
Hz. Davut (a.s.) kimdir? Hz. Davut (a.s.) nerede doğdu? Hz. Davut (a.s.) peygamber midir? Hz. Davut ’un (a.s.) adı Kuran ’da geciyor mu? Hz. Davut ’a (a.s.) indirilen ilahi kitap hangisidir? Hz. Davut (a.s.) hangi kavme gonderildi? Hz. Davut ’un (a.s.) mesleği neydi? Hz. Davut (a.s.) neden tovbe etti? Davut Peygamber ’in tovbesi ve duası nasıldı? Davudi ses nedir? Davut orucu nedir, nasıl tutulur? Hz. Davut ’un (a.s.) kabri nerede? İşte zikri ile dağları, taşları ve vahşî hayvanları istiğrak hĂ‚line getiren Hz. Davut ’un (a.s.) hayatı, mucizeleri ve kıssası.Hukumdar Peygamber; Hz. Davut ’un (a.s.) kısaca hayatı.
HZ. DAVUT ’UN (A.S.) KISACA HAYATI - Davut Peygamber Kimdir? Hz. Davut (a.s.) Kudus ’te doğdu. Hz. Davut ’un (a.s.) adı Kur ’an-ı Kerim ’de 16 defa gecer. Hz. Davut (a.s.) sesinin guzelliğiyle bilinir. Hatta gunumuzde bile guzel seslilere ona ithafen “Davudi” sesli denilmektedir. Hz. Davut ’un (a.s.) onceleri TĂ‚lût ’un ordusunda bir asker olarak savaştı, daha sonra Allah ’ın kendisine verdiği peygamberlik ve hukumdarlıkla birlikte İsrailoğullarına kral oldu. İbadet ehli idi. Bir gun oruc tutar, bir gun tutmazdı. Zamanını ibadet ve zikirle gecirirdi. Cobanlık ve demircilik yaptı. Kendisine dort buyuk kitaptan biri olan Zebur verildi. Hz. Davut (a.s.) 40 sene hukurdalık yaptıktan sonra 100 yaşında vefat etti. Yerine oğlu Hz. Suleyman (a.s.) gecti. Hz. Davut ’un (a.s.) kabri Kudus ’te Mescid-i Aksa ’nın guney batısında kendi adıyla anılan Davut şehrinde, Sion tepesinin uzerindedir.
HZ. DAVUT ’UN (A.S.) HAYATI - Davut Aleyhisselam Kimdir? Hazret-i DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- Kudus ’te doğmuş, tahmînen 100 yaşında vefĂ‚t etmiştir. Nesebi, Yahûda bin Ya ’kûb bin İshĂ‚k bin İbrĂ‚hîm ’e dayanır. Kendisine hem peygamberlik hem de hukumdarlık verilmiştir. TĂ‚rihcilere gore hukumdarlığı tahmînen M.O. 1015-975 yılları arasındadır.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- ’ın 16 yerde ismi gecer. O ’na İbrĂ‚nî lisĂ‚nıyla Zebûr indirilmiştir.
TALUT, CALUT VE TABUT MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’dan sonra gelen Benî İsrĂ‚îl peygamberleri, TevrĂ‚t ile amel ediyorlardı. Fakat Yahûdîler, başlarında peygamber bulunmadığı kısacık bir fırsat yakaladıklarında, hemen kitabı tahrîf ederek kendi hevĂ‚ ve heveslerine gore te ’vîl ediyorlardı. Boylece îtikĂ‚dî ve ahlĂ‚kî durumları bozuluyor; yeni bir peygamber gelince duzeliyor, fakat sonra tekrar fesĂ‚da meylediyorlardı.
Calut Kimdir? O zamanlar Mısır ile Şam arasında AmĂ‚lika kavmi vardı. CĂ‚lût isminde cok guclu bir reisleri bulunmaktaydı. AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû-, CĂ‚lût ’u İsrĂ‚îloğulları ’nın başına musallat etti. CĂ‚lût, İsrĂ‚îloğulları ’nı mağlûb ederek cocuklarını ve kadınlarını esir aldı.
Tabut Ne demek? Benî İsrĂ‚îl ’de MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- zamanından beri muhĂ‚faza edilen ve icinde bir kısım mukaddes emĂ‚netlerin bulunduğu kıymetli bir sandık vardı. Sandığı ele geciren CĂ‚lût, hakaret olsun diye onu pisliğe attı. Bu sandığa Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de “TĂ‚bût” denilmektedir.
Ev, mal, mulk ve yurtlarından ayrı duşen İsrĂ‚îloğulları cok huzursuz oldular. TĂ‚bût ’un, ellerinden cıkmasına cok uzulduler. Artık butun emel ve gĂ‚yeleri TĂ‚bût ’u tekrar ellerine gecirmek olmuştu.
Talut Kimdir? O sırada iclerinde, rivĂ‚yete gore İşmoil isminde bir peygamber vardı. Yahûdîler, ondan kendilerini kurtaracak bir hukumdar istediler. İşmoil -aleyhisselĂ‚m- da, duĂ‚ ve niyazda bulundu. Hak TeĂ‚lĂ‚, “TĂ‚lût” isminde bir kimsenin melik olarak tĂ‚yin edilmesini vahyetti. Fakat bir kısım yahûdîler, TĂ‚lût ’u hukumdar yapmak istemeyip bu ilĂ‚hî emre karşı cıktılar:
“–TĂ‚lût, hukumdar soyundan değildir!” dediler.
Cunku o zamana kadar İsrĂ‚îloğulları ’na gelen peygamberler, LĂ‚vî bin Ya ’kûb ’un; hukumdarlar ise, Yahûda bin Ya ’kûb ’un soyundan gelmekteydi. TĂ‚lût ise, her iki soydan da değildi.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de bu husus şoyle anlatılır:
“MûsĂ‚ ’dan sonra, Benî İsrĂ‚îl ’den ileri gelen kimseleri gormedin mi? Kendilerine gonderilmiş bir peygambere:
«–Bize bir hukumdar gonder ki (onun kumandasında) AllĂ‚h yolunda savaşalım!» demişlerdi.
(O Peygamber

«–Ya size savaş farz kılınır da savaşmazsanız!» dedi.
(Onlar da

«–Yurtlarımızdan cıkarılmış, cocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz hĂ‚lde AllĂ‚h yolunda neden savaşmayalım?!» dediler.
Kendilerine savaş yazılınca da -iclerinden pek azı hĂ‚ric- geri donup kactılar. AllĂ‚h, o zĂ‚limleri hakkıyla bilendir.” (el-Bakara, 246)
“Peygamberleri onlara:
«–Bilin ki AllĂ‚h, TĂ‚lût ’u size hukumdar olarak gonderdi.» dedi.
Bunun uzerine:
«–Biz, hukumdarlığa daha lĂ‚yık oluduğumuz hĂ‚lde, (ustelik) ona servet ve zenginlik cihetinden geniş imkĂ‚nlar da verilmemişken, bize nasıl hukumdar olabilir?!» dediler.
(Peygamber

«–AllĂ‚h sizin uzerinize onu secti, ilmen ve bedenen ona ustunluk verdi. AllĂ‚h mulkunu dilediğine verir. AllĂ‚h her şeyi ihĂ‚ta eden ve her şeyi bilendir.» dedi.” (el-Bakara, 247)
İsrĂ‚îloğulları ’nın ileri gelenlerine gore iktidar, buyuk servet ve sermĂ‚ye sĂ‚hiplerinin olmalıydı. HĂ‚lbuki bu fikir, cemiyetin menfaatine ve adĂ‚let prensibine aykırıdır. Cunku iktidĂ‚ra, zenginlerin değil, ehil olan kimselerin gecmesi gerekir. Bu da, kişinin mĂ‚nevî gucu, bilgisi ve tecrubesi ile birlikte kuvvet ve cesĂ‚retine bağlıdır.
Fahr-i RĂ‚zî ’nin beyĂ‚nına gore İşmoil -aleyhisselĂ‚m-, İsrĂ‚îloğulları ’nın teklîfini şu dort sebepten dolayı reddetti:
1. TĂ‚lût ’u hukumdar olarak secen, AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû- ’dur.
2. Hukumdarlarda iki vasıf aranır:
3. SiyĂ‚set ilmini (idĂ‚reciliği) bilmesi,
4. Bedenî ve rûhî bakımdan kuvvetli olması.
5. Mulk AllĂ‚h ’ındır; onu dilediğine verir.
6. AllĂ‚h, ihsĂ‚nı ile fakiri zengin yapar. Saltanata kimin lĂ‚yık olduğunu da hakkıyla bilir. (Fahreddîn RĂ‚zî, Tefsir, VI, 147)
TĂ‚lût ’un hukumdarlığına îtiraz eden İsrĂ‚îloğulları bu sefer de:
“–Eğer o, sĂ‚hiden hukumdarsa, bize bir delil getirsin!” dediler.
Bunun uzerine:
“Peygamberleri onlara şoyle dedi:
«–Şuphesiz onun hukumdarlığının alĂ‚meti, (vaktiyle sizden alınan) TĂ‚bût ’un size gelmesidir ki, onun icinde Rabbinizden bir sekîne (ruhlara emniyet veren bir huzur), MûsĂ‚ ve HĂ‚rûn ehlinin bıraktıklarından geriye kalan bir takım şeyler vardır; onu melekler taşıyacaktır. Eğer mu ’min kimseler iseniz şuphesiz bunda sizin icin gercekten bir delil vardır!»” (el-Bakara, 248)
TĂ‚bût hakkında ceşitli rivĂ‚yetler bulunmaktadır. Bu rivĂ‚yetlere gore TĂ‚bût once Âdem -aleyhisselĂ‚m- ’a indi, O ’ndan Şit -aleyhisselĂ‚m- ’a gecti, sonra sırasıyla İbrĂ‚hîm, Ya ’kûb ve MûsĂ‚ -aleyhimusselĂ‚m- ’a gecti. MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, TevrĂ‚t levhalarını ve bazı muhim şeyleri TĂ‚bût denilen bu sandığın icine koydu. TĂ‚bût ’u seferde askerlerin onunde gotururlerdi. Boylece askerin morali yukselir, gucleri ve mĂ‚neviyĂ‚tı takviye olurdu.
NihĂ‚yet AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, TĂ‚bût ’u melekler vasıtasıyla TĂ‚lût ’un evinin onune koydurdu. Bunu goren İsrĂ‚îloğulları, TĂ‚lût ’un hukumdarlığını kabûl edip sukûna erdiler.
Boylece CenĂ‚b-ı Hak, TĂ‚lût ’un hukumdarlığına dĂ‚ir İsrĂ‚îloğullarının istediği alĂ‚meti lutfetmişti. Ancak AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, onların da îman seviyelerini ortaya cıkaracak bir imtihan murĂ‚d eyledi.
TALUT VE ORDUSUNUN İMTİHANI TĂ‚lût, hukumdar olduktan sonra ordusunu duzene koydu ve Kral CĂ‚lût ’un uzerine yurudu.
Mevsimin cok sıcak olması sebebiyle askerin suya ihtiyacı da fazlaydı. Fakat İşmoil -aleyhisselĂ‚m- ’a CenĂ‚b-ı Hak ’tan bir tĂ‚limĂ‚t geldi. Bu ilĂ‚hî emri oğrenen TĂ‚lût:
“–AllĂ‚h sizi su ile imtihan edecek. Kim kanıncaya kadar ondan icerse benim askerim değildir!..” dedi.
Onlerindeki nehirden, ancak bir avuc icmeye izin verilmişti.
İbn-i AbbĂ‚s -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- ’ya gore bu nehir, Şerîa diye isimlendirilen Urdun Nehri ’dir. (İbn-i Kesîr, Kısasu ’l-EnbiyĂ‚, s. 511)
TĂ‚lût ve askerleri, bahsedilen ırmağın kenarına geldiler. Ordu 80.000 kişi idi. Bunun 76.000 kişisi tĂ‚limĂ‚t dışında kana kana su ictiler. Sadece 4.000 kişi emre itaat etti. Daha sonra bunların pekcoğu da firĂ‚r etti. Geriye 313 kişi kaldı. Bu sayı, Bedir Harbi ’ne iştirĂ‚k eden mu ’min askerlerin sayısıyla aynıdır.
Nitekim BerĂ‚ -radıyallĂ‚hu anh- ’tan şoyle nakledilmektedir:
“Biz, Hazret-i Muhammed ’in ashĂ‚bı olarak şoyle derdik: Bedir ’de bulunanların sayısı, TĂ‚lût ’un (Filistin) Nehri(ni) beraber gectiği mu ’min askerlerinin sayısı olan 313 ’tur.” (BuhĂ‚rî, MegĂ‚zî, 6)
Nehirden, bir avuctan fazla su icenlerin susuzlukları daha da arttı; dudakları kurudu ve hĂ‚lsiz kalıp bîtap duştuler, nihĂ‚yetinde perişan oldular. Emri dinleyenlere ise, aldıkları bir avuc su kĂ‚fî geldi. Ayrıca îmanları kuvvetlenip, cesĂ‚ret ve gucleri ziyĂ‚deleşti.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Boylece TĂ‚lût, askerleri ile (Kudus ’ten) ayrılınca onlara şoyle dedi:
«–Muhakkak ki AllĂ‚h, sizi bir nehirle imtihĂ‚n edecektir. Buna rağmen kim ondan icerse artık benden değildir. Eliyle bir avuc ictiği mustesnĂ‚, kim de ondan (izin verilenden fazlasını) tatmazsa, işte şuphesiz o bendendir!»
Fakat iclerinden pek azı mustesnĂ‚, hepsi ırmaktan (kana kana) ictiler. TĂ‚lût ve îmĂ‚n edenler, beraberce ırmağı gecince:
«–Bugun bizim CĂ‚lût ’a ve askerlerine karşı koyacak hic gucumuz yoktur!» dediler.
AllĂ‚h ’ın huzûruna varacaklarına inananlar (ise):
«–Nice az sayıda bir birlik, AllĂ‚h ’ın izniyle cok sayıdaki birliği yenmiştir. AllĂ‚h sabredenlerle beraberdir.» dediler.” (el-Bakara, 249)
Âyet-i kerîmede askerî disipline dikkat cekilmektedir. Bir ordunun muzafferiyeti, her şeyden once kumandanın emirlerine harfiyen riĂ‚yet etmekle mumkundur. Savaşta gĂ‚lip gelmek, sayıya değil, haklı olmaya, doğruluğa, îman ve mĂ‚neviyĂ‚ta bağlıdır. Zafer tĂ‚cı, kemmiyetten ziyĂ‚de keyfiyet sĂ‚hibi orduların başına konur. Asr-ı saĂ‚detteki muhĂ‚rebeler, bu hĂ‚lin en bĂ‚riz şĂ‚hididir. Yine yakın tarihimizdeki Canakkale MuhĂ‚rebeleri de, bu hakîkatin en mukemmel misĂ‚llerinden biridir.
DAVUT PEYGAMBER VE ZAFER TĂ‚lût ’un ordusunda 18 yaşında bir genc vardı. İsmi “DĂ‚vûd” idi. BeydĂ‚vî ’ye gore DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m-, babası ve on uc kardeşi ile beraber TĂ‚lût ’un ordusuna katılmıştı.
Hz. Davud ’un (a.s.) Mesleği DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- koyun guderdi. Cok cesur olup ayrıca sapan ile taş atmada mĂ‚hir idi. Bir gun babasına:
“–Butun dağlar-taşlar benimle tesbîh ediyor!” dedi.
Bunun uzerine babası da:
“–Ey DĂ‚vûd, sana mujdeler olsun!” dedi.
DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- ’ın sesi, cok gur ve guzel olduğu icin TĂ‚lût ’un huzûruna cıkarıldı. TĂ‚lût da, O ’nu kendisine nedîm yaptı. DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m-, bu sırada TĂ‚lût ’un AmĂ‚lika kavmine karşı hazırladığı orduya katıldı.
Hz. Davud ’un (a.s.) Calut ’u Oldurmesi AllĂ‚h o peygambere (İşmoil -aleyhisselĂ‚m- ’a), CĂ‚lût ’u DĂ‚vûd ’un oldureceğini bildirmiş, o da DĂ‚vûd ’u beraberinde goturmuştu. Yolda uc taş dile gelip DĂ‚vûd ’a:
“–Bizi al, CĂ‚lût ’u bizimle oldureceksin!” demişlerdi. O da onları almış, sonra da bunların hepsi tek bir taş hĂ‚line gelmişlerdi.
Diğer taraftan TĂ‚lût:
“–Kim CĂ‚lût ’u oldururse, ona kızımı vereceğim!” diye de vaadde bulunmuştu.
NihĂ‚yet TĂ‚lût ’un 313 kişi kalan îmanlı askerleri duşmanla karşı karşıya geldi. Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“(TĂ‚lût ’un ordusu) CĂ‚lût ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında:
«–Ey Rabbimiz! Uzerimize sabır yağdır! Ayaklarımıza sebat ver ve kĂ‚fir kavme karşı bize yardım eyle!» dediler.” (el-Bakara, 250)
Bu Ă‚yet-i kerîmede işĂ‚ret edildiğine gore duşman uzerine giden askerin uc vasfa sĂ‚hip olması gerekmektedir:
1. Zorluklara sabır,
2. CesÂret ve sebat,
3. İlĂ‚hî yardımın, yĂ‚ni te ’yîd-i ilĂ‚hînin geleceğine inanıp CenĂ‚b-ı Hakk ’a tazarrû hĂ‚linde bulunmak.
İki ordu karşılaştığında, CĂ‚lût, kendisiyle mubĂ‚rezeye cıkacak, yĂ‚ni ordusunu temsîlen kendisiyle vuruşacak bir er diledi. Karşısına DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- cıktı. Herkes şaşırdı. Cunku CĂ‚lût, iri yuzlu ve cok guclu biriydi. Nitekim CĂ‚lût, gucune guvenerek DĂ‚vûd ’u kucumsedi:
“–Ey hakîr, karşıma sen mi geldin? Soyle, nicin geldin?” diye sordu.
DĂ‚vûd:
“–Seninle cenk etmeye geldim!” deyince, CĂ‚lût O ’nunla alay etti.
DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m-, sapanını cıkardı ve meşhur taşı yerleştirerek CĂ‚lût ’a fırlattı. Taş, CĂ‚lût ’un tam alnına isĂ‚bet etti ve CĂ‚lût, atından duşerek oldu.
Kuvvetiyle mağrur, iri yarı bir hukumdar olan CĂ‚lût, apacık gorulen zĂ‚hirî ustunluğune rağmen mağlup oldu. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ bununla, işlerin yalnız zĂ‚hirî şartlara bağlı olmayıp, hakîkatte kendi irĂ‚desiyle vukû bulduğunu gostermişti. Yine bu hĂ‚dise ile, insanların nazarında kuvvetli gorunenin, hakîkatte zayıf, zayıf gorunenin de AllĂ‚h ’ın yardımıyla kuvvetli olabileceğini oğretmişti. AllĂ‚h ’ı inkĂ‚r eden zĂ‚limler ne kadar kuvvetli gorunurlerse gorunsunler AllĂ‚h ’ın irĂ‚desi tahakkuk edeceği zaman kucucuk bir cocuktan bile daha zayıf bir hĂ‚le duşerler. Ebrehe misĂ‚linde olduğu gibi…
Burada AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ ’nın gercekleşmesini mûrĂ‚d ettiği başka hikmetler de mevcuttur: Hak TeĂ‚lĂ‚, TĂ‚lût ’dan sonra mulku, yĂ‚ni hukumdarlığı Hazret-i DĂ‚vûd ’un almasını ve yerine de oğlu SuleymĂ‚n -aleyhisselĂ‚m- ’ı vĂ‚ris kılmasını murĂ‚d etmişti. Nitekim Hazret-i DĂ‚vûd ’un CĂ‚lût ’u oldurmesiyle halkın nazarında da gucu ve cesĂ‚reti ispatlanmış ve boylece DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- hukumdarlığa hazırlanmış oluyordu.
AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyurur:
“NihĂ‚yet AllĂ‚h ’ın izniyle onları hezîmete uğrattılar ve DĂ‚vûd, CĂ‚lût ’u oldurdu. AllĂ‚h O ’na (DĂ‚vûd ’a) hukumdarlık ve hikmet (peygamberlik) verdi; dilediği ilimlerden O ’na oğretti. Eğer AllĂ‚h, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla defetmeseydi, yeryuzu elbette fesĂ‚da uğrardı. Fakat AllĂ‚h, butun Ă‚lemlere karşı lutuf ve kerem sĂ‚hibidir.” (el-Bakara, 251)
Allah ’ın Yeryuzundeki Golgesi Bu Ă‚yet-i kerîmede, dunyĂ‚ hayĂ‚tında cĂ‚rî olan ilĂ‚hî nizĂ‚mın bir olcude îzĂ‚hı vardır. Hakîkaten, şĂ‚yet AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ insanlar arasında adĂ‚letle hukmedecek sultanlar var etmeseydi, insanların gucluleri, zayıfları ezip mahvederdi. Bu bakımdan bir rivĂ‚yette:
“Sultan AllĂ‚h ’ın yeryuzundeki golgesidir.” (Heysemî, Mecmau ’z-ZevĂ‚id, V, 196, Deylemî, Musned, II, 343) buyrulmuştur.
Hazret-i Osman -radıyallĂ‚hu anh- da şoyle buyurmuştur:
“Şuphesiz ki AllĂ‚h, Kur ’Ă‚n ile engellemediği şeyi sultan ile engeller.” (İbn-i Kesîr, Kısasu ’l-EnbiyĂ‚, s. 516)
Diğer taraftan, AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ insanlar arasında ictimĂ‚î dengenin kurulmasını birtakım sebeplere bağlamıştır. Bu itibarla insanların bir kısmı zengin, bir kısmı fakir, bir kısmı guclu, bir kısmı zayıf, bir kısmı sıhhatli, bir kısmı hasta, bir kısmı mu ’min, bir kısmı munkir olacak ki, bunlar arasında kurulacak alĂ‚kalar, insanların cemiyet hĂ‚linde yaşayabilmelerini temin edebilsin. Tıpkı elektrik yuklu artı ve eksi kutuplar arasında kıvılcım (şerĂ‚re) ve enerji meydana gelmesi gibi, musbet ve menfî insanlar arasında vukû bulan mucĂ‚dele ve muhĂ‚rebelerde de, pek cok hikmetler bulunmaktadır. İşte yukarıdaki Ă‚yet-i kerîmeler ile ilĂ‚hî nizĂ‚mın bazı prensipleri anlatılmıştır. Nitekim bu Ă‚yet-i kerîmelerin devĂ‚mında da şoyle buyrulur:
“İşte bunlar, AllĂ‚h ’ın Ă‚yetleridir. Biz onları Sana hakkıyla okuyoruz. Şuphesiz Sen, AllĂ‚h tarafından gonderilmiş peygamberlerdensin!” (el-Bakara, 252)
Talut ’un Yaktırdığı Ganimet TĂ‚lût, zaferden sonra elde ettiği butun ganîmetleri yaktırdı. Cunku MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın şerîatine gore ganîmet malı helĂ‚l olmadığı icin yakılırdı.
TĂ‚lût, Kudus ’e donduğunde İşmoil -aleyhisselĂ‚m- ona:
“–CenĂ‚b-ı Hak sana mujdelediği zaferi nasîb etti. Haydi sen de verdiğin sozu yerine getir!” dedi.
Boylece TĂ‚lût, kızını DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- ’a verdi.
TĂ‚lût ’un vefĂ‚tından sonra DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- hukumdar oldu. Bir muddet sonra da kendisine peygamberlik verildi. Boylece kendisine hem saltanat, hem de nubuvvet bahşedilen ilk peygamber oldu. Rûhî fazîlet ve mĂ‚nevî kĂ‚biliyet bakımından ustun kılındı. Âyet-i kerîmede buyrulduğu uzere, O ’na dort buyuk kitaptan biri olan Zebûr indirildi:
“Rabbin, goklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilendir. Gercekten Biz, peygamberlerin kimini kiminden ustun kıldık; DĂ‚vûd ’a da Zebûr ’u verdik.” (el-İsrĂ‚, 55)
DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- hayĂ‚tı boyunca adĂ‚letle hukmetti. Tebdîl-i kıyĂ‚fet ederek halkın arasına karışır, yaptığı icraatlerden ve gidişĂ‚tından memnun olup olmadıklarını ve hakkında neler duşunduklerini soruştururdu. İdĂ‚resi hakkındaki suĂ‚llere menfî cevap veren ve şikĂ‚yetci olan kimse bulunmazdı. (Kurtubî, Tefsîr, XIV, 266) Butun halk, kendisine itĂ‚at etmişti.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“(Rasûlum!) Onların soylemekte olduklarına sabret ve kuvvet sĂ‚hibi kulumuz DĂ‚vûd ’u hatırla! Doğrusu O, dĂ‚imĂ‚ AllĂ‚h ’a yonelen bir kimseydi.” (SĂ‚d, 17)
DAVUT ORUCU NEDİR, NASIL TUTULUR? RivĂ‚yete gore DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m-, ibĂ‚dete karşı buyuk bir şevk ve tahammul sĂ‚hibiydi. Bir gun oruc tutar, bir gun tutmazdı. Daha sonra bu şekilde tutulan oruca “Savm-ı DĂ‚vûd” yĂ‚ni Davut orucu denilmiştir.
DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ ’ya ibĂ‚det etmek icin en fazîletli vakitleri araştırırdı. Nitekim birgun CebrĂ‚îl -aleyhisselĂ‚m- ’a:
“−Ey CebrĂ‚îl! Hangi vakit efdaldir?” diye sordu.
CebrĂ‚îl -aleyhisselĂ‚m- da:
“−Ey DĂ‚vûd! Seher vaktinde arşın titreyişinden başkasını bilmiyorum.” diyerek cevap verdi. (Ahmed bin Hanbel, Zuhd, s. 70; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, XIII, 240)
DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- da gecenin ancak ucte birinde uyur, geri kalan saatlerini hep ibĂ‚detle gecirirdi.
DAVUDİ SES NEDİR? AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle buyurur:
“Gercekten Biz, dağları (O ’na) boyun eğdirdik, akşam-sabah O ’nunla beraber tesbîh ederlerdi. Kuşları da toplanmış olarak (O ’na itaat) ettirdik. Hepsi O ’nun (zikrine katılmak) icin donup gelirlerdi.” (SĂ‚d, 18-19)
“...Kuşları ve tesbîh eden dağları DĂ‚vûd ’a boyun eğdirdik. (Bunları) Biz yapmaktayız.” (el-EnbiyĂ‚, 79)
CenĂ‚b-ı Hak, DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- ’a gur ve guzel bir ses ihsĂ‚n etmişti. O, Zebûr ’u okurken, butun vahşî hayvanlar, etrafında toplanır ve O ’nu dinlerlerdi. Ayrıca AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- ’a zırh yapma sanatını da bildirmiş, bu hususta O ’nu mustesnĂ‚ bir kudretle techîz etmiştir. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“And olsun, DĂ‚vûd ’a tarafımızdan bir ustunluk verdik.
«–Ey dağlar ve kuşlar! O ’nunla beraber tesbîh edin!» dedik.
O ’na demiri yumuşattık. (O ’na):
«–Geniş zırhlar îmĂ‚l et, dokumasında da olcuyu gozet (guzel ve yeteri kadar yap) ve (ehlinle birlikte) sĂ‚lih amel işleyin! Cunku Ben, ne yaparsanız hakkıyla gorenim.» (diye vahyettik).” (Sebe ’, 10-11)
“O ’na, savaş sıkıntılarınızdan sizi koruması icin zırh yapmayı oğrettik. Artık şukredecek misiniz?” (el-EnbiyĂ‚, 80)
DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- zırh yaparak hem ordularını duşmanlarından muhĂ‚faza etmiş hem de rızkını elinin emeğiyle kazanmıştır. Mulk ve siyĂ‚sî otorite sĂ‚hibi, iktisĂ‚dî imkĂ‚nları bol bir peygamber olmasına rağmen, elinin emeğiyle gecinme yolunu tercih etmiştir. Nitekim RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz şoyle buyurmuştur:
“Hicbir kimse, asla kendi kazancından daha hayırlı bir rızık yememiştir. AllĂ‚h ’ın Peygamberi DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- da kendi elinin emeğini yerdi.” (BuhĂ‚rî, Buyû ’ 15; EnbiyĂ‚ 37)
Hazret-i DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m-, ilĂ‚hî yardıma nĂ‚il olmak, kendisine bircok muhĂ‚fız verilerek buyuk ordulara kumanda etmek ve heybet sĂ‚hibi olmak gibi yuksek pĂ‚yelerle guclendirilmişti. Ayrıca peygamberlik, isĂ‚betli goruş, kitap, şerîat, ilim, amel, guzel konuşma ve hikmete sĂ‚hip olmuştu. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ şoyle buyurmaktadır:
“O ’nun hukumranlığını kuvvetlendirmiş, O ’na hikmet ve fasl-ı hitĂ‚b (hakkı batıldan ayırt etme kĂ‚biliyeti) vermiştik.” (SĂ‚d, 20)
Fasl-ı hitĂ‚b, Mufessir Suddî ’ye gore, hĂ‚diseyi tam olarak anlamak ve verdiği hukumde isĂ‚bet etmektir. MucĂ‚hid ’e gore ise, soz ve hukumde gercekci ve iş bitirici olmaktır.
CenĂ‚b-ı Hak O ’na şoyle hitĂ‚b etmiştir:
“Ey DĂ‚vûd! Biz Sen ’i yeryuzunde halîfe yaptık. O hĂ‚lde insanlar arasında adĂ‚letle hukmet! HevĂ‚ ve hevese uyma, sonra bu Sen ’i AllĂ‚h ’ın yolundan saptırır. Doğrusu AllĂ‚h ’ın yolundan sapanlara, hesap gununu unutmalarına karşılık cetin bir azap vardır.” (SĂ‚d, 26)
Davut Aleyhisselam Vakti Dorde Ayırırdı Peygamber ve aynı zamanda hukumdar olan DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m-, vaktini dorde ayırırdı:
Birinci vakitte; ibĂ‚detle meşgûl olurdu.
İkinci vakitte; hukûkî ihtilĂ‚fları karara bağlardı.
Ucuncu vakitte; halka vaaz ve nasihatte bulunurdu.
Dorduncu vakitte de; şahsî işlerini yapardı.
DAVUT ALEYHİSSELAM ’IN İMTİHAN EDİLMESİ DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m-, bazı imtihanlara mĂ‚ruz kalmış, netîcede kendisine beşerî zaafları ve muhtemel hatĂ‚ları bildirilmiştir. O da hemen tevbeye yonelmiş ve boylece CenĂ‚b-ı Hak, O ’nu bağışlayarak, ebediyete uzanan yoldaki tehlikeleri O ’na oğretmiştir.
Birgun DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- ibĂ‚detle meşgûl olduğu esnĂ‚da iki kişi geldi. HĂ‚lbuki ibĂ‚det ve zikir icin mĂ‚bedde halvet hĂ‚linde iken O ’nun yanına hic kimse girmezdi. Hazret-i DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m-, ansızın cereyĂ‚n eden bu durum karşısında telaşlandı. Cunku kapısı kapalı olan mĂ‚bede, hic kimse bu şekilde giremezdi. Her ne kadar ibĂ‚det vakti icinde bulunduğunu soylediyse de onlar dinlemeyerek:
“–İbĂ‚detin gunu olmaz!” dediler ve arzularını şoyle dile getirdiler:
“–Korkma! Biz birbirinin hakkına tecĂ‚vuz etmiş iki dĂ‚vĂ‚cıyız. Huzûruna muhĂ‚keme olmak icin geldik. Aramızda adĂ‚letle hukmet!”
DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m-:
“–O zaman buyurun!” dedi.
İki dĂ‚vĂ‚cıdan biri dedi ki:
“–Kardeşimin 99 koyunu, benimse bir koyunum var. Buna rağmen o, bendeki bu bir tek koyunu da almak istedi ve beni tartışmada yendi.”
DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m-, hĂ‚disede bir haksızlık gorerek galeyĂ‚na geldi ve diğer tarafa hicbir şey sormadan şoyle dedi:
“–O bir tek koyunu da almak istiyorsa, kardeşin sana zulmediyor. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ ’ya îmĂ‚nı olmayan kimseler, boyle zulmeder. İyi insan da zĂ‚ten pek az bulunur.” dedi.
Onlar da gulduler ve gittiler.
DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m-, hukum vermede aceleci davranmış ve karşı tarafı hic dinlemeden kararını vermişti. HĂ‚lbuki meselenin butun vechesi veya bir kısmı, karşı taraf dinlenildiği takdirde değişebilir; haklı zannedilen haksız, haksız gorulen de haklı cıkabilirdi. Bunun icin DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m-, dĂ‚vĂ‚cıların ayrılmasının hemen ardından hatĂ‚ yaptığını anladı ve bunun ilĂ‚hî bir imtihan olduğunu fark ederek derhal secdeye kapandı; tevbe ve istiğfarda bulundu. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ da kendisini affetti.
Bunlar, peygamberlere bile AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ karşısındaki acziyetlerini idrĂ‚k ettirmek ve onlara tĂ‚bî olanların tĂ‚kip edeceği usûl ve hikmetlerin teşekkulunu sağlamak hikmetine binĂ‚en vukû bulan hĂ‚diselerdir. Bu durum, onların peygamberliğine ve ismet sıfatlarına aslĂ‚ halel getirmez. Mufessirler nazarında bu tur imtihanlar; “hasenĂ‚tu ’l-ebrĂ‚r, seyyiĂ‚tu ’l-mukarrabîn.”[1] hukmu dĂ‚hilindedir. YĂ‚ni peygamberlerin yaptıkları hatĂ‚ şeklinde gorunen hĂ‚diseler, bizler de aynı hatĂ‚ya duştuğumuzde nasıl hareket etmemiz gerektiğini gostermek icin vukû bulmuştur.
HĂ‚dise, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de şoyle anlatılır:
“(Ey Muhammed!) Sana dĂ‚vĂ‚cıların haberi ulaştı mı? MĂ‚bedin duvarına tırmanıp, DĂ‚vûd ’un yanına girmişlerdi de, DĂ‚vûd onlardan korkmuştu.
«–Korkma! Biz birbirine hasım iki dĂ‚vĂ‚cıyız, aramızda adĂ‚letle hukmet, haksızlık etme; bize doğru yolu goster!» dediler.” (SĂ‚d, 21-22)
“(Onlardan biri şoyle dedi

«–Bu kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Boyle iken: “–Onu da bana ver!” dedi ve tartışmada beni yendi.»” (SĂ‚d, 23)
“DĂ‚vûd: «–And olsun ki, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Doğrusu ortakların coğu, birbirlerinin haklarına tecĂ‚vuz ederler. Yalnız îmĂ‚n edip sĂ‚lih ameller işleyen kimseler mustesnĂ‚! Fakat bunlar ne kadar da az!» dedi.
DĂ‚vûd, kendisini denediğimizi anladı ve Rabbinden mağfiret dileyerek, eğilip secdeye kapandı; tevbe edip AllĂ‚h ’a yoneldi.” (SĂ‚d, 24)
“Sonra bu tutumundan dolayı O ’nu bağışladık. Şuphesiz katımızda O ’nun icin bir yakınlık ve guzel bir Ă‚kıbet vardır.” (SĂ‚d, 25)
DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- kıyĂ‚met gunu AllĂ‚h ’a yakın bir kul olacaktır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte:
“AdĂ‚letle hukmedenler, kıyĂ‚met gununde RahmĂ‚n ’ın sağında nûrdan minberler uzerinde olacaklardır… Bunlar hukumlerinde, Ă‚ileleri ve sorumlu oldukları kimseler hakkında adĂ‚letle davranmışlardır.” (İbn-i Hanbel, II, 160) buyrulur.
Yine RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–KıyĂ‚met gununde insanların AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ ’ya en sevgili olanı ve O ’na en yakın yerde bulunanı adĂ‚letli idĂ‚recidir. KıyĂ‚met gununde insanların AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ ’ya en sevimsiz olanı ve O ’na en uzak mesĂ‚fede bulunanı da zĂ‚lim idĂ‚recidir.” (Tirmizî, AhkĂ‚m, 4; NesĂ‚î, ZekĂ‚t, 77) buyurmuşlardır.
Hazret-i DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- hakkında yukarıda zikredilen Ă‚yet-i kerîmelerin mĂ‚hiyetine tamĂ‚men ters bir şekilde, muharref TevrĂ‚t ve İncîl ’lerde birtakım hakîkat dışı beyanlar ve cirkin iftirĂ‚lar yer almaktadır.
Bu hususta Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh-:
“–Her kim DĂ‚vûd hĂ‚disesini hikĂ‚yecilerin rivĂ‚yet ettiği gibi (yanlış ve cirkin bir şekilde) anlatırsa, ona yuz altmış değnek vururum!” demiştir.
Hic şuphesiz ki Hazret-i DĂ‚vûd ’a, AllĂ‚h ’ın yuce huzûrunda guzel bir yakınlık, varacağı guzel bir mercî ve cennette guzel bir makam vardır.
ASHAB-I SEBT (CUMARTESİ ASHABI) HADİSESİ AshĂ‚b-ı Sebt, Mısır ile Medîne-i Munevvere arasında Kızıldeniz kenarında Medyen şehrinde yaşardı. Sayıları yetmiş bin kadardı. Bunlar, cumartesi gunleri ibĂ‚detten başka bir şey yapmazlardı. Cunku cumartesi gunu ibĂ‚detin dışındaki işler haram kılınmıştı. Ayrıca o gunde avlanmamak uzere DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- ’a soz vermişlerdi.
Maymuma Donen Kavim Daha sonra şeytan, kendilerine vesvese vererek:
“Siz avlamaktan değil, yemekten menedildiniz!” dedi.
Hikmet-i ilĂ‚hî olarak cumartesi gunleri balıklar coğalır, diğer gunler azalırdı. Bu sebeple şeytanın fısıltısı bazılarına cok cĂ‚zip geldi. Bu hususta Medyen halkı uc kısma ayrıldı:
1. Kısım; AllĂ‚h ’ın emrine muhĂ‚lefet ederek balık tuttular. Hem yiyip, hem de sattılar. Bunlar cumartesi gunu ağ atarlar, pazar gunu de cekerlerdi.
2. Kısım; balık avlama gunĂ‚hına girmediler, fakat emr-i ilĂ‚hîye uymayanlara da karşı cıkmadılar. YĂ‚ni ilĂ‚hî emrin ciğnenmesi karşısında sessiz kalıp herhangi bir îkaz ve nasihatte bulunmadılar.
3. Kısım ise; hem ilĂ‚hî nehye riĂ‚yet ettiler, hem de cumartesi gunu yasağını ciğneyenlere îkaz ve nasihatte bulundular. Sukût edenlere de susmakla doğru yapmadıklarını soylediler. Emr-i bi ’l-ma ’rûf ve nehy-i ani ’l-munker vazîfesini yerine getirdiler.
Sukût edenler, kendilerini îkaz edenlere:
“HelĂ‚k olacak kavme nicin vaaz edip kendinizi yoruyorsunuz? Emeğinize yazık!” derlerdi.
Emr-i bi ’l-ma ’rûfta bulunanlar da:
“Biz, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın huzûrunda mes ’ûl olmamak, mĂ‚zûr olmak icin boyle yapıyoruz!” diye cevap verirlerdi.
Daha sonra bunlar, diğerlerine gelecek olan musîbet kendilerine de gelmesin diye onlarla aralarına bir duvar cektiler. Duvarın arkasındaki sesler kesilince, bir de baktılar ki, bir gecede hepsi birden maymuna donmuşler!.. İlĂ‚hî hukmu dikkate almadıkları icin boyle bir cezĂ‚ya dûcĂ‚r olan bedbahtlar, AllĂ‚h ’ın emrine itaat ettikleri icin bu azaptan kurtulan akrabalarının yanında bir muddet mahzun mahzun gezdiler. Uc gun sonra da, maymun şekline girmiş olan Ă‚sîlerin hepsi oldu.
İmĂ‚m Begavî ’nin MeĂ‚limu ’t-Tenzîl adlı eserinde:
“Avlanmayan, lĂ‚kin avlayanlara da herhangi bir îkaz ve nehiyde bulunmayıp susanlar da, onlarla birlikte maymunlar hĂ‚line geldiler.” denilmektedir.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de bu husus şoyle ifĂ‚de buyrulur:
“Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir halkının durumunu sor! Hani onlar, cumartesi gunune saygısızlık gosterip haddi aşıyorlardı. Cunku cumartesi gunu, balıklar meydana cıkarak akın akın onlara gelirdi; cumartesi tatili yapmadıkları gun de gelmezlerdi. İşte boylece Biz, yoldan cıkmalarından dolayı onları imtihĂ‚n ediyorduk.” (el-A ’rĂ‚f, 163)
“İclerinden bir topluluk:
«–AllĂ‚h ’ın helĂ‚k edeceği, yĂ‚hut şiddetli bir şekilde azĂ‚b edeceği bir kavme ne diye nasihat ediyorsunuz?» dedi.
(Nasihat edenler) dediler ki:
«–Rabbimize beyĂ‚n edecek mĂ‚zeretimiz olsun diye, bir de (belki) sakınırlar umîdiyle (nasihatte bulunuyoruz)».” (el-A ’rĂ‚f, 164)
“Onlar, kendilerine yapılan îkazları unutunca, Biz de kotulukten menedenleri kurtardık; zulmedenleri de yapmakta oldukları kotuluklerinden dolayı şiddetli bir azĂ‚b ile yakaladık. Kibirlenip de kendilerine yasak edilen şeylerden vazgecmeyince, onlara: «Aşağılık maymunlar olun!» dedik.” (el-A ’rĂ‚f, 165-166)
CenĂ‚b-ı Hak, daha sonraki nesillere, bu hĂ‚diseyi hatırlatarak şu şekilde îkaz buyurmaktadır:
“(Ey İsrĂ‚îloğulları!) İcinizden cumartesi gunu azgınlık edip de, bu yuzden kendilerine, «Aşağılık maymunlar olun!» dediklerimizi elbette bilmektesiniz.” (el-Bakara, 65)
“İşte bu kıssayı, o zaman hazır olanlara ve sonradan gelenlere ibret verici bir cezĂ‚, muttakîler icin de bir nasihat kıldık.” (el-Bakara, 66)
Yahudileri Lanetleyen Peygamberler Eyle ahĂ‚lîsi cumartesi gunu AllĂ‚h ’ın emirlerinden cıkıp nefislerine zulmettikleri zaman DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- onlara lĂ‚net etmiş, onlar da maymunlara donmuşlerdir. (Elmalılı H. Yazır, Hak Dîni Kur ’Ă‚n Dili, III, 1786)
Bu hĂ‚disenin, DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- zamanında meydana geldiğine şu Ă‚yet-i kerîme de işĂ‚ret etmektedir:
“İsrĂ‚îloğulları ’ndan inkĂ‚r edenler, hem DĂ‚vûd ’un, hem de Meryem oğlu ÎsĂ‚ ’nın diliyle lĂ‚netlendiler!..” (el-MĂ‚ide, 78)
Muslumanlar, butun peygamberlere inandığı, onların aralarında bir ayırım yapmadığı ve Hazret-i ÎsĂ‚ ’yı da peygamber olarak kabûl ettiği icin Yahûdîler:
“−Biz, sizin dîninizden daha kotu bir din bilmiyoruz!” demişlerdi.
Bunun uzerine, şu Ă‚yet-i celîle nĂ‚zil oldu:
“De ki: «–AllĂ‚h katında cezĂ‚ya carptırılma bakımından bundan daha kotusunu haber vereyim mi? AllĂ‚h, kimlere lĂ‚net etmiş ve gazabına uğratmışsa; kimlerden maymunlar, domuzlar ve tĂ‚ğuta tapanlar yapmışsa, işte bunların makĂ‚mı daha kotudur ve onlar doğru yoldan daha cok sapmışlardır.” (el-MĂ‚ide, 60) (VĂ‚hidî, EsbĂ‚bu ’n-Nuzûl, s. 203)
Âyet-i kerîmede de ifĂ‚de edildiği gibi AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, Benî İsrĂ‚îl ’den kotulukte inatla ısrar eden o bedbahtları once maymun kılığına sokmuş, sonra da helĂ‚k etmiştir. Bunun, insanların aslının maymun olduğu şeklindeki asılsız iddiĂ‚larla da hicbir alĂ‚kası yoktur.
DAVUT PEYGAMBER ’DEN KALAN HATIRA: SAVM-I DAVUD Bir gun oruc tutup bir gun tutmamak demek olan “savm-ı DĂ‚vûd”, Hazret-i DĂ‚vûd ’dan ummet-i Muhammed ’e hĂ‚tıra kalan bir ibĂ‚dettir. AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- en fazîletli orucun “savm-ı DĂ‚vûd” olduğunu beyĂ‚n buyurmuşlardır.
Amr bin el-Âs -radıyallĂ‚hu anh- ’ın oğlu Ebû Muhammed AbdullĂ‚h -radıyallĂ‚hu anh- ’ın şoyle dediği rivĂ‚yet edilmiştir:
“VallĂ‚hi omrum boyunca gunduz oruc tutacağım; gece namaz kılacağım.” diye yemin ettiğimi Nebî -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e bildirmişlerdi.
RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bana:
“–Boyle soyleyen sen misin?” diye sordu.
Ben de:
“–Anam-babam sana fedĂ‚ olsun yĂ‚ RasûlallĂ‚h! Evet, ben soyledim.” dedim.
Bana:
“–Senin buna gucun yetmez! BĂ‚zen oruc tut, bĂ‚zen ye; bĂ‚zen uyu, bĂ‚zen (teheccud) icin kalk! Her aydan uc gun oruc tut! Bir iyiliğin karşılığı on mislidir. Bu, butun seneyi oruclu gecirmek gibidir.” buyurdu.
Ben:
“–Bundan daha fazlasına muktedirim!” dedim.
“–O hĂ‚lde bir gun oruc tut; iki gun iftar et!” buyurdu.
“–Bundan daha fazlasını yapabilirim!” dedim.
“–Oyleyse bir gun oruc tut, bir gun tutma! Bu, DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- ’ın orucudur ve orucların en mûtedili, en ustunudur!” buyurdu.
Ben:
“–Bundan fazlasına da guc yetirebilirim!” deyince RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Bundan daha fazlası olmaz!..” buyurdu. (BuhĂ‚rî, Savm 55-57, Teheccut 7; Muslim, SıyĂ‚m 181-193)
HZ. DAVUT ’UN (A.S.) FAZİLETİ *DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m-, butun işlerinde AllĂ‚h ’a yonelirdi.
*AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, O ’nun icin “Kulumuz DĂ‚vûd” buyurdu.
*Kendisine dort buyuk ilĂ‚hî kitaptan biri olan Zebûr indirildi.
*Dağlar ve kuşlar O ’nunla birlikte zikrederdi.
*Kuşların dilini bilirdi.
*Cok guzel bir sadĂ‚ya sĂ‚hipti. Zebûr ’u okuduğu zaman, dağlar ve kuşlar O ’nu dinlerdi.
*Demiri elinde bal mumu gibi yoğururdu. Boylece kendi el emeği ile gecinirdi. Nitekim Peygamber Efendimiz de, O ’nun bu hĂ‚lini medhetmiştir.[2]
*DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- ’a fasl-ı hitĂ‚b (hakkı batıldan ayırt etme kĂ‚biliyeti) ve hikmet verilmişti.
*Devleti, o zamanın en heybetli ve guclu devletiydi.
*DĂ‚vud -aleyhisselĂ‚m-, Rabbine cok şukrederdi. O, bir keresinde şoyle demiştir:
“–YĂ‚ Rabbi! Ben Sana nasıl şukredeyim. ZîrĂ‚ Sen ’in şukrune ancak Sen ’in nîmetinle erişebiliyorum.”
O ’na şoyle vahyedildi:
“–Sana olan nîmetlerimin hepsinin Ben ’den olduğunu biliyor musun?”
Hazret-i DĂ‚vûd:
“–Evet.” dedi.
Bunun uzerine AllÂh TeÂlÂ:
“Bu şekilde duşunmen, Ben ’im Sen ’den rĂ‚zı olmama kĂ‚fîdir.” dedi. (İbn-i Kesîr, Kısasu ’l-EnbiyĂ‚, s. 524)
*HĂ‚sılı DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m-, ustun kılınmış bir peygamberdi. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“And olsun, DĂ‚vûd ’a tarafımızdan bir ustunluk verdik!..” (Sebe ’, 10)
HZ. DAVUT ’UN (A.S.) VEFATI RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuştur:
“DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m-, gayret-i dîniyyesi pek şiddetli ve namusuna cok duşkun biriydi. Evden cıktığı zaman kapıyı iyice kapatır, donunceye kadar kimse oraya girmezdi.
Birgun yine evden cıktı, kapıyı kapattı… DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- geri donduğunde evin ortasında duran bir adam gordu. Ona:
«–Sen kimsin?» diye sordu.
O da:
«–Ben, o kimseyim ki, krallardan korkmam ve perdeler (engeller) bana mĂ‚nî olamaz.» dedi.
Bunun uzerine DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m-
«–VallĂ‚hi o zaman sen olum meleğisin. AllĂ‚h ’ın emriyle hoş geldin.» dedi.
Bir muddet sonra da rûhu kabzolundu…” (Ahmed bin Hanbel, Musned, II, 419)
Hazret-i DĂ‚vûd ’un kırk sene devĂ‚m eden idĂ‚resi, İsrĂ‚îloğulları ’nın en parlak donemidir. DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- Kudus ’u fethederek, devletine başkent yapmıştı. O, hem hukumdar hem de bir peygamberdi. Bu iki ozellik Hak tarafından O ’na lutfedilmişti. Kendisinden sonra yerine oğlu Hazret-i Suleyman gecti ve O ’na da peygamberlik verildi.
Dipnotlar:
[1] EbrĂ‚r (hayr u hasenĂ‚t ve takvĂ‚ sĂ‚hipleri) icin hasene (sevap) olan bazı hĂ‚l ve ameller, onlardan daha ust mertebede bulunan mukarrebler (AllĂ‚h ’a cok yakın kullar) icin seyyie (gunah) addedilir.
[2] Bkz. BuhĂ‚rî, Buyû ’ 15; EnbiyĂ‚ 37.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 3, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan
Hazret-i Davut Peygamber'in Hayatı