Osmanlı Devleti ’nin ilk anayasası nedir? Osmanlı Devleti ’nde ilk anayasa hangi donemde yururluğe girmiştir? Osmanlı ’da ilk anayasa ve ilk anayasal sisteme geciş...KÂnûn-ı EsÂsî veya 1876 Anayasası, Osmanlı Devleti ’nin ilk ve son anayasasıdır.
OSMANLI DEVLETİ ’NİN İLK ANAYASASI Osmanlı ’da ilk yazılı Anayasa olarak bilinen 1876 tarihli Kanun-ı Esasi 119 maddeden ibarettir. İlk 8-26. maddelerde temel hak ve hurriyetler duzenlenmiştir. Dışardan yapılan baskılar ve ic muhalefetlerle otoritesi sarsılan Sultan Abdulaziz 30 Mayıs 1876 ’da tahtan indirilmiş, onun yerine gecen V. Murad da devleti idare edemeyince, meşrûtî rejimi ve anayasa ilÂnını kabul etmek şartıyla II. Abdulhamid iş başına gelmiştir.
II. Abdulhamid (merhum) once boyle bir anayasa hazırlamanın ve belli konularda yasama yetkisine sahip bir meclis kurmanın “Şer-i Şerife” aykırı olup olmadığını oğrenmek icin yetkili İslÂm Hukukcuları ’ndan rapor istemiştir. Bu konuda Abdulhamid ’e iki ceşit goruş gelmiştir:
Birinci goruş: Azınlıkta kalan bazı İslÂm Hukukcuları hazırlanacak bir Anayasanın acıkca İslÂmî hukumlerle celişen kanunlar yapılmasına yol acabileceğini one surmuşlerdir.
İkinci goruş: Coğunluğu temsil eden İslÂm Hukukcular ’ına gore ise, İslÂm ’ın Devlet başkanına tanıdığı sınırlı yasama yetkisi sınırları icinde kalmak ve acık İslÂmî hukumlere aykırı olmamak şartıyla “Şûr Meclisi” niteliğinde bir yasama meclisi kurmak ve bunun esaslarını duzenleyen ve “usûl” denilen bir kanun-ı esÂsî hazırlamak cÂizdir. Hatta bu bir yerde zorunludur. (Alûsî, Ruhu ’l-Meanî, XXVIII, 20; İb-nu ’l-Kayyim, İ ’lamu ’l-Muvakkı ’în, IV, 372 vd; M. Zeki Pakalın, Son Sadrazamlar ve Başvekiller, İst. 1940, l, 325.)
Nassların belirlediği sınırlar icinde kalmak şartıyla İslÂmî bir Anayasa hazırlamanın mumkun ve cÂiz olduğunu ilk one surenlerden, buyuk mufessir el-Alûsî (o. 1270/1854) bu konuda MucÂdele Sûresi ’nin tefsirini yaparken şoyle demektedir: “Usûl adı altında, İslÂm hukuku tarafından imama ve ulu ’l-emr ’e havale edilen askerî hukuk, ta ’zir cezaları, mirî arazi duzeni, idÂrî teşkilÂt ve benzeri konularda kanun tanzim etmekte bir sakınca yoktur. Şer ’î hukumlere aykırı olmayan “usûl” ile amel edenleri tekfir etmek ise buyuk tehlikedir.” (Alûsî, Ruhu ’l-Meanî, XXVIII, 20-22.)
Lehdeki goruşleri esas alan II. Abdulhamid, Ahmed Mithat Paşa başkanlığındaki Şuray-ı Devlet ’te hazırlanan tasarıda bazı değişiklikler yaparak 1876 ’da Kanun-i Esasî ilanına musaade etmiştir. Boylece Osmanlı devleti meşrutî bir devlet haline gelmiş ve orfî hukukun sınırları icinde yasama gorevini yurutmek uzere ilk defa bir yasama meclisi kabul edilmiştir. (bk. Dustur, l. Tertip, IV, 2-20.)
Bu Anayasa ile muslumanlarla gayr-i muslimler arasıdaki ayırım sona erdirilmiştir. İslÂm hukukunda tanzim edilen uclu vatandaşlık statusu, yani “Musluman, zimm-i muste ’men ve harbî” ayırımı kaldırılarak 8. maddede hangi din ve mezhepten olursa olsun, herkesin Osmanlı vatandaşı olduğu belirtilmiştir.
Bu donemde azınlıklar İslÂm devletine tabi olmanın alameti sayılan cizyenin adım once “bedel-i askerî” olarak değiştirmişler, daha sonra askere alınma cabalarına girişmişlerdir. Bunu, İslÂm ’ın asırlardır tanıdığı geniş din ve vicdan ozgurluğunu kotuye kullanarak yıkıcı faaliyetlere başlamaları izlemiştir.
Cumhuriyet doneminde artık azınlık haklarından değil, azınlık imtiyaz ve yuce haklarından soz edilmiştir. Lozan Antlaşmasının 40. maddesi Anadolu ’da artık hakim sınıfın yer değiştirdiği izlenimini vermektedir. 40. madde şoyledir: “Gayr-i muslim ekalliyetlere mensup olan Turk tebeası hukuken ve fiilen diğer Turk tebeaya uygulanan aynı muamele ve teminattan mustefid olacaklardır. Bunlar ozellikle, masrafları kendilerine ait olmak uzere, her turlu muessesat-ı hayriyye, diniyye veya ictimaiyyeyi, her turlu mektep ve sair muessesatı ta ’lim ve terbiyeyi tesir, idare ve murakabe etmek ve buralarda kendi lisanlarını serbestce istimal ve ayin-i dinilerini serbestce icra eylemek hususlarında eşit haklara malik olacaklardır.”
Gayr-i muslimlere Lozan Antlaşmasıyla sağlanan bu sınırsız dini hak ve hurriyetlere karşılık, toplumun kahir coğunluğunu teşkil eden muminlerin fikir, duşunce, inanc ve vicdani kanaatlerini acıklamada ve bunlarla amel etme ozgurlukleri onemli olcude kısıtlanmıştır. Hristiyanlara ait yılbaşı ve noel baba kutlamaları resmî hale getirilir, carşılarda domuz eti ve şarap satışı teşvik edilirken, bir zamanlar, Muslumana ait tesbih, takke ve Kur ’an-ı Kerim ’in satışı bile yasak edilmiştir. Namaz kılanın devlet hizmetine alınması sakıncalı bulunurken, icki kumar, zina vb. İslÂm ’ın acık yasakları yeni hayatın bir gerceği gibi sunulmuştur.
Yeni donemde gayr-i muslimlere ait vakıflar ve mektepler buyuk bir ozenle korunurken muslumanlara ait vakıflar adeta yağma edilir olmuştur. Vakfın kendisinin veya gelirinin vakfedenin belirlediği amaclar icin kullanılması gerekirken, vakıfnameler dikkate alınmaz olmuştur. Ali Himmet Berki ’nin tespitine gore yalnız İstanbul ’da 200 ila 300 bin arasındaki vakıf malı coğunlukla gayr-i muslimlere olmak uzere yok pahasına satılmıştır. Halbuki vakıf mal bir İslÂm beldesinde aynı gayedeki bir vakfı islah icin kullanılmak uzere kadı hukmu ve Âlimin fetvası ile rayic bedel uzerinden satılabilir. Gabni fahiş (gayri menkulde %20) derecesinde emsalinden duşuk olan satışlar veya kiraya vermeler Hanefilere gore gecersiz sayılmıştır. Alıcı veya kiracıdan ya aradaki farkı tamamlaması ya da gayri menkulu tahliye etmesi istenir. Bu prensiple butun amme malları, vakıf ve yetim malları koruma altına alınmıştır.
Gunumuz devlet, belediye, ozel idare, emekli sandığı, sosyal sigortalar, vakıf malları vb. emlakın kiralanmasında ve kiranın devamında bu esasın gozetilmesinin ne buyuk bir ekonomik kaynak oluşturacağı acıktır. Bu, İslÂm ’ın ortaya koyabileceği buyuk ekonomik potansiyele sadece bir ornektir.
Mu ’minlerin kendi inancları yonunde ibadet serbestliği yanında gunluk ticarî, iktisadî vb. munasebet ve muamelelerinde de serbest hareket edebilmesi din ve vicdan ozgurluğunun gereğidir. Tek yanlı ve cifte standart uygulamalardan toplumu arındırmak; gonul ve kafalarda oluşabilen birikimleri gidermek gerekir.
Aşağıda gunumuz İslÂm aleminde İnsan hak ve hurriyetleri ile ilgili olarak teorik planda yapılan bazı calışmalardan soz etmek istiyorum:
İSLÂM ’DA İNSAN HAKLARI VE HURRİYETLERİ BEYANNAMESİ: İslÂm ’ın meseleleri ve İslÂm ’a ait ilimlerin araştırılması ile meşgul olan musluman duşunur, yazar ve bir kısım devlet adamlarının gayretiyle 22 Kasım 1982 tarihinde Paris ’te akdolunan beynelmilel bir konferansla “İslÂm Konseyi” kurulmuştur. Bu konsey “Evrensel İslÂm Beyannamesi” ile “İslÂm Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi”ni ve ornek bir “İslÂm Anayasası” hazırlayarak dunya efkÂr-ı umumiyesine sunmuştur.
İslÂm Konseyi 19 Eylul 1981 ’de Arapca, İngilizce ve Fransızca olarak “İslÂm ’da İnsan Hakları Beyannamesi” adıyla bir bildiri yayınlamıştır. Takdim, giriş ve 23 maddeden ibaret olan bildirinin madde başlıklarını sıralamakla yetineceğiz.
Yaşama hakkı, hurriyet hakkı, eşitlik hakkı, adalete başvurma hakkı, adil bir yargılamayı isteme hakkı, yuksek otoritenin zulmunden korunma hakkı, işkenceden korunma hakkı, ırz ve namusunu koruma hakkı, sığınma hakkı, azınlık hakları, kamu hizmetlerine katılma hakkı, fikir-inanc-fikir acıklama hurriyeti ve hakkı, din hurriyeti, davet ve tebliğ hakkı, iktisadî haklar, mulkiyet hakkı ve korunması, işcinin hakkı ve odevi, hayati olan ihtiyacları elde etme hakkı, aile kurma hakkı, karının koca uzerinde sahip olduğu haklar, terbiye hakkı, ferdin gizli sırlarını koruma hakkı, seyahat ve ikamet hurriyeti ve hakkı. (bk. Akgunduz, a.g.e, s. 91 vd. 5.)
CAĞDAŞ İSLÂM HUKUKCULARININ ANAYASA CALIŞMALARI Gunumuz İslÂm hukukcuları, diğer hukuk dallarındaki calışmalar yanında İslÂm Anayasa Hukuku uzerinde de durmuşlardır. Mukayeseli hukuk uzerine calışanlar, hukuk, iktisat ve siyasal bilgiler fakultelerindeki oğretim elemanları ve ilim adamları icin yararlı olur duşuncesiyle bu konuda yapılan araştırmalardan kısaca soz etmek istiyoruz:
1. İslÂm Anayasası icin ilk onemli teşebbus Karaci ’de Suleyman Nedvî başkanlığında, iclerinde buyuk İslÂm Âlimi Mevdûdî ’nin bulunduğu 31 uyeden oluşan bir komisyon tarafından yapılmıştır. Komisyon, bir anayasada bulunması gereken temel esasları 22 maddede toplamıştır. İlk iki prensip şoyledir: 1- Hakimiyet kayıtsız şartsız Allah ’ındır. 2- Kanunlar Kur ’an ve Sunnet ’e dayanmalıdır, bu iki kaynağa aykırı kanunlar yapılamaz. Son prensip şudur: “Anayasanın hicbir hukmu Kur ’an ve Sunnet ’e aykırı olarak tefsir edilemez.” (Mevdûdî, Nazariyetu ’l-İslÂm, Şam 1964, s. 360 vd.)
2. Ebu Bekir el-Cezaîrî “ed-Dustûru ’l-İslÂmî” adı ile 75 maddelik prensipler tespit etmiştir. Her prensip dayandığı deliller ve sahabe uygulamaları ile acıklanmıştır. Anayasa hukuku olculeri icinde acıklanan prensipler “siyaset, yargı, akide ve ibadet” bolumlerini kapsamaktadır. (bk. İslÂm Dusturu, İstanbul 1984.)
3. Prof. Dr. Salih Tuğ ’un “İslÂm Ulkelerinde Anayasa Hareketleri” isimli eseri de İslÂm ulkelerinde XIX. ve XX. yuzyıllardaki mevcut durumu anayasa hukuku bakımından incelemektedir.
4. 1979 tarihli İran Anayasası şiî kesimin akîde ve yonetim bicimini yansıtan bir Anayasa orneğidir. 174 maddelik oldukca ayrıntı veren bir anayasadır.
5. Avrupa İslÂm Konseyi ’nin 10 Kasım 1983 ’te yayınladığı ornek Anayasası ise Ahmet Akgunduz tarafından Turkce ’ye cevrilmiştir. Bu Anayasa metni bircok İslÂm hukukcusuna başvurularak, ortak prensipler belirlenerek hazırlanmıştır. (Eski Anayasa Hukukumuz ve İslÂm Anayasası, Timaş Yayınları, İstanbul 1989, s. 120 vd.)
Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Donduren Altınoluk Dergisi, Sayı: 73
İslam ve İhsan