
Dağlarda dolaşıp yılan avlayan adamın bir gun karşılaştığı buyuk yılan ve sonrasında başına gelen ibretlik hadise...Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ anlatır:
Vaktiyle yılan avlayıp, insanlara sergileyerek uc-beş kuruş kazanan bir yılan avcısı vardı. Yine buyukce bir yılan bulabilmek icin dağlarda dolaşıp duruyordu. Gayet soğuk olan dağlarda dolaşırken, bir gun kocaman bir yılan buldu. Hareketsiz yatan bu yılanın olu olduğunu duşundu. Sevine sevine yılanı tuttu, başına ip bağladı, surukleyerek Bağdat ’a goturdu. TellĂ‚llar bağırttı, her tarafa duyurdu.
Haberi duyan herkes, o korkunc yılanı gormek icin adamın başına toplandı. DevĂ‚sĂ‚ yılan o gune kadar gorulmemiş bir buyuklukteydi. Maceracı avcı; yılanı sardığı kilimleri acmıyor, herkesi iyice meraklandırıyordu.
Avcının bilmediği bir husus vardı:
Olu sandığı yılan; aslında soğuktan donmuş, hareketsiz kalmış bir vaziyetteydi. Şehre inip Bağdat ’ın sıcağını gorunce; ısınmaya, ısındıkca da vucuduna can gelmeye başladı. Sonunda seyirci halkın cığlıkları arasında canlandı, iplerini kopardı ve karşısında ne yapacağını şaşıran avcısını oracıkta yutuverdi.
HİSSELER Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚, hikĂ‚yenin şerhini de kendisi yapmıştır:
“Ey insanoğlu! Senin nefsin de boyle bir ejderhĂ‚dır. Onu nasıl olur da olu zannedersin? Olmuş gorunse bile o olmemiştir. Gunah işlemek icin eline fırsat gecmediğinden oturu; gamdan uyuşmuş bir hĂ‚lde, donmuş gibi beklemektedir. Nefis guclense, fırsat bulsa, Firavun ’un eline gecenler onun da eline gecse neler yapmaz?!.
Nefis ejderhĂ‚sı; yokluğa, yoksulluğa ve fakirliğe duşerse, elinde bir kurtcağıza donuşur.
Fakat mevki ve mal yuzunden nefis sivrisineği buyur, caylak kesilir!”
Yani nefis, riyĂ‚zat ve mucĂ‚hede neticesinde gucunu kaybeder. Boynu bukulur. LĂ‚kin riyĂ‚zat ve mucĂ‚hede sona erince yani uzerindeki murĂ‚kabe gevşeyince yeniden kuvvet bulur.
“Nefis ejderhĂ‚sını; mahrumiyet soğuğu ve ayrılık karları icinde tut! Aklını başına al da, sakın onu Irak guneşinin altına getirme!
Dikkat et! Nefis ejderhĂ‚sı; mucĂ‚hede ve riyĂ‚zat ile donmuş bir hĂ‚lde iken selĂ‚mettesin, fakat kurtuldu mu, kendine geldi mi ona lokma olursun. Ona acıma; o, acımaya ve iyiliğe lĂ‚yık değildir. Ustune şehvet ve arzu guneşinin harareti vurdu mu, o geberesice; hemen yarasa gibi kanatlarını cırpmaya ve ucmaya başlar. Onunla yiğitce cihĂ‚d et ve savaş ki, buna karşılık Allah sana Kendisi ’yle buluşmayı ihsĂ‚n etsin.
Sen o nefse zahmet ve eziyet vermeden, riyĂ‚zat ve mucadele etmeden; onu uslu, rahat ve vefĂ‚kĂ‚r bir hĂ‚lde tutmayı mı umuyorsun? Bu asla mumkun değildir!”
Nefis, insana imtihan icin verilmiştir. Ham ve gafil nefis, insana dĂ‚imĂ‚ kotuluğu emreder. NefsĂ‚nî arzularla meşgul eder. RûhĂ‚nî ve mĂ‚nevî vazifelerden uzak durmak ister.
CenĂ‚b-ı Hak, Şems Sûresi ’nde ust uste sekiz yeminden sonra şoyle buyurur:
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَا ﴿٩﴾ وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَاۜ ﴿١٠﴾
“Nefsini tezkiye eden (kotuluklerden arındıran) elbette kurtuluşa erdi. Onu kotuluklere gomen de ziyĂ‚n etti.” (eş-Şems, 9-10)
Nefsin tezkiyesi nedir?
NefsĂ‚nî arzuların esĂ‚retinden kurtulmaktır. Nefse muhalefet etmektir.
Mu ’min; elbette ki nefsinin bedenî ve dunyevî ihtiyaclarını karşılar. Ancak bunu yaparken kifĂ‚yet olcusunu aşmamalı; oburluk, luks, israf ve pintiliğe duşmemelidir.
Ehlullah hazerĂ‚tı şoyle der:
“Nefse taviz vererek, yani nefsin arzularını yerine getirerek onun şerrinden kurtulmak mumkun değildir. Bundan kurtulmanın yegĂ‚ne caresi; AllĂ‚h ’a sığınıp, O ’nun emirlerine sarılmaktır.”
ŞUPHELİLERDEN İCTİNAB Nefisle mucadelede hassĂ‚siyet ve titizlik gostermek îcĂ‚b eder. Sadece belli başlı zĂ‚hirî haramlardan uzak durmak bu mucĂ‚hedede kĂ‚fi değildir. Tehlikesi, hikĂ‚yedeki donmuş yılan gibi bĂ‚tında kalan, gizli olan şupheli şeylerden de, kerĂ‚hetli ve netĂ‚meli işlerden de uzak durmak lĂ‚zımdır. Hadîs-i şerifte buyurulur:
“Şuphesiz helĂ‚l bellidir. Haram da bellidir. Fakat bu ikisi arasında (helĂ‚l veya haram olduğu acıkca belli olmayan) birtakım şupheli şeyler vardır ki, pek cok kimse onları bilemez.
Şupheli şeylerden kacınan bir kimse, dînini ve haysiyetini korumuş olur. Şupheli şeylerden sakınmayan bir kimse ise, zamanla harama duşer. Tıpkı surusunu başkasına ait bir arazinin etrafında otlatan coban gibi ki, surunun bu araziye girme tehlikesi vardır. Dikkat edin!
Her padişahın girilmesi yasak bir arazisi vardır. Unutmayın ki, AllĂ‚h ’ın yasak arazisi de haram kıldığı şeylerdir.” (BuhĂ‚rî, ÎmĂ‚n, 39)
Kıssadaki avcı, yılanın kendisine hicbir zarar veremeyeceğini sanıyordu. LĂ‚kin bu buyuk bir aldanış oldu.
Vakıf malını almak gibi, birtakım mahzurlu, şupheli işler de boyledir. Gafil kişi, bunların Ă‚hiretine zarar vermeyeceğini zanneder. HĂ‚lbuki ecel her an gelebilir. Gafil hĂ‚lde iken son nefes geliverirse, kişi buyuk bir nedĂ‚mete dûcĂ‚r olacaktır. Âhirette kullanamayacağı faydasız bir servetin hic veremeyeceği ağır hesapları ile karşı karşıya kalır.
Hadîs-i şerifte bu bĂ‚tınen şupheli hususları herkesin idrĂ‚k edemediği bildirilmektedir. Olcumuz şu olmalıdır:
Kalbe kasvet veren, ibĂ‚detlere karşı sıklet ve atĂ‚let meydana getiren her husus şuphelidir. Bunlara karşı dikkatli olunmazsa; temĂ‚yuller, nefsĂ‚nî arzulara gore şekillenmeye başlar. Boylece gonul hantallaşıp duygusuzlaşır, yalnız kendi menfaatini duşunur. Merhamet ve şefkat fukarĂ‚sı hĂ‚line gelir.
Bu cirkin hĂ‚llerden kurtulmanın yolu, Allah korkusudur. Hadîs-i şerifte bildirildiği uzere; «hudûdullĂ‚h»ı ciğneme endişesiyle, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın Ă‚detĂ‚ yasaklı saha îlĂ‚n ettiği şupheli noktalardan uzak durmaktır.
Tohmet olan yerlerden uzak durmak da bu hususta muhim bir nebevî tavsiyedir.
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- da şoyle buyurur:
“Kendisini tohmet altında bırakacak işlere girişen kimse, kendisi hakkında kotu duşunenleri kınamasın.”
CĂ‚fer-i SĂ‚dık Hazretleri ise şoyle buyurmuştur:
“–Babam beni uc şeyle terbiye etti. Bana dedi ki:
«–Oğlum! Kotu arkadaşla beraber olan, selĂ‚mette olmaz.
–Kotu yerlere girip cıkan, tohmet altında kalır.
–Diline sahip olmayan, pişman olur!»”
Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Kim Rabbinin makamında durup hesap vermekten korkar da nefsini hevĂ‚ ve heveslerden alıkoyarsa, şuphesiz onun varacağı yer cennettir.” (en-NĂ‚ziĂ‚t, 40-41)
Nefis ne kadar tezkiye edilse, mertebeler icerisinde ne kadar yukselse de, ondaki menfî vasıflar tamamen olmez; vucutta durup, şartları oluşunca hastalığı meydana getiren bir virus gibi sinmiş bir vaziyette bekler.
Rabbimiz ’in kulluk emri, son nefese kadardır. Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Sana yakîn (olum) gelinceye kadar Rabbine ibĂ‚det et!” (el-Hicr, 99)
Demek ki;
İdrĂ‚k ettiğimiz Ramazanları, mubĂ‚rek zamanları omre yaymak lĂ‚zımdır. Nefis tezkiyesini bir omur surdurmek lĂ‚zımdır.
Asla; «biraz kazandık, biraz daha harcayalım.» tarzında bir ahmaklığa duşmemek lĂ‚zımdır.
CenĂ‚b-ı Hakk ’ın lutfu olarak RamazĂ‚n-ı şerîfi idrĂ‚k ettik. İbĂ‚detler ettik, mĂ‚nevî feyiz ve rûhĂ‚niyetlerden gayretlerimiz nisbetinde istifĂ‚de ettik inşĂ‚allah.
LĂ‚kin asıl imtihan;
RAMAZAN ’DAN SONRA… Gunumuzde insanlar sağlık ve zindelik icin perhizler yapıyor. Muayyen bir vakit verilen tĂ‚limatlara riĂ‚yet ediyor, gıdĂ‚sını ciddî şekilde tahdit ediyor. İhtimĂ‚mı nisbetinde netice de alıyor. Kilo veriyor. Hedeflediği şekilde rahatlık temin ediyor.
Ancak perhiz bittikten sonra dikkat elden bırakılırsa, verilen kilolar tamamen geri donduğu gibi bazen, daha fazlası da geliyor.
RamazĂ‚n-ı şeriften sonraki vaziyet işte bunun icin cok muhim. Bu mĂ‚nevî perhizden cıkarken elde edilen kıvĂ‚mı tamamen elden bırakmamak gerekir.
Bu mubĂ‚rek ayda terĂ‚vihler kıldık, sahurda da teheccudler edĂ‚ ettik. Ramazan ’dan sonra da teheccudleri devam ettirmek icin gayret etmemiz lĂ‚zımdır. Bu mubĂ‚rek ayda hatimler indirdik, devamında da Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in tilĂ‚vet bereketinden gunluk nasibimizi almaya devam etmeliyiz. Bir ay boyunca oruc tuttuk. Sıhhati elverenler icin; Şevval, Zilhicce, Muharrem ve benzeri vesilelerle, diğer sunnet oruclarla vucudumuza ve nefsimize orucun terbiyesini unutturmadan sık sık bu tezkiyeyi tekrarlamakta fĂ‚ide vardır. Bu ayda gonuller yumuşadı; iftarlar, infaklar, fitreler edĂ‚ edildi. FukarĂ‚nın sadece Ramazan ’da değil her zaman muhtac olduğunu unutmayıp, infĂ‚ka devam etmek îcĂ‚b eder. RamazĂ‚n-ı şerifteki kadar fazla ve bol olarak devam ettirmek elbette zordur. LĂ‚kin az da olsa devamlı tarifindeki gibi sĂ‚lih ameller devam ettirilirse, nefsin bu ayda girdiği donukluk hĂ‚li surdurulebilmiş olur. Aksi takdirde Irak guneşinin donmuş yılanı uyandırması gibi; Ramazan sonrası kontrolsuz nefsĂ‚niyet ve gaflet de, nefisleri eski hĂ‚line dondurur.
MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri, nefs-i emmĂ‚renin tuzaklarına aldanarak rehĂ‚vete kapılanları bekleyen hazin Ă‚kıbeti şu mĂ‚nidar misalle anlatır:
“Timsah, ağzını acar, bekler; parcalayarak yediği hayvanların artıkları dişlerinin arasında kaldığından kurtlanmıştır. Dişlerinin arasında kurtlar kaynaşır!
Kucuk kuşlar; timsahın dişleri arasındaki bu kurtları gorurler, onları yiyerek karınlarını doyurmak icin oraya girerler. Ağzı kuşlarla dolan timsah da, birdenbire ağzını kapatır, onları yutuverir!
Sen; sana hoş gelen nefsĂ‚nî gıdĂ‚ ve menfaatlerle dolu olan dunyayı da, bir timsahın ağzı bil!”
İDDİA YOK, HİCLİK VAR!.. Kıssanın bir hikmeti de avcının maharet ve kudretle arz-ı endĂ‚m etmeye calışırken, asıl kendisinin av olmasıdır.
Tasavvuf ehli, nefsin; riyĂ‚, ucub ve sum‘a gibi tehlikelerine dikkat cekmişlerdir. Nefis, kendini beğenme ve kendini gosterme temĂ‚yulundedir. Bunu hayırlı işlerde dahî yapmaya kalkar.
MeselĂ‚ tevĂ‚zu elbisesi giydirilmiş bir ovunme ile;
“–Efendim, bendeniz Ă‚cizĂ‚ne, ancak şu kadar hatim indirebiliyorum, şu kadar talebe yetiştirebildim, şu kadar hayrĂ‚t yapabildim…” diyerek ve bunu fĂ‚nîlere teşhir ederek, o amellerin ecrini ziyĂ‚n eder. Yahut yaptığı amelleri gozunde buyuterek, kendini başkalarından ustun gorebilir.
İşte insan, nefsin boyle hilelerine duşmuşse, ejderhĂ‚nın yuttuğu adam gibi helĂ‚k olmuş demektir!..
En zor sanat; benliği, yani gurur, kibir ve enĂ‚niyeti bertaraf edebilmektir. Zira gurur ve kibir alĂ‚metleri zĂ‚hiren terk edilse bile, nefsin bunu hazmedip kabullenmesi kolay değildir. Bu sebeple nefsin hile ve tuzaklarından hicbir zaman emîn olunamaz.
CenĂ‚b-ı Hak, buyuk muzafferiyetlerden sonra ashĂ‚b-ı kirĂ‚mın bu tuzağa duşmemesi icin îkaz buyurmuştur:
MeselĂ‚ Bedir Zaferi ’nden sonra, İslĂ‚m ahlĂ‚kını yavaş yavaş hazmetmekte olan muslumanlar arasında;
“–Ben şoyle savaştım! Şoyle yiğitlik gosterdim!” diyenler oldu. CenĂ‚b-ı Hak buyurdu:
“(Ey Rasûlum! O gun) onları siz oldurmediniz, fakat Allah oldurdu. Attığın zaman da Sen atmadın, fakat Allah attı. Ve bunu, mu ’minleri guzel bir imtihanla denemek icin (yaptı)…” (el-EnfĂ‚l, 17)
Mekke ’nin fethinden sonra da Nasr Sûresi nĂ‚zil oldu. Bu sûrede;
“AllĂ‚h ’ın zafer yardımı ve fetih geldiği ve insanların buyuk kalabalıklar hĂ‚linde İslĂ‚m ’a girdiğini gorduğun zaman, Rabbini hamd ile tesbîh et ve istiğfĂ‚r et!”
Yani;
“Zaferleri, muvaffakiyetleri ve butun hayırları Rabbine izĂ‚fe et; bundan dolayı O ’na hamd ve şukur ile yonel! Ayrıca bu vazifende vĂ‚kî olabilecek kusurların icin de O ’ndan bağışlanma dile!” buyurulmaktadır.
Zunnûn-ı Mısrî Hazretleri şu mĂ‚nidar ifadeleri buyurur:
“Nice insanlar oludur, Ă‚limler bundan mustesnĂ‚dır.
Nice Ă‚limler uykudadır, ilmiyle Ă‚mil olanlar bunun dışındadır.
İlmiyle amel edenlerin de aldanma ihtimali vardır, ancak ihlĂ‚slılar mustesnĂ‚dır.
İhlĂ‚slılar da (dunyada her an) buyuk bir tehlike ile karşı karşıyadırlar…” (Beyhakî, Şuab, V, 345)
Bu tehlike; amellerine guvenip rehĂ‚vete kapılma, kendini beğenme ve gururlanma tehlikesidir.
RivÂyete gore;
Allah TeĂ‚lĂ‚, Hazret-i DĂ‚vûd ’a şoyle vahyetti:
“–Ey DĂ‚vûd! Sıddîkları korkut. FĂ‚sıkları mujdele!”
DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- (aldığı bu ilĂ‚hî emrin derûnundaki hikmeti ilk anda kavrayamadığından, buyuk bir hayret icerisinde şoyle sordu):
“–YĂ‚ Rabbî! Sıddîkları mujdeleyip, fĂ‚sıkları korkutmam gerekmez miydi?”
CenĂ‚b-ı Hak yine şoyle vahyetti:
“–Ey DĂ‚vûd!
Sıddîkları korkut ki, kendi amellerine guvenerek mağrur olmasınlar. FĂ‚sıkları mujdele ki, rahmetim gazabımdan coktur. (Umitsiz olup da husrĂ‚na suruklenmesinler. Umit ile Hakk ’a yonelsinler)” (Darîr Mustafa Efendi, 100 Hadis 100 HikĂ‚ye, s. 166, İstanbul, 2007; Ahmed, Zuhd, s. 138) Şeytan ve nefsimizin, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın sonsuz rahmetini de istismĂ‚r etmesine ve bizi gaflete duşurmesine de izin vermemek îcĂ‚b eder. Bu sebeple Ramazanlar biter, ancak kulluk bitmez. Farz oruclar bayramla bitmiş olur, ancak riyĂ‚zat bir omur surdurulmelidir.
Havf ve recĂ‚ arasında, dĂ‚imĂ‚ AllĂ‚h ’ın rahmetini umarak, diğer taraftan Rabbimiz ’in gazabına duşme endişesiyle hicbir zaman dikkat ve ihtimĂ‚mı elden bırakmadan son nefeste husn-i hĂ‚timeye vĂ‚sıl olma / îmanla son nefesi verme gayret ve titizliği icinde yaşamalıyız.
HĂ‚sılı;
Bu Ă‚leme arz-ı endam icin gelmedik, arz-ı hĂ‚l icin geldik.
Yani;
Bu dunyaya makam-mevki, gosteriş ve şa ’şaa icin gelmedik. CenĂ‚b-ı Hakk ’a kulluk, O ’na yakın olmak ve vuslata nĂ‚il olmak icin yaratıldığımızın şuurunda olmamız îcĂ‚b eder. Rabbimiz; bizleri bir goz acıp kapayıncaya kadar dahî, nefsimizin eline bırakmasın. Bizi rahmet ve inĂ‚yetiyle sırĂ‚t-ı mustakîmde muhafaza buyursun.
Nefsini tezkiye ve kalbini tasfiye ederek felĂ‚ha kavuşanlardan eylesin… Âmîn!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş,Yuzakı Dergisi, Yıl: 2022 Ay: Mayıs, Sayı: 207
İslam ve İhsan