
Sultan 2. Beyazıt kimdir? AhlÂk, fazîlet ve adÂlet dolu idÂresiyle halkının gonlunde taht kuran Sultan 2. Beyazıt ’ın hayatı.Sultan Bayezid-i Velî adıyla da biinen, Sultan 2. Beyazıt Osmanlı İmparatorluğu ’nun sekizinci padişahıdır.
KISACA 2. BEYAZIT KİMDİR? Sultan İkinci Beyazıt, 3 Aralık 1448 ’de, Dimetoka ’da doğdu. Babası Fatih Sultan Mehmet, annesi Mukrime Hatun adında bir Turk kızıdır. Uzun boylu, geniş goğuslu ve kuvvetli bir vucuda sahipti. Yuzu yuvarlak ve gozleri elÂydı. Cesur ve atılgandı.
Aynı zamanda cok hÂlim-selim, dindar, hoşgorulu bir padişahtı. Babası Fatih Sultan Mehmet ilme ilgi duyduğu icin, oğlu Şehzade Beyazıt ’e iyi bir eğitim verdi. Ona devrin en meşhur Âlimlerinden ders okutturdu, butun İslÂm ilimlerini en iyi şekilde oğrenmesini sağladı.
Sultan İkinci Beyazıt, yedi yaşında iken, Hadim Ali Paşa nezaretinde Amasya valiliğine tayin edildi. Amasya, Selcuklular devrinden beri onemli bir ilim ve kultur merkeziydi. Padişah olacak şehzadelerin yetişmesi icin, bu vilayette butun imkÂnlar vardı.
Sultan İkinci Beyazıt, dindar bir kimse olduğu icin kendisine Bayezid-i Velî denildi. Sultan İkinci Beyazıt, şairleri saraya toplar, onlarla sohbet ederdi. Merhametli bir padişah olan Sultan İkinci Beyazıt, sık sık fakirlere sadaka dağıtırdı.
Arapca ve Farsca ’yı gayet iyi biliyordu. Cağatay lehcesi ve Uygur alfabesini de oğrendi. İslÂm ilimlerinin yanı sıra, matematik ve felsefe tahsili de yaptı. 24 Nisan 1512 ’de padişahlıktan ayrılmak zorunda kalan Sultan İkinci Beyazıt, bir ay kadar daha yaşadı ve 26 Mayıs 1512 ’de vefat etti.
Erkek cocukları: Mahmut, Ahmet, Sehinsah, Yavuz Sultan Selim, Mehmet, Korkut, Abdullah, Âlimsah
Kız cocukları: Aynisah, Gevher, Muluk Sultan, Hatice Sultan, Selcuk ve Huma Hatun.
2. SULTAN BEYAZIT ’IN HAYATI (1481 - 1512) "Sultan 2. Beyazıt, (1448-1512) yılları arasında hukum suren sekizinci Osmanlı Sultanıdır. Babası Fatih Sultan Mehmet (II. Mehmet) annesi Sitti Mukrime Hatun ya da Emîne Gulbahar Valide Hatun ’dur.
Kucuk yaştan itibaren buyuk bir ihtimamla yetiştirilmiş, henuz yedi yaşında iken Hadım Ali Paşa ’nın nezÂretinde Amasya vÂliliğine tÂyin edilmiştir. Boylece ustun bir devlet adamı olarak yetiştirilmesi sağlanmıştır. BÂyezîd Han, ustun bir devlet adamı olduğu gibi, aynı zamanda san ’atkÂr bir mizac ve şahsiyyete de sahipti. BestekÂr, şÃ‚ir ve hattÂt olarak da temÂyuz etmiştir.
“BÂyezîd-i Velî” O, Osmanlı sultanlarının en Âlimlerinden biridir. Zîr şehzÂdeliğinde, sadece fennî ilimleri tahsîl etmekle iktif etmemiş, mÂnen de buyuk zÂtların ustun terbiyeleriyle yetişip olgunlaşmıştır. Ebu ’s-Suûd Efendi ’nin babası Muhyiddîn-i İskilibî gibi devrin bircok evliyÂsının teveccuhlerini kazanmış, onların tasarruf, himmet ve duÂlarını almıştı. Bircok hayır muessesesi kurarak, asıl tahtını, ahlÂk, fazîlet ve adÂlet dolu idÂresiyle halkının gonlune kurmuştu. Bu yuzden kendisine “velî” sıfatı verilerek “BÂyezîd-i Velî” diye anılagelmiştir.
Sultan Cem Vakası BÂyezîd-i Velî, 1481 yılında pÂdişÃ‚h olduktan sonra, saltanatının ilk 14 yılını kardeşi Cem Sultan ile uğraşmakla gecirdi. Bu durum da, Hıristiyanlık Âlemine karşı belli olcude Âtıl davranmasını îcÂb ettirdi. Cem Sultan, Beyazıt Han ’a:
“–Ulkemizi ikiye bolelim, yarısında sen hukumdar ol, yarısında ben olayım!.” diye teklif etti. BÂyezîd-i Velî ise:
“Kardeşim, vatan ummetin malıdır. Devlet gucunu kaybeder. Neticede gucsuz beyliklere doneriz. Bu buyuk bir vebÂl olur. Govdem ikiye bolunur, ummet toprağı bolunmez!.” diyerek bu teklifi reddetti.
Sırf bu tavır bile, BÂyezîd-i Velî ’nin dirÂyeti, ileri goruşluluğu kadar, O ’nun ne derece İslÂm dÂvÂsının istikbÂli endîşeleriyle dolu idealist bir şahsiyyet olduğunu gostermektedir.
Yaptığı teklîfe red cevabı alan Cem Sultan, -bircok buyuk meziyetlerine rağmen- idÂrî mes ’elelerdeki dirÂyetsizliği sebebiyle ağabeyi II. Beyazıt Han ile neticesiz kalan uzun mucÂdelelere girişti. Ağabeyinin hikmet dolu nasîhatlerine ve mÂkûl teklîflerine rÂzı olmadı.
Bundan sonra Cem Sultan, şovalyelerin ustÂd-ı Âzamı Pierre d ’Aubusson ’un nÂzik bir dille dÂvetine aldanarak Rodos ’a gitti. Karşılıklı imzÂlanan anlaşmaya gore Cem, istediği zaman adadan ayrılabilecekti. LÂkin Rodos şovalyeleri, sozlerinde durmadılar ve O ’na bir nevî esir muÂmelesi yaptılar.
Cem Sultan ’ın bu sûretle Rodos şovalyelerine sığınması, kendisinin ve ummetin bağrına saplanan bir hancer gibi buyuk bir hat ve tÂlihsizlik oldu. Batı futûhÂtına engel teşkil etti. HattÂ, Roma ’nın fethine zemin hazırlayacak olan Otranto Kalesi elden cıktı.
“Değil Osmanlı Saltanatını, Butun Dunyayı Verseniz Dinimi Değiştirmem” Cem Sultan ’ı nazikce elde eden şovalyeler, bir muddet sonra onu kole satar gibi belli bir meblağ karşılığında Papalığa devrettiler. Papalık da, Cem ’i haclı seferlerinde kullanmak hevesine kapıldı. Beyazıt Han ise, bu takdirde Hıristiyanlarla mucÂdeleye girişeceği tehdidi ile tehlikeyi guc bel atlatabildi. Bu uğurda, Papalığa devlet hazînesinden yuklu paralar odemek mecbûriyetinde kaldı.
Bu durumda, Cem ’i kullanmak sûreti ile Osmanlılar ’a karşı bir haclı seferi acamayacağını anlayan Papa İnnocent-VIII, O ’na Hıristiyanlık teklifinde bulundu.
Bu teklif, Cem Sultan ’a cok ağır geldi. Mahzûn oldu. Papa ’ya:
“–Değil Osmanlı saltanatını, butun dunyÂyı verseniz dînimi değiştirmem!..” dedi.
Zîr ne olursa olsun Cem Sultan, dînini her şeyin uzerinde tutmaktaydı. AllÂh ve Resûlu ’ne olan muhabbeti sonsuzdu. Onun hac ibÂdetini yaptıktan sonra yazdığı şu beyti bu hakîkati acıkca ifÂde eder:
KÂbetullÂh ’a varup bir kez tavÂf eylediğin,
Bin Karaman, Bin Acem, bin memleket-i OsmÂn ’dur..
“Ey gonul! (Sultan olamadım diye uzulme!) Senin AllÂh ’ın beyti olan KÂbe ’ye varıp bir kez tavÂf etmen, bin Karaman, bin Acem ve bin Osmanlı memleketine bedeldir...”
Sultan Cem ’in Duası Diğer yandan haclılar tarafından İslÂmiyet aleyhine kullanılmak istendiğini anladığı zaman Cem Sultan ’ın CenÂb-ı Hakk ’a yaptığı niyÂz, ondaki dînî kemÂli gostermeye kÂfîdir. O, İslÂmiyet aleyhinde kullanılma ihtimÂlinden bile tir tir titriyor ve Rabbine şoyle yalvarıyordu:
“YÂ Rabb! KÂfirler eğer muslumanlığa zarar vermek icin beni Âlet etmek istiyorlarsa, bu kulunu daha fazla yaşatma! Rûhumu bir an once dergÂh-ı izzetine al!..”
Onun bu duÂsı mustecÂb oldu ki otuzaltı yaşında Napoli ’de vefÂt etti. VefÂt ederken yanındakilere şu vasıyeti yaptı:
“Benim olum haberimi mutlak bir sûrette her tarafa duyurun! Bunu mutlak yapın ki, kÂfirlerin muslumanlar uzerinde benim vesilemle oynamak istedikleri oyunlar nihÂyet bulsun! Bundan sonra ağabeyim Sultan BÂyezîd ’e varın. Ric eyleyin ki, ne kadar zor olursa olsun benim cesedimi vatana aldırsın.. KÂfir bir memlekette gomulmeyi istemiyorum. Şimdiye kadar ne oldu ise oldu. Sakın bu ricÂmı reddetmesin!. Butun borclarımı odesin.. Borclu olarak huzûr-i ilÂhî ’ye gitmek istemiyorum. Âilemi, cocuklarımı ve bana hizmet edenleri afvetsin. Hallerine gore memnûn etsin..”
Ağabeyi Beyazıt Han da bu vasıyeti yerine getirdi.
2. Beyazıt Camisi Cem ’in vefÂtından sonra Sultan Beyazıt Han, hÂricî siyÂsetini daha hur bir zemîne oturtmak imkÂnına kavuştu. Ayrıca, ulke icerisinde de buyuk bir îmÂr hamlesine girişti. İstanbul ’un yedi tepesinden biri uzerine oturtulan o muhteşem Beyazıt CÂmisi ’ni, mîmÂr KemÂleddîn ’e inşÃ‚ ettirdi. Bu cÂmînin temeli, 1501 senesinde atılmış, kulliyesi ile beraber beş senede tamamlanmıştır.
Evliy Celebi, SeyÂhatnÂme ’sinde BÂyezîd CÂmîi hakkında pek cok mÂlûmÂt kaydeder. Şoyle ki:
“MîmÂrbaşı, kıble husûsunda tereddud edince, Sultan Beyazıt Han:
«–Şu anda ayağıma bas!.» der.
MîmÂrbaşı, ayağını basınca, KÂbe-i Muazzama ’yı karşısında gorur. Sultan BÂyezîd-i Velî ’nin ayaklarına kapanır. Boylece kıblenin istikÂmetini belirlemiş olur.”
İbÂdete bir cum ’a gunu acılan cÂmîde, ilk namazı II. Beyazıt Han kıldırmıştır. Bu hÂdiseyi de Evliy Celebi şoyle anlatır:
“CÂmînin yapısı tamam oldukta, bir cum ’a gunu buyuk bir merÂsimle ibÂdete acıldı. BÂyezîd-i Velî buyurdular ki:
«–Her kim, omrunde ikindi ve yatsı namazlarının ilk sunnetini hic terketmemiş ise, şu mubÂrek vakitte o imÂm olsun!.»
Dery misÂli cemÂat icinden bir kişi cıkmayınca, BÂyezîd Han mecbûr kalarak:
“–ElhamdulillÂh! Savaşta ve barışta biz bu sunnetleri terk etmedik!..” dedi ve kendisi imÂm olup namazı kıldırdı.
Boylece II. Beyazıt Han, bu tÂrihî zuhd ve takv sahnesini mecbûren sergilemiş oldu.
2. Beyazıt ’ın Hayır İşleri BÂyezîd-i Velî ’nin, vakfiyye, kulliye, şifÂhÂne ve hayrÂt hizmetlerinin yanında İslÂmî ilimlere ve kulture verdiği ehemmiyet de cok buyuktur. O ’nun devri, Osmanlı kultur ve medeniyetinin temellerinin atıldığı bir zamandır. Meşhur İtalyan mîmÂr ve ressam Leonardo de Vinci, II. Beyazıt ’a mektup yazıp İstanbul ’daki cÂmî ve diğer eserlerin plÂn ve projelerini bizzat yapmayı teklif edince, bu mektub Kubbealtı vezirleri arasında sevinc uyandırmıştı. Derin ve ince bir tasavvufî anlayışa sahip olan II. Beyazıt Han ise, bu teklifi reddederek şoyle dedi:
“–ŞÃ‚yet bunu kabul edersek, ulkemizde uslûb ve rûh îtibÂrıyle kilise mîmÂrîsinin mukallidi bir mîmÂrî hÂkim olur, kendi islÂmî mîmÂrîmiz inkişÃ‚f edemez ve şahsiyyet kazanamaz!.”
İşte bu goruş, akıllı, firÂsetli ve gonul ehli bir Muslumanın ufkunu ifÂde eder. ZîrÂ, II. Beyazıt ’ın ardından İslÂm toprakları nasıl yirmidortmilyon kilometrekareye ulaştıysa, aynı şekilde İslÂm san ’atı da zirveye tırmanmıştır. Bu anlayış sÂyesinde İslÂm ’ın rûhu, hendeseye nakşedilmiş, değerini kıyÂmete kadar koruyabilecek SuleymÂniye ve benzerî Âbideler silsilesi vucûd bulmuştur.
2. Beyazıt ’ın Takvası TÂrihte; ilmi, tÂkvÂsı, merhameti, vakarı ve hilmi ile meşhûr olan BÂyezîd-i Velî, ulem ve evliyÂya cok hurmet gosterirdi. O ’nun bu istikÂmette kullandığı husûsî bir butcesi vardı. Bununla ilim ve irfÂn erbÂbını eser vermeye teşvîk ederdi. Sultan ’ın bu himÂyesi, İstanbul ’u bir ulem meşheri hÂline getirdi.
Sultan FÂtih devrinde başlamış olan ilmî calışmalar, BÂyezîd-i Velî ’nin ince anlayış ve zekÂsı ile inkişÃ‚f etmiş, diğer İslÂm memleketlerindeki Âlim ve Âriflerle de alÂkadar olunmuştu.
Herat ’ta bulunan Moll CÂmî Hazretleri ile BuhÂra ’daki Nakşibendî dergÂhının şeyhi ve muridlerine şahsî mulkunden maaş bağlamıştır. HÂce UbeydullÂh AhrÂr Hazretleri ’nin oğlu HÂce AbdulhÂdî ’yi İstanbul ’a dÂvet etmiş ve cok ikrÂmda bulunmuştur.
ŞeyhulislÂm KemÂl PaşazÂde, Sultan Beyazıt Han ’ın zÂhirî ve bÂtınî buyukluğunu ifÂde ederken:
“AdÂlet ve insÂfın koruyucusu idi. DÂhiyÂne siyÂseti neticesinde memleket mÂmûr bir hÂle gelmişti. ÂşikÂr kerÂmetleri zuhûr etmişti. Vakarlı hÂl ve davranışları ile duşmanları hor ve hakîr olmuştu.” demektedir.
Beyazıt, Osmanlı sultanlarının en buyuklerinden biri olduğu halde, değeri lÂyıkı ile takdîr edilememiş bir şahsiyyettir!. Bunun sebebi, kardeşi “Cem Sultan”a karşı, O ’nun hazîn Âkıbeti dolayısıyla duyulan umûmî bir acıma hissidir!
2. BEYAZIT DONEMİ OLAYLARI Bir diğer sebep de, babası FÂtih Sultan Mehmed Han gibi uzun asırlar boyunca nÂdiren zuhûr eden devÂs bir şahsiyyetten sonra hukumdar olmasıdır...
Sultan Cem Vakası ve Şahkulu İsyanı O ’ndan, babasının actığı futûhÂt yolunda yuruyerek “Batı Roma”nın başlanmış olan fethini ikmÂl etmesi bekleniyordu. Ancak, başta “Sultan Cem” vak ’ası olmak uzere, alevî menşe ’li “Şahkulu” isyÂnı gibi vak ’alar, bu umûmî arzuyu gercekleştirmesine imkÂn bırakmamıştır. Boyle olmasaydı, O ’nun da babası FÂtih Sultan Mehmet Han ve oğlu Yavuz Sultan Selîm Han gibi futûhÂtcı olacağı muhakkaktı.
Kırbova Zaferi Nitekim butun bu gayr-i musÂid şartlara rağmen, O ’nun zamanında parlak zaferler de kazanılmıştır. Bunlardan biri olan “Abdina” (Kırbova) zaferi, dÂsitÂnî bir muzafferiyettir.
Değerli bir akıncı kumandanı olan şÃ‚ir Yakup Paşa, Sultan ’ın emriyle İstirya iclerine akınlar yapmış geri donuyordu. Ellerinde bircok ganîmet ve esir bulunmaktaydı. Akıncılar, Kırbova onlerine geldiklerinde buyuk bir duşman ordusu ile karşılaştılar. Askerlerinin yorgunluk ve azlıklarına rağmen Yakup Paşa, harbe mecbûr kalarak kendilerinden sayıca kat kat ustun duşman ordusuyla Âdet bir meydan muhÂrebesi yaptı ve AllÂh ’ın yardımıyla şiddetli bir taarruz neticesinde duşmanı tamamen perîşÃ‚n etti. O gun sekiz bin secme akıncıyla yaklaşık altı bin duşman askeri oldurulmuş, yirmibeş bin kadarı da esîr alınmıştır.
Akıncıların bu zaferi, tÂrihte ender rastlanan hÂdiselerdendir. Zîr yaptığı akınlarla yorulmuş olan, aynı zamanda elinde bircok ganîmet ve esîr bulunan kucuk bir kuvvetin, kendisiyle kıyas edilemeyecek capta bir ordu ile muhÂrebeyi goze alması, kimsenin hayÂl bile edemeyeceği kadar yuce, maddî ve mÂnevî bir yiğitliktir.
Endulus MUuslumanlarına Yardım 2. Beyazıt Han devrinde Endulus muslumanlarına elden gelen yardımın yapılmasından da geri kalınmamıştır. O tÂrihte, henuz butun Avrupa donanmalarıyla başedebilecek dirÂyette bir donanmamız olmadığı halde, yuzbinlerce musluman, hıristiyanların fecî katliamlarından kurtarılarak, Afrika ’ya taşınmış, İspanya sÂhilleri şiddetli bombardımanla devamlı tÂciz edilerek, Endulus ’un kaybı felÂketine karşı misilleme yapılmıştır.
Cok daha onceden birbirleriyle nefsÂnî sebepler yuzunden boğuşarak beylikler hÂline gelmiş ve aralarındaki kardeş kavgasında defÂatle -maalesef- hıristiyanları yardıma cağırmış olan Endulus muslumanlarına, yapılabilecek başka bir yardım duşunulemezdi. Cunku onlar, Kur ’Ân rûhuna zıd olarak bolunup parcalanmış ve birbirlerine karşı hıristiyanları dost edinmenin hazin bir neticesine dûcÂr olmuşlardı. Aşağıdaki hÂdise ne kadar ibretlidir:
Son Gırnata hukumdarı Ebû AbdullÂh, duşmanlara teslîm ettiği memleketinden annesiyle birlikte uzaklaşırken Padul tepesinde durarak son kez Gırnata ’ya bakmış, alevler icinde yanan bu inci gibi İslÂm yurdunu ve İslÂm san ’atının hÂrikası olan el-Hamr sarayını seyrederken gayr-i ihtiyÂrı ic cekerek hıckırıklarla ağlamaya başlamıştı. Onun bu hÂli uzerine annesi de, catık kaşlarla şu tÂrihî cevabı vermişti:
“–Ağla ey gÂfil, ağla! Erkekler gibi muhÂfaza edemediğin şu mubÂrek yurdun icin şimdi kadınlar gibi ağla!..”
Şu hÂdise munÂsebetiyle bu tÂrihten sonra o tepe «Arab ’ın son Âhı» ya da «Arab ’ın Âh tepesi» mÂnÂsında bir isimle yÂd edilir olmuştur.
Bugune kadar Osmanlı ’yı, Endulus Muslumanlarının felÂketine karşı seyirci kalmakla ithÂm edenler, ya bu tÂrihî gercekleri lÂyıkıyla takdîr edemeyenler, ya da kasıtlı olan kimselerdir. Cunku karadan Almanya ve Fransa ’yı aşarak İspanya ’ya ulaşılamayacağı gibi, denizden de koca İspanya kıt ’asına karşı, ancak duşmanı tÂciz hareketleri yapılabilirdi ki, Osmanlı bunu yapmıştır.
2. Beyazıt Han ’ın butun İslÂm Âlemine uzanan eli, Osmanlı lehine buyuk bir muhabbete vesîle olmuştur. Bu sebepledir ki vefÂtında İslÂm dunyÂsının bircok yerinde O ’nun icin «gıyÂbî cenÂze namazları» kılınmıştır."
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İbret Işıkları, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan