzetlerde son gunune kadar yorulanların hĂ‚li, ne hazîn bir tukeniştir! İslĂ‚miyet ise, cihĂ‚na hikmet gozu ile bakmayı emretmekte ve hayatın istikĂ‚met uzere ve şuurlu bir şekilde yaşanmasını istemektedir. CenĂ‚b-ı Hak buyurur:
“Sizi abes olarak (boş yere) yarattığımızı ve huzûrumuza getirilmeyeceğinizi mi sandınız? Mutlak hĂ‚kim ve Hak olan AllĂ‚h cok yucedir. O ’ndan başka ilĂ‚h yoktur. O, yuce Arş ’ın Rabbidir.” (el-Mu ’minûn, 115-116)
“İnsanlar, imtihandan gecirilmeden, sadece «îmĂ‚n ettik» demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar? And olsun ki, Biz onlardan oncekileri de imtihandan gecirmişizdir. Elbette AllĂ‚h, doğruları ortaya cıkaracak, yalancıları da mutlakĂ‚ ortaya koyacaktır. Yoksa kotuluk yapanlar, bizden kacabileceklerini mi sandılar? Ne kadar kotu (ne yanlış) hukum veriyorlar!” (el-Ankebût, 2-4)
İslĂ‚m dîni, insanın beşikten mezara kadar hayatını tanzîm edip, onu, Ă‚hiret Ă‚leminin esrĂ‚rına ve gaybî hakîkatlerine hazırlar. İnsanın; beşik ile tabut arasındaki munĂ‚sebeti kavrayamadan, kĂ‚inattaki mevkîini ve vazîfesini tĂ‚yin edemeden ve gideceği mezar yolculuğunun hikmet ve ibretini id¬rĂ‚k edemeden, hayatı gĂ‚yesiz bir şekilde yaşayışı ne buyuk bir husrandır! Bu hĂ‚l, ardında hazîn bir hĂ‚tıra yığını bırakarak olumun girdaplarında kaybolmaktan başka nedir?
Peygamberlerin beşerî gucleri tukendiğinde kendilerine ilĂ‚hî nusret yetişir ve inkĂ‚rcılar uzerine AllĂ‚h ’ın kahır ve intikĂ‚mı tahakkuk eder. Nûh -aleyhisselĂ‚m- ’ın, 950 senelik sabırdan sonra tahammulu bitti ve Ă‚yet-i kerîmede bildirildiği uzere:
“(YĂ‚ Rabbî!) Mağlûb oldum, bana yardım et! (İntikĂ‚mımı al!) diye Rabbine duĂ‚ etti.” (el-Kamer, 10)
HAYATTA EN COK KORKULAN HADİSELER Hayatta en cok korkulan ve ilĂ‚hî bir tehdîd olan hĂ‚diseler; tûfĂ‚nlar, kasırgalar, zelzeleler, kıtlık, yıldırımlarla dolu azĂ‚b bulutları, duşman işgalleri ve sĂ‚rî hastalıklar gibi ilĂ‚hî gazap tecellîleridir. “Tabiat olayları” olarak gorulen bu tip vak ’alar, gelişiguzel olmayıp bircok sebep ve hikmetlere bağlıdır. Bu tip acı hĂ‚diseler, insanların isyanları ve gunahları sebebiyle meydana gelir. Ve ilĂ‚hî nizĂ‚mın felĂ‚ketleri, tahakkuk safhasına girer.
AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû-, -hĂ‚şĂ‚- zĂ‚lim değildir. Fakat bu felĂ‚ketlerin, kulların hak etmesiyle zuhûr ettiği bir gercektir. İlĂ‚hî nizĂ‚ma ve kudsî esaslara karşı koyanların, ilĂ‚hî intikĂ‚mın acı tatbikĂ‚tı ile karşılaşmaları kacınılmazdır.
Ağactan duşen bir yaprağın bile, ilĂ‚hî kaderle duştuğu, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de beyĂ‚n edilmektedir. Aksi hĂ‚lde kĂ‚inatta, fizikî bir anarşi meydana gelirdi. Butun fizikî hĂ‚diselerin icinde binbir turlu esrĂ‚r gizlidir. Bu esrĂ‚r, peygamberlere ve ehl-i kalbe ayĂ‚ndır.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de kavimlerin helĂ‚kiyle ve bunun sebep ve hikmetleriyle alĂ‚kalı pek cok Ă‚yet-i kerîme bulunmaktadır. Âlemlerin Rabbi olan AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ zulmetmekten munezzehtir ve aslĂ‚ kullarına haksızlık etmez. Zulum ve haksızlık insana Ă‚it olan bir vasıftır. Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“Şuphesiz ki AllĂ‚h, insanlara hicbir sûretle zulmetmez; fakat insanlar, kendilerine zulmetmektedirler.” (Yûnus, 44)
ALLAH ’IN GAZABI İLE İLE İLGİLİ AYETLER Nihayetsiz bir merhamet, hilim ve sabır sĂ‚hibi olan Yuce Rabbimiz, insanların zulumleri had safhaya vardığı zaman onları şiddetle yakalar ve Ă‚leme ibret kılar:
“…Şuphesiz O ’nun yakalaması, pek elem vericidir, pek cetindir!” (Hûd, 102)
HattĂ‚ oyle yakalar ve helĂ‚k eder ki bu azĂ‚ba dûcar olanların bir daha ıslĂ‚h olmaları mumkun olmaz. Bu hakîkate Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle işĂ‚ret edilir:
“HelĂ‚k ettiğimiz bir belde icin artık (yeniden mĂ‚mur olmak) imkĂ‚nsızdır. Cunku onlar, geri donemeyeceklerdir.” (el-EnbiyĂ‚, 95)
“(Muşrikler) kendilerinden once kac nesli yok ettiğimizi ve bu yok olup gidenlerin bir daha onlara donup gelemeyeceklerini gormuyorlar mı?” (YĂ‚sîn, 31)
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, gecmiş kavimlerin helĂ‚k edilişlerini anlatırken bunun sebepleri uzerinde de durmakta ve sonradan gelenleri îkĂ‚z etmektedir. Bu sebeplerin başında AllĂ‚h ’ın nîmetlerine karşı nankorluk etmek, şukredecek yerde bol nîmetler icinde şımarmak, zulum ve haksızlıkta ileri gitmek gibi buyuk gunahlar gelmektedir. Mevzuyla alĂ‚kalı Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle buyrulur:
“Biz refĂ‚hından şımarmış nice memleketleri helĂ‚k etmişizdir. İşte, onların kendilerinden sonra pek az iskĂ‚n gormuş harĂ‚beleri! Biz onların (hepsinin) vĂ‚risi olduk.” (el-Kasas, 58)
“…Biz halkı zĂ‚lim kimseler olan şehirlerden başkasını helĂ‚k edici değiliz.” (el-Kasas, 59)
“Nitekim bircok memleket vardı ki, o memleket (halkı), zulmetmekte iken, biz onları helĂ‚k ettik. Şimdi o ulkelerde duvarlar, (cokmuş olan) tavanların uzerine yıkılmıştır. Nice kullanılmaz hĂ‚le gelmiş kuyular ve (ıssız kalmış) ihtişamlı saraylar vardır.” (el-Hacc, 45)
İnsanların başlarına gelen dunyevî ve uhrevî butun musîbetlerin, bizzat kendi elleriyle yaptıklarının karşılığı olduğunu AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ şoyle haber vermektedir:
“İnsanların elleriyle kazandıkları (gunahlar) dolayısıyla karada ve denizde fesat zuhûr etti. Bu, onlara, yaptıklarından bĂ‚zısının acısını tattırmak icindir. Umulur ki (tuttukları kotu yolu terkedip) Hakk ’a donerler.” (er-Rûm, 41)
BELA VE MUSİBETLER NEDEN GELİR? Âyet-i kerîmeden anlaşılacağı uzere, gerek tabiat gerekse ictimaî şartlarda zuhûr eden duzensizlik, dağınıklık ve perişanlık, insanların elleriyle kazandıkları yuzundendir. Butun bunlar, şirk, ahlĂ‚ksızlık, haksızlık ve nefsin hevĂ‚sına uyularak yapılan aşırılıklar sebebiyle olmuştur. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, tevbe edip şirkten vazgecerek fıtrat dînine, sağlam ve duzgun yola donsunler diye, yaptıklarının bir kısmının cezĂ‚sını kendilerine bu dunyĂ‚da tattırmaktadır. Eğer tevbe edip sırĂ‚t-ı mustakîme donmezlerse cezĂ‚larının tamĂ‚mını Ă‚hirette tadacaklar, asıl cezĂ‚larını orada cekeceklerdir. Diğer bir Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyrulmaktadır:
“Başınıza gelen herhangi bir musîbet, kendi ellerinizle işledikleriniz yuzundendir. (Bununla beraber) AllĂ‚h, coğunu da affediyor.” (eş-ŞûrĂ‚, 30)
Nitekim CenĂ‚b-ı Hak, kullarının irtikĂ‚b etmiş olduğu gunahların cezĂ‚sını ekseriyetle Ă‚hirete tehir etmektedir. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de buyrulur:
“Eğer AllĂ‚h, insanları zulumleri yuzunden cezĂ‚landıracak olsaydı, yeryuzunde hicbir canlı bırakmazdı…” (en-Nahl, 61)
İşlenen gunahların bir kısmı mukĂ‚bilinde gelen bu musîbetler, belki insanlar ıslĂ‚h olurlar diye ilĂ‚hî bir îkĂ‚z keyfiyeti taşımaktadır.
Ancak AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ ’nın hĂ‚lis mu ’minler hakkındaki kĂ‚nunu bundan biraz farklıdır. Cunku mu ’minlere gelen musîbet ve sıkıntılar, onların kulluktaki noksanlıklarına, gunah ve hatĂ‚larına keffĂ‚ret olacaktır. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuştur:
“Yorgunluk, surekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar Muslumanın başına gelen her şeyi, AllĂ‚h, onun hatĂ‚larını bağışlamaya vesîle kılar.” (BuhĂ‚rî, MerdĂ‚, 1, 3; Muslim, Birr, 49)
AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sı icin calışıp-cabalayan kimsenin karşılaştığı sıkıntılar, onun sadece gunahlarına keffĂ‚ret olmakla kalmaz, bunun yanı sıra AllĂ‚h indindeki derecesini de yukseltir.
CenĂ‚b-ı Hak, helĂ‚k olmuş kavimlerin kıssalarını kıyĂ‚mete kadar gelecek insanları îkĂ‚z etmek ve onlara bir ibret gostermek icin tekrar tekrar anlattığını şoyle ifĂ‚de buyurmaktadır:
“And olsun ki, civĂ‚rınızdaki memleketlerden nicelerini helĂ‚k ettik. Belki doğru yola donerler diye Ă‚yetleri (boyle) tekrar tekrar acıklıyoruz!” (el-AhkĂ‚f, 27)
“CelĂ‚lim hakkı icin bunu (Nûh ’un gemisini ve tûfan alĂ‚metlerini) bir ibret olarak bıraktık! Hic ibret alan yok mu?” (el-Kamer, 15)
“Onlardan once, kendilerinden kuvvetce pek ustun nice nesiller helĂ‚k ettik. Onlar beldelerde sığınaklar edindiler, kacacak delik aradılar; hic (olumden) kurtuluş var mı? Bu hususta, kalbi olan veya hazır bulunup kulak veren kimselere mev ’izalar ve ibretler vardır.” (KĂ‚f, 36-37)
“Hic yeryuzunde dolaşmadılar mı? ZîrĂ‚ dolaşsalardı, elbette duşunecek kalbleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gercek şu ki, gozler kor olmaz; lĂ‚kin goğuslerdeki kalbler kor olur!” (el-Hacc, 46)
Kalb; butun hislerle birlikte zihnî ve ahlĂ‚kî vasıfların merkezi olarak kabul edildiğinden, Ă‚yet-i kerîmedeki ifĂ‚de, kendi inatları ve kufurde ısrarlarının onları hakîkati işitmekten ve akıllıca hareket etmekten alıkoyduğunu beyĂ‚n etmektedir.
KAVİMLERİN HELAKI Rabbimiz; Nemrûd ’un ateşlerini Hazret-i İbrĂ‚hîm ’in îmĂ‚nı ile gulistĂ‚na ceviren, Firavun ’un saltanatını Hazret-i MûsĂ‚ ’nın asĂ‚sı ile altust eden, KĂ‚be ’yi yıkmaya kalkışan Ebrehe ordularının fillerini ve askerlerini kucuk kuş ordularına ciğneterek Mekke ’nin civĂ‚rını fil mezarlığına ceviren, benzeri diğer azgın kavimleri altust eden ve Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-i, “melek, ruzgĂ‚r, korku” gibi gorunmez askerlerle te ’yîd ederek O ’na zafer ufukları acan, kahredici bir kudret sĂ‚hibidir.
Kahır mekĂ‚nları, dûcĂ‚r oldukları felĂ‚ketin izlerini ve tesirlerini kıyĂ‚mete kadar uzerlerinde taşımaktadırlar. Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, “VedĂ‚ Haccı”nda Mina ile Muzdelife arasındaki Muhassir VĂ‚disi ’ni gecerken sur ’atlendiler. SahĂ‚be-i kirĂ‚m hazarĂ‚tı:
“–YĂ‚ RasûlallĂ‚h, ne hĂ‚l oldu, nicin acele ediyorsunuz?” diye sorunca, Fahr-i KĂ‚inat -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- cevĂ‚ben:
“–Bu mekĂ‚nda CenĂ‚b-ı Hak, Ebrehe ordularını kahretti. O kahır tecellîsinden bir hisse gelmemesi icin sur ’atlendim!” buyurdular.
Nitekim hacda bu mekĂ‚nda vakfe yapılmaz.
Yine Tebuk Seferi ’nde ashĂ‚b-ı kirĂ‚m, Semûd kavminin helĂ‚k olduğu yerden gecerken Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Bu taştan oymalı evlere huzunle girin! Buradan bir şey de almayın! Cunku burada azgın bir kavme azĂ‚b-ı ilĂ‚hî geldi...” buyurmuşlardı.
SahÂbe-i kirÂm:
“–YĂ‚ RasûlallĂ‚h, kırbalarımızı su ile doldurduk. HattĂ‚ bu su ile hamur yaptık!” dediler.
Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
“–Sularınızı boşaltın, hamurlarınızı da dokun!” buyurdular. (BuhĂ‚rî, EnbiyĂ‚, 17)
İlĂ‚hî kahrın tecellî ettiği beldelerde, isyĂ‚n ve gunah yuklu mekĂ‚nlarda mĂ‚nen devĂ‚m eden o kahrın in ’ikĂ‚sına mĂ‚ruz kalmamak icin oralarda bulunmamak, zarûreten gecmek gerektiğinde ise sur ’atle gecmek îcĂ‚b eder.
KĂ‚be, Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ve diğer peygamberlerin kabr-i şerîfleri, mescidler, sĂ‚lih ve sĂ‚dıkların bulundukları mekĂ‚nlar da, feyz tecellîlerinin kesif olduğu yerlerdir. Buralarda, gonlumuze bereketli rahmet ve feyz yağmurları boşalır.
Hazret-i Âdem -aleyhisselĂ‚m- ’dan itibĂ‚ren, zaman zaman insanları, daldıkları îmansızlık ve ahlĂ‚ksızlık karanlıklarından kurtarmak icin peygamberler gonderilmiş ve kitaplar indirilmiştir. Bu, Rabbimizin kullarına buyuk bir lutuf ve ikrĂ‚mıdır. NihĂ‚yet insanlığın ebedî murşidi son Peygamber Hazret-i Muhammed MustafĂ‚ -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- geldi. Bu sûretle cole inen ilĂ‚hî nûr, sonsuzluğu golgesine aldı.
İSLAM NEYİ OĞUTLER? İslĂ‚m dîni, insanı ciddiyete dĂ‚vet etmekte ve yarın AllĂ‚h ’ın huzûruna cıkıp yaşadığı hayĂ‚tın hesĂ‚bını vereceğini defaatle hatırlatmaktadır. Bu sebeple mu ’min, boş ameller, dedikodular ve luzumsuz sorularla, dînî ve ahlĂ‚kî şeref ve haysiyetini kucultecek davranışlarda bulunmamalıdır. CĂ‚hillerden uzak durarak luzumsuz mĂ‚cerĂ‚ların peşinde koşmamalı; abeslere, bĂ‚tıllara, azgınlıklara ve gĂ‚yesizliklere dalmamalıdır. Sapık felsefelerin cıkmaz sokaklarında dolaşmamalıdır.
Yaz bulutu hĂ‚linde gelip gecen dunyĂ‚ hayatını, Ă‚hiret endişesi olmadan yaşamak, gunduzu akşamsız telĂ‚kkî etmek gibi abes bir şeydir. Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ -kuddise sirruh- buyurur:
“Teni aşırı besleyip geliştirmeye bakma! Cunku o, sonunda toprağa verilecek bir kurbandır. Sen gonlunu feyz pınarlarından doldurmağa bak. Yucelere gidecek ve şereflenecek olan odur.
Cesedine yağlı-ballı şeyleri az ver. Cunku tenini fazla besleyen, nefsĂ‚nî arzulara duşuyor ve sonunda rezîl olup gidiyor.
Rûha mĂ‚nevî gıdĂ‚lar ver. Olgun duşunuş, ince anlayış ve rûhî gıdĂ‚lar sun da, gideceği yere guclu-kuvvetli gitsin!”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları


İslam ve İhsan
KAVİMLERİN HELAK OLMA SEBEPLERİ
Kavimler Nasıl ve Neden Helak Oldu?