Peygamberimizin (s.a.v) muşrikleri Safa Tepesi'ne cağırarak yaptığı konuşması...Hazret-i İbrahim ’in şu duÂsı ne guzeldir:
“Ey Rabbimiz! İkimizi (oğlum İsmail ’i ve beni) sana teslîm olanlardan eyle! Neslimizden de sana teslîm olanlardan bir ummet yetiştir! Bize ibÂdet yollarımızı goster; tevbemizi kabul buyur! Sen tevbeleri dÂim kabul eden, merhametli olansın!” (el-Bakara, 128)
Haccı îfÂya yonelen Âşık gonuller, bir taraftan bu du ile yoğrulurken diğer taraftan Harem dÂhilinde ve butun Mekke sokaklarında Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in dolaştığını, yaşadığını duşunerek belki onun ayak izi uzerinde bulunabileceğini hayÂl eder, o izlere gonlen yuz surebilmenin heyecanını yaşar ve ondan intikÂl etmiş nice hÂtıralarla dolarlar.
MUŞRİKLERE HİTAP EDİYOR Mesel Saf tepesinde Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in Mekke muşriklerine hitab edişini duşunup o gunleri gozlerinde canlandırabilirler. O Âlemlerin Efendisi, bu tepeden Mekkelilere Ebû Kubeys Dağı ’nı gosterip hitab ederek demişti ki:
“–Size; «Şu dağın arkasında duşman var; buraya doğru yaklaşmaktadır. Canınıza kasd edecek, tedbir alın!» desem, inanır mısınız?”
Mekkeliler de:
“–İnanırız. O dağın arkasını gormesek de, sen Muhammedu ’l-Emîn olduğun icin verdiğin haberin doğruluğundan asl şuphe etmeyiz!” demişlerdi.
Bunun uzerine O yuce varlık:
“–Buna inandığınız gibi şuna da inanınız ki, bu Âlemi yaratan tek ve kÂdir bir AllÂh var! Taptığınız putlar, Âciz birer taş, toprak veya odun parcalarıdır. Bunları terkedip bir olan AllÂh ’a îmÂn ediniz. Biliniz ki, AllÂh beni size peygamber olarak gonderdi.” dediğinde ise, başta amcası Ebû Leheb olmak uzere muşrikler:
“–Sen bizi buraya bunun icin mi cağırdın?” diyerek ondan yuz cevirmiş ve dağılmışlardı. Vicdanen kabul ettikleri o yuce varlığı nefsÂniyetleri muktezÂsı yalanlamışlardı.
Fakat O Âlemlerin Efendisi Varlık Nûru, bu ve benzeri nice gaflet ve dalÂlet tezÂhurlerine rağmen yılmamış, nebevî bir gayretle ilÂhî hakîkatleri susuz gonullere bir Âb-ı hayÂt gibi takdîme her hÂlukÂrda devam eylemişti.
İşte hacda bu ve bunun misÂli ibretli hakîkatleri tefekkurle gonul kulaklarımızı ve gozlerimizi acarak O yuce Nûr ’un rahle-i tedrîsine mekÂn olan DÂru ’l-ErkÂm ’ın onunde icerideki huşûlu Kur ’Ân tÂlimlerinin akislerine ulaşabiliriz.
Bu tÂlimlerin ardından gercekleşen hicret ve sonrasında yaşanan ilÂhî bereketlere gonul testimizi uzatabiliriz. Bilhassa Sevr mağarasında Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ve Hazret-i Ebûbekir arasındaki mÂnevî alışverişten nasîblenir ve onların orada kaldıkları uc gun icerisinde ilÂhî esrÂra gark olma ve kalbi inkişÃ‚f ettirme istikÂmetinde oluşturdukları husûsî sohbete dÂhil olabiliriz. O sohbetle başlayan altın silsilenin muhabbet, aşk ve vecd iklîminde gonullerimize en kÂmil mÂnÂda îmÂnın halÂvetini tattırabiliriz. Bu halÂveti tadarak her biri bir yıldız misÂli olan ashÂb-ı kirÂma tÂbî olur, binbir hikmet ve ibret dolu Medîne-i Munevvere hÂtıralarından sonra tekrar Mekke ’ye donuşu, yÂni o mubÂrek beldenin Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- tarafından fethini hayÂl edip gozumuzde canlandırabiliriz.
HAK GELDİ BATIL ZAİL OLDU Etraftaki dağlara bakarken Mekke ’yi fethe gelen sahÂbe ordusunun muşriklere korku salmak icin yaktıkları calı cırpıyla vucûda getirdikleri binlerce meş ’alenin goruntulerini zihnen o yerde sÂbitmiş gibi ru ’yÂya benzer bir muşÃ‚hede Âlemini gercekleştirebiliriz. BilÂl-i Habeşî ’nin o gun BeytullÂh ’ın ustune cıkarak okuduğu yanık ezÂn sesini duyar gibi olabiliriz. Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in:
“Hak geldi, bÂtıl zÂil oldu...” (el-İsrÂ, 81) Âyetini okuyarak KÂbe ’deki putları devirişini hayÂl edebiliriz.
Ardından bizim gonlumuzun de bir KÂbe gibi olduğunu, oranın da birtakım nefsÂnî muhabbetlerle puthÂne hÂline geldiğini kavrayıp hac ibÂdetinin her safhasından edindiğimiz rûhÂnî ve mÂnevî bir kuvvetle onları devirmeye ve gonlumuzu gercekten tecellîgÂh-ı ilÂhî kılmaya yonelebiliriz.
İşte boyle daha nice tecellîlere nÂiliyete ilÂhî bir kapı olan hac ibÂdeti, herkes icin asgarîden azamîye kadar bir mÂnevî diriliş hÂdisesidir. İşte bu dirilişin yaşandığı hac farîzası, ferdi, dînin kemÂline istikÂmetlendiren şumûllu bir ibÂdettir.
Hac, insan rûhunun Âhengini, iklîmini ve rengini bulduğu, aslî huviyetini kazandığı, mÂnevî feyz yağmurlarıyla temizlenip arındığı ve hakîkatine erdiği rûhÂniyet tezÂhurleriyle dolu bir ibÂdettir.
Kaynak: İslam İman İbadet, Osman Nuri Topbaş
İslam ve İhsan