
Hz. İsa'nın (a.s) doğumu nasıl gercekleşti? Hz. İsa (a.s.) dunyaya geldikten sonra Hz. Meryem (r.a.) neler yaşadı? Hz. İsa'nın (a.s.) peygamberliği, tebliği, havarileri hakkında bilinmesi gerekenler. Hz. İsa'nın (a.s.) goğe yukselmesi hakkındaki farklı goruşler nelerdir? Bilinen tum detaylarıyla Hz. İsa'nın -aleyhisselam- hayatı...
Îs -aleyhisselÂm-, Yahy -aleyhisselÂm- ’ın doğumundan altı ay sonra Kudus ’te dunyÂyı şereflendirmiştir. Îs -aleyhisse­lÂm-, İsrÂîloğulları ’na gonderilen peygamberlerin sonuncusudur.
Peygamberler icinde en yuksekleri olan ve kendilerine “ulu ’l-azm” denilen beş peygamberin dorduncusudur. Kendisine “RûhullÂh” denmesi, bir tekrîm ifÂdesi olmakla birlikte, AllÂh TeÂl ’nın, Hazret-i Âdem ’i yarattığı gibi O ’nu da rûhundan ufurerek yaratması sebebiyledir.
Îs -aleyhisselÂm- ’a otuz yaşında peygamberlik gelmiş, kendisine kitap olarak İncîl gonderilmiş ve otuz uc yaşında da di­ri bir şekilde goğe kaldırılmıştır.
KıyÂmet yaklaştığında dunyÂya inecek, evlenip cocukları olacak, “Hazret-i Mehdî” ile buluşacak, İslÂm ’ı butun cihÂna h­kim kılacak ve Medîne-i Munevvere ’de vefÂt edecektir. Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in medfûn ol­duğu Hucre-i SaÂdet ’te turbe-i şerîfin yanına defnolunacaktır.
HZ. İSA'NIN (A.S) ANNESİ 'HZ. MERYEM' Îs -aleyhisselÂm- ’ın annesi Hazret-i Meryem, DÂvûd -aleyhisselÂm- ’ın neslindendir. Annesi Hunne, babası İmrÂn ’dır.
Kaynak eserlerde zikredildiğine gore, Hunne ’nin cocuğu ol­muyordu. O da:
“YÂ Rabbî! Benim bir cocuğum olursa, onu Beyt-i Makdis ’e hizmetci yapacağım!” diye nezirde bulundu.
Hunne, bu nezirde bulunduktan sonra hÂmile kaldı. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“İmrÂn ’ın karısı şoyle demişti: «–Rabbim! Karnımdakini ÂzÂdlı bir kul olarak sırf Sana adadım. Adağımı kabûl buyur. Şuphesiz (niyÂzımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen Sen ’­sin!»” (Âl-i İmrÂn, 35)
Bir muddet sonra bir kız cocuğu dunyÂya getirdi. Adını Mer­yem koydu:
“O ’nu doğurunca, AllÂh, ne doğurduğunu bilip durur­ken: «–Rabbim! Ben O ’nu kız doğurdum. Oysa erkek, kız gibi değildir. O ’na Meryem adını verdim. Kovulmuş şeyta­na karşı O ’nu ve soyunu Sen ’in korumanı diliyorum!» dedi.” (Âl-i İmrÂn, 36)
Hz. Meryem'in (r.a) Beyt-i Makdis'in Hizmetine Verilmesi O zamana kadar Beyt-i Makdis ’e erkek cocuklarını adamak cÂiz ve cok sevaptı. Bu şekilde nezredilen erkek cocukları, do­ğumundan bulûğuna dek orada hizmete devÂm ederdi. Bulûğ­dan sonra ise, dilerse yine orada hizmet eder, isterse arzuladı­ğı başka bir yere giderdi. Ancak bulûğdan once Beyt-i Makdis ’ten ayrılması cÂiz değildi.
Boyle bir nezir, yalnızca erkek cocukları icin yapılırdı. AllÂh TeÂl ’nın, Beyt-i Makdis icin Meryem hakkındaki ilticÂyı makbul kı­lıp kız cocuklarının nezredilmesini de kabûl buyurmasından son­ra, kız cocuklarının da Beyt-i Makdis ’e adanması cÂiz oldu.
Hunne, kızı Meryem ’i Beyt-i Makdis ’teki vazîfelilere teslîm etti. Meryem ’i kim himÂyesine alacağına dÂir kur ’a cektiler. AllÂh TeÂl buyurur:
“(Rasûlum!) Bunlar, Biz ’im Sana vahiy yoluyla bildirmek­te olduğumuz gayb haberlerindendir. İclerinden hangisi Meryem ’i himÂyesine alacak diye kur ’a cekmek uzere ka­lemlerini atarlarken Sen onların yanında değildin; onlar (bu yuzden) cekişirken de yanlarında değildin.” (Âl-i İmrÂn, 44)
Cekilen kur ’a, Beyt-i Makdis ’in imÂmı ve Hunne ’nin de eniştesi olan Zekeriyy -aleyhisselÂm- ’a cıktı. Zekeriyy -aleyhisselÂm-:
“–O ’nun teyzesi benim nikÂhım altındadır.” dedi ve Mer­yem ’in velîliğini uzerine aldı.
Meryem sutten kesilince, O ’na Beyt-i Makdis ’te bir oda tah­sîs edildi. Bu odaya Âyet-i kerîmede “mihrÂb” denilmiştir. MihrÂb, harb ve cihÂd vÂsıtası demektir. Bu bakımdan bir nevî cile odası mÂnÂsını taşır.
Hz. Meryem'in (r.a) Odasındaki Farklı Meyvelerin Sırrı Hazret-i Meryem ’in odasına yalnız Zekeriyy -aleyhisselÂm- girerdi. Bu, on iki yaşına kadar devÂm etti. Zekeriyy -aleyhisselÂm-, O ’nun odasına girerken anahtarı ile kapıyı acıp girer, cıkarken de kilitlerdi. Her gun, bir gunluk yiyecek bırakırdı. Fakat icerde değişik meyveler gorup hayret ederdi. Nereden geldiğini sorduğunda, Meryem, AllÂh -celle celÂluhû- tarafından gonderil­diğini soylerdi. Bu yiyecekler arasında, yazın kış meyveleri, kışın da yaz meyveleri bulunurdu. AllÂh TeÂl buyurur:
“Rabbi Meryem ’e husn-i kabûl gosterdi; O ’nu guzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyy ’yı da O ’nun bakımı ile vazîfelendirdi. ZekeriyyÂ, O ’nun yanına, mÂbede her girişinde ora­da bir rızık bulur ve: «–Ey Meryem! Bu Sana nereden geli­yor?» der, O da: «–Bu, AllÂh tarafındandır. AllÂh, dilediğine sayısız rızık verir!» derdi.” (Âl-i İmrÂn, 37)
AllÂh'ın -celle celÂluhû- Hazret-i Meryem ’e Sunduğu Altı Buyuk İkram AllÂh -celle celÂluhû- ’nun Hazret-i Meryem ’e en buyuk ik­ramları şunlardır:
O zamana kadar Beyt-i Makdis ’e erkek cocukları adandığı hÂlde, annesi Hunne ’nin ilticÂsı ile Meryem de nezir olarak kabûl edildi. AllÂh TeÂlÂ, O ’nu Zekeriyy -aleyhisselÂm- ’ın himÂyesine verdi. Rızkını cennet nîmetlerinden ihsÂn etti. Peygamberlerine gonderdiği melek olan CebrÂîl -aleyhisselÂm- ile goruşturdu. O ’nu ve evlÂdı Hazret-i Îs ’yı şeytanın şerrinden korudu. Oğlu Hazret-i Îs -aleyhisselÂm-, kundakta iken konuştu. Annesine yapılan iftirÂlara cevap verdi. RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular:
“İmrÂn kızı Meryem, zamanında dunyÂda bulunan kadınla­rın en hayırlısıdır. Bu ummetin kadınlarının en hayırlısı da Hatîce ’dir.” (Muslim, FedÂilu ’s-SahÂbe, 69)
İbadete Duşkun Bir Kadın 'Hz. Meryem (r.a)' Hazret-i Meryem, gece-gunduz ibÂdet ederdi. TakvÂsı, Be­nî İsrÂîl arasında darb-ı mesel oldu. Kendisinden kerÂmetler h­sıl olurdu. Seckin kullardandı. Kur ’Ân-ı Kerîm ’de “sıddîka” diye sen edilmiştir.
AllÂh TeÂl şoyle buyurur:
“Hani melekler demişlerdi: «–Ey Meryem! AllÂh Sen ’i secti; Sen ’i tertemiz yarattı ve Sen ’i butun duny kadınlarına tercîh etti (ustun tuttu).” (Âl-i İmrÂn, 42)
“Ey Meryem! Rabbine ibÂdet et; secdeye kapan! (O ’nun huzûrunda) eğilenlerle beraber Sen de eğil!»” (Âl-i İmrÂn, 43)
Bu emirler uzerine Hazret-i Meryem ’in takvÂsı o hÂle geldi ki, ayakları şişinceye kadar namaz kılmaktaydı.
Yoktan Var Eden, Babasız Da Yaratır!
Hazret-i Meryem on beş yaşında iken Yûsuf-i NeccÂr isim­li birisi ile nişanlanmıştı. Fakat onunla evlenmeden once AllÂh TeÂlÂ, O ’na babasız bir cocuk vereceğini mujdeledi:
“Melekler demişlerdi ki: «–Ey Meryem! AllÂh Sana ken­disinden bir Kelime ’yi mujdeliyor. Adı Meryem oğlu Îs ’dır. Mesîh ’tir; dunyÂda da, Âhirette de îtibarlı ve AllÂh ’ın kendi­sine yakın kıldıklarındandır.»” (Âl-i İmrÂn, 45) Mesîh, İbrÂnîce bir kelime olup, Hazret-i Îs ’nın lakÂbıdır ve “mubÂrek” anlamına gelmektedir.
Yine melekler Hazret-i Meryem ’e dediler ki:
“(–Ey Meryem!) O sÂlihlerden olarak beşikte iken ve ye­tişkinlik hÂlinde insanlara (peygamber sozleri ile) konuşacak.” (Âl-i İmrÂn, 46)
Bunun uzerine:
“Meryem: «–Rabbim! Bana bir erkek eli değmediği hÂlde nasıl cocuğum olur?» dedi. AllÂh şoyle buyurdu: «–İşte boyledir. AllÂh dilediğini yaratır! Bir işe hukmedince ona sÂdece «Ol!» der; o da oluverir.»” (Âl-i İmrÂn, 47)
Melekler, Meryem ’e hitÂben Hazret-i Îs hakkındaki sozlerine şoyle devÂm ettiler:
“AllÂh O ’na yazmayı, hikmeti, TevrÂt ’ı ve İncîl ’i oğretecek!” (Âl-i İmrÂn, 48)
Yukarıdaki Âyet-i kerîmelerde cemî olarak gecen “melekler” ifÂdesinden maksat, CebrÂîl -aleyhisselÂm- ’dır. Kendisinden bu şekilde cemî olarak bahsedil­mesi, O ’nu tekrîm icindir.
HZ. İSA (A.S) HZ. MERYEM'E MUJDELENİYOR CenÂb-ı Hak buyurur:
“(Rasûlum!) KitÂb ’da Meryem ’i de zikret! Hani O, ailesin­den ayrılarak doğu tarafında bir yere cekilmişti.” (Meryem, 16)
Âyette gecen “doğu tarafı” mufessirlere gore, Mescid-i Aks ’nın doğu yanı, yahut Meryem ’in evinin doğu tarafı şeklinde acıklanmaktadır. Hristiyanların bu sebeple doğuya yoneldikleri ifÂde edilmiştir.
Cok gecmeden AllÂh TeÂlÂ, Hazret-i Meryem ’e CebrÂîl -aleyhisselÂm- ’ı gonderdi. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Meryem, onlarla kendi arasına bir perde cekmişti. Der­ken, Biz O ’na Rûh ’umuzu gonderdik de O, kendisine tasta­mam bir insan şeklinde gorundu.” (Meryem, 17)
Burada Rûh ’tan maksat, CebrÂîl -aleyhisselÂm- ’dır. Her ÂzÂsı duzgun genc bir insan şeklinde gonderilmesinin sebebi, Meryem ’in urkup korkmaması icindi. Cunku Hazret-i Meryem, CebrÂîl -aleyhisselÂm- ’ı aslî şeklinde gorseydi, şuphesiz ki buna tÂkat getiremezdi.
Ancak Hazret-i Meryem, yine de karşısında genc bir insan gorunce kemÂl-i edeb ve iffetinden dolayı cok korktu. Onun Hazret-i Cibrîl olduğunu bilmediği icin buyuk bir endişeye kapıldı ve Âyet-i kerîmelerde buyrulduğu uzere:
“Meryem dedi ki: «–Sen ’den, cok esirgeyici olan AllÂh ’a sığınırım! Eğer AllÂh ’tan sakınan bir kimse isen, (bana do­kunma!)»” (Meryem, 18)
“Melek: «–Ben, yalnızca, sana tertemiz bir erkek cocuk bağışlamam icin Rabbimin elcisiyim.» dedi.” (Meryem, 19)
“Meryem: «–Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de ol­madığım hÂlde benim nasıl cocuğum olabilir?» dedi.” (Meryem, 20)
“Melek: «–Oyledir!» Dedi. (ZîrÂ) Rabbin buyurdu ki: «–Bu Bana kolaydır. Cunku Biz, O ’nu insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız. Bu, hukum ve karara bağ­lanmış (ezelde olup bitmiş) bir iş idi.” (Meryem, 21)
HZ. İSA (A.S) NASIL DOĞDU? HZ. İSA'NIN (A.S) DOĞUM MUCİZESİ CenÂb-ı Hakk ’ın murÂd ettiği şekilde:
“Meryem, O ’na (Îs ’ya) hÂmile kaldı. Bunun uzerine O ’nunla (karnındaki cocukla) uzak bir yere cekildi.” (Meryem, 22)
Hazret-i Meryem ’in doğum sancıları artmaya başladı. Kuru­muş bir hurma ağacının yanına geldi ve ona yaslandı. Âyette buyrulur:
“Doğum sancısı O ’nu bir hurma ağacına (dayanmaya) sevk etti. «–Keşke, bundan once olseydim de unutulup gitseydim!» dedi.” (Meryem, 23)
NihÂyet kuru ağacın altında Îs -aleyhisselÂm- dunyÂya geldi. AllÂh TeÂlÂ, O ’nu babasız yaratmıştı.
Sonsuz kudret sÂhibi olan CenÂb-ı Hak, azametinin muktezÂsı olarak Âdem -aleyhisselÂm- ’ı annesiz ve babasız bir şekil­de topraktan; Havv vÂlidemizi annesiz olarak Hazret-i Âdem ’­den; Îs -aleyhisselÂm- ’ı da babasız olarak Meryem vÂlidemiz­den yaratmıştır.
Hazret-i Îs ’nın doğumu ile Hazret-i Âdem ’in yaratılması arasında bir benzerlik vardır ki, bu, her ikisinde de yaratılışın «Kun! = Ol!» emri ile gercekleşmiş olmasıdır. CenÂb-ı Hak bu hakîkati Âyet-i kerîmede şoyle bildirmektedir:
“AllÂh nezdinde Îs ’nın durumu, Âdem ’in durumu gibi­dir. AllÂh O ’nu topraktan yarattı. Sonra da O ’na «Ol!» dedi ve (O da) oluverdi.” (Âl-i İmrÂn, 59)
Bu Âyet-i kerîme, hem AllÂh ’ın kudretinin sonsuzluğunun, hem de yahûdîlerin baştan şaşırıp sonradan da atacakları cir­kin iftirÂlar karşısında Hazret-i Meryem ’in iffetli olduğunun bir ifÂdesidir.
HZ. İSA (A.S) NE ZAMAN DOĞDU? Îs -aleyhisselÂm- ’ın doğum tÂrihi hakkında, kaynaklar­da hicbir kayıt yoktur. Butun İncîl ’lerde de bu hususta bir bilgiye rastlanılmamaktadır. Yalnız bir İncîl ’de Hazret-i Îs ’nın yahûdî kralı zamanında doğduğu yazmakta ise de, (Matta, 2/1) Roma kaynakları, bu kralın mîlÂddan once olduğunu bildirmektedir. Yapılan butun beyanlar, birbirlerine acık bir şekilde tezat teşkil etmektedir. Boy­le olunca, “noel”in mÂnÂsı da, uydurulmuş boş bir efsÂneden oteye gidememektedir.
Bu sebepledir ki bugun Katolikler, Noel bayramı olarak 24-25 Aralık gununu kutlarken, Ermeni kiliseleri 6 Ocak ’ı kutlarlar. Bir kısım Protestanlar ise bu tÂrihin kutsal metinlerde kesin olarak gecmediğini one surerek Noel ’i kutlamazlar.
HZ. İSA (A.S) DOĞDUKTAN SONRA HZ. MERYEM (R.A) NELER YAŞADI? Hazret-i Îs doğduktan sonra:
“(Hazret-i Meryem ’in) aşağısından (Îs yahut melek) O ’na şoyle seslendi: «–Tasalanma! Rabbin Sen ’in alt yanında bir su arkı vucûda getirmiştir.»” (Meryem, 24)
Âyete şu mÂn da verilmiştir:
«–Tasalanma! Rabbin Sen ’in altındakini (yÂni Îs ’yı) şerefli bir lider olarak yaratmıştır!»
Hazret-i Meryem ’e hitÂb eden ses şoyle devÂm etti:
“Hurma dalını kendine doğru silkele ki, uzerine tÂze, ol­gun hurma dokulsun!” (Meryem, 25)
Hazret-i Meryem, hurma dalını kendisine cekip salladığı za­man kış mevsimi olmasına rağmen, ağac birdenbire hurma ver­meğe başladı. Meryem, onundeki arktan su icip taze hurmalardan yedi. Ağacın bu şekilde kış mevsiminde hurma vermesi, Hazret-i Meryem ’i tesellî icindi. O ’na denildi ki:
“Ye, ic! Gozun aydın olsun! Eğer insanlardan birini gorursen de ki: «–Ben cok merhametli olan AllÂh ’a oruc adadım. Artık bugun hicbir insanla konuşmayacağım!»” (Meryem, 26)
RivÂyete gore, Hazret-i Meryem ’in kavminde yiyip icmeden oruc tutulduğu gibi, konuşmamak sûretiyle de oruc tutulurdu. Yahut oruclu iken yeme ve icmeden kacınıldığı gibi, konuşmaktan da sakınılırdı.
Hz. İsa'nın (a.s) Doğumundan Sonra Hz. Meryem'm Atılan İftira ve Hz. Meryem'in Duruşu Îs -aleyhisselÂm- ’ın doğuşu ile, kavminin arasında buyuk bir iftir ve dedikodu furyası başgosterdi. Âyet-i kerîmelerde bu hÂl şoyle bildirilmektedir:
“(Meryem) nihÂyet O ’nu (Îs ’yı kucağında) taşıyarak kav­mine getirdi. Dediler ki: «–Ey Meryem! Hakîkaten Sen iğrenc bir şey yaptın!»” (Meryem, 27)
“–Ey HÂrûn ’un kızkardeşi! Sen ’in baban kotu bir insan değildi; annen de iffetsiz değildi.” (Meryem, 28)
Âyette bahsedilen HÂrûn, Mûs -aleyhisselÂm- ’ın kardeşi olan HÂrûn -aleyhisselÂm- değildir. Bu husustaki goruşlerin doğruya en yakın olanına gore Hazret-i Meryem ’in hakîkî karde­şidir. O da ana ve babası gibi iffetli ve sÂlih bir kimse idi. Bu se­beple kavmi, boyle birinin kızkardeşi olan Meryem ’e zin etmeyi(!) asl yakıştıramadıklarını ifÂde etmek istemişlerdi.
Hazret-i Meryem ’e İsrÂîloğulları tarafından devamlı hakÂret edili­yordu. O da sabırla dinliyor, kendisine emredildiği uzere konuş­muyordu. Ancak kavminin munÂsebetsiz tavırları iyice arttı. NihÂyet AllÂh ’ın inÂyeti erişti.
Hz. İsa'nın Bebekken Konuşması Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Bunun uzerine Meryem, cocuğu gosterdi. Dediler ki: «–Biz, beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz?»” (Meryem, 29)
AllÂh ’ın istikbÂlde elcisi olacak olan Hazret-i ÎsÂ, CenÂb-ı Hakk ’ın verdiği konuşma kÂbiliyeti ile dile geldi ve daha beşikte iken şoyle dedi:
“–Ben, AllÂh ’ın (secilmiş bir) kuluyum! O, bana KitÂb ’ı verdi ve beni peygamber yaptı!” (Meryem, 30)
“Nerede olursam olayım, O beni mubÂrek kıldı. Yaşa­dığım surece bana namazı ve zekÂtı emretti.” (Meryem, 31)
“Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı.” (Meryem, 32)
“Doğduğum gun, oleceğim gun ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gun selÂmet banadır.” (Meryem, 33)
Hazret-i Îs ’nın daha beşikte iken boyle konuşması, cevresinde buyuk bir hayret uyandırdı. Hazret-i Meryem, tenzîh ve tebrie edildi.
İşte Hazret-i Meryem, munkir halkın kendisine sorduğu «–Bu cocuğu nereden aldın?» suÂline karşı dÂim cevap olarak bu şekilde cocuğunu gosterir ve «–Cocuk soylesin!» der, Îs -aleyhisselÂm- da daha bebek iken:
“–Benim annem namuslu, iffetli bir kadındır. Ey cÂhiller! İffet ve hay Âbidesi olan annemi ayıplamayın! Biliniz ki AllÂh TeÂlÂ, beni babasız olarak dunyÂya getirmiştir. Bu, AllÂh ’ın bir mûcizesidir!” derdi.
Bunun uzerine bircok kimse:
“–Bu, AllÂh ’ın apacık bir mûcizesidir. Yoksa yeni doğmuş hicbir cocuk daha beşikte iken konuşamaz. Hakîkaten bu, AllÂh tarafındandır; CenÂb-ı Hakk ’ın azametini gosteren bir hÂdisedir.” dediler.
Bir kısmı ise yine de hÂinliklerinden donmediler. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“İşte, hakkında şuphe ettikleri Meryem oğlu Îs -hak soz olarak- budur!” (Meryem, 34)
Âyette Îs -aleyhisselÂm- ’ın “hak soz” olarak ifÂde edilmesi, O ’nun «Kun! = Ol!» emrinin eseri olmasındandır. Bu hakîkat, başka Âyet-i kerîmelerde de anlatılır:
“Irzını iffetle korumuş olanı (Meryem ’i de hatırla!) Biz O ’na rûhumuzdan ufledik; O ’nu ve oğlunu cumle Âlem icin ib­ret kıldık.” (el-EnbiyÂ, 91)
“İffetini korumuş olan İmrÂn kızı Meryem ’i de (AllÂh or­nek gosterdi). Biz O ’na rûhumuzdan ufledik ve O, Rabbinin sozlerini ve kitaplarını tasdîk etti. O, gonulden itaat eden­lerdendi.” (et-Tahrîm, 12)
HZ. ZEKERİYA'YA ATILAN İFTİRA VE ŞEHADETİ Hazret-i Îs ’nın bebek iken konuşması, bircok iftirÂları bas­tırmıştı. Ancak kısa bir muddet sonra tekrar fitne ve iftirÂlar baş­ladı. GÂfil kavim:
“–Babasız cocuk mu olurmuş?!” dediler.
Sonra da:
“–Yapsa yapsa bu zinÂyı Zekeriyy yapmıştır!” diyerek Zekeriyy -aleyhisselÂm- Beyt-i Makdis ’te yalnız kaldığı bir sırada:
“–Sen Meryem ’le zin ettin!” diye buhtanda bulundular ve uzerine hucûm ettiler.
Zekeriyy -aleyhisselÂm-, onların şerrinden korunmak icin bir ağacın kovuğuna saklandı. Şeytan, insan kılığında oraya ge­lip Zekeriyy -aleyhisselÂm- ’ı arayan bedbahtlara, O ’nun saklan­dığı ağacı gostererek:
“–Şu ağacı testereyle ikiye ayırın! Bir şey kaybetmezsiniz! Zekeriyy onun icindedir!” dedi.
Bedbahtlar, hemen ağacı kesmeye koyuldular. Testere Ze­keriyy -aleyhisselÂm- ’ın başını yarmaya başladığı zaman maz­lum peygamber «Ã‚hh!» diyecek oldu, fakat:
“–Ey ZekeriyyÂ! ŞikÂyette bulunma!” diye bir nid geldi.
Zekeriyy -aleyhisselÂm- da buyuk bir tevekkul ve sabır icin­de testereyle ikiye bolunerek şehîd oldu. İnd-i ilÂhîde yuce mer­tebelere ulaştı.
Bu sırada Hazret-i Meryem ’in onceden nişanlısı olan Yûsuf-i NeccÂr da aynı iftirÂya uğramıştır.
HZ. İSA VE MERYEM ALLAH'IN KORUMASINDALAR Zekeriyy -aleyhisselÂm- ’ı şehîd eden bedbaht yahûdîlerin, Hazret-i Meryem ’e ve oğlu Hazret-i Îs ’ya da bir zarar vermeme­leri icin CenÂb-ı Hak, onları hıfz-ı emÂnına almayı murÂd etti:
“Meryem oğlunu ve annesini de (kudretimize) bir alÂmet kıldık. Onları, yerleşmeye elverişli, suyu bulunan bir tepeye yerleştirdik.” (el-Mu ’minûn, 50)
Bu yerin Mısır ’da olduğu rivÂyeti vardır. Hazret-i Meryem ve Hazret-i ÎsÂ, orada on iki sene kaldı ve bu zaman zarfında fevka­lÂde hÂdiseler meydana geldi:
Birgun, kaldıkları evde ağa ’nın bir miktar parası kaybolmuş­tu. O evde duşkunler ve fakirler vardı. Ağa, bu parayı kimin aldı­ğını anlayamadı. Herkes tohmet altında kalmıştı. Bu durum, Hazret-i Meryem ’e cok ağır geldi. Orada ikÂmet edenler arasın­da bir kor ve bir koturum bulunuyordu. Hazret-i ÎsÂ, annesinin uzulmesi karşısında bu iki kişiye:
“–Parayı sakladığınız yerden cıkartın!” dedi.
Onlar da bu acık mûcize karşısında aldıkları parayı mecbû­ren getirdiler. Bu hÂdiseden sonra Hazret-i Îs ’nın îtibÂrı halk nezdinde iyi­ce yukseldi.
HZ. İSA'NIN (A.S) PEYGAMBERLİĞİ Hazret-i ÎsÂ, Mısır ’da on iki sene kaldıktan sonra Kudus ’e donup “NÂsıra” kasabasına yerleşti. Hristiyanlara bu sebeple “NasrÂnî” denilmektedir.
Hazret-i Îs ’ya otuz yaşında peygamberlik verildi. O da he­men vazîfesini yapmaya, insanları tevhîde cağırmaya başladı.
AllÂh TeÂl buyurur:
“And olsun ki Biz, Nûh ’u ve İbrÂhîm ’i gonderdik. Pey­gamberliği de KitÂb ’ı da onların soyuna verdik. Onlardan (in­sanlardan) kimi doğru yoldadır; iclerinden bircoğu da yoldan cıkmışlardır.” (el-Hadîd, 26)
Kur ’Ân-ı Kerîm ’de ismi gecen dort buyuk kitabın, bunların soyundan gelen peygamberlere indirildiği anlaşılmaktadır.
“Sonra bunların izinden ardarda peygamberlerimizi gonderdik. Meryem oğlu Îs ’yı da arkalarından gonderdik. O ’na İncîl ’i verdik; O ’na tÂbî olanların kalblerine şefkat ve merhamet vermiştik. Uydurdukları ruhbanlığa gelince, onu Biz yazmadık. Fakat kendileri AllÂh rızÂsını kazanmak icin (boyle) yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan îmÂn edenlere mukÂfatlarını verdik. İclerinden co­ğu da yoldan cıkmışlardır.” (el-Hadîd, 27)
Ruhbanlık, hristiyanların sonradan ortaya cıkardığı bir anla­yış ve yaşayış tarzıdır. RivÂyetlere gore Hazret-i Îs -aleyhisselÂm- ’dan sonra mu ’minler, inkÂrcı zorbalarca yok edilmeye calı­şılmış, girişilen uc savaşta mu ’minler ağır kayıplar vermişler, sağ kalan îmÂn ehli, kendilerinin de olumu hÂlinde dîne dÂvet edecek kimsenin kalmayacağı endişesiyle savaş yapmama kararı al­mış, sÂdece ibÂdetle meşgul olmaya başlamışlardı. İşte bu sû­retle fitneden kacarak, dinlerinde ihlÂs ve samîmiyet gosteren bu insanlar, dunyÂnın butun zevklerinden, fazla yiyip icmekten ve evlenmekten vazgecmişler; dağlar, mağaralar, oyuklar ve hucrelerde ibÂdetle meşgul olmuşlardır. Ama bircoğu buna riÂyet etmeyerek, Hazret-i Îs -aleyhisselÂm- ’ın dînini inkÂr ettiler; hu­kumdarlarının dînine girdiler; teslîs akîdesini ortaya attılar; bi ’set gercekleştiğinde de Hazret-i Muhammed -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’i inkÂr ettiler ve benzeri sapıklıklara duştuler.
HZ. İSA'NIN (A.S) TEBLİĞİ VE PEYGAMBERİMİZİ MUJDELEMESİ Îs -aleyhisselÂm-, dînini teblîğe devÂm ediyordu. Fakat in­sanların bircoğu kufrunde inat hÂlindeydi.
Îs -aleyhisselÂm- bircok mûcizeler gosterdi. Hazret-i Mûs -aleyhisselÂm- ’a verilen TevrÂt ’ı tasdîk ettiğini, ancak yuce AllÂh ’ın bazı hukumleri değiştirdiğini teblîğ etti:
“(Îs dedi ki

“AllÂh, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Oyle ise O ’na kulluk edin! İşte doğru yol budur.” (Âl-i İmrÂn, 50-51)
“Hatırla ki, Meryem oğlu ÎsÂ: «–Ey İsrÂîloğulları! Ben si­ze AllÂh ’ın elcisiyim; benden once gelen TevrÂt ’ı doğrulayı­cı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de mujdeleyici olarak geldim!» demişti. Fakat O, kendilerine acık deliller getirince: «–Bu apacık bir buyudur!» dediler.” (es-Saff, 6)
Yuhanna İncîli ’nin 14. bolumunde Îs -aleyhisselÂm- ’ın şoy­le dediği rivÂyet edilir:
“–Ben Peder ’e ibÂdet edeceğim ve O size başka bir tesellî edici (Faraklit) gonderecek ki, O sizinle ebediyyen kalabilir.” (Yuhanna, 14/16-17)
Ve 16. bolumunde de demiştir ki:
“Size gerceği soyluyorum, benim gidişim sizin yararınızadır. Gitmezsem, yardımcı (tesellîci, Faraklit) size gelmez. Ama gidersem, O ’nu size gonderirim. Size daha cok soyleyeceklerim var, ama şimdi bunlara dayanamazsınız. Ne var ki O, yÂni «Gerceğin Rûhu» gelince, sizi gerceğe yoneltecek. Cunku O, kendiliğinden konuşmayacak, yalnız duyduklarını soyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek.” (Yuhanna 16/7-9, 12-13)
Faraklit Nedir? “Faraklit” kelimesi, “hamd”e tekÂbul eden bir kelimedir. Bazı hristiyanlar bunu “muhallıs” (kurtarıcı) olarak acıklamışlar; ba­zıları da “hammÂd” ve “hamîd” diye tefsîr etmişlerdir. Bu da gosteriyor ki “Faraklit” kelimesinin, Ahmed ve Muhammed m­nÂsına uygun olarak asıl isme işÃ‚ret ettiği acık bir şekilde anla­şılmaktadır.
Barnabas İncîli 39. BÂb ’da da şoyle bir bahis vardır:
“–Soylediğin Mesîh ’in ismi nedir ve O ’nun geldiğini nasıl an­layacağız?” diyen havÂrîlerine Hazret-i Îs şoyle dedi:
“–Mesîh ’in (Rasûl ’un) adı, hayran olmağa değer guzellikte­dir. CenÂb-ı Hak, O ’nun nûrunu yarattığı zaman, O ’na bu ismi verdi ve O ’nu semÂvî ihtişÃ‚mı icine koydu. Sonra:
«–Senin hatırın icin Ben, cenneti, dunyÂyı ve bircok mah­lûku yarattım. Bunların hepsini Sana hediye ediyorum. Sen ’i takdîr eden, Ben ’den nîmet bulacak; Sen ’i inkÂr eden, tarafımdan lÂnet olunacaktır. Ben Sen ’i dunyÂya Ben ’im Rasûlum olarak gonde­receğim. Sen ’in sozun sırf hakîkat olacaktır. Yer ve gok ortadan kalkabilir, fakat Sen ’in îmÂnın dÂim ebedî olacaktır.» buyurdu.
O ’nun ismi Ahmed ’dir.”
Bunun uzerine Îs -aleyhisselÂm- ’ın civÂrında toplanmış o­lan mu ’minler, hemen seslerini yukselterek:
“–Ey Ahmed! DunyÂyı kurtarmak icin cabuk gel!” diye niyaz­da bulundular. (Benzer ifÂdeler icin Barnabas İncîli ’nin 41 ve 97. bÂblarına da bakılabilir.)
HZ. İSA (A.S) VE 12 HAVARİSİ Munkirlerin Hazret-i Îs -aleyhisselÂm- ’a gayz ve kinleri git­tikce artmıştı. Bunu farkeden Îs -aleyhisselÂm-, kendisine ina­nanların arasından sectiği on iki mu ’mine, yÂni havÂrîlerine:
“–AllÂh -celle celÂluhû- ’nun dînine hizmette ve onu muhÂfa­zada kim benim yardımcım olacak?” diye sordu.
HavÂrîlerin hepsi birden:
“–Biz Sana yardımcılarız. Her şeyimiz ile AllÂh ’ın yoluna yar­dımcı olacağız. Cunku biz, O ’nun dînine gonul verdik. Sen şÃ‚hid ol ki, biz, Sen ’in dînine bağlı gercek muslumanlarız!” dediler.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“ÎsÂ, onlar (bedbaht insanlar)daki inkÂrcılığı sezince: «–AllÂh yolunda bana yardımcı olacaklar kimlerdir?» dedi. HavÂrîler: «–Biz, AllÂh yolunun yardımcılarıyız; AllÂh ’a inan­dık! ŞÃ‚hid ol ki, bizler muslumanlarız!» cevÂbını verdiler.” (Âl-i İmrÂn, 52)
“Ey îmÂn edenler! AllÂh ’ın yardımcıları olun! Nitekim Meryem oğlu Îs havÂrîlere: «–AllÂh ’a (giden yolda) benim yardımcılarım kimlerdir?» demişti. HavÂrîler de: «–AllÂh (yo­lunun) yardımcıları biziz!» demişlerdi. İsrÂîloğulları ’ndan bir zumre inanmış, bir zumre de inkÂr etmişti. Nihayet Biz, inananları, duşmanlarına karşı destekledik; boylece ustun geldiler.” (es-Saff, 14)
“HavÂrî” kelimesi, Arapca ’ya Habeşce ’den gecmiş olup aslı “havÂry”dır ve “yardımcı” mÂnÂsı taşımaktadır. Ayrıca “seckin insan” anlamına da gelmektedir.
HavÂrîler de, Îs -aleyhisselÂm- ’a herkesten once îmÂn eden ve O ’na yardımcı olan on iki ihlÂslı ve temiz mu ’mine verilen isimdir. Bunlara “ensÂrullÂh” da denmiştir. HavÂrîler, Hristiyanlığın yayılması icin Îs -aleyhisselÂm- tarafından secilmişlerdir. Meşhur Barnabas İncîli ’ni yazan Barnabas da bunlardandır.
SemÂdan Sofra İnmesi (MÂide) HavÂrîler, Hazret-i Îs ’dan, semÂdan sofra inmesi icin du etmesini istediler. Îs -aleyhisselÂm-
“–AllÂh ’ın kudretinden şuphe mi ediyorsunuz? Boyle bir şey istemeye nasıl cesÂret ediyorsunuz?” diye sordu.
HavÂrîler:
“–Başka bir maksadımız yoktur. AllÂh -celle celÂluhû- ’nun lutfuna nÂil olmak ve daha da mutmain olmak icin boyle bir sof­ra istedik!” dediler.
Îs -aleyhisselÂm-, gusledip iki rek ’at namaz kıldı. Uzerine tezellul icin eski bir elbise giyip AllÂh ’a iltic etti. Bu sofra ve onun ihsÂn gununun bir bayram olmasını CenÂb-ı Hak ’tan niyÂz etti.
Bu du makbûl oldu ve “mÂide” (sofra) indi. Uzerinde kebap olmuş bir balık vardı. Balığın baş tarafında tuz, kuyruk tarafında sirke mevcuttu ve sofra yeşilliklerle donatılmıştı. Ekmek uzerin­de de zeytin, bal, peynir vs. vardı.
HavÂrîler bu sefer:
“–Ey AllÂh ’ın peygamberi! Bu mûcize icinde de bir mûcize goster!” dediler.
Îs -aleyhisselÂm- sofradaki balığa:
“–Ey balık! KÂinÂtın Rabbinin izni ile diril!” dedi.
Balık canlandı. HavÂrîleri bir korku sardı. Îs -aleyhisselÂm- bu defa:
“–Ey balık! Rabbimin izni ile eski hÂline don!” buyurdu.
Balık onceki hÂline dondu. HavÂrîler, Hazret-i Îs ’ya:
“–Ey RûhullÂh! Once Siz yiyin!” dediler.
Îs -aleyhisselÂm- ise:
“–Hayır! Kimler istedi ise onlar yesin!” buyurdu.
HavÂrîlerde bir korku meydana geldi. Bunun uzerine Îs -aleyhisselÂm-
“–Fakir ve hastalar gelsin, onlar yesin!” diye emretti.
Hemen fakir ve hastalara haber verdiler. Bin uc yuz kişi geldi ve bu sofradan yedi. Buna rağmen balık bitmedi. Butun yiyenler şif buldu; yemeyenler de pişman oldular.
Havarilerin Bitmeyen İstekleri ve Hz. İsa'nın (a.s) Duası Diğer bir rivÂyete gore Îs -aleyhisselÂm-, havÂrîlere otuz gun oruc tutmalarını emretmişti. Onlar, oruclarını tamamlayınca, yaptıkları bu ibÂdetin kabûl olup olmadığı husûsunda mutmain olmak icin gokten bir sofra inmesini, o gunun bayram olmasını ve sofranın da zengin-fakir herkese yetmesini Hazret-i Îs ’dan taleb ettiler.
Îs -aleyhisselÂm-, onların, boyle bir talebin şukrunu yerine getiremeyeceklerinden endişe etti. Kendilerine nasihatte bulun­du. Bu isteklerinden men etmeye calıştı.
Fakat havÂrîler arzularından vazgecmeyince, Îs -aleyhis­selÂm- seccÂdesine gecti, onlar da arkada saf tuttular. RûhullÂh, CenÂb-ı Hakk ’a niyÂz ile ağlamaya başladı. İlticÂsı biterken AllÂh ’ın bir lutfu olarak gokten mÂide (sofra) geldi. Onu, sa­rıklı iki kimse taşıyordu. Îs -aleyhisselÂm-, bu sofranın rahmet olması; azÂb olmaması icin du etti.
Gokten inen sofra yaklaştı, Îs -aleyhisselÂm- ’ın onunde durdu. Hazret-i RûhullÂh:
diyerek sofranın ortusunu kaldırdı. Uzerinde yedi balık, yedi pi­de, sirke, nar ve ceşitli meyveler vardı.
Sofra, gun aşırı inmeye başladı. Bu, kırk gun devÂm etti. MÂide, kuşluk vakti iner, zengin-fakir herkes yer ve oğle vakti se­mÂya cekilirdi ve bu esnÂda golgesi yere duşerdi.
Daha sonra, «Zenginler ve sağlamlar yemesin!» diye vahiy geldi. Bu emir, kalbi bozuk olan zengin ve sağlamların ağırı­na gitti. Nefislerine tÂbî olarak sofradan mahrum bırakıldıklarına kızdılar ve:
“–Siz bu sofrayı hak mı kabûl ediyorsunuz?” diye alaya başladılar.
Bunlar otuz veya uc yuz otuz kişiydi ki, gazab-ı ilÂhîye dûcÂr olarak bir gecede domuz hÂline dondurulduler. Hak TeÂl ’nın bildirdiği azÂba uğradılar. Diğer insanlar da, bunların hÂlini gorup korktular. Îs -aleyhisselÂm- ’a sığındılar.
Domuz hÂline gelenler, Îs -aleyhisselÂm- ’ı gorunce derman dilerlerdi. Etrafında dolaşarak bunu ifÂde edici hareketler yapar­lardı. Îs -aleyhisselÂm-, bunlara isimleri ile hitÂb edince ağlar­lar; başları ile işÃ‚ret edip imdÂd isterlerdi. Ancak cok buyuk bir is­yÂna duştukleri icin, bu azÂbı hak etmişlerdi ve uc gun sonra da tamÂmen helÂk oldular. Leşleri de kayboldu.
RivÂyete gore Îs -aleyhisselÂm-, yanından bir domuz ge­cerken «SelÂmet ol!» diyordu. EtrÂfındakiler:
“–İlÂhî azÂba dûcÂr oldukları hÂlde, nicin boyle buyuruyor­sunuz?” diye sordular.
Îs -aleyhisselÂm- da:
“–Ağzımı kotuye alıştırmamak icin!” buyurdu.
Gokten İnen Sofra (Maide) Kur'an'da Nasıl Geciyor? Sofra indirilmesi hÂdisesi, Kur ’Ân-ı Kerîm ’de şoyle ifÂde buyrulur:
“Hani havÂrîler: «–Ey Meryem oğlu ÎsÂ! Rabbin bize gokten, donatılmış bir sofra indirebilir mi?» demişlerdi. O (da): «–ÎmÂn etmiş kimseler iseniz, AllÂh ’tan korkun!» ce­vÂbını vermişti.”
“(Fakat) onlar: «–Ondan yiyelim, kalblerimiz mutmain ol­sun! Bize doğru soylediğini bilelim ve onu gozleriyle gor­muş şÃ‚hidler olalım istiyoruz!» demişlerdi.”
“(Bunun uzerine) Meryem oğlu Îs şoyle dedi: «–Ey Rabbimiz! Bize gokten bir sofra indir ki, bizim icin, gecmiş ve geleceklerimiz icin bayram ve Sen ’den bir Âyet (mûcize) ol­sun! Bizi rızıklandır; zÂten Sen, rızık verenlerin en hayırlısısın.»”
“AllÂh da şoyle buyurdu: «–Ben onu size şuphesiz in­direceğim; ama bundan sonra icinizden kim inkÂr ederse, kÂinatta hicbir kimseye etmediğim azÂbı, ona edeceğim!»” (el-MÂide, 112-115)
Âyet-i kerîmelerden de anlaşıldığı gibi, havÂrîlerin mÂide ta­lebi, kalblerinin mutmain olması icindi. Yoksa şupheleri olduğu icin değildi. Onlar, ilÂhî bir mûcize manzarası seyretmek istiyor­lardı. Ancak bu taleb, buyuk bir mes ’ûliyeti de peşinden getirdiği icin Hazret-i Îs -aleyhisselÂm-:
“–Eğer mu ’min iseniz AllÂh ’tan korkun!” buyurmuştu.
Burada iki husus vardır:
Hazret-i Îs -aleyhisselÂm-: “–Mûcizenin mÂhiyetini tÂyin ederek iste­mekte AllÂh ’tan korkun!” buyurdu. Cunku mûcizeyi kendi arzusu istikÂmetinde istemek, curum ve haddi aşmaktır. Bir nevî cur ’ettir ve bu kadar mûcize gormuş iken tekrar tekrar mûcize taleb et­mek, yersiz bir istektir. Bu da, îmÂn eden bir kula yakışmaz. Teslîmiyeti zedeler. Diğer taraftan Îs -aleyhisselÂm-: “–Eğer mu ’min iseniz AllÂh ’tan korkun!” demekle onlara, isteklerinin meydana gel­mesi icin takvÂyı emretmektedir. AmmÂr bin YÂsir -radıyallÂhu anh- ’tan gelen bir hadîs-i şerîfte şoyle rivÂyet edilir:
“Sofra gokten inerdi. Uzerinde ekmek ve et bulunurdu. Yi­yenlere; hıyÂnet etmemeleri, alıp saklamamaları ve ertesi gun icin (yemek uzere) ayırmamaları emrolundu. (Fakat) onlar, (bu emri) dinlemeyip hıyÂnet ettiler. (Sofradaki yiyecekleri) aldılar ve sakladılar. Bunun uzerine maymunlar ve domuzlar hÂline dondu­rulduler.” (Tirmizî, Tefsîr, 5/3061)
HavÂrîlerin ve Îs -aleyhisselÂm- ’ın Nusaybin ’e Gitmeleri SelmÂn-ı FÂrisî -radıyallÂhu anh- ’tan şoyle rivÂyet edilir:
Îs -aleyhisselÂm-, Nusaybin ’de kibir ve zulum ile mÂruf bir hukumdarı îmÂna dÂvet etmeye memur edildi. Kendisinden on­ce oraya birkac havÂrîsini gondermeyi duşundu:
“–Kim gidecek?” diye sordu.
Ya ’kûb:
“–Ben gideceğim.” dedi.
Ona Tevman ve Şem ’un da iltihÂk etti. Şem ’un, Hazret-i Îs ’ya:
“–Ey RûhullÂh! İzninizle ben de gideceğim, ancak dara du­şup de sizi cağırırsam, nazar ve yardımlarınızı uzerimizden ek­sik etmeyiniz!” diye ricÂda bulundu.
Ucu birlikte yola cıktılar. Şem ’un şehrin dışında kaldı:
“–Yar­dım isterseniz ben gelirim.” dedi.
Ya ’kûb ve Tevman şehre girdiler. Halkı toplayıp tevhîd akî­desine dÂvet ettiler. Halk, Hazret-i Meryem ve Îs -aleyhisselÂm- hakkındaki sû-i zanlara inanmış oldukları icin bu dÂvete red ile mukÂbelede bulundular. Hatt onları lÂnetlediler. Sonra Tevman ’ı hu­kumdara goturduler. Hukumdar, onun ellerini ve ayaklarını kes­tirdi. Gozlerine de mil cektirip zindana attırdı.
Bu arada Şem ’un, hÂlini gizleyerek şehre girdi. HukumdÂra yaklaştı. Guzel bir dostluk kurdu ve onun sohbet arkadaşların­dan oldu. Birgun Şem ’un, Tevman ’a bir şeyler sormak istediğini soyleyerek hukumdardan musÂade istedi. İkisi de birbirlerini ta­nımıyor gibi yaptılar.
Şem ’un:
“–Ey kişi! Sozun nedir?” diye sordu.
Tevman:
“–Îs -aleyhisselÂm- AllÂh ’ın kulu ve Rasûlu ’dur.” dedi.
Sonra konuşmaları şoyle devÂm etti:
“–Sozunun doğruluğuna delîlin nedir?”
“–Her hastalığa şif olmaktadır.”
“–Bunu tabipler de yapar. Başka delîlin var mı?”
“–Halkın, evlerinde ne yiyip ne sakladıklarını bilir.”
“–Bunu kÂhinler de bilir. Başka?”
“–Camurdan kuş yapıp ucurtur.”
“–Bunu sihirbazlar da yapar. Başka?”
“–Oluleri diriltir!..”
“–İşte bu, insanustu bir şeydir. O hÂlde Îs ’yı cağıralım. Hakîka­ten oluleri diriltir ise O ’na îmÂn edelim!”
Hukumdar, Şem ’un ’un bu sozlerini hoş karşıladı. Hemen ha­ber ulaştırdılar ve bu dÂvet uzerine Îs -aleyhisselÂm- Nusay­bin ’e geldi. Şem ’un ’u hic tanımıyor gibi yaptı.
Şem ’un hukumdÂra:
“–İsterseniz O ’nu Tevman ’la deneyelim.” dedi.
Tevman ’ı getirdiler. Îs -aleyhisselÂm- Tevman ’ın ayaklarını ve kollarını sıvazlayınca vucûdu yine eski hÂline geldi. Daha sonra gozlerini de eliyle sildi; onlar da iyileşti.
Şem ’un hukumdÂra bakıp:
“–İşte bu gercekten peygamberliğe bir delildir.” dedi.
Daha sonra Şem ’un:
“–Ey ÎsÂ! Meclisimizde bulunanlar bu gece evlerinde ne ye­diler? Ne sakladılar?” diye sordu.
Îs -aleyhisselÂm-, hepsini bir bir soyledi.
Camurdan yarasa yapmasını teklîf etti. Onu da yapıp ucur­du. Hastalar icin şif talebinde bulundu. Butun hastalar şifÂya kavuştular. Bir olu diriltmesini istedi. Ustelik diriltilecek şahıs da Nûh -aleyhisselÂm- ’ın oğlu SÂm olarak tÂyin edildi. Îs -aleyhisselÂm-, AllÂh ’ın izni ile SÂm bin Nûh ’u da diriltti. SÂm ’a:
“–Olduğun zaman boyle yaşlı mı idin?” dediler.
O da:
“–Hayır! KıyÂmet koptu zannettim!..” dedi.
Ardından SÂm bin Nûh, Hazret-i Îs -aleyhisselÂm- ’ın pey­gamberliğini tasdîk ederek, tekrar vefÂt etti.
Bu kadar cok ve acık mûcizeler karşısında hukumdar ve as­kerleri hep birlikte îmÂn ettiler.
Buradan anlaşılmaktadır ki, bir muslumanın akıl ve idrÂk s­hibi olması ve firÂsetli hareket etmesi gerekir. Zîr her doğru her yerde soylenmez; zamanı beklenir, zemîni hazırlanır.
Habibi Neccar'ın Hikayesi Îs -aleyhisselÂm-, Antakya taraflarına iki havÂrî gonderdi. Bunlar, insanları putperestlikten vazgecip îmÂna gelmeye dÂvet ettiler. Ancak orada putperest bir kral vardı ve bu iki havÂrîyi ya­kalatıp hapse attırdı.
Bunun uzerine Îs -aleyhisselÂm-, havÂrîlerin reisi olan Şem ’un ’u oraya gonderdi.
Şem ’un, ilk once kralla yakınlık kurdu. Kral ve etrÂfı uzerinde oluşturduğu musbet tesirini ve nufûzunu iyice kemÂle erdirdikten sonra da onları guzel bir usûlle îmÂna dÂvet etti. Kral ve etrÂfı bu dÂvetten mutmain olup îmÂn ettiler. Fakat halk îmÂn etmedi.
Halkın bu îtirazlarını duyan Habîbu ’n-NeccÂr isminde bir şahıs, şehrin uzağındaki evinden koşarak onların arasına girdi. Bu elcilerin bildirdiklerine kendisinin inandığını soyleyerek herke­si îmÂna cağırdı. Ancak gÂfil halk, onu dinlemedikleri gibi iyice taşmış bulunan ofkelerine tÂbî olarak Habîbu ’n-NeccÂr ’ı oracık­ta şehîd ettiler.
Bu hÂdise Kur ’Ân-ı Kerîm ’de şoyle bildirilir:
“Onlara, şu şehir halkını misÂl getir! Hani onlara elciler gelmişti.” (YÂsîn, 13)
“İşte o zaman Biz, onlara iki elci gondermiştik. Onları yalanladılar. Bunun uzerine ucuncu bir elci gonderdik. On­lar: «–Biz size gonderilmiş elcileriz!» dediler.” (YÂsîn, 14)
“Elcilere dediler ki: «–Siz de ancak bizim gibi birer in­sansınız. RahmÂn, herhangi bir şey indirmedi. Siz ancak ya­lan soyluyorsunuz!»” (YÂsîn, 15)
“(Elciler) dediler ki: «–Rabbimiz biliyor; biz gercekten si­ze gonderilmiş elcileriz.»” (YÂsîn, 16)
“«–Bizim vazîfemiz, acık bir şekilde AllÂh ’ın buyrukları­nı size teblîğ etmekten başka bir şey değildir!» dediler.” (YÂsîn, 17)
“(Fakat gÂfil halk

“Elciler şoyle cevap verdi: «–Sizin uğursuzluğunuz si­zinle beraberdir. Size nasihat ediliyorsa, bu uğursuzluk mu­dur? BilÂkis, siz aşırı giden bir milletsiniz!»” (YÂsîn, 19)
“Derken şehrin obur ucundan bir adam koşarak geldi: «–Ey kavmim! Bu elcilere uyunuz!» dedi.” (YÂsîn, 20)
“Sizden herhangi bir ucret istemeyen bu kimselere tÂbî olun; cunku onlar, hidÂyete ermiş kimselerdir.»” (YÂsîn, 21)
Bu tavsiyesinden dolayı, adama donerek:
«–Vay sen de mi onların dînindensin?!» dediler. Bunun uzerine adam şoyle dedi:
“–Bana ne olmuş ki, beni yaratana ibÂdet etmeyecekmişim! HÂlbuki, hepiniz O ’na donduruleceksiniz.” (YÂsîn, 22)
“O ’ndan başka ilÂhlar mı edineyim? O cok esirgeyici AllÂh, eğer bana bir zarar dilerse, onların (putların) şefÂati ba­na hicbir fayda vermez; beni kurtaramazlar.” (YÂsîn, 23)
“İşte o zaman ben apacık bir sapıklığın icine gomulmuş olurum.” (YÂsîn, 24)
“Şuphesiz ben, Rabbinize inandım; beni dinleyin!” (YÂsîn, 25)
Ancak azgın ve bedbaht guruh, bu sozleri dinlemeyip o zÂtı taş yağmuruna tuttu. Habîbu ’n-NeccÂr tam oleceği esnÂda ona:
“«–Gir cennete!» denildi. (O da bunun uzerine) dedi ki: «–Keşke, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrÂma mazhar olanlardan kıldığını kavmim bilseydi!»” (YÂsîn, 26-27)
Ebû MucÂhid Hazretleri buyurur ki:
“Mahlûkatın en ahmağı nefistir. Cunku hep kendi aleyhine olan şeyleri ister.”
Nitekim bedbaht ahÂlî, Habîbu ’n-NeccÂr ’ın yuce dÂvetini ka­bûl etmemişler, ayrıca nefsÂnî arzularına uymadığı icin onu uğur­suzlukla ithÂm etmişlerdi. HÂlbuki Habîbu ’n-NeccÂr, onların dun­y ve Âhiret selÂmetini istemişti. Fakat onlar, nefsÂniyetlerine tÂbî olarak îmÂna gelmediler ve Âhiretlerini helÂk ettiler.
İSA ALEYHİSSELAMIN GOĞE YUKSELİŞİ Mûs -aleyhisselÂm- ’a gonderilen dinde Benî İsrÂîl gevşek­lik gostermiş, pek cok îtirazlarda bulunmuş ve doğru yoldan tamÂmen ayrılmışlardı. Bundan sonra gelen nebîler, kendilerini dÂim îkÂz ettilerse de, bu azgın millet, yine de uslanmayıp şid­dete dahî başvurdular; hatt peygamberleri katletmeye kadar aşırıya gidip peygamber kÂtili oldular.
İşte bu kavim, Îs -aleyhisselÂm- ’ın zuhûrunda dağınık du­rumdaydı. Bir kurtarıcı bekliyorlardı. Bekledikleri peygamberin, mucÂdeleci, tuttuğunu koparan ve cok şiddetli bir kimse olması­nı istiyorlardı. Cunku o peygamber, kendilerini esÂretten kurtarıp buyuk menfaatlere kavuşturmalı idi.
Bunun icindir ki Îs -aleyhisselÂm-, onları hidÂyete dÂvet ile gonderildiğinde, yahûdîler onu cok yumuşak buldular. Ve kendi­sine inanmak istemediler.
Ancak Îs -aleyhisselÂm-, her şeye rağmen sabır gostere­rek yeryuzunde sulh ve selÂmet hislerini yerleştirmeye, insanla­rın aralarını duzeltip onları barıştırmaya gayret gosterdi. Yahûdîleri icinde bulundukları sapık yoldan kurtarmaya calıştı. Fakat elleri peygamber kanlarına bulanmış azgın yahûdîler, bu dÂvetten rahatsız oldular. Netîcede Hazret-i Îs -aleyhisselÂm- ’ı oldurme­ye karar verdiler. Hem Îs -aleyhisselÂm- ’a, hem de etrÂfındaki­lere zulmetmeye başladılar.
Oyle ki, mÂruz kaldıkları zulumler karşısında havÂrîlerden Yudas, Ishar ve Yot (YehûdÂ) irtidÂd etti. Ustelik iclerinden YehûdÂ, Zekeriyy ve Yahy -aleyhimesselÂm- ’ı olduren cÂnî yahûdîlere Îs -aleyhisselÂm- ’ın bulunduğu yeri haber verdi. Ancak CenÂb-ı Hakk ’ın gazabına uğrayanlardan oldu ve yaptığının cezÂsı ola­rak, cÂnî yahûdîlere Îs -aleyhisselÂm- sûretinde gosterildi ve car­mıha o gerildi. Îs -aleyhisselÂm- ise, goğe ref ’ edildi.
İsa Aleyhisselamın Goğe Yukselişi Hakkındaki Farklı Goruşler Îs -aleyhisselÂm- ’ın semÂya ref ’i hakkında farklı goruşler vardır:
İbn-i AbbÂs -radıyallÂhu anhumÂ- ’dan gelen rivÂyete gore, yahûdîlerden bir cemÂat, Îs -aleyhisselÂm- ve annesi Hazret-i Meryem ’e dil uzattılar. Hazret-i Îs da ellerini kaldırdı ve:
“–Y Rabbî! Sen beni «Kun! = Ol!» kelimesi ile halk ettin. Bana ve anneme dil uzatanlara lÂnet et!” diye du etti.
AllÂh TeÂlÂ, bu duÂyı kabûl buyurarak, iftir ve alay eden­leri maymun ve domuza cevirdi.
İşte bu hÂdiseden sonra yahûdîler, Îs -aleyhisselÂm- ’ı kat­letmeye karar verdiler. HavÂrîlerden Yehûd ’ya birkac kuruş pa­ra vererek ondan Hazret-i Îs ’nın yerini oğrendiler. Fakat CebrÂîl -aleyhisselÂm-, RûhullÂh ’ın yanından hic ayrılmıyor, O ’nu koru­yordu. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“...Biz Meryem oğlu Îs ’ya acık mûcizeler verdik ve O ’nu Rûhu ’l-Kudus ile guclendirdik...” (el-Bakara, 253)
NihÂyet Îs -aleyhisselÂm-, AllÂh tarafından semÂya kaldı­rıldı. O sırada otuz uc yaşındaydı.
Yahûdîler, Hazret-i Îs ’nın kaldığı eve girince CenÂb-ı Hak, Yehûd ’yı Îs -aleyhisselÂm- şeklinde temessul ettirdi de RûhullÂh ’ın yerine Yehûd ’yı oldurduler. AllÂh TeÂl buyurur:
“İnkÂr etmelerinden ve Meryem ’in uzerine buyuk bir iftir atmalarından ve «–AllÂh elcisi Meryem oğlu Îs ’yı oldurduk!» de­meleri yuzunden (onları lÂnetledik). HÂlbuki O ’nu ne oldur­duler; ne de astılar. Fakat (oldurdukleri) onlara Îs gibi gos­terildi. O ’nun hakkında ihtilÂfa duşenler, bundan dolayı tam bir kararsızlık icindedirler. Bu hususta zanna uymak dışın­da hicbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak O ’nu ol­durmediler.” (en-NisÂ, 156-157)
“BilÂkis AllÂh, O ’nu (Îs ’yı) kendi nezdine kaldırmıştır. AllÂh izzet ve hikmet sÂhibidir.” (en-NisÂ, 158)
AllÂh, Îs -aleyhisselÂm- ’ı yahûdîlerden muhÂfaza etmiş O ’­nu oldurmelerine mÂnî olmuştur. Bu kesindir. O ’nu kendi katına kaldırmış bulunduğu da şuphesizdir. Ancak bunun şekli ve za­manı husûsunda değişik rivÂyetler vardır. Ekseriyete gore AllÂh -celle celÂluhû-, Îs -aleyhisselÂm- ’ı, kudretiyle mÂnevî semÂlardaki husûsî mevkiine kaldırmıştır. KıyÂmetten once tekrar dun­yÂya gonderecektir. O zaman butun hristiyanlar, musluman ola­cak ve dunyÂda tek din olarak İslÂm kalacaktır.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“(Yahûdîler) tuzak kurdular; AllÂh da onların tuzaklarını bozdu. AllÂh, tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (Âl-i İmrÂn, 54)
“AllÂh buyurmuştu ki: «–Ey ÎsÂ! Şuphesiz ki Sen ’i oldurecek olan (onlar değil) Ben ’im; Sen ’i nezdime yukseltecek, Sen ’i kufredenlerin icinden tertemiz (kurtarıp) cıkara­cak ve Sana tÂbî olanları kıyÂmet gunune kadar kufredenle­rin ustunde tutacak da (Ben ’im). Sonra donuşunuz (de) yalnız Bana (olacak)tır. İşte (o zaman) aranızda, hakkında ihtilÂf et­mekte olduğunuz şeylerin hukmunu Ben vereceğim.” (Âl-i İmrÂn, 55)
“İnkÂr edenler var ya, onları duny ve Âhirette şiddet­li bir azÂba carptıracağım; onların hicbir yardımcıları da ol­mayacak!” (Âl-i