
Osmanlı ’yı yucelten husus nedir? Osmanlı padişahlarının bilinmeyen ozellikleri.Osmanlı ’da gerek hÂnedan mensupları, gerekse diğer devlet adamları, husûsî bir eğitimle, yuklendikleri mes ’ûliyeti deruhte edecek bir liyÂkatte yetiştirilirlerdi. Bu zÂhirî cihete ilÂveten şunu da soylemek lÂzımdır ki, CenÂb-ı Allah, kendi takdîrini onlara yÂr ve yardımcı kıldığından, -bilhassa yukseliş devrinde- arka arkaya hem hÂnedan mensupları, hem de diğer devlet adamlarına mustesn kÂbiliyet ve fıtratta evlÂtlar ihsÂn etmiştir.
OSMANLI PADİŞAHLARININ İLGİNC OZELLİKLERİ Denilebilir ki -istisnÂsız- ilk Osmanlı pÂdişÃ‚hları birer fevkaddeh oldukları gibi, emirleri altındaki kumandanlar da kendileri ayarında birer liyÂkat sahibiydiler.
Gercekten, eğitim ne kadar mukemmel olsa da o eğitimi goren şahsın fıtraten zekÂ, cesaret ve irÂde gibi ilÂhî bir mevhibe olan temel vasıfları mukemmel olmazsa, cok iyi bir netice elde etmek mumkun olamaz. Osmanlı ’da zÂhirdeki sebepler kadar ilÂhî takdîre bağlı bu mÂnevî muessirler de atbaşı beraber yuruduğunden, kucucuk bir aşîret, bu ilÂhî lûtuf sÂyesinde kısa zamanda İslÂm dunyasının lideri durumuna yukselmiştir. Onun Soğut ’teki temel atışıyla Rumeli ’ye gecip Bizans ’ı arkadan cevirmesi ve uzerlerine gelen Haclılara karşı ardı ardına zaferler kazanıp Avrupa iclerine doğru ilerlemesi arasında takribî yarım asırlık bir zaman olduğu duşunulurse, bu yukselişin baş donduruculuğu daha iyi anlaşılır. Sırf zÂhirî sebeplerle boylesine sur ’atli bir yukseliş ve ihtişÃ‚ma nÂil olunamayacağı, daha berrak bir sûrette kavranır.
CihÂna yon veren cihangirler, daha kucuk yaşta, her biri devrin otoriteleri tarafından yetiştirilirdi. MÂnevî dunyalarını tekÂmul ettirmek icin de zamanın murşid-i kÂmillerinden birinin terbiyesinde irşÃ‚d edilirlerdi. Osman GÂzi ’den başlayarak butun sultanlar, Hak dostları ve gonul erleri olan bir Şeyh Edebali silsilesine talebe olmuşlardır. Neticede kalplerinin kazandığı seviye nisbetinde, yani mÂnevî dirÂyetleri olcusunde, dunyaya rÂm olmaktan sakınmışlar, canlarını ve mallarını “i‘lÂ-yı kelimetullÂh” uğruna fed etmişlerdir. ZÂhirî ve bÂtınî ilimlerde otorite olan kıymetli zÂtlar, her zaman Osmanlı icin bir istikÂmet rehberliği yapmışlardır.
Bu rehberlik sÂyesinde cihan pÂdişahları, kendilerini tebaalarından farklı bir mevkîde gormemiş ve mağrur bir hukumdar değil, Allah yolunda fedÂkÂr bir nefer olmasını bilmişlerdir. Şu misÂl, bu hakîkatin bÂriz bir tezÂhurudur:
DîvÂn-ı humÂyûn, haftada bir gun halkın şikÂyetlerini dinlerdi. İstanbul fÂtihi genc hukumdar Sultan Mehmed HÂn ’ın da bulunduğu boyle bir dinleme gununde dîvÂna ayağı carıklı bir koylu geldi. Sedirde oturan paşalar ve pÂdişÃ‚hı bir bir suzdukten sonra kimin sultan olduğunu kestiremedi. Ve nasırlı ellerini beline koyarak:
“–Kangınız saÂdetlu hunkÂrsınız?” diye sormak zorunda kaldı.
Bunun mÂnÂsı, ne kıyafetinden ne de oturduğu yerden İstanbul fÂtihi ve paşalarını, hÂricî bir gozle ayırt etmenin mumkun olmadığı gerceğidir. Nitekim bu tarihten sonra pÂdişahların dîvÂna katılmayarak muzÂkereleri bir kafes arkasından dinlemeleri usûlu yerleşmiştir.
Fetihler sultÂnı Yavuz Sultan Selîm Han da, cihan capındaki zaferleriyle mağrûr olmamış, nefsine dÂim galebe calarak hakîkî zaferin ancak bir velînin irşÃ‚dıyla gonul Âleminde vukû bulacağını şu mısrÂları ile ne guzel ifÂde etmiştir:
PÂdişÃ‚h-ı Âlem olmak bir kuru kavga imiş,
Bir velîye bende olmak cumleden a‘l imiş...
Bu şekilde mÂnevî bir irşÃ‚d ile yetişmiş bulunan Osmanlı sultanları, Kur ’Ân-ı Kerîm ’e dillere destan bir hurmet ve muhabbet gostermişlerdir. Bu ihtiram, devletin kuruluşuyla başlayıp, nihÂyetine kadar devam etmiştir.
OSMANLI ’YI YUCELTEN HUSUS Gercekten Osman GÂzi ’nin, misÂfir olduğu Şeyh Edebali hÂnesinde Kur ’Ân-ı Kerîm bulunan odada ayaklarını uzatıp yatmayarak uykusuz sabahlaması, Yavuz ’un mukaddes emÂnetlerin başında asırlarca kesintisiz bir şekilde devam edecek bir sûrette Kur ’Ân-ı Kerîm tilÂveti an ’anesini başlatması, bu hurmetin başlıca numûnelerindendir. Bu bakımdan Osmanlı, mustesn bir ilÂhî lûtfa ve te ’yîde mazhar olmuştur. Osmanlı ’yı yucelten bu husus, hadîs-i şerîfte şoyle beyÂn edilmektedir:
“Şuphesiz ki Allah TeÂlÂ, bu kitÂb (Kur ’Ân-ı Kerîm) sebebiyle (yani ona îman ve bağlılık bereketiyle) bÂzı milletleri yuceltir, (bu istikÂmetten uzak olan) diğer milletleri de alcaltır.” (Muslim, MusÂfirîn, 269)
Yavuz Sultan Selîm HÂn ’ın, mukaddes emÂnetleri buyuk bir titizlikle İstanbul ’a getirip muhÂfazasını ustlenmesi, Osmanlı icin mÂnevî bir bereket olmuştur. İstanbul, bu şeref ve bereketi hÂl muhÂfaza etmektedir.
NÂil olunan buyuk nîmetlere ve sayısız zaferlere rağmen Osmanlı sultanları, ucub, gurur ve kibir gibi nefsÂnî temÂyullere kapılmayıp her şeyi Allah TeÂl ’dan bilmişlerdir. Pek muhteşem bir cihan saltanatı suren KÂnûnî ’nin şiirlerinde ic Âlemini aksettiren şu hitÂbı, bu hakîkati ne guzel sergiler:
“Ey Muhibbî! Sakın elindeki muhteşem saltanata ve kazandığın parlak zaferlere bakıp da gaflete duşerek «Benim gibisi yoktur!» deme!..”
OSMANLI ’DA TEVAZU ORNEKLERİ Preveze ’den sonra esir duşman kadırgalarını onune katarak muhteşem donanmasıyla Halic ’e giren Barbaros Hayreddin Paşa ’nın bu ihtişamlı zafer tablosu karşısında paşalarına:
“–Bize bu nîmetlere karşı fahır değil, şukur duşer!” diyen KÂnûnî ’nin, zÂhirî sıfatı gibi mÂneviyatı da muhteşemdi. Bunu anlamak icin onun, tasavvufî gerceklerle lebÂleb dolu olan dîvÂnına bakmak kÂfîdir.
KÂnûnî ’nin babası Yavuz Sultan Selîm HÂn ’ın Mısır ’a girişi ile zafer donuşunde İstanbul ’a girişi de, ne kadar buyuk bir tevÂzû orneğidir. O, şoyle diyordu:
“FÂnîlerin alkışları, zafer tÂkları ve iltifatları bizi nefsimize mağrûr edip yere sermesin!..”
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Ornek AhlÂkından 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan