AshĂ‚b-ı Kehf, putperest bir hukumdar olan Dakyanus devrinde Tarsus ’da yaşamış, îman ve tevhîd mucĂ‚delesi vermiş olan sĂ‚lih genclerdir. Zalim kral Dakyanus'un AshĂ‚b-ı Kehf'e karşı sunmuş olduğu puta tapma teklifine karşı o bir avuc imanlı gencin cesaretlerini hic kaybetmeden verdiği muhteşem cevap ve 300 yıllık olumsuz uykunun hikmeti...Ba ’su Ba ’de ’l-Mevt Nedir? Ba ’su ba ’de ’l-mevt, olumden sonra bir daha olmemek uzere dirilmektir. Rûhun, ebediyete yolculuğudur. İnsan, cismĂ‚niyet bakımından, once bir tabiat unsuru olarak toprakta, bir muddet baba sulbunde, sonra bir sure anne karnında, nihĂ‚yet anne-babanın kollarında, bir zaman da ebeveynin kalbinde bir omur surer. Ardından, dunyĂ‚ beşiğinden kabir beşiğine tevdî olunarak, mezar, kıyĂ‚met, cennet veya cehennem yolcuğuna cıkartılır.
AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, kullarının gaflet uykusundan uyanıp hakîkat Ă‚leminden hisse alabilmeleri, Rablerine kullukta kusur etmemeleri icin, goren ve işiten kalblere birtakım ilĂ‚hî ve mûcizevî misĂ‚ller bahşetmiştir. Bunlar sayılamayacak kadar cok olmakla birlikte, husûsiyle, mutlak bir istikbĂ‚l olan “ba ’su ba ’de ’l-mevt” hakkında, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de ve kĂ‚inat manzûmesinde ulvî kudretinin tecellîleriyle dolu cĂ‚lib-i dikkat bircok hakîkati gozler onune sermiştir.
CenĂ‚b-ı Hak, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de Uzeyr -aleyhisselĂ‚m- ve AshĂ‚b-ı Kehf ’in ibret ve hikmet dolu kıssalarını, “ba ’su ba ’de ’l-mevt”e bir misĂ‚l olmak uzere beşer idrĂ‚kine sergilemiştir.[1] Bu ilĂ‚hî misĂ‚ller, gonulleri kemĂ‚le erdirerek Hakk ’a yaklaştıran ve kalb-i selîme goturen hakîkatleri ihtivĂ‚ etmektedir.
AshĂ‚b-ı Kehf Kıssası AshĂ‚b-ı Kehf, putperest bir hukumdar olan Dakyanus devrinde Tarsus ’da yaşamış, îman ve tevhîd mucĂ‚delesi vermiş olan sĂ‚lih genclerdir.
AshĂ‚b-ı Kehf ’in adedi hakkında Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de sarîh bir ifĂ‚de bulunmamakta: «Onlar birtakım genclerdi» buyrulmaktadır. Bu ise, kıssada asıl vurgulanmak istenen husûsun, onların isimleri, sayıları ve memleketleri değil, bilhassa o sĂ‚lih kulların sĂ‚hip oldukları ihsan duygusu ve AllĂ‚h katında kıymetlerini artıran kalbî yapıları olduğunu gostermektedir. Putperestliğe karşı îman ve tevhîd mucĂ‚delesinin sergilendiği bu ibret ve hikmet dolu kıssada, olumden sonra tekrar dirilişin bir numûnesi de ortaya konulmakta, boylece insanoğlunun pekcok ilĂ‚hî hakîkatleri idrĂ‚k etmesi murĂ‚d edilmektedir.
Kral Dakyanus ’un yakınlarından birtakım gencler olan AshĂ‚b-ı Kehf, tevhîd akîdesinde olmaları sebebiyle, putperest ve zĂ‚lim krallarının zulmunun son bulması icin dĂ‚imĂ‚ CenĂ‚b-ı Hakk ’a gozyaşlarıyla duĂ‚ ve niyazda bulunurlardı. Fakat zĂ‚lim kral, gurur ve kibrinin netîcesinde gun gectikce îmansızlık ve zulmunu artırarak tanrılık iddiĂ‚ edecek kadar ileri gitti. Bununla da kalmayarak, artık tevhîd akîdesinde kim varsa, onları toplatıp ağır işkencelere tĂ‚bî tutarak şehir girişlerine astırmaya başladı.
Bu arada yakınları olan AshĂ‚b-ı Kehf ’in de mu ’minlerden olduğunu oğrendi. Hiddetle onları huzûruna cağırttı. Kendilerini tehdîd etti. Ancak onlar, îmĂ‚nın ebedî zevkine varmış olduklarından, bu tehditler karşısında aslĂ‚ korkmadılar ve zĂ‚lim hukumdara tavır koyarak, hakîkati yuzune karşı soylemekten cekinmediler. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, onların bu durumlarını şoyle beyĂ‚n buyurur:
(Ey Rasûlum!) Biz Sana onların başından gecenleri gercek olarak anlatıyoruz. Hakîkaten onlar, inanmış genclerdi. Biz de onların hidĂ‚yetini artırdık.” (el-Kehf, 13)
“Onların kalblerini metîn kıldık. O yiğitler (zĂ‚lim hukumdarları karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: «Bizim Rabbimiz, goklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O ’ndan başkasına ilĂ‚h demeyiz. Yoksa sacma sapan konuşmuş oluruz.»” (el-Kehf, 14)
“Şu bizim kavmimiz AllĂ‚h ’tan başka ilĂ‚hlar edindiler. BĂ‚ri bu ilĂ‚hlar konusunda acık bir delil getirseler. (Ne mumkun!) Oyle ise AllĂ‚h hakkında yalan uydurandan daha zĂ‚limi var mı?” (el-Kehf, 15)
Gencler, Dakyanus ’un, putlara tapmaları hakkındaki ısrarlı teklifleri karşısında da şoyle dediler:
“–Bizim bir ilĂ‚hımız vardır ki, O ’ndan başkasını ilĂ‚h tanımayız. Biz yerlerin ve goklerin Rabbini bırakıp da kulların yaptığı cansız taş parcalarına aslĂ‚ tapmayız. Senin teklifini kabûl etme ihtimĂ‚limiz sonsuza dek yoktur! Hukmun ne ise, onu yapabilirsin!”
Onlar boylece, once MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’a karşı musĂ‚bakaya cıkan, sonra da îmanla şereflenen sihirbazların, Firavun ’a karşı îmĂ‚n metĂ‚neti ve asĂ‚leti ile sergiledikleri tavrın bir benzerini, zĂ‚lim kral Dakyanus ’a karşı gostermiş oldular.
Sihirbazlar da kendilerine îman nasîb olduktan sonra Firavun ’un tehdîdi karşısında:
“–Senin fiilin bize bir zarar veremez! Cunku biz, nasıl olsa Rabbimize donduruleceğiz! Dilediğini yapabilirsin!” demişlerdi.
Hukumdar Dakyanus, îmanlı genclerin bu cesur tavrı karşısında son derece hiddetlendi. Kendilerine daha evvel vermiş olduğu butun rutbeleri sokturdu. Ardından da:
“–Siz gencsiniz; kendinize yazık etmeyin! Yaptıklarınızdan vazgecmeniz icin size uc gun muhlet veriyorum! Duşunun, taşının; kurtulmayı mı, yoksa sizi helĂ‚k etmemi mi tercîh ediyorsunuz?” deyip tehdîd etti. Sonra onları kendi hĂ‚llerine bırakarak Ninova ’ya gitti.
Hukumdarın vermiş olduğu bu muhlet, AshĂ‚b-ı Kehf icin Ă‚deta bir lutf-i ilĂ‚hî oldu. Onlara zĂ‚lim hukumdarın şerrinden kurtulmak icin zaman kazandırdı. CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rahmet ve nusretini uman bu sĂ‚lih gencler, yanlarında bir de kopek olduğu hĂ‚lde şehirden kacarak bir mağaraya saklandılar. Mağarada evlerinden getirdikleri yiyecekleri yiyor ve gece gunduz CenĂ‚b-ı Hakk ’a ibĂ‚det ederek O ’na sığınıyor, ilticĂ‚ hĂ‚linde:
“Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla!” diyerek yalvarıyorlardı.
RivĂ‚yete gore AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de, hicret esnĂ‚sında gizlendiği Sevr Mağarası ’nda bu duĂ‚ ile CenĂ‚b-ı Hakk ’a ilticĂ‚ etmiştir.
Nitekim sĂ‚lih amelleri, ihlĂ‚sları ve yaptıkları bu duĂ‚ hurmetine rahmet dolu nusret-i ilĂ‚hî AshĂ‚b-ı Kehf ’i kuşattı. Bu sırada zĂ‚lim Dakyanus, Ninova ’dan donmuş ve onların durumlarını oğrenmişti. Hemen peşlerine duşerek saklandıkları mağarayı buldu. Hiddetinden nasıl bir cezĂ‚ vereceğini duşunurken AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, onun aklına mağaranın ağzını kapatmayı getirdi. Daha fazla duşunmeden askerlerine:
“–Derhal mağaranın girişini kapatın! Aclık ve susuzluktan ıztırapla olsunler; mağara onlara mezar olsun!” diye emretti.
Boylece kendine gore onları diri diri gommuş olacaktı. Ancak bilmiyordu ki, Hazret-i MûsĂ‚ ’yı Firavun ’un sarayında buyutup onun şerrinden koruyan AllĂ‚h, AshĂ‚b-ı Kehf ’i de Dakyanus ’un şerrinden muhĂ‚faza etmekteydi.
Nitekim “muhĂ‚faza edenlerin en hayırlısı” olan CenĂ‚b-ı Hak, AshĂ‚b-ı Kehf ’i sonsuz rahmetiyle kuşattı ve onları 309 sene mağarada canlı olarak uyuttu.
Hazret-i MevlÂn -kuddise sirruh- der ki:
“GĂ‚filler arasında bulunup onların in ’ikĂ‚sını almaktansa uyumak daha evlĂ‚dır. CenĂ‚b-ı Hak, AshĂ‚b-ı Kehf ’i fĂ‚sıkların arasından ayırarak onların kalblerini gafletten korumuştur.”
Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
(Ey Rasûlum! Orada bulunsaydın) guneşi gorurdun ki, doğduğu zaman mağaralarının sağına meyleder; batarken de sol taraftan onlara isĂ‚bet etmeden gecerdi. (Boylece) onlar (guneş ışığından rahatsız olmaksızın) mağaranın bir koşesinde (uyurlardı). İşte bu, AllĂ‚h ’ın Ă‚yetlerindendir (O ’nun azametinin bir nişĂ‚nesidir). AllĂ‚h kime hidĂ‚yet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır. Kimi de hidĂ‚yetten mahrum ederse, artık onu doğruya yoneltecek bir dost bulamazsın!” (el-Kehf, 17)
“Kendileri uykuda oldukları hĂ‚lde Sen onları uyanık sanırdın. Onları sağa sola cevirirdik. Kopekleri de mağaranın girişinde on ayaklarını uzatmış yatmakta idi. Eğer onların durumlarına muttalî olsa idin, donup de onlardan kacardın ve gorduklerin yuzunden, icin bir korku ile dolardı.” (el-Kehf, 18)
CenĂ‚b-ı Hak, AshĂ‚b-ı Kehf ’i uyandırdığında, onlar mağarada cok az bir zaman kaldıklarını zannettiler. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“Boylece Biz, aralarında birbirlerine sormaları icin onları uyandırdık. İclerinden biri:
«–Ne kadar kaldınız?» dedi.
(Kimi):
«–Bir gun, ya da gunun bir parcası kadar kaldık.» dediler.
(Kimi de) şoyle dedi:
«–Rabbiniz, kaldığınız muddeti daha iyi bilir. Şimdi siz, icinizden birini şu gumuş paranızla şehre gonderin de, baksın, (şehrin) hangi yiyeceği daha temiz ise, size ondan erzak getirsin; ayrıca dikkatli davransın (gizli hareket etsin) ve sakın kimseye sezdirmesin!” (el-Kehf, 19)
“Cunku onlar, eğer size muttalî olurlarsa, ya sizi taşlayarak oldururler veya kendi dinlerine cevirirler ki, o zaman ebediyyen iflĂ‚h olmazsınız.” (el-Kehf, 20)
İclerinden bir tanesi, şehre erzak almaya gittiğinde elindeki asırlar oncesine Ă‚it paraları gorenler, onun bir define bulduğunu zannederek hukumdara şikĂ‚yet ettiler.
Zamanın yeni hukumdarı ise, sĂ‚lih bir kişi idi. Etrafındakilere dĂ‚imĂ‚ guzel nasihatte bulunur, onları tevhîde dĂ‚vet eder, “ba ’su ba ’de ’l-mevt”ten, yĂ‚ni kıyamet koptuktan sonraki yeniden dirilişin sırlarından bahsederdi. Fakat teb ’asının cĂ‚hilleri, oldukten sonra dirilmeyi şuphe ile karşılar, bir turlu inanmazlardı. O da buna cok uzulur ve CenĂ‚b-ı Hakk ’a:
“YĂ‚ Rabbî! Bu kavme inkĂ‚r ettikleri hakîkat husûsunda bir tecellî goster!” diye yalvarırdı.
NihĂ‚yet AshĂ‚b-ı Kehf ’ten olan genci karşısında gorunce, sevincle bunu etrafındakilere îlĂ‚n ederek aradığı tecellînin tahakkuku sebebiyle CenĂ‚b-ı Hakk ’a hamd etti. Ardından AshĂ‚b-ı Kehf ’in yanlarına giderek onları ziyĂ‚ret etti. Boylece ilĂ‚hî hikmet ve ibretler tezĂ‚hur etti. Bundan sonra CenĂ‚b-ı Hak, AshĂ‚b-ı Kehf ’in ruhlarını kabzetti.
AshĂ‚b-ı Kehf, îmanlarında sebat gosterip zulumlere katlanmaları, AllĂ‚h yolundan ayrılmamaları ve bu uğurda hicret etmelerinin bir bereketi olarak Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de tekrîm buyrulmuştur. Oyle ki, bu kıssa dolayısıyla Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’deki bir sûreye bu sĂ‚lih kişilerin sıfatı verilmiş, ona “Kehf Sûresi” denmiştir. Bu sûrede AshĂ‚b-ı Kehf ’ten başka ehemmiyetli kıssalar da bulunmakla birlikte, sûreye bu ismin verilmesi, bu kıssanın husûsî ehemmiyetini ifĂ‚de etmektedir.
Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, cuma gunu Kehf Sûresi okunduğunda, bunun diğer cumaya kadarki gunahlara keffĂ‚ret olacağını bildirmiştir.[2] Bu sûre; îman mucĂ‚delesi, ba ’su ba ’de ’l-mevt, MûsĂ‚-Hızır kıssası, azamet-i ilĂ‚hiyye tecellîleri gibi devamlı hatırda tutulması gereken muhim mevzûları ihtivĂ‚ ettiği icin RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, her hafta okunmasını tavsiye etmiştir.
AshĂ‚b-ı Kehf'in Kopeği Diğer taraftan cĂ‚lib-i dikkattir ki, AshĂ‚b-ı Kehf ’in yanlarında bulunan kopek de onların mazhar olduğu lutuftan bir nasîb almıştır. Mufessirlerin beyĂ‚nına gore, AshĂ‚b-ı Kehf ’in Kıtmîr ’i bir kopek olduğu hĂ‚lde, sĂ‚dıklarla beraberliğinin ve onlara mağara kapısında sadĂ‚katle bekcilik etmesinin berekĂ‚tı ile cennete girecektir.[3]
Hazret-i MevlÂn buyurur:
“O kopek, AshĂ‚b-ı Kehf ’in sadĂ‚katle bekciliğini ihtiyĂ‚r etmiş olduğu icin mağara kapısı onunde canaksız, comleksiz olarak rahmet-i ilĂ‚hiyye suyunu Ă‚rifler gibi icti. Cennette de onlarla beraber olmaya hak kazandı.”
Şeyh Sadî de şoyle buyurur:
“Lût -aleyhisselĂ‚m- ’ın karısı, fĂ‚sıklarla beraber olduğu icin seviyesini kaybetti; fĂ‚sıklaştı. AshĂ‚b-ı Kehf ’in Kıtmîr ’i ise, sĂ‚lihlere bekcilik yaptığı icin kelplikten kurtularak insĂ‚nî vasıf kazandı.”
309 Yıl CenĂ‚b-ı Hak, bir taraftan AshĂ‚b-ı Kehf kıssasında bahsedilen 309 sene gıdasız, susuz, ama canlı bir şekilde genclerin uyutulması husûsundaki tecellînin hikmetlerini anlatırken, diğer taraftan da bunun kendisi icin cok kolay olduğunu beyĂ‚n sadedinde:
(Ey Rasûlum!) Yoksa Sen AshĂ‚b-ı Kehf ’i ve Rakîm ’i şaşılacak Ă‚yetlerimizden mi sandın?” (el-Kehf, 9) buyurmuştur.
ZîrĂ‚ CenĂ‚b-ı Hak, bundan cok daha buyuk tecellîlerin hĂ‚lıkı ve mĂ‚likidir. O, yoktan var eden, olduren ve diriltendir.
AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, her gun bircok tecellî ile var oluş ve olumunu idrĂ‚k eden insanoğluna, dirilişini de kavraması icin sergilediği kıssaların yanında aklî ve kalbî hikmetlerle dolu Ă‚yet-i kerîmelerde de, ba ’su ba ’de ’l-mevt ’in hakkĂ‚niyetini, kendi azamet ve kudretini hatırlatarak şoyle anlatır:
“İnsan gormez mi ki, Biz onu bir nutfeden yarattık. Bir de bakıyorsun ki, apacık duşman kesilmiş! Kendi yaratılışını unutarak Biz ’e karşı misĂ‚l getirmeye kalkışıyor ve: «Şu curumuş kemikleri kim diriltecek?» diyor. (Ey Rasûlum!) De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek! Cunku O, her turlu yaratmayı gĂ‚yet iyi bilir.” (YĂ‚sîn, 77-79)
“İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanır? Evet, Biz ’im, onun parmak uclarını bile aynen eski hĂ‚line getirmeye gucumuz yeter.” (el-KıyĂ‚me, 3-4)
“Peki (bunları yapan) AllĂ‚h ’ın oluleri tekrar diriltmeye gucu yetmez mi?” (el-KıyĂ‚me, 40)
CenĂ‚b-ı Hak, oluleri diriltmenin kendisi icin cok basit olduğunu dunyĂ‚ nizĂ‚mından misĂ‚l vererek akıl ve kalb sĂ‚hiplerine şoyle bildirmektedir:
(Ey Rasûlum!) İnkĂ‚r edenler, kesinlikle diriltilmeyeceklerini ileri surduler. De ki: Hayır! Rabbime and olsun ki, mutlakĂ‚ diriltileceksiniz; sonra yaptıklarınız sizlere haber verilecektir. Bu, AllĂ‚h ’a gore (cok) kolaydır.” (et-TeğĂ‚bun, 7)
(Unutmayın ki) AllĂ‚h, sizi yerden ot (bitirir) gibi bitirmiştir. Sonra sizi yine oraya dondurecek (yĂ‚ni oldurecek) ve sizi yeniden cıkaracaktır (diriltecektir).” (Nûh, 17-18)
“RuzgĂ‚rları, rahmetinin onunde mujde olarak gonderen O ’dur. Sonunda onlar (o ruzgĂ‚rlar), ağır bulutları yuklenince onu olu bir memlekete sevk ederiz. Orada suyu indirir ve onunla turlu turlu meyveler cıkarırız. İşte oluleri de boyle cıkaracağız. HerhĂ‚lde bundan ibret alırsınız!” (el-A ’rĂ‚f, 57)
“AllĂ‚h ’ın rahmetinin eserlerine bir bak; yeryuzunu, (kış mevsimindeki) olumunun ardından (bahar mevsiminde) nasıl diriltiyor! Şuphesiz O, oluleri de mutlakĂ‚ diriltecektir. O, her şeye kĂ‚dirdir.” (er-Rûm, 50)
“Gokleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan AllĂ‚h ’ın, oluleri diriltmeye de gucunun yeteceğini duşunmezler mi? Evet O, her şeye kĂ‚dirdir.” (el-AhkĂ‚f, 33)
“De ki: İster taş olun, ister demir, isterse aklınıza (yeniden dirilmesi) imkĂ‚nsız gibi gorunen herhangi bir yaratık! (Bunlar, AllĂ‚h ’ın sizi yeniden diriltmesini gucleştirmez.) Diyecekler ki: «–Bizi tekrar (hayata) kim dondurecek?» De ki: «–Sizi ilk kez yaratan.» Bunun uzerine onlar Sana alaylı bir tarzda başlarını sallayacaklar ve: «–Ne zamanmış o?» diyecekler. De ki: «–Yakın olsa gerek!»” (el-İsrĂ‚, 50-51)
“Duşunmediler mi ki, gokleri ve yeri yaratmış olan AllĂ‚h, kendilerinin benzerini yaratmaya da (oldukten sonra diriltmeye de) kĂ‚dirdir! AllĂ‚h, onlar icin bir muddet takdîr etti. Bunda şuphe yoktur. Ama zĂ‚limler, inkĂ‚rcılıktan başkasını kabûllenmezler.” (el-İsrĂ‚, 99)
“Biz, bir şeyin olmasını murĂ‚d ettiğimiz zaman, ona (soyleyecek) sozumuz sĂ‚dece «ol» dememizdir. (O da) hemen oluverir.” (en-Nahl, 40)
CenĂ‚b-ı Hak, gece uyumamızın ve sabahleyin uyanmamızın dahî olum ve dirilişe misĂ‚l olduğunu aşağıdaki Ă‚yet-i kerîmede ne guzel anlatır:
“Geceleyin sizi olduren (oldurur gibi uyutan), gunduzun de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gunduzun sizi dirilten (uyandıran) O ’dur. Sonra donuşunuz yine O ’nadır. Sonunda O, yaptıklarınızı size haber verecektir.” (el-En ’Ă‚m, 60)
Âyet-i kerîmelerde buyrulduğu gibi gunduzun geceye, gecenin de gunduze donuşmesi, dunyĂ‚ Ă‚lemini kuşatan iklimlerin birbirini tĂ‚kib etmesi ve bu esnĂ‚da toprak mahsullerinde yaşanan olum ve dirilişler vb. tezĂ‚hurlerin her biri, aslında kıyĂ‚met sabahına kalkışın bir ifĂ‚desi olan “ba ’su ba ’de ’l-mevt”i hatırlatan ibretli hakîkatlerdir.
Hak TeĂ‚lĂ‚, bircok Ă‚yet-i kerîme ile olumden sonra diriliş hakîkatini kalblerde en ufak bir şupheye mahal bırakmayacak sarĂ‚hatle ve turlu delillerle beşer idrĂ‚kine sunmuştur. Yine bu hususla ilgili Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle buyrulur:
“Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şuphede iseniz, şunu bilin ki, Biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alekadan (aşılanmış yumurtadan), sonra uzuvları (once) belirsiz, (sonra) belirlenmiş canlı et parcasından (uzuvları zamanla oluşan ceninden) yarattık ki size (kudretimizi) gosterelim. Ve dilediğimizi, belirlenmiş bir sureye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebek olarak dışarı cıkarırız. Sonra guclu cağınıza ulaşmanız icin (sizi buyuturuz). İcinizden bĂ‚zıları vefĂ‚t eder; yine icinizden bĂ‚zıları da omrun en verimsiz cağına kadar goturulur; tĂ‚ ki bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hĂ‚le gelsin. Sen, yeryuzunu de kupkuru ve olu bir hĂ‚lde gorursun; fakat Biz, uzerine yağmur indirdiğimizde o, kıpırdanır, kabarır ve her ceşitten (veya ciftten) ic acıcı bitkiler verir.” (el-Hacc, 5)
“Cunku AllĂ‚h, hakkın ta kendisidir; O, oluleri diriltir, yine O, her şeye hakkıyla kĂ‚dirdir.” (el-Hacc, 6)
“KıyĂ‚met vakti de gelecektir; bunda şuphe yoktur. Ve AllĂ‚h kabirlerdeki kimseleri diriltip kaldıracaktır.” (el-Hacc, 7)
Sûr'a Ufurulme “Ba ’su ba ’de ’l-mevt ’in ilk safhası, Sûr ’un birinci defa uflenmesi ile başlar. Bunun netîcesinde herkes olur. Daha sonra Sûr ’un ikinci defa uflenmesi ile de, “ba ’su ba ’de ’l-mevt” gercekleşir.
AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, bu hakîkati şoyle beyĂ‚n buyurur:
“Sûr ’a uflenince, AllĂ‚h ’ın diledikleri mustesnĂ‚ olmak uzere goklerde ve yerde ne varsa, hepsi olecektir. Sonra ona bir daha uflenince, bir de ne goresin, onlar ayağa kalkmış bakıyorlar!” (ez-Zumer, 68)
CenĂ‚b-ı Hak, o gun “ba ’su ba ’de ’l-mevt” ile dirilen insanların icine duşecekleri şaşkınlığı ve mahşerin dehşetini şoyle beyĂ‚n buyurur:
“O gun onlar, sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi, gozleri horluktan aşağı duşmuş ve kendileri zillete burunmuş bir hĂ‚lde kabirlerinden fırlaya fırlaya cıkarlar. İşte bu, onların tehdîd edilegeldikleri gundur!” (el-MeĂ‚ric, 43-44)
“Artık o gun, zulmedenlerin (beyĂ‚n edecekleri) mĂ‚zeretleri fayda vermeyeceği gibi, onlardan (pişmanlık, tevbe ile) AllĂ‚h ’ı hoşnûd etmeye calışmaları da istenmez.” (er-Rûm, 57)
“O gun yer yarılır, onlar kabirlerinden sur ’atle cıkarlar. Bu, bize gore kolay bir haşirdir.” (KĂ‚f, 44)
“O gun, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, zevcesinden ve cocuklarından kacar. O gun, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır. O gun, birtakım yuzler parlak, mutebessim ve surûr icindedir. Yine o gun, birtakım yuzleri de keder burumuş, huzunden kapkara kesilmiştir. İşte bunlar kĂ‚firlerdir, gunahkĂ‚rlardır.” (Abese, 34-42)
(Ey insanlar!) Nice yuzlerin ağardığı, nice yuzlerin de karardığı o gunu (olmeden evvel duşunun!) Yuzleri kararanlara: «İnanmanızdan sonra kĂ‚fir mi oldunuz? Oyle ise inkĂ‚r etmiş olmanız yuzunden tadın azĂ‚bı!» (denilir.) Yuzleri ağaranlara gelince, onlar AllĂ‚h ’ın rahmeti icindedirler; orada ebedî kalacaklardır.” (Âl-i İmrĂ‚n, 106-107)
Mukemmel nizĂ‚m ve ilĂ‚hî saltanat Selîm bir muhĂ‚kemeye sĂ‚hip olan insan duşunmez mi ki, kĂ‚inatta her şey, bir tek cekirdeğin patlamasından bahar şenliğine, doğumlardan olumlere ve mikro Ă‚lemden makro Ă‚leme, zerrelerden kurelere kadar lĂ‚yıkıyla kavranması imkĂ‚nsız bir nizĂ‚m ve intizĂ‚m icinde kıyĂ‚mete dek sonsuz bir Ă‚henk ile devĂ‚m edip gider. Bu Ă‚hengin hĂ‚lıkı AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû-, kĂ‚inatta insan idrĂ‚kini Ă‚ciz bırakan bu mukemmel nizĂ‚m ve ilĂ‚hî saltanat icinde insanı hikmetsiz mi yaratmıştır?
Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“Sizi abes olarak (boş yere) yarattığımızı ve sizin hakîkaten huzûrumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (el-Mu ’minûn, 115)
“İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder?” (el-KıyĂ‚me, 36)
KĂ‚inatta her zerre, Kur ’Ă‚n ’da her harf ve insanda her hucre, hicbir şeyin abes yaratılmadığını, kendine mahsus bir lisĂ‚n ile beyĂ‚n hĂ‚linde iken, insanın gaflete dalarak ilĂ‚hî hikmet ve hakîkatlere bîgĂ‚ne kalması ne tuhaf bir şeydir!
HeyhĂ‚t! Uyuyanların, uyuyanlardan alış-verişi ne olabilir? Ehl-i gafletin dunyĂ‚sı, cocukların gozlerini bağlayarak oynadıkları “korebe” oyunundan başka nedir?
Hakîkate Ă‚mĂ‚ kalbler, nebîlerin ve velîlerin kendilerine uzattıkları can kurtaran simitlerine, nefsĂ‚nî ve behîmî arzularına ters duştuğu icin îtirĂ‚z edegelmişlerdir. Akıllarının mahdut sınırları icinde olumden uzak bir hayĂ‚l dunyĂ‚sı îmĂ‚r etmeye calışmış ve bu hayal Ă‚leminde boş tesellîlerle avunmuşlardır.
Sineklerin teressubĂ‚t uzerinde neş ’elendikleri ve gıdĂ‚landıkları gibi, zift dolu dunyĂ‚larında sefĂ‚letlerini saĂ‚det gormenin şaşkınlığı ile diri oluler olarak cesedlerinin hamallığı icinde yaşarlar ve gocerler. Sırtları toprak bilmeyen nice zorbalar ve muhterisler, olumun amansız darbesiyle yerlere serilmiş yatarlar!..
DunyĂ‚nın oyuncaklarından kurtulup gonul iklîmine girenler icin olum, hakîkî hayĂ‚tın doğum noktasıdır. Olum, golgeler Ă‚leminden aslî Ă‚leme bir intikaldir.
ŞĂ‚yet olumden kacmak ve korkmak îcĂ‚b ediyorsa, akşamlar yaklaşırken korkularla titrememiz lĂ‚zımdır. HĂ‚lbuki, gecelerin esrĂ‚rına dalarken icimizden bir korku gecirmiyoruz. Cunku, sabahın gelmesi bir hilkat kĂ‚idesidir, ilĂ‚hî bir tanzîmdir.
O hĂ‚lde, olumun koynundan bir hakîkat sabahına kalkılmasının da tabiî gorulmesi îcĂ‚b eder. Zaman şeridinden duşen her Ă‚nın bizi hakîkat sabahına yaklaştırdığını, Ă‚yet-i kerîme ne guzel ifĂ‚de eder:
“Kime uzun omur verirsek, Biz onun yaratılışını (gencliğini ve guzelliğini) bozar, beli bukuk hĂ‚le getiririz. O kimseler bunu idrĂ‚k etmezler mi? (Yolculuk ne tarafa?) (YĂ‚sîn, 68)
Ârif bir mutefekkirin ifĂ‚desiyle; “DunyĂ‚, akıl sĂ‚hipleri icin seyr-i bedĂ‚î (ilĂ‚hî tecellî, tanzîm ve sanatın muşĂ‚hedesiyle lezzetlenme ve duygulanma), ahmaklar icin de yemek ve şehvetten ibĂ‚rettir.” İnsanoğlunun, freni patlayan bir araba gibi akan omur takvimine, ecel fırtınalarına, sonbahar hazanlarına lĂ‚kayt kalarak, bu Ă‚lemi alık ve abus bir heykel donukluğu icinde seyretmesi, fĂ‚nî ihtiraslar uğruna demir kapılara yumruk vurması, koynuna gireceği toprak mĂ‚cerĂ‚sından korkup kacması, Ă‚dî bir madde kaygısı ile hayĂ‚tını surdurmesi, insanlık şeref ve haysiyetiyle ne derece kĂ‚bil-i te ’lîftir?!
KĂ‚inat kitabının hulĂ‚sası, fĂ‚tihası ve butun esmĂ‚ tecellîlerinin mazharı olan insanın bu nizamdaki yeri, rûhĂ‚nî ve mĂ‚nevî gıdalarla beslenip yaratılışın nusha-i kubrĂ‚sı ve kĂ‚mil bir zubdesi olmak değil midir? Hayat carşısının en asil giysisi olan kefen, butun fĂ‚nî alış-verişlerin iptal noktası değil midir?
Yaz bulutu hĂ‚linde gecen dunyĂ‚ hayĂ‚tı, Ă‚hiret endişesi olmadan yaşanıyor ise, bu, gunduzu akşamsız telakkî etmekten başka nedir?
Hak TeÂl buyurur:
“Ey insanlar! AllĂ‚h ’ın va ’di elbette ki haktır. Sakın dunyĂ‚ hayĂ‚tı sizi aldatmasın! Hîleci şeytan, AllĂ‚h(ın rahmeti) ile sizi kandırmasın!” (FĂ‚tır, 5)
İnsan, kendisine ve kĂ‚inat manzûmesine ibret nazarı ile baktığı zaman, dunyĂ‚ hayĂ‚tını nasıl yaşayacağını duşunmek mecbûriyetinde kalır. Ulvî gĂ‚yeler icin yaşaması îcĂ‚b eden her insanı, hayatta en cok alĂ‚kadar eden gercek, “olum” hĂ‚disesidir. O muhteşem vedĂ‚, insan icin ne buyuk bir ibret tablosudur. “Olum”, dunyĂ‚ hayĂ‚tında sadece topraktan meydana gelen et ve kemik yapısını, yĂ‚ni nefsĂ‚nî yonunu geliştirip rûhĂ‚nî yapısını cılızlaştıranlar icin, ne hazin bir tukeniştir!
Onlar, dunyĂ‚da saĂ‚det zannettikleri sefĂ‚letlerinin fecî yuzunu olumden sonra gelecek olan “ba ’su ba ’de ’l-mevt” ile idrĂ‚k edeceklerdir. CenĂ‚b-ı Hak buyurur:
“Gokyuzu yarıldığı, yıldızlar dokulduğu, denizler birbirine katıldığı, kabirlerin icindekiler dışarı cıkarıldığı zaman, insanoğlu (yapıp) gonderdiklerini ve (yapmayıp) geride bıraktıklarını bir bir anlar!” (el-İnfitĂ‚r, 1-5)
Mahşer halkı, dunyĂ‚da kaldığı zamanı, Ă‚hiret Ă‚leminin ebedîliğine ve sonsuzluğuna kıyaslayarak şu şekilde değerlendirirler:
“KıyĂ‚met gununu gorduklerinde (dunyĂ‚da) sadece bir akşam vakti, ya da kuşluk zamanı kadar kaldıklarını sanırlar.” (en-NĂ‚ziĂ‚t, 46)
Bunun icindir ki, AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, dunyĂ‚ hayĂ‚tını tĂ‚rif eden bir hadîs-i şerîfinde:
“DunyĂ‚ benim neme gerek?.. Benim hĂ‚lim dunyĂ‚da bir ağac altında oturup golgelenen, sonra da yerini bırakıp giden binitli bir yolcuya benzemektedir.” (İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 3; İbn-i Hanbel, I, 391) buyurmuşlardır.
CenĂ‚b-ı Hak, gercek idrĂ‚k sĂ‚hiplerinin hĂ‚lini şu Ă‚yet-i kerîmede ne kadar guzel beyĂ‚n eder:
“Onlar ayakta dururken, otururken, yanları uzerinde yatarken (her vakit) AllĂ‚h ’ı zikrederler, goklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin duşunurler (ve şoyle derler Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen ’i tesbîh ederiz. Bizi cehennem azĂ‚bından koru!” (Âl-i İmrĂ‚n, 191)
Sanat hĂ‚rikası Butun cihĂ‚n, hassas bir nizĂ‚m uzerine kurulmuştur. Her şeyde ince bir muvĂ‚zene kĂ‚nunu hĂ‚kimdir. SemĂ‚lar ve yeryuzu, her turlu hĂ‚diseleri ile eşsiz bir nizĂ‚m orneğidir. Guneş ve Ay bir hesapla doğup batmakta, gece ve gunduz birbiri ardından hesapla akmakta, bulutlar hesapla hareket etmekte, yağmurlar bir olcu icinde toprağa damlamakta, yeryuzunun bahar ve hazanı, ciceği, cemeni, ince, hassas bir hesapla meydana gelmekte; rızıklar, belli bir olcu icinde muhtelif mahlûkĂ‚ta ayrı ayrı hazırlanmaktadır. Boylece topyekûn kĂ‚inat, ilĂ‚hî bir hesap ve nizam icinde varlığını surdururken, Ă‚lemin en ustun varlığı, varlıkların ziyneti ve bir îcĂ‚d bedîası (sanat hĂ‚rikası) olan insanın hesapsız, olcusuz, duygusuz, nizamsız ve mĂ‚nĂ‚sız bir hayat surmesinin mĂ‚kul olduğu duşunulebilir mi?
Hayat imtihanını vermek icin yaratılan insan, aklî, hissî ve bedenî muvĂ‚zenelerini korumak mecbûriyetindedir.
İnsanın:
Aklî muvĂ‚zenesi, şaşmaz bilgilere, hak ve hakîkat nurlarına;
Hissî muvĂ‚zenesi, yĂ‚ni kalbî Ă‚hengi, guzel ahlĂ‚k ve kalb-i selîme;
Bedenî muvĂ‚zenesi ise Hakk ’a kulluk istikĂ‚metindeki amelî kıymetlere dayanmaktadır ki, butun bunların feyizli kaynağı, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ve Sunnet-i Seniyye ’dir.
Kısacası “eşref-i mahlûkĂ‚t” olan insan, kendisini îman ve amel-i sĂ‚lihlerle yucelterek kĂ‚inĂ‚ttaki ilĂ‚hî Ă‚hengin muhtevĂ‚sına girmek mecbûriyetindedir.
Âyet-i kerîmede, insan, Kur ’Ă‚n ve kĂ‚inat nizĂ‚mındaki ince ve hassas olculere dĂ‚ir şoyle buyrulmaktadır:
“RahmĂ‚n (olan AllĂ‚h) Kur ’Ă‚n ’ı oğretti. İnsanı yarattı, ona beyĂ‚nı oğretti. Guneş ve Ay bir hesĂ‚ba gore hareket etmektedir. Cemen ve ağaclar secde ederler. AllĂ‚h semĂ‚yı yukseltti ve ona muvĂ‚zene (kĂ‚nunu) koydu ki, mîzanda aşıp taşmayasınız! Olcuyu adĂ‚letle kullanın da, (dunyĂ‚ ve Ă‚hiret) mîzĂ‚nında zarara uğramayasınız!” (er-RahmĂ‚n, 1-9)
YĂ‚ Rab! Bu Ă‚lemde bizleri hikmet ve esrĂ‚r hazîneleri olan sĂ‚lih kullarınla beraber eyle! Bizleri mahşer gunu de onlarla haşreyle!..
Âmîn!..
Dipnotlar:
[1]. Olumden sonra dirilişe dĂ‚ir Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de verilen misĂ‚llerin bir diğeri de Bakara Sûresi ’nin 260. Ă‚yet-i kerîmesinde yer alan kuşların dirilmesi hĂ‚disesidir. MĂ‚lumĂ‚t icin bkz. Nebîler Silsilesi, c. I, sf. 345-349.
[2]. Bkz. Suyûtî, el-CĂ‚miu ’s-Sağîr, I, 98.
[3]. Bkz. İ. Hakkı Bursevî, Rûhu ’l-BeyĂ‚n, V, 226.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi-3, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan
AshĂ‚b-ı Kehf Kıssası ve Basu Badel Mevt