Yıldırım Beyazıt kimdir? Haclıların korkulu ru ’yĂ‚sı, Niğbolu fĂ‚tihi, İklîm-i Rûm Sultanı Yıldırım Beyazıt ’ın hayatı...Niğbolu fĂ‚tihi Yıldırım Beyazıt ’ın kısaca hayatı.
YILDIRIM BEYAZIT ’IN KISACA HAYATI - 1. Beyazıt Kısaca Kimdir?

Yıldırım Beyazıt 1354 yılında Edirne ’de doğdu. Babası Murad HudavendigĂ‚r, annesi Gulcicek Hatun ’dur. Yıldırım Beyazıt yuvarlak yuzlu, beyaz tenli, koc burunlu, elĂ‚ gozlu, kumral saclı, sık sakallı ve geniş omuzluydu. Girdiği savaşlarda gosterdiği cesaretten ve hızlı hareket etmesinden dolayı ona ‘Yıldırım ’ lakabı takılmıştı.
Cocukluğunu Bursa Sarayı ’nda kardeşleriyle birlikte gecirdi. İyi bir eğitim gordu. Devrin en buyuk Ă‚limlerinden dersler aldı. Gencliğinde Kutahya sancağında valilik yaptı. Sultan Murat HudavendigĂ‚r ’ın vasiyeti gereği 1389 yılında padişahlığa getirildi. Tahta cıktığında 29 yaşındaydı.
Sırbistan ’ın başında, Kosova Savaşında olen Kral Lazar ’ın oğlu Stefan Lazarevic vardı. Barış antlaşması icin geldiği Edirne ’de kız kardeşi Olivera ’yı Beyazıt ’a verdi. Bu evlenme sayesinde Osmanlı-Sırp dostluğu kuruldu. Yıldırım Bayezid, Timur ’la yaptığı Ankara Savaşı ’nda yenildi ve esir duştu. 13 yıl suren saltanatı sonunda esaretinin başlamasından 7 ay 12 gun sonra 1402 yılında vefat etti.
Erkek cocukları: Musa Celebi, Suleyman Celebi, Mustafa Celebi, İsa Celebi, Mehmed Celebi, Ertuğrul Celebi, Kasım Celebi
Kız cocukları: Fatma Sultan
Yıldırım lakabı ile bilinen Yıldırım Beyazıt ’ın ayrıntılı hayatı.
YILDIRIM BEYAZIT ’IN HAYATI (1389 - 1402) - 1. Beyazıt Kimdir? Yıldırım Beyazıt (1354-1403) yılları arasında hukum suren dorduncu Osmanlı Sultanı. Girdiği harplerde gosterdiği cesĂ‚ret ve manevra kĂ‚biliyetinin son derece sur ’atli olması dolayısı ile kendisine askerlerce «yıldırım» lakabı verildi.
Babası MurĂ‚t Han ’ın Kosova meydanında şehît olurken yaptığı vasiyeti uzerine tahta gecti.
YILDIRIM BEYAZIT DİYARI Kazanılan bu buyuk zaferin neticelerini alabilmek icin ilerlemeye devĂ‚m eden I. Beyazıt, bircok yeni beldeler fethetti. Bunların arasında meşhûr Uskup de bulunmaktaydı. Bunu şĂ‚ir şoyle anlatır:
Uskup ki, Yıldırım Beyazıt Han diyĂ‚rıdır;
EvlĂ‚d-ı fĂ‚tihĂ‚na Ă‚nın yĂ‚digĂ‚rıdır...
........
Uskup ki Şar Dağı ’nda devamıydı Bursa ’nın,
Bir lĂ‚le bahcesidir dokulmuş temiz kanın...
Beyazıt Han ’ın bu ilerleyişi esnasında kendi culûsunu tebrîke gelen elcilere:
“–Roma ’ya kadar ilerleyeceğim!..” demesi, O ’nun İslĂ‚m ’ın şevket ve izzeti yolunda kendisi icin cizdiği o buyuk ufku gostermektedir.
O, akıllara durgunluk verecek cesĂ‚ret ve şecĂ‚ati yanında siyĂ‚sî sahada da son derece mahĂ‚ret sahibiydi. Bizans ’ın taht cekişmelerinden istifĂ‚de etmesini gĂ‚yet iyi bildi. HattĂ‚ hapisteki bir şahsı tahta, tahttakini hapse gonderebilecek derecede muessir oldu. Bu siyĂ‚sî dehĂ‚sıyla yaptıklarına mukĂ‚bil olarak da, Bizans ’dan aldığı haracı arttırdı. Ayrıca Bizans ’a bir cĂ‚mî inşĂ‚sını ve orada yaşayan Muslumanlar arasındaki ihtilĂ‚flara bakacak şer ’î bir mahkeme kurulmasını te ’mîn etti.
ŞĂ‚yĂ‚n-ı hayrettir ki Yıldırım, yine bu siyĂ‚sî dehĂ‚sı sebebiyle Alaşehir ’in uzerine yuruduğunde, orayı Bizanslılardan yine bizzat Bizanslılar ’ı kullanarak kendi adına fethettirdi. Bu hĂ‚dise, tĂ‚rihin kaydettiği ender vak ’alardan olup Yıldırım Beyazıt Han ’ın i ’lĂ‚-yı kelimetullĂ‚h yolunda adĂ‚let ve firĂ‚set uzre sahip olduğu ihtişĂ‚m ve izzeti; binbir zulumle ayakta durmaya calışan Bizans imparatorunun da icinde bulunduğu zilleti gosterir.
ANADOLU BİRLİĞİ Dış siyĂ‚setinde bircok olağanustu başarılar sergileyen Beyazıt Han, Anadolu birliği yolunda da buyuk adımlar attı. Beyliklerin en buyuğu olan Karamanoğulları ’nın buyuk bir kısmını Osmanlı ’ya ilhĂ‚k etti. Ancak bu ilhĂ‚k, ahĂ‚lînin kendi isteğiyle gercekleştirilmiştir. Nitekim Âşık PaşazĂ‚de bu hakîkati şoyle anlatır:
“... Beyazıt Han, Konya onlerine geldiğinde, şehrin kapıları kapatıldı. Ancak harman vakti olduğundan Konya ovasında her tarafta arpa ve buğday yığınları vardı. Halk, telaşla kaleye sığındığı icin bunları iceri alabilmeleri mumkun olmamıştı. Bunu goren Yıldırım Han ’ın askerleri, hisĂ‚r dibine yaklaşarak Konya halkına seslendiler:
“–Gelin, bize arpa ve buğday satın; atlarımıza yedirelim!” dediler.
Halktan birkac kişi:
“–Bakalım dedikleri doğru mu?” diyerek kaleden cıkıp Osmanlı ordusunun yanına geldi.
Durumdan haberdar olan Beyazıt Han, her ihtimĂ‚le karşı askerlerine şu tĂ‚limatı verdi:
“–Bunlar bizim Musluman kardeşlerimizdir. Sakın ola kimseye zulmetmeyin! Kul hakkına riĂ‚yetkĂ‚r olun; arpa sahipleri, kendi muradlarınca satsınlar!..” dedi.
Boylece gelenler, kendi arzuları istikametinde ve talep ettikleri fiyata satış yaptılar. Akcelerini de alarak hic ummadıkları buyuk bir memnûniyetle kaleye donduler. Konya halkı, bu gozler yaşartan adĂ‚let ve insanlığı gorunce, şehrin kapılarını kendi istekleriyle ardına kadar actı ve Osmanlı ’yı iceriye buyur etti. Bu hĂ‚diseyi duyan etraftaki diğer bazı şehirler de, elciler gonderip Osmanlı ’yı beldelerine dĂ‚vet eylediler:
“–Buyurun, gelin! Şehirlerimizi sizler idĂ‚re edin!” dediler.
Anadolu ’nun mu ’min ve temiz halkı, şĂ‚irin:
Velîdur her ne “han” kim Ă‚dil olsa,
Değul ayıp, cihĂ‚n Ă‚na kul olsa..
;SuleymĂ‚n adl edup tutdu cihĂ‚nı,
Suleyman misludur han Âdil olsa...
mısrĂ‚larındaki inceliği kavramış olarak, Ă‚detĂ‚ Osmanlı ’yı cĂ‚n u gonulden kucaklıyordu.
TĂ‚rihin bile gıptayla seyrettiği bu kucaklaşma, Osmanlı adĂ‚letinin, kılıcıyla başbaşa yuruduğunun ve bu yuksek adĂ‚letin, Osmanlı ’daki satvet ve ihtişĂ‚mı artırdığının en bĂ‚riz bir tezĂ‚hurudur. YĂ‚ni Osmanlı, o yuce azamet, satvet ve ihtişĂ‚mını, mızrak ve sungulerin uzerinde değil, halkın ve milletin kalbindeki sevgi ve muhabbetlerin uzerinde inşĂ‚ eylemiştir.
NİĞBOLU ’YA DOĞRU Bu arada Osmanlı ’nın iyice gelişip guclenmesinden butun Hıristiyanlık Ă‚lemi tedirgin olmaya başladı. NihĂ‚yet buyuk bir haclı ordusu hazırladılar. Osmanlı ’yı bertaraf edip Bizans ’ı kurtarmak ve Muslumanların elinde bulunan Kudus ’u fethetmek gibi gĂ‚yelerle teşkîl edilen bu muttefik haclı ordusu, hemen harekete gecerek Osmanlı topraklarına girdi ve Tuna nehri kıyısındaki Niğbolu kalesini kuşattı.
Bunu haber alan Yıldırım Bayezit, adına yakışır bir hızlılıkla Niğbolu onlerine geldi. HattĂ‚ kaleyi teslîm etmemelerini bildirmek icin gece yarısı tek başına atına binerek duşman saflarının arasından ustalıkla gecti ve surların dibinden kale kumandanına seslendi:
“–Bre Doğan! Bre Doğan!..”
Sultan ’ın sesini tanıyan Doğan Bey, buyuk bir şaşkınlıkla derhal burcların uzerinden cevap verdi:
“–Buyurunuz şevketlum!..”
Sultan Yıldırım Bayezit Han, kısa tĂ‚limĂ‚tını bildirdi:
“–Doğan! Ordumla birlikte geldim! Sakın ola kaleyi teslîm etmeyesin!” dedi ve sur ’atle geri donerek karanlıkların arasında gozden kayboldu.
NİĞBOLU ZAFERİ Ertesi gun kalabalık haclı ordularıyla yapılan kanlı muhĂ‚rebe, Yıldırım Han ’ın kesin gĂ‚libiyetiyle neticelendi. Bu haclı ordusuna buyuk-kucuk butun Avrupa devletleri asker vermişti. Bunlar arasında onbin Fransız şovalyesi vardı ki: «Gokler yıkılsa, mızraklarımızla tutarız!» diye ovunmuşlerdi. LĂ‚kin coğu kılıctan gecirilen bu şovalyelerin mağrûr reisleri Jan bile esîr olmaktan kurtulamadı. Haclılar, Osmanlı ’nın îmĂ‚nla yoğrulmuş hamleleri karşısında eriyip tukendi. O gun Yıldırım Bayezit, vucûdunun ceşitli yerlerinden yaralandığı gibi atının da yaralanması uzerine yere duşmuştu. Ancak O, bunlara aldırmayıp yeni bir ata bindi ve harbi butun kudretiyle idĂ‚re ederek zafere ulaştı.
Yıldırım Bayezit ’in, Musluman milletler adına haclılarla tek başına yaptığı Niğbolu harbindeki buyuk zaferi, Hıristiyan Avrupa devletlerine karşı elde edilen en buyuk muvaffakıyetlerden biridir.
SULTAN-I İKLİM-İ RUM Bu zafer munĂ‚sebetiyle Mısır ’daki Abbasî halîfesi, Yıldırım Bayezit ’e, tebrîk icin bir mektûb gonderdi ve ona «SultĂ‚n-ı İklîm-i Rûm» diye hıtĂ‚b etti.
Yıldırım Bayezit, Niğbolu zaferinde bircok asilzĂ‚de ve şovalyeyi de esîr almıştı. Esîrlerin arasında yukarıda soylediğimiz gibi Fransızların meşhûr şovalyesi korkusuz Jan (Jean) da vardı. Yıldırım BĂ‚yezîd Han, onları, fidye karşılığı serbest bıraktı. Ayrıca memleketlerine donecekleri gun hepsine bir ziyĂ‚fet verdi. Butun şovalyeler, Sultan ’ın bu insĂ‚nî muĂ‚meleleri karşısında kendilerinin esirlere yaptığı fenĂ‚ davranış ve zulumleri duşunerek son derece mahcûb kaldılar ve:
“–Şu andan itibaren Anadolu ve Rumeli ’nin Hakanı Yıldırım Beyazıt Han ’a karşı gelmeyeceğimize ve ona karşı silĂ‚h kullanmayacağımıza dĂ‚ir namus ve şerefimiz uzerine yemîn ediyoruz!..” dediler.
İHTİŞAM VE CESARET ABİDESİ Onların minnet altında soylemiş olduğu bu sozler uzerine Osmanlı ’nın ehl-i kufre karşı ihtişĂ‚m ve cesĂ‚ret Ă‚bidesi olan koca Sultan Yıldırım Bayezit Han, gur sesi ile şovalyelere şoyle hıtĂ‚b etti:
“–Avrupa ’da korkusuz lakabını almış olan Jan ve arkadaşlarının, bana karşı silĂ‚h kullanmayacaklarına dĂ‚ir etmiş oldukları yemînleri geri iĂ‚de ediyorum. Gidiniz; yeniden ordular toplayınız ve uzerime geliniz! Biliniz ki, bu hareketiniz bana bir kez daha zafer kazanmak imkĂ‚nını verecektir. ZîrĂ‚ ben, AllĂ‚h ’ın dînini yuceltmek uzre CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rızĂ‚sını kazanmak icin dunyĂ‚ya gelmiş olduğumun şuûrunda bir sultanım. Bu itibarla Hazret-i AllĂ‚h ’ın yardım ve nusreti bizimledir. Ve bir kimsenin ki yardımcısı AllĂ‚h ’dır, elbette onu yenebilecek hicbir kuvvet ve kudret yoktur!..”
İşte bu ihtişĂ‚m ve adĂ‚let karşısında yalnız o ziyĂ‚fete katılan şovalyelerin değil, butun dunyĂ‚nın gozleri kamaşmıştı. Nitekim bircokları gibi Salona piskoposu da, Sultan Bayezit ’i memleketinin zulumden kurtarılması icin dĂ‚vet etti. Yunanistan ’ın fethi boylece gercekleşti.
EMİR SULTAN HAZRETLERİNİN KERAMETİ Yıldırım Beyazıt ile Emîr Sultan Hazretlerinin karşılaşmaları cok ibretlidir:
RivĂ‚yetlere nazaran Emîr Sultan, Bursa ’ya geldiğinde Yıldırım Bayezit Han, Macaristan seferinde idi. Yapılan harbin cok şiddetli olması dolayısıyla asker arasında bircok yaralı vardı. Ancak nûr yuzlu bir genc, onların yaralarını sarıyor ve kendilerine duĂ‚ ediyordu. Yıldırım ’ın kendisi de yaralanmış olduğundan bu nûr yuzlu gence icinden akan bir muhabbetle seslendi:
“–Ey yiğit! Benim de kolumda yara var; sarıver!..” dedi.
Emîr Sultan, cebinden cıkardığı bir mendille Sultan ’ın yarasını sardı ve askerlerin arasında kayboldu.
Butun askerler, kısa bir muddet icinde yaralarının tamamen iyileşmiş olduklarını gorunce, buyuk bir hayretle durumu Sultan ’a ilettiler. Bunun uzerine Yıldırım Han, kolundaki yarayı merak ederek mendili acınca, kendisinin de sıhhate kavuştuğunu gorup şaşırdı. Ayrıca koluna sarılan o mendilin yarısı kesilmiş bir nişan mendili (gelinin damada hediye ettiği mendil) olduğunu farkederek hayreti bir kat daha arttı... O genci ne kadar arattıysa da bulduramadı.
Aynı seferde devĂ‚mlı ilerleyen Osmanlı ordusu, bir kalenin fethinde de hayli gucluk cekmiş, pek cok asker zĂ‚yiat vererek zor durumda kalmıştı. Sultan Yıldırım Bayezit, neredeyse kalenin duşmesinden umîdini yitirmek uzereydi ki, birden kale kapılarının ardına kadar acıldığını gordu. HattĂ‚ acan kimseyi de hayĂ‚l-meyĂ‚l farketti. Sanki bu da, yaralarını saran o nûr yuzlu genc idi. Bu hayret veren manzara karşısında Yıldırım Bayezit, derhal hucûm emri vererek fethi gercekleştirdikten sonra o mĂ‚neviyĂ‚t yiğidini arattırdı, ancak onceki hĂ‚disede olduğu gibi yine bulduramadı. Boylece kendisine iki defa en zor anlarında yardım eden o nûr yuzlu genc, gonlunu merak hisleriyle dolduran bir muammĂ‚ oldu.
Aradan gunler gecip Osmanlı ordusu muzaffer olarak Bursa ’ya donduğunde karşılayıcılar arasında o sırada Yıldırım ’ın kızı ile evlenmiş bulunan Emîr Sultan Hazretleri de vardı. Bayezit Han, atından inip Emîr Sultan ile musĂ‚fahalaşırken O ’nunla gozgoze geldi ve bu genc zĂ‚tın harp meydanında yaraları saran kimse olduğunu anladı ve mĂ‚nidĂ‚r bir şekilde:
“–O el cabukluğu ne idi?” dedi.
Emîr Sultan, tevĂ‚zu ve mahviyet icinde:
“–Sultanım! Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de buyurulan: «AllĂ‚h ’ın kudret eli, onların elleri uzerindedir!» (el-Feth, 10) beyĂ‚nı vechile AllĂ‚h icin hicbir gucluk yoktur!..” dedi.
Yıldırım tekrar sordu:
“–Ya o mendil?!.”
Emîr Sultan BuhĂ‚rî Hazretleri, tebessumle cevap verdi:
“–Devletlu babacığım! Yarısı cebimdedir. Ben de damadınız Şemsuddîn BuhĂ‚rî ’yim...”
Bundan buyuk memnûniyet duyan Sultan Bayezit Han, Emîr Sultan ’ın nûrlu cehresine bir daha baktı ve:
“–Kale kapısını acan o yiğit de sendin değil mi?” dedi.
Emîr Sultan, bu suĂ‚le tatlı bir sukût ile mukĂ‚bele etti. Sonra biri dunyĂ‚, diğeri Âhiret sultanı olan bu iki buyuk şahsiyet kucaklaşıp CenĂ‚b-ı Hakk ’a hamd ve şukurde bulundular.
İSTANBUL ’U FETHETME GAYESİ Her MuslumĂ‚n fĂ‚tih icin ideal olan İstanbul ’u fethetme gĂ‚yesi, Yıldırım Beyazıt Han ’ın da en buyuk arzusu idi. Bu yolda takdîre şĂ‚yĂ‚n gayretleri oldu.
Dort kez İstanbul ’u kuşattı. Dorduncu kez yaptığı kuşatmada Bizans, olgun bir meyve gibi ellerine duşmek uzereydi. ZîrĂ‚ FĂ‚tih ’in fethettiği şartlardan daha uygun şartlara sahip bulunan Yıldırım, bunu değerlendirmiş ve fethe iyice yaklaşmıştı. Fetih, cok kolay bir şekilde gercekleşecekti. Ancak o sırada Anadolu ’yu kasıp kavurmaya başlayan Timur gĂ‚ilesi, bu buyuk ve kudsî teşebbusu akîm bıraktı. ZîrĂ‚ Timur, Osmanlı ile arasındaki bir iki anlaşmazlığı bahĂ‚ne ederek aslında kuru bir cihangirlik adına Anadolu ’ya girmişti. İslĂ‚m ’ı yuceltmek yolunda ilerleyerek muhteşem bir mevkîe yerleşmiş bulunan Osmanlı ’yı yenmek sûretiyle kendi şohret ve azametini artırmak niyetinde idi. Oyle ki, bu nefsĂ‚nî maksad uğruna kazandığı zaferden sonra aklen mĂ‚lûl bulunan Fransa kralına yazdığı bir mektupta Osmanlı ’yı ortak duşman îlĂ‚n etmesi, gĂ‚yet duşundurucudur.
ANKARA SAVAŞI ’NIN NEDENLERİ TĂ‚rihî bir gercektir ki Timur, Osmanlı ’yla harp etmek husûsunda buyuk olcude papalığın tahrîkine kapılmıştır. Bu tahrîk direk olarak değil, yanına Musluman kılığında sızmış bulunan casuslar vĂ‚sıtasıyla gercekleştirilmiştir. Bu casuslar, zĂ‚hirde Timur ’un aşırı taraftarı gibi gorunmuşler, boylelikle gizliden gizliye yaptıkları casusluk faĂ‚liyetlerinde başarılı olmuşlardır.
Niğbolu hezîmetini bir turlu hazmedemeyen, ancak elinden de bir şey gelmeyen Papa, Hıristiyan Ă‚leminin rahat nefes alabilmesi icin Timur ’u surekli olarak Osmanlı ’ya karşı kışkırtmıştır. Dolayısıyla bu tahrîke kapılmak, hamĂ‚katten başka bir şey değildir.
Tahrikcilerin diğer kanadını Bizans teşkîl eder. Butun bunlara beyliklerin bitip tukenmez hırsları da eklenirse, Timur ’un, dort bir yandan gelen tahrîklere hangi sĂ‚ikle kapılmış olduğu rahatca anlaşılır.
Bu tahrîklere kapılış ise, Timur ’un rûhunu sarmış bulunan benliği ortaya koymaktadır. Eğer Timur, futûhata niyetlendiğinde evvelĂ‚ kendi benliğini fethetmiş olsaydı, yĂ‚ni bir nefis tezkiyesinden gecseydi, vukû bulan hĂ‚diselerin istikĂ‚meti bambaşka olurdu. YĂ‚ni Timur, benliğini yenememiş ve dunyĂ‚nın hĂ‚kimi olma yolunda «Osmanlı da kim oluyor?» duşuncesiyle hareket etmiştir. ZîrĂ‚ iki tarafın arasının acılmasına sebep olan istekler, devamlı Timur ’dan gelmiş, yine ordusunu peşine takarak rakîbinin uzerine yuruyen Timur olmuştur.
Osmanlı uzerine yaptığı seferde Timur, etrafında bulunan kıymetli ulemĂ‚ ve umerĂ‚nın sozlerini ve îkĂ‚zlarını duymaz bir hĂ‚ldeydi. ZîrĂ‚ onların re ’yi, ekseriyetle Muslumanlar arasında ehl-i kufurle yaptığı gazĂ‚lar sebebiyle buyuk muhabbet kazanmış olan Osmanlı ’yla harp etmenin yanlış olduğu yolunda idi.
Timur, o zamanın tankları olan fillerle Sivas kalesini muhĂ‚sara ettiğinde kalede bulunan Yıldırım Bayezit ’in oğlu ŞehzĂ‚de Ertuğrul, şehir eşrĂ‚fını topladı ve onlara şoyle dedi:
“–Benim vazîfem sizleri muhĂ‚faza etmek yolunda gayret sarfetmektir. Timur ’un kuvvetleri kıyas edilemeyecek derecede bizden cok olabilir. Bu bir kader-i ilĂ‚hîdir. Bana duşen, onun saldırısını yiğitce goğusleyip sizleri ve kaleyi şĂ‚nımıza yaraşır bir şekilde mudĂ‚faa etmektir. Biliniz ki Timur, bizim cesedlerimizi ciğnemeden aslĂ‚ bu şehre giremez...”
Bu sozlerinin ardından ŞehzĂ‚de Ertuğrul, dediği gibi hareket etti ve bir avuc yiğidiyle koca Timur ordusuna karşı inanılmaz bir mukĂ‚vemet gosterdi. Kahramanca vuruştu. Ancak sel gibi akan bir ordunun onunde cengĂ‚verleriyle birlikte nihĂ‚yet şehĂ‚det şerbetini nûş eyledi.
ŞehzĂ‚deyi bertaraf eden Timur, kaledekilere, teslîm olurlarsa kimsenin kanını dokmeyeceğine dĂ‚ir haber yolladı. Fakat bu soze guvenerek teslîm olan butun kale mudĂ‚fîlerini hunharca oldurdu.
Durumu haber alan Yıldırım Bayezit, hem bir kalenin duşmesi hem de bircok yiğitle birlikte evlĂ‚dını kaybetmenin acıları icerisinde derin bir mĂ‚teme burundu. O sırada Uludağ sırtlarındaydı. İleride hicbir şeyden haberi olmayan bir coban, kavalıyla icli icli havalar calmaktaydı. Koca Sultan, bir muddet kavalı dinledikten sonra cobana derin bir teessur icinde:
“–Cal, coban cal!.. Keyf de senin, rahatlık da senin... Ne derdin var ki? Sivas gibi kalen mi gitti, Ertuğrul gibi yiğit evlĂ‚dın mı oldu?.. Cal, coban cal!..” dedi ve ardından atını hızla Bursa ’ya doğru surup gitti.
Bayezit Han, Timur ’un mektuplarına her ne kadar sert mukabelelerde bulunduysa da, gercekte buna ve daha sonra harbe Timur tarafından mecbûr bırakılmış bulunmaktaydı. O ’nun, Sivas muhĂ‚fızı Malkocoğlu MustafĂ‚ Bey ’e soylediği şu sozler, bunu gĂ‚yet acık bir şekilde ifĂ‚de eder:
“–Malkoc Bey! Bunca insanı, husûsiyle de Ă‚lemden habersiz cocukları dahî feryĂ‚d u figĂ‚n ve iniltiler icinde helĂ‚k eyleyen Timur gibi zĂ‚lim ile benim sulh yapacağımı hatırına bile getirme!..”
Yıldırım Beyazıt ’in başına gelen en tĂ‚lihsiz hĂ‚dise, hic şuphesiz ki muhteris bir hukumdar olan Timur ile yaptığı Ankara MuhĂ‚rebesi ’dir. Bu muhĂ‚rebe, Osmanlı ’nın hazîn mağlûbiyeti ile neticelenmiş ve acı bir fetret doneminin başlangıcı olmuştur. Kuru bir inatlaşmanın neticesi, butun Anadolu tekrar eski karışıklığa duşmuş ve batıda yapılan İslĂ‚m futûhĂ‚tı bir muddet icin de olsa durmuştur. Bu itibarla Timur, her ne kadar şahsî hayatında dindĂ‚r bir hukumdar olsa da bu inatlaşmanın sonunda yaptığı işler, hic de bir Muslumanın inanış ve hissiyatıyla bağdaşır bir iş değildir. ZîrĂ‚ Sivas ’ta insanları dehşetli bir şekilde oldurmesi ve benzeri davranışları, hicbir mĂ‚zeretle te ’lîf edilemez.
OSMANLI ’YI 50 YIL GERİYE ATAN FELAKET Diğer taraftan Timur gĂ‚ilesi, Osmanlı ’nın batıdaki futûhĂ‚tını en az elli yıl geriye atan bir felĂ‚kettir.
Takdîr edilir ki, bir Ă‚ile reîsinde benlik olsa, bu menfî husûsiyet, sadece Ă‚ile fertlerine zarar verir. Ancak bir devletin başında bulunan kimselerde en ufak bir benlik bulunduğu zaman, bu da, buyuk bir millet kitlesinin zarar gormesine ve toplum fĂ‚ciĂ‚larına sebep olmaktadır.
İşte Timur ’daki husûsiyet de bu benlikten başka bir şey değildir. O, «Butun cihĂ‚na ben hĂ‚kim olacağım» gĂ‚yesiyle hareket etmiştir. Yoksa Osmanlı ’yla arasında cıkan ihtilĂ‚flar, o kadar buyuk mes ’eleler değildir.
ANKARA SAVAŞI NEDEN KAYBEDİLDİ? HĂ‚l boyleyken Ankara mağlûbiyetine bakarak Yıldırım Bayezit ’in mustesnĂ‚ şahsiyeti hakkında yanlış değerlendirmeler yapmak da doğru değildir. Ustelik bu harbi kaybettiren sebep, Yıldırım ’ın dirĂ‚yetsizliği değil, Selcuklu ’nun dağılışından o gune kadar devamlı bir sûrette liderlik hırsıyla birbirleriyle cekişen Anadolu beylerinin yine aynı hırsla Sultan ’a ihĂ‚net edip karşı tarafa gecmeleridir. Yoksa bu ihĂ‚netten evvel Yıldırım ’ın, cok acık bir şekilde harbi ustun olarak surdurduğu, gĂ‚libiyyete iyice yaklaşmış olduğu tĂ‚rihî bir gercektir. HattĂ‚ harbin ilk altı saatindeki Osmanlı ustunluğu karşısında Timur, bir ara îtidĂ‚lini kaybetmiş ve dizustu cokerek sulh talebine karar vermişti. İşte tam bu esnĂ‚da bir hayli uğraşıp da neticede cĂ‚zib vaadlerle kandırabildiği bir kısım Anadolu beylerinin Yıldırım ’a ihĂ‚neti, imdĂ‚dına yetişti ve harp kendi lehine dondu. Bu gerceği Timur:
“–Bu dervişler doğuşmede kusûr etmediler.” diyerek îmĂ‚ ile de olsa itirĂ‚f etmekten kendini alamamıştır.
Diğer taraftan onun bu ifĂ‚desi, buyuk bir hakîkati anlatmakta, yĂ‚ni Osmanlı ’nın bir “GĂ‚zîler Devleti” olduğu telĂ‚kkîsinin ne kadar yaygın olduğunu gostermektedir.
Nitekim bu telĂ‚kkî dolayısıyladır ki, Timur, zaferi kazanmış olduğu halde, ustelik Yıldırım Bayezit Han ’ı da esîr almış bulunmasına rağmen Osmanlı ordusunu imhĂ‚ edememiştir. Ganîmetler haric, milletine hicbir şey kazandırabilmiş değildir. Timur ’un benliği, buyuk bir savaşa sebebiyet vermiş ve ardından gozu yaşlı binlerce yetîm, dul ve mazlûm bırakmıştır. Girdiği beldelerdeki halkların Musluman oluşlarına dahî aldırmayan Timur ’un, nĂ‚mus, şeref, mal-mulk v.b. husûslarda ahĂ‚lîye yapmadığı zulum kalmamış, ozellikle Bursa ’da taş ustunde taş bırakmayarak Osmanlı ’nın butun tĂ‚rihî vesîkalarını yaktırmıştır ki, bu buyuk bir cinĂ‚yettir.
Bu itibarla Timur ve Yıldırım karşılaştırıldığında Yıldırım ’ın ondan cok cok ustun bir sultan olduğu Ă‚şikĂ‚rdır. ZîrĂ‚ Timur ’un devleti, Ankara zaferine rağmen on sene icinde dağılıp gitmiştir. YĂ‚ni Timur, Osmanlı ’dan daha yuksek bir medeniyeti temsîl etmediği icin işgal ettiği yerlerden sadece sel suyu gibi gelip gecmiştir. Kalıcı olamamıştır. HattĂ‚ kendisinden sonra devleti dağılmıştır. Yerine kalan İlhanlılar da, varlıklarını cok uzun surdurememişlerdir. Buna mukĂ‚bil, Yıldırım ’ın ardından bıraktığı devlet ise, on sene icinde derlenip toparlanmış ve yeniden dipdiri bir fetih devleti hĂ‚line gelmiştir.
OSMANLI ’NIN EN BUYUK HUSUSİYETİ Bunun sebebi de, Osmanlı ’nın, Edebali silsilesi tarafından atılan mĂ‚nevî temellerindeki sağlamlıktır. Nitekim Edebali silsilesinin mubĂ‚rek elleriyle yoğrulan Osmanlı ’nın en buyuk husûsiyeti; «Ben baş olacağım!» dĂ‚vĂ‚sı gutmemiş ve bu uğurda Musluman kanı dokmemiş olmasıdır. Bu husûs cok muhimdir. Anadolu ’daki diğer beylikler ise: «Selcuklu ’nun yerine ben kalacağım; Anadolu birliğinin başı ben olacağım!» diye birbirleriyle surekli harp etmişlerdir. Oysa Osmanlı, ehl-i kufurle harbi tercîh etmiş, hizmetlerini nefislerine değil, dîn-i mubîne tahsîs kılmışlardır. Dolayısıyla Osmanlı ’nın sur ’atli bir şekilde yukselmesinin en buyuk sebeplerinden biri budur.
YĂ‚ni Osmanlı, «hurra...» sesleriyle gelen bir gurûh ile harbetmeyi tercîh etmekle, İslĂ‚m ’daki cihĂ‚d rûhuna muvĂ‚fık hareket etmiş, bu sebeple Musluman kitleler tarafından devamlı destek gormuştur. Diğer Anadolu beylikleri ise, birbirleriyle mucĂ‚dele etmişler, ancak her iki taraf da «AllĂ‚h, AllĂ‚h» sesleriyle uzerine gelenlerle harbettiğinden teb ’aları tarafından takdîr ve tasvip gormemişlerdir. Dolayısıyla beyliklerin halkları, vicdĂ‚nen rahat olamamış ve alttan alta Osmanlı ’ya iltihĂ‚k etmiştir. Bu iltihĂ‚kı cĂ‚zipleştirmede en cok muvaffak olan sultanlardan biri de hic şuphesiz Yıldırım Bayezit ’tir.
Dolayısıyla ifĂ‚de etmelidir ki, eğer Ankara mağlûbiyeti olmasaydı, herhalde Bayezit Han ’a yapılan birtakım yanlış isnĂ‚dlar, vĂ‚kî olmayacaktı. Şu halde Yıldırım hakkında soylenen birtakım şahsî kusurları da bu zĂ‚viyeden mutĂ‚laa etmek gerekir.
YILDIRIM BEYAZIT ’IN ŞAHSİYETİ Nitekim o donem meşhûr şĂ‚ir ve tĂ‚rihcilerinden Ahmedî, “TevĂ‚rih-i Mulûk-i Âl-i OsmĂ‚n” adlı eserinde şoyle der:
“Yıldırım Beyazıt Han, babası ve dedesi gibi Ă‚dil ve kĂ‚mil bir Sultandı. İlim ehlini sever, onlara izzet ve ikrĂ‚m eylerdi. Âbid ve zĂ‚hid kimseleri ziyĂ‚de hoş tutardı. Kendi zuhdu de Ă‚şikĂ‚rdı. Gece gunduz tĂ‚at ile meşgûl idi. Eline icki kadehi bile almamış, hattĂ‚ ceng ve ney dahî dinlememiştir. O, Omer -radıyallĂ‚hu anh- adĂ‚letinde bir şĂ‚h-ı OsmĂ‚nî ’dir.”
VelhĂ‚sıl son sozumuz şudur ki, Yıldırım Beyazıt Han, gĂ‚zîler ve mucĂ‚hidler sultanı olarak esĂ‚rette teslîm-i rûh eylemekle şehĂ‚det rutbesine nĂ‚il olmuş buyuk bir serdardır.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İbret Işıkları, Erkam Yayınları


İslam ve İhsan