Duşmanlarının dahi itiraf ettiği Osmanlı insanının fazîletleri...Bir şahsın fazîletinin en bÂriz gostergesi, duşmanlarının mecbur kaldığı îtiraflardır.
DUŞMANLARININ DİLİNDEN OSMANLI ’NIN FAZİLETLERİ Osmanlı ’nın engin adÂletine şahitlik eden birkac îtirafnÂme:
Cığırından cıkmış olan Hristiyanlık ’ta akıl ve mantık dışı zulum ve yanlışlıklara isyÂn ederek protestan mezhebini kurmuş olan Alman reformist Martin Luther;
“YÂ Rabbi! Buyuk Turkleri bir an once başımıza getir de Sen ’in ilÂhî adÂletinden onlar sÂyesinde nasiplenelim!..” demiştir.
Ayrıca Martin Luther, halkını acımasızca somuren kendi idarecilerini de şu sozlerle îkaz etmiştir:
“–Sizin gibi gozu doymaz prenslerin, toprak ağalarının ve burjuvaların idaresinde yaşamaktansa, Osmanlılar ’ın idaresini tercih ederiz. Cunku onlar, fakirlere sizden daha şefkatlidirler.”
asırda Osmanlı ile bir hayli mucÂdele edip “Hristiyan Şovalye” unvÂnını alan, ancak Osmanlı ’nın eşsiz adÂletinin de farkında olan Boğdan beyi Stefan da olum doşeğinde iken oğullarına şu vasiyette bulunmuştur: “–Belki de yakında himÂyeye muhtac kalacaksınız! Boyle bir durumda asl Rus ’a yanaşmayın; hÂindir, sizi yok eder! Fakat kendinizi Osmanlılar ’a emÂnet edin; Âdil ve merhametlidirler!..”
Şuphesiz ki bu ifadeler, Osmanlı ’nın hristiyan Âleminde dahî tesis ettiği îtimad, emniyet, doğruluk, hakkÂniyet ve adÂletin sayısız delillerindendir. Yine bu durumun bir neticesidir ki haclı ordularına karşı yapılan pek cok harp esnÂsında Osmanlı tebaası olan hristiyanların, haclılara herhangi bir sûrette yardımcı olduklarına dÂir, tarihimizde en kucuk bir kayıt yoktur.
Fakat Osmanlı ’nın gucten duşerek sahneden cekilmesiyle, İslÂm dunyası, mÂtem ulkelerine dondu. Cunku aslan olunce, sırtlanlar sahipsiz buldukları Musluman memleketleri tÂrumÂr ettiler. Savaş ve işgallerle -petrol başta olmak uzere- yer altı ve yer ustu zenginliklerini gasp ettiler.
Osmanlı uc kıt ’ada hÂkimiyet sahibi olmuş, nufuz sahası 24 milyon kilometrekareyi aşmıştı. Fakat Osmanlı, hicbir zaman mustemlekeci / somurgeci olmadı. Osmanlı ’nın fÂrik vasfı; tebaası olan her milletin kendi din, dil, orf ve kulturu icinde yaşamasına musaade etmesiydi…
Osmanlı ’nın son devrine Âit bazı Batılı gazeteci ve sefirlerin intibÂları da; son demlerine kadar İslÂm şahsiyet ve asÂletinin, bu millette ne kadar diri olduğunun şahitleridir.
Nitekim, İsvec ’in İstanbul sefirliğini yapan ve bu esnÂdaki tedkikleri ile Osmanlı muesseseleri ve teşkilÂtı hakkında yedi ciltlik bir eser kaleme alan Mouradgea d ’Ohsson anlatır:
“Osmanlı Turkleri; diğer fazîletleri kadar namuskÂrlık, durustluk ve doğruluk gibi Kur ’Ân ’ın en kıymetli ahkÂmına dayanan meziyetleri itibÂrıyla da şÃ‚yÂn-ı takdirdirler. Onların medh u sen edilecek meziyetlerinden biri de verdikleri soze sÂdık olmalarıdır.
Onlar, başkalarını aldatmaktan ve emniyeti sû-i istîmÂl ile bir kısım insanların saflığından istifÂdeye kalkışmak ve istismÂr etmekten buyuk bir vicdan azÂbı duyarlar.
Kendi aralarındaki butun muÂmelelerine yerleşmiş bulunan bu kemÂli; hangi din ve mezhebe mensup olursa olsun, butun yabancılara karşı da aynı şekilde gosterirler. Bu noktada muslimle gayrimuslim arasında hicbir fark gozetmezler.
Cunku onlar, her turlu gayr-i meşrû kazancları İslÂmiyet bakımından haram sayarlar ve meşrû olarak kazanılmamış bir servetin ne bu dunyada, ne de Âhirette hicbir hayrı olmayacağına kat ’î sûrette îmÂn ederler.”
Charles Mac-Farlane, bir Turk duşmanıdır. Buna rağmen şu itirafı yapmaktan kendini alamaz:
“Dostum M. W. ’nin yemiş mevsiminde Ceşme ile İzmir arasında ekseriyetle ulak olarak kullandığı Bucalı Mustafa isminde fakir bir koylu vardı.
Bu adamcağız altın torbalarını yuklenerek İzmir ’den umûmiyetle akşamları hareket eder, butun gece yol yurur ve sarp dağlar aşmak sûretiyle otuz fersah gittikten sonra, ertesi sabah kıymetli yukuyle Ceşme ’ye varırdı. (...)
İşin asıl şaşılacak tarafı, yol boyunca herkesin onu tanıması ve taşıdığı yuklerin ne olduğunu bilmeyen kalmamasıydı. Buna rağmen İzmir tÂcirleri icinde, parasını o kadar tehlikeli bir yoldan gondermekte tereddut eden yoktu...”
Yine esirlere gosterilen insanî muÂmelenin şahidi bir Anzak askerinin beyÂnı:
“Sahip olduğumuz butun teknolojik imkÂnlara ve sayı ustunluğune rağmen Turklerin cesaret ve gayretleri karşısında durmadan geri puskurtuluyor, tekrar taarruz ediyorduk. Bu taarruzlardan birinde, başımdan yediğim şiddetli bir dipcikle yaralanıp bayılmışım.
Kendime geldiğimde Turklerin arasında olduğumu anladım. Once cok korktum. Cunku İngilizler, bize Turkleri cok vahşî ve barbar insanlar olarak tanıtmıştı. Fakat iyice kendime gelince gordum ki, yaralarımı sarmış, beni tedavi etmişler. Hicbirinin yuzunde bana karşı ofke yoktu. Ustelik bana cantalarındaki yiyeceklerden ikram ettiler. İyi biliyordum ki, yiyecekleri yok denecek kadar azdı. Şok derecesinde bir şaşkınlık yaşadım. Burada Âdeta bir misafir gibiydim. Artık icimden;
«Yazıklar olsun bana! Yazıklar olsun yalancı İngilizlere!» diyordum.”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İslam Tefekkur Ufku, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan