Kanuni Sultan Suleyman, Suleymaniye Camii'ni acma şerefini neden Mimar Sinan'a verdi? KÂnûnî, bir gun Ânî olarak inşaata cıkıp geldi. Koca Sinan, o sırada mihrÂbın ve minberin tan­zî­miyle meşguldu. Gorunuşe gore cÂmi-i şerîfin daha uzun bir zaman alacak işleri mevcuttu. Sultan Suleyman, ofkeli bir şekilde Koca Sinan ’a:

“–Mîmarbaşı! Nicin benim cÂmimle alÂkadar olacağın yerde vaktini başka eserlerle meşgul olarak geciriyorsun? Ceddim Sultan Mehmed HÂn ’ın mîmÂrı sana ornek olarak yetmez mi?” dedi.

Ardından sertce:

“–Mîmarbaşı! Bu mÂbedin ne zaman tamam olup ibadete acılacağını tez bana bildiresin, yoksa gerisini sen bilirsin!” diyerek ihtarda bulundu.

Bu sozler karşısında Koca Sinan, pek şaşırmakla beraber, etrafta do­nen dedikodulardan haberdar olduğu icin, gazab-ı pÂdişÃ‚hîyi hoş karşılayarak derin bir tefekkurle gozlerini ufuklara dikti. Bir muddet duşundukten sonra buyuk bir kararlılıkla Sul­tÂn ’a:

“–SaÂdetli PÂdişÃ‚hım! Devletinde inşÃ‚allÂh iki ayda tamam olur...” dedi.

Bu ifÂde KÂnûnî ’yi gazabı derecesinde bir şaşkınlığa sevk etti. Neredeyse mîmarbaşı aleyhinde soylenen sozlerin doğruluğuna inanacak gibi oldu. Bu hÂle şÃ‚hid olan fırsatcılar da durumdan son derece memnun kaldılar; cunku iki ayda Su­ley­m­ni­ye ’nin tamamlanması, onlara gore hayalden başka bir şey değildi.

Ancak bu iki aylık zaman cabucak gectiğinde Sinan, duşunulenlerin aksine, butun guclukleri yenmiş ve gece gunduz calışarak asırlarca yaşayacak olan eserinin son kısımlarını da tamamlamıştı bile. Şimdi o, herkesin hayret nazarları arasında ellerinde cÂmi-i şerîfin anahtarlarıyla Sul­tÂn ’ın huzûrundaydı. Âdeta şÃ‚irin tespit ettiği şu hakîkat tezÂhur etmişti:

Doğduğunu soyluyorlar dehÂdan:
Boyle bir esere deh da yetmez!
Gormeyenin onu duşunmesine
HayÂl de az gelir, ruy da yetmez!

Bu muthiş muvaffakıyete şaşırdığı olcude hayran da kalan KÂnûnî, gÂyet memnun ve mesrur bir şekilde:

“–CÂmi-i şerîfi ibadete acma şerefi, onu boylesine muazzam ve muhteşem bir şekilde bin ve inşÃ‚ eyleyen mîmarbaşımız Sinan ’a Âittir.” dedi.

Sanatına once tevÂzûyu oğrenmekle başlamış olan Sinan, zÂhirdeki emsalsizliğini, rûhî derinliğinde de gostererek o an hattat KarahisÂrî ’nin fedÂkÂrlığını duşundu ve Sul­tÂn ’ın sozlerine edeple şu mukàbelede bulundu:

“–Sul­t­nım! Hattat KarahisÂrî bu cÂmi-i şerîfi hatlarıyla tezyîn ederken gozlerini fed etti. Bu şerefi ona bahşediniz!..”

Bunun uzerine KÂnûnî, orada bulunanların gozyaşları arasında c­mi-i şerîfi hattat KarahisÂrî ’ye actırdı.

Ardından bu muhteşem ve guzel mÂbedin hizmetine 275 kişilik bir kadro tÂyin edildi. Yıllar yılı gunde beş vakit on şerefeden ezÂn okutuldu. Boylece İstanbul ’a ses, Âhenk ve rahmet ziyafeti verildi.
İslam ve İhsan