FÂtih Sultan Mehmed Han, mÂnevî terbiyesinde yetiştiği hocası Ak­şem­seddîn Hazretleri ’ni cok sever, ona pek fazla hurmet ederdi. Sık sık zi­y­retine gider; yanından, gonlu huzur ve sukûn icinde donerdi.
Akşemseddîn de, ara sıra kendisini ziyÂrete gelince FÂtih, ayağa kalkar, onu hurmetle ayakta karşılardı. Mahmud Paşa, bir gun merak ve hayretle:

“–Azîz Sul­t­nım, siz hicbir Âlime gostermediğiniz hurmet ve tÂzimi Akşemseddîn ’e gosteriyorsunuz! Onun yanında size bambaşka bir hÂl oluyor. Onun diğer Âlimlerden ne farkı var?..” diye sordu.

YUKSEK MUHABBET

FÂtih de cevÂben:

“–Hicbir zaman, mekÂn ve şahısta gormediğim heybet ve c­zi­be­yi, bu kişide goruyorum. Bu heybet ve muhabbet, gonlumu alt-ust ediyor. Beni apayrı Âlemlere sevk ediyor. Muhabbet ve heybet, birbirine zıt iki hÂl olmasına rağmen, rûhumda nasıl birleşiyor?! Ben de buna hayret ediyorum... Bu hÂl nedir? Bu hÂl, neyin nesidir? Anlıyorum ki bu, onun cismÂnî varlığından değil, Hakk ’ın mazharı olmasındandır. Onun huzurunda elim titriyor, dilim dolaşıyor, Âciz bir cocuk gibi kalıyorum. Onun gonul penceresinden, ayrı Âlemler, ayrı nakışlar seyrediyorum. İşte bu hÂlim, onun ruh dun­yasının bana olan in ’ikÂsıdır. Aynı zamanda onun kendi rûhî derinliğini resmeder.” dedi.

Bu sebepledir ki fetihten sonra Akşemseddîn Hazretleri de, Sul­tÂn ’ın, kendi sohbetinden alacağı feyz ile devlet işlerini aksatmaması icin İstanbul ’dan ayrılmış, memleketi olan Goynuk ’e yerleşmiştir. Ancak Sultan FÂtih ’le aralarındaki gonul bağı ve mÂnevî irşÃ‚dı mektuplarla devam etmiştir. Baba-oğul muhabbetinden daha oteye bir yakınlıkla Sultan ’la hocasının arasındaki bu yuksek muhabbeti sergileyen aşağıdaki mektup, Akşemseddîn Hazretleri ’nin gonlunden taşan ne guzel bir oğuttur:

MEMLEKETİN AHVALİ SİZİN AHVALİNİZE TABİDİR

Dun­ya rahatlığı, Âhi­ret rahatlığına nisbetle yok gibidir. Cis­m­nî lezzet, rûhÂnî lezzete nisbetle bir hictir. Hice iltifat etmeyiniz! BelÂların en şiddetlisi peygamberlere, sonra velîlere, sonra halîfeleredir. Peygamberler ve velîler yolunun yolcusu olduğunuzu, en buyuk nîmet bilip hicbir belÂdan elem duymayınız, aksine lezzet alınız! Kur ’Ân-ı Kerîm ’de «bir zorluk» iki kolaylık arasında zikredilir. İnşÃ‚allah yakın zamanda zorluklar bitecek, her tarafta duşmanlar zelîl ve hakîr olacaktır. Yanımda AllÂh ’a ahdettiğiniz şeyleri sakın ola ki bozmayınız! Boyle yaptığınız takdirde AllÂh ’ın izniyle her zaman mansûr ve muzaffer olursunuz!

Memleketin ahvÂli, sizin ahvÂlinize tÂbîdir. Zira sultanlar, memlekete nisbetle bedendeki ruh gibidirler. Bedeni idÂre eden ruhtur. Kendinizi sÂir halk gibi zannetmeyin ve memleketin ıslÂhından başka şeyle meşgûl olmayın! VesselÂm...”

FATİH'İN "NAMAZ KILIN" EMRİ

İşte boyle buyuk irşadlarla hayatına yon veren FÂtih Sultan Mehmed Han, ibadet hayatına dikkat eder; idÂresi altında bulunanların ibÂdÂt u tÂatlerinde gevşeklik gostermemelerini isterdi. Onun bu hassÂsiyetini, namazın kılınmasıyla alÂkalı olarak vilÂyetlere gonderdiği şu ferman, ne guzel ifÂde eder:

“Allah TeÂlÂ, emir ve nehiylerinin yerine getirilmesini bize nasip ve muyesser buyursun! CenÂb-ı Hakk ’ın «Namazı ikàme ediniz!» emr-i il­hî­si ve Hazret-i Peygamber -sal­lÂl­l­hu aleyhi ve sellem- ’in:

«...Namaz dînin direğidir.» [1] beyÂn-ı nebevîsi uzere hayırları emredip şerlerden men eylemek uzerime vÂciptir. Bunun icin bir kişi va­zi­fe­­lendirdim. O, bu hususta gerekli tÂkibÂtı yapacaktır. Boylece her kim namazı terk ederse, gerektiği şekilde irşÃ‚d edilecektir. Bu hizmete devlet erkÂnı da yardımcı ola!..

Dolayısıyla İslÂmiyet ’in yuce ahkÂm, emir ve yasaklarını yerine getirmede gevşeklik ve tembelliğe asl meydan verilmeye! Mescidler ve medreseler, cemÂatsiz kalarak vîrÂne ve harÂbeye donmeye! O mubÂrek mekÂnlar doldurulup mÂmûr edile! T ki dîn-i İslÂm kuvvetli ve pÂyidÂr ola ki, maddî ve mÂnevî zaferler vucut bula!..”

Bu davranış, Âyet-i kerîmede sen buyurulan bir ahlÂk-ı İslÂmiyye ’dir. Allah TeÂl buyurur:

“Onlar (o mu ’minler) ki, eğer kendilerine yeryuzunde iktidar verirsek, namazı ikàme ederler, zekÂtı verirler, iyiliği emreder ve kotulukten nehyederler. Butun işlerin sonu AllÂh ’a varır.” (el-Hacc, 41)




[1] Beyhakî, Şuabu ’l-ÎmÂn, IV, 300/2550.

Kaynak: Abide Şahsiyetleri ve Muesseseleriyle OSMANLI, Osman Nuri Topbaş, Erkam Yayınları, 2013
İslam ve İhsan