
Muslumanların hayatılarına nadide birer ornek alması gereken cetin, zorlu ve bir o kadar bereketli bir hadise "Mute". İşte Mute'den ummete hisseler...Âlemlere rahmet olarak gonderilen Fahr-i KĂ‚inat -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz; İslĂ‚miyet Arap Yarımadası ’nda iyice yayıldıktan sonra etraflarındaki hukumdar ve vĂ‚lilere de mektuplar gondererek tebliğini cihanşumul hĂ‚le getirdi.
Rasûlullah Efendimiz;
“–Bu mektubu kim goturur?” diye sorduklarında butun sahĂ‚be; genci, yaşlısı hepsi birden buyuk bir aşk ile ayağa kalkıyor ve;
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah, bu şerefi bana ver!” diyorlardı.
Hisse: Onlar aşk ve heyecan icinde vazifeye tĂ‚lip olurken; ateşten colleri, uzun ve tehlikeli yolları nasıl aşacaklarını asla sormuyor ve duşunmuyorlardı. O mektubu kralın bir goz işaretine bakan cellĂ‚tların kanlı kılıcları arasında okuyacaklarını da biliyorlardı. Bu tehlikeler onları en ufak bir zaafa duşurmuyordu cunku, onların en buyuk arzusu, Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in gonlunde bir yer edinebilmekti. Dunyada ashĂ‚b oldukları gibi, Ă‚hirette de Rasûl-i ZîşĂ‚n Efendimiz ’in maiyetinde, beraberinde olabilmek iştiyĂ‚kıyla, dunyanın her turlu meşakkat ve zorluğunu istihfĂ‚f ediyorlardı.
Elcilerin başına gelebilecek bu hĂ‚diseler sadece bir ihtimal olarak kalmadı. Hakikaten, bu elcilerden biri olan HĂ‚ris bin Umeyr -radıyallĂ‚hu anh-, BusrĂ‚ emîrine giderken GassĂ‚nî emirlerinden Şurahbil bin Amr tarafından durduruldu ve katledildi. (VĂ‚kıdî, II, 755; İbn-i Kayyım, III, 381)
“Elciye zeval olmaz!” kaidesi ciğnenmiş ve İslĂ‚m ’a karşı acıktan acığa hakaretĂ‚miz bir tecĂ‚vuz sergilenmişti.
Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz derhĂ‚l uc bin kişilik bir ordu teşkil ederek bu zĂ‚limin uzerine gonderdi.
Hisse: CihĂ‚dın gayelerinden biri İslĂ‚m ’ın ve muslumanların izzet ve haysiyetlerini mudafaa ve muhafaza etmektir.
Yeryuzunde adĂ‚letin tesisi, Zulmun engellenmesi, Fitnenin, musluman olmak isteyenlere yapılan işkencelerin sona erdirilmesi, Mazlumların imdĂ‚dına koşulması ve NizĂ‚m-ı Ă‚lem / dunyanın intizam icinde istikametle devam etmesi cihĂ‚dın ulvî gayeleridir. Bu gaye istikametinde İslĂ‚m ’ın izzetini sergileyen ecdĂ‚dımız, bircok gayr-i muslim beldenin halkı tarafından bizzat cağırılmışlardı. Cunku dindaşları kendilerine zulmederken, muslumanlar tarafından fethedilen beldelerde huzur, sukûn ve adĂ‚letin hukum surduğunu biliyorlardı.
Peygamber Efendimiz Mûte Seferi ’ne gondereceği ordunun başına Ă‚zadlısı Zeyd bin HĂ‚rise -radıyallĂ‚hu anh- ’ı kumandan tayin etti.
Hisse: CĂ‚hiliyye doneminde sınıf farklılığı, Ă‚detĂ‚ Hinduizm ’deki kast sistemi gibi cok katı idi.
Kole; insan yerine konulmaz, aşağı tabakada gorulur, Ă‚zĂ‚d edilmiş olsa bile, hurlerin sınıfına asla dĂ‚hil kabul edilmezdi.
Peygamberimiz bu bĂ‚tıl telĂ‚kkîleri yıkmak icin, Ă‚zadlısı Zeyd ’i kumandan tayin etti. Nice Kureyşli muhĂ‚ciri, onun emrine verdi.
SahĂ‚be bu terbiyeler icinde İslĂ‚m kardeşliğini ve tevĂ‚zuu tĂ‚lim etti.
Peygamberimiz, Mûte ’ye gondereceği orduya şu tĂ‚limĂ‚tı verdi:
“Şayet muharebede Zeyd şehîd olursa, kumandayı CĂ‚fer alsın!
CĂ‚fer de şehid duşerse, AbdullĂ‚h bin RevĂ‚ha orduya kumandanlık etsin!
O da şehîd olursa, artık muslumanlar aralarından birini kumandan olarak belirlesinler!..”
Bu sozleri duyan bir yahudi, Hazret-i Zeyd -radıyallĂ‚hu anh- ’ın yanına gelerek şu sozleri soyledi:
“–Vasiyetini hazırla! Şayet Muhammed peygamberse, sen O ’nun yanına donemeyeceksin! Cunku Benî İsrĂ‚îl peygamberlerinin de isimlerini verdikleri kişiler savaşta olurler, sağ donmezlerdi…”
Yahudi, bu ifadeleriyle bu guzîde sahĂ‚bînin yureğine korku duşurmek istiyordu. Hazret-i Zeyd ise buna aldırmadı. HattĂ‚ sevindi. (İbn-i Kesîr, el-BidĂ‚ye, IV, 238)
Hisse: Peygamber Efendimiz, Hazret-i Zeyd ’i de, CĂ‚fer ’i de cok severdi. En sevdiği ashĂ‚bını şehĂ‚dete gondermişti.
Cunku;
Esas hayat Ă‚hiret hayatıdır. ŞehĂ‚det, bir mu ’min icin en buyuk şeref ve en aziz nimettir.
AshĂ‚b-ı kirĂ‚mın şehĂ‚det aşkına şĂ‚hitlik eden sayısız kıssa vardır:
Genc hattĂ‚ cocuk yaşta sahĂ‚bîler, yaşları kucuk diye harpten geri dondurulmemek icin, ayak parmakları ustunde yukselerek kendilerini daha buyuk gostermeye calışırlardı.
Ayağı topal olduğu icin harbe katılmaktan muĂ‚f olan Amr bin Cemuh -radıyallĂ‚hu anh-, oğullarının mĂ‚ni olmaya calışmalarına rağmen, Peygamber Efendimiz ’e yalvara yalvara Uhud Harbi ’ne katılma musaadesi almış ve cok istediği şehidlik rutbesine nĂ‚il olmuştu.
Abdullah İbn-i Ummu Mektum -radıyallĂ‚hu anh-; Ă‚mĂ‚ olmasına rağmen, tebliğ ve cihad fazîletinden mahrum kalmak istemiyordu. Kādisiye harplerine katılmak icin muracaat etti. Gozleri gormez hĂ‚liyle nasıl hizmet edeceğini soranlara ise, şu guzel cevabı verdi:
“–Benim bu hĂ‚limle de size buyuk bir faydam dokunabilir. Cunku ben Ă‚mĂ‚ olduğum icin, duşman kılıclarını goremem; bu yuzden de cesaretim kırılmadan en onde sancağı taşırım. Benim korkusuzca duşman ustune yuruduğumu goren muslumanların da cesaret, kahramanlık ve heyecanı artar.”
Bir rivĂ‚yete gore, Hazret-i Abdullah, iştirĂ‚k ettiği bu harpte şehid olmuştur.
ŞehĂ‚det aşkı sahĂ‚beden sonraki asırlarda da ummet-i Muhammed ’in buyuk bir şiĂ‚rı olmuştur. İstanbul ’u fetheden askerler, okların, kaynar yağların ve rum ateşlerinin yağmur gibi dokulduğu surlara doğru;
“–Mujdeler olsun! Şehîd olma sırası bize geldi!” diye şevkle ve iştiyakla koşuyorlardı.
YOL HAZIRLIĞI Mûte Seferi ’nde ucuncu kumandan olan AbdullĂ‚h bin RevĂ‚ha -radıyallĂ‚hu anh-, Allah Rasûlu ’nun yanına gelip vedĂ‚laştıktan sonra;
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Bana ezberleyeceğim bir şey tavsiye buyurunuz.” dedi.
Peygamber Efendimiz ona;
“–Sen yarın AllĂ‚h ’a secdenin pek az yapıldığı bir ulkeye varacaksın. Orada secdeleri ve namazları coğalt!” buyurdu.
“–YĂ‚ RasûlallĂ‚h! Bana biraz daha nasihat et!” dedi.
RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-;
“–AllĂ‚h ’ı dĂ‚imĂ‚ zikret! Cunku AllĂ‚h ’ı zikir, umduğuna ermende sana yardımcı olur!” buyurdu. (VĂ‚kıdî, II, 758)
Hisse: AshĂ‚b-ı kirĂ‚mın Peygamberimiz ’den husûsî nasihat ve tavsiyeler almaya buyuk bir iştiyak gosterdiklerini goruyoruz.
Bu nasihat ve tavsiyeler, kişiye mahsus vurgular taşıdığı icin, pek ehemmiyetli ve ceşitlidir. Bu husûsî terbiye ve tezkiye, tasavvufta devam ettirilmiştir.
Peygamberimiz ’in; “Secdelerin az olduğu bir beldeye gidiyorsunuz.” îkāzı da pek muhimdir. Tebliğ ve cihad icin, kişi, gayr-i muslim bir diyara yahut gaflet ehlinin cokca bulunduğu yerlere girmek durumunda kalır. Eğer husûsî bir dikkat ve îtinĂ‚ gosterilmezse, oranın menfî tesirlerinden zarar gormek mevzu bahis olabilir.
Bunu şu teşbihle anlatabiliriz:
Boğulmakta olan birini kurtarmak icin denize atlayan kişi, cok iyi yuzme bilmiyorsa, dikkatli olmazsa, kurtarmak yerine onunla beraber boğulur.
Bu tehlikeleri bertaraf etmek, mĂ‚neviyatla, secdeleri artırmakla ve «zikrullĂ‚h»a husûsî bir ehemmiyet vermekle mumkun olacaktır.
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- da Azerbaycan ve Dağıstan ’a gonderdiği ordularına şoyle seslenmişti:
“Aman sakın siz;
Putperestlerin giyindiği gibi giyinmeyin. Putperestlerin yediğinden yemeyin. Orada İslĂ‚m şahsiyetini muhafaza edin.” MĂ‚dem boyle tehlikeler var, o hĂ‚lde tebliğ ve gayretler icin de olsa, boyle risklere girmeyelim denilmesi de doğru değildir.
Muhterem pederim Musa Efendi Hazretleri şoyle der:
“Bazıları, huzurumuz (zikir hĂ‚limiz) bozulur diye halka karışıp hizmet etmekten cekinmektedir. Bu da nefsin tuzaklarından biridir.
Asıl huner, hem duĂ‚ya ve hizmete devam etmek, hem de Rabbimiz ’le unsiyet hĂ‚linde olmaktır.”
Sûret-i haktan gorunen boyle nefis tuzaklarına bir misal de Tebuk ’te yaşanmıştı. Bazı munafıklar;
“–Bizi fitneye duşurme! Biz Rum diyarının guzellerini gorunce nefsimize hĂ‚kim olamayız!” diyerek Tebuk Seferi ’ne katılmamalarına garip ve asılsız bahaneler ileri surmuşlerdi. CenĂ‚b-ı Hak;
“Onlar zaten (Hakk ’ın ve RasûlullĂ‚h ’ın emrine icĂ‚bet etmemek icin bahaneler aramalarıyla) fitneye duşmuşlerdir!” (Bkz. et-Tevbe, 49) buyurdu.
Hem cihĂ‚da koşmak hem de fitneye duşmemenin tedbirlerini almanın en guzel misallerini ecdĂ‚dımızın tatbikatlarında goruruz:
Fatih Sultan Mehmed Han, Bosna ’nın fethinden sonra cıkardığı bir fermanda;
“–Sakın ola, Sırp kızları su almak icin ceşme başlarına geldiklerinde, askerlerim oralarda bulunmayalar!..” demiştir.
Fatih bu fermanı ile, hem askerlerini, hem de teminĂ‚tı altındaki hıristiyan tebaanın iffetini muhafaza etmiş oluyordu.
Gunumuzde ihtilĂ‚tın bircok nefsĂ‚nî ve ailevî fitneye sebebiyet verdiği mĂ‚lûmdur. Gerek ferdî ve gerekse ictimĂ‚î tedbirleri almak zarûrîdir.
MÛTE ZAFERİ Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, mescidin minberinde Mûte Harbi ’nin butun safhalarını anbean ashĂ‚b-ı kirĂ‚ma aktarıyordu. Muharebe meydanı gozlerinin onunde idi. Şoyle anlattı:
“Zeyd bin HĂ‚rise sancağı eline aldı.
Şeytan hemen onun yanına geldi. Hayatı ve dunyayı ona sevimli, olumu de cirkin ve sevimsiz gostermeye calıştı.
Zeyd ise;
«–Bu an, mu ’minlerin kalplerinde îmĂ‚nı sağlamlaştıracakları bir zamandır! Sen ise bana dunyayı sevdirmek istiyorsun!» dedi ve ilerledi. Carpışmaya girişti ve nihayet şehîd oldu. Onun icin Allah ’tan af ve mağfiret dileyiniz.”
Sonra da şoyle devam etti:
“O şimdi cennete girdi, orada koşup duruyor!
Sonra sancağı CĂ‚fer aldı.
Şeytan hemen onun yanına vardı. Hayatı ve dunyayı ona sevimli, olumu de cirkin ve sevimsiz gostermek istedi.
CÂfer ise;
«–Bu an, mu ’minlerin kalplerinde îmĂ‚nı sağlamlaştırma zamanıdır!» dedi ve ilerledi. Duşman ordusuna saldırdı, carpıştı ve nihayet o da şehîd oldu. Ben onun şehîd olduğuna şahĂ‚det ederim.”
Daha sonra devam etti:
“Kardeşiniz icin Allah ’tan mağfiret dileyiniz. O şehîd olarak cennete girdi. Şimdi o, cennette yĂ‚kuttan iki kanat ile dilediği gibi ucuyor.”
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, bir başka rivĂ‚yette;
“CĂ‚fer ’i, cennette meleklerle birlikte ucarken gordum.” buyurmuştur. (Tirmizî, MenĂ‚kıb, 29/3763)
Bundan sonra CĂ‚fer -radıyallĂ‚hu anh-, «ucan» mĂ‚nĂ‚sına «TayyĂ‚r» lakabıyla anılır olmuştur.
Hisse: Allah yolunda fedĂ‚kĂ‚rlık ve gayretler mevzubahis olduğunda, nefis ve şeytan turlu turlu engeller cıkarmaya calışır. Vesveseler, bahaneler ve mazeretler birbirini takip eder.
Bir mu ’min bunları bertaraf etmeyi bilmelidir.
Dolayısıyla cihad iki turludur:
İslĂ‚m ’a ve vatana yapılan mutecĂ‚viz saldırılara karşı cihad. Bir de;
Nefse, nefsĂ‚nî duygulara karşı cihad: Nefsin arzularıyla ve şehvet, gazap gibi duygularıyla mucĂ‚hede ederek, onu dizginleyip terakkî ettirmek. Şu hadîs-i şerifler de bu mĂ‚nĂ‚yı te ’yid eder:
“Gercek mucĂ‚hid, nefsine (hevĂ‚ ve heveslerine) karşı cihĂ‚d edendir.” (Tirmizî, FedĂ‚ilu ’l-CihĂ‚d, 2/1621)
“Guclu ve kuvvetli pehlivan, herkesi sallayıp yere yatıran değildir. Asıl kahraman kişi, ofke zamanında kendini tutandır.” (BuhĂ‚rî, Edeb, 102; Muslim, Birr, 106-108)
MuhĂ‚cirler, Mekke devri boyunca, alay, hakaret, işkence, boykot sebebiyle aclık gibi nice zulumlere tahammul ede ede mĂ‚nen derece kazandılar ve nefisle mucĂ‚hede hususunda da terakkî ettiler.
Hazret-i Zeyd; TĂ‚if ’te gafil bedbahtlar, Peygamberimiz ’i taş yağmuruna tutarken, O ’na vucuduyla siper olmaya calışıyordu.
Hazret-i CĂ‚fer, Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz ’in emriyle gittiği Habeşistan ’da 13 yıl gurbet hayatı yaşadı. Orada İslĂ‚m ’ı en guzel şekilde temsil ve tebliğ edip buyuk bir hasretle Efendimiz ’in yanına hicret etti.
İbn-i Omer -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- şoyle demektedir:
“CĂ‚fer ’i aradık. Onu şehidler arasında bulduk. O hĂ‚ldeydi ki, cesedinin on tarafında doksan kusur ok ve mızrak yarası saydık. Bunların hicbirisi de arkasında değildi.” (BuhĂ‚rî, MeğĂ‚zî, 44)
NEFSİN İTİRAZI Mûte ’de olanları ashĂ‚bına anlatan Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-;
“CĂ‚fer ’den sonra sancağı Abdullah bin RevĂ‚ha aldı!” dedikten sonra bir muddet sustu.
EnsĂ‚rın benizleri sararıp soldu. Zira Abdullah bin RevĂ‚ha ’nın, Allah ve Rasûlu ’nun hoşuna gitmeyecek bir şey yaptığını duşunmeye başladılar. O sırada Hazret-i Abdullah ise sancağı alıp atının uzerinde duşmana doğru ilerlerken, bir yandan da serkeş nefsini dize getirmek icin uğraşıyordu:
“–Ey nefsim! Ben seni kendime boyun eğdireceğim diye yemin ettim. Sen buna, ya kendiliğinden rĂ‚zı olursun, yahut sana bunu zorla kabul ettiririm!
Goruyorum ki sen, cennetten pek hoşlanmıyorsun! Sen, beden kırbası icinde bir damla su durumunda olmaktan başka nesin ki?
Ey nefsim! Sen şimdi oldurulmezsen olmeyecek misin ki? Eğer o iki kişinin yaptığını yapar da şehidliği tercih edersen, doğru bir iş yapmış olursun! Eğer gecikirsen bedbaht olursun!”
Bu esnada parmağından yaralanan Abdullah -radıyallĂ‚hu anh-, atından indi, yaralı parmağını ayağının altına alarak;
“–Sen ancak kanayan bir parmak değil misin? Bu kazĂ‚ya da Allah yolunda uğramış bulunuyorsun!” mĂ‚nĂ‚sına gelen bir şiir okudu ve elini hızla cekip sarkmakta olan parmağını kopardı. Ardından da savaşmaya devam etti. Bir taraftan duşmana karşı kucuk cihadda bulunurken, diğer taraftan da nefsine karşı buyuk cihĂ‚da devam ediyordu:
“–Ey nefsim! Eğer endişen, hanımından mahrum kalmaktan ileri geliyorsa, işte onu uc talĂ‚kla tamamen boşadım gitti.
Eğer kolelerinden uzak kalmak ise onları da Ă‚zĂ‚d ettim.
Yok eğer bahce ve bostanından mahrum kalmaktan ise onları da Allah ve Rasûlu ’ne bırakarak infĂ‚k etmiş bulunuyorum.”
Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- savaş sahnelerini nakletmeye devam etti:
“Abdullah bin RevĂ‚ha cesaretini topladı, elinde sancak olduğu hĂ‚lde duşmanlarla carpıştı ve şehîd oldu. (O tereddudu sebebiyle) îtirazlı olarak cennete girdi. Onun icin de Allah ’tan af ve mağfiret dileyiniz!” buyurdu.
Abdullah -radıyallĂ‚hu anh- ’ın cennete îtirazlı olarak girişi ensĂ‚ra ağır geldi:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Onun îtirĂ‚zı ne idi?” diye sordular.
Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurdu:
“–Kendisi yaralandığı zaman duşmanla carpışmaktan cekindi. Sonra nefsini kınadı, cesaretini topladı ve şehîd oldu! Cennete girdi. Onlar bana cennette altın tahtlar uzerinde gosterildi. AbdullĂ‚h ’ın tahtının arkadaşlarınınkinden daha aşağıda ve eğri olduğunu gordum. Sebebini sorduğumda;
«–Abdullah carpışmaya giderken bazı tereddutler gecirdikten sonra carpışmaya gitmişti!» denildi.”
Hazret-i AbdullĂ‚h ’ın şehîd olup cennete girişi, ensĂ‚rı sevindirip yureklerini ferahlattı.
Hisse: Nefs ve şeytan, olunceye kadar insanın peşini bırakmamaktadır. Hicbir şey yapamasa, insanın derecesini duşurmeye calışmaktadır. İşlediği sĂ‚lih ameli sildirmeye uğraşmaktadır.
Cunku mĂ‚nevî dereceler, kalıcı apoletler değildir. Kişinin kalbî hĂ‚line gore ortadan kalkabilir.
İsrailoğulları zamanında yaşayan ve başlangıcta mĂ‚nen yuksek derecelere ve bazı kerĂ‚metlere nĂ‚il olan Bel‘Ă‚m bin BĂ‚ûrĂ‚, daha sonra dunyaya saplandı, nefsinin hevĂ‚sına tĂ‚bî oldu ve kufre yuvarlanıp gitti. Oyle rezil-rusvay bir hĂ‚le zebûn oldu ki Kur ’Ă‚n-ı Kerim; onun hĂ‚lini, dilini sarkıtıp soluyan bir kelbe benzetmiştir. (el-A‘rĂ‚f, 175-178)
O hĂ‚lde dĂ‚imĂ‚ uyanık ve mucĂ‚hede hĂ‚linde olmak, bir de Rabbimiz ’in muhafazasına sığınmak îcĂ‚b eder. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Ve sana yakîn (olum) gelinceye kadar Rabbine ibĂ‚det et!” (el-Hicr, 99)
ALLÂH ’IN KILICI Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-; Hazret-i AbdullĂ‚h ’ın ardından;
“Şimdi sancağı AllĂ‚h ’ın kılıclarından bir kılıc eline aldı. Neticede Allah mucĂ‚hidlere fethi muyesser kıldı.” buyurdu. (Bkz. BuhĂ‚rî, MeğĂ‚zî, 44; Ahmed, V, 299; III, 113; İbn-i HişĂ‚m, III, 433-436; VĂ‚kıdî, II, 762; İbn-i Sa ’d, III, 46, 530; İbn-i Esîr, Usdu ’l-GĂ‚be, III, 237)
Sonra yaşlı gozlerle dergĂ‚h-ı ilĂ‚hîye el acıp:
“AllĂ‚h ’ım! HĂ‚lid, Sen ’in kılıclarından bir kılıctır. Sen ona nusret ihsĂ‚n eyle!” diye duĂ‚ etti. (Ahmed, V, 299)
Hisse: HĂ‚lid bin Velid -radıyallĂ‚hu anh-; Kureyş ’in namlı bir kumandanı iken, Hudeybiye ve Umretu ’l-KazĂ‚ ’dan sonra hidĂ‚yete ererek Medine ’ye hicret etti. Efendimiz ’in rahle-i tedrîsinde terbiye gordukten sonra, AllĂ‚h ’ın kılıclarından bir kılıc oldu. Hazret-i Ebûbekir ve Omer -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- ’nın hilĂ‚fetleri zamanında buyuk fetihler gercekleştirdi.
İnsanlar fetihleri, sadece Hazret-i HĂ‚lid ’e bağlama hatasına duşunce Hazret-i Omer, kumandanlığı ondan alıp Ebû Ubeyde Hazretleri ’ne verdi. Bu vazife değişikliği olduğunda da yeni kumandanın emri altında bir nefer olmayı bildi.
HĂ‚lid bin Velid -radıyallĂ‚hu anh-; buyuk fetihler gercekleştirdiği hĂ‚lde son nefeslerini hasta yatağında vermekteydi. Şehîd olamamanın huznuyle yanındaki dostlarına mahzun bir şekilde şoyle diyordu:
“–Beni en cok uzen, hayatı hep at kişnemeleri ve kılıc şakırtıları arasında gecmiş bu cengĂ‚verin Ă‚cizler gibi yatakta can vermesidir.
Âh HĂ‚lid!
Şehîd olamayan HĂ‚lid!
Vucudumda bir karış yer yoktur ki ya kılıc yarası veya bir mızrak yarası olmasın. Omru boyunca dîn-i İslĂ‚m ’ı yaymak icin savaşlarda at koşturan kimsenin sonu, boyle yatak uzerinde mi olacak?”
Sonra;
“–Vasiyetimi bildiriyorum: Beni ayağa kaldırın!” deyince, ayağa kaldırdılar;
“–Beni bırakınız, şimdiye kadar hep taşıdığım kılıcım, artık beni taşısın.” diyerek kılıcına dayandı.
“–Olumu savaşta imişim gibi ayakta karşılayacağım.
Olduğum zaman atımı, muharebelerde tehlikelere dalabilen bir yiğide veriniz. Atım ve kılıcımdan başka bir şeye sahip olmadan oleceğim. Mezarımı bu kılıcımla kazınız. Kahramanlar kılıc şakırtısından zevk alır.” buyurdu.
Ve yatağına duşup kelime-i şahĂ‚det getirerek rûhunu teslim etti. (Sadık DĂ‚nĂ‚, İslĂ‚m Kahramanları, 1, s. 89-90; Bkz. İbnu ’l-Esîr, Usdu ’l-ĞĂ‚be, II, 143)
HĂ‚lid bin Velîd -radıyallĂ‚hu anh- kisrĂ‚ya yazdığı mektupta şoyle demişti:
“–Ya musluman olun ya cizyeyi odeyin!
Aksi takdirde bilin ki;
Sizin uzerinize oyle bir toplulukla geldim ki;
Onlar sizin hayatı sevdiğiniz kadar, olumu (şehĂ‚deti) severler!” (Taberî, Tarih, s. 533; Bkz. Buharî, Cizye, 1)
Muslumanlar, şehĂ‚det husûsunda bu şuur icinde oldukları muddetce, dunyanın dort bir yanında muzaffer oldular. Uzerlerine saldıran Haclıları, Moğolları bertaraf ettiler. Mazlumların imdĂ‚dına koştular. İslĂ‚m ’ın izzetini sergilediler. Kendi aralarında merhametli, duşmana karşı haysiyetli oldular.
LĂ‚kin şehĂ‚det aşkı zayıflayıp, dunya sevgisi ağır bastıkca, muslumanlar ağır mağlûbiyetler aldılar. Birbirlerine duştuler. İslĂ‚m diyarları, mĂ‚tem ulkelerine dondu.
CenĂ‚b-ı Hak; nesillerimizi, sahĂ‚be-i kiram ve onların izindeki şanlı ecdĂ‚dımız gibi; Allah icin, vatan icin, nĂ‚mus ve ittihĂ‚d icin canını esirgemeyen, bu uğurda şehĂ‚deti canına minnet bilen yiğitler hĂ‚linde yetiştirmeyi muyesser eylesin.
İstikbĂ‚limizi, muhteşem mĂ‚zîmiz gibi, ihtişamla tezyîn edebilmeyi ummet-i Muhammed ’e ve gazi milletimize nasip buyursun. Âmîn!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yuzakı Dergisi, Yıl: 2022 Ay: Ağustos, Sayı: 210
İslam ve İhsan
Şehit Kimlere Denir?