
Rasulullah Efendimiz ’in “Mu ’minin feraseti” dediği şey gercekte nedir?Yaşadığımız cağın adı ahir zaman. Yani dunyadaki karanlığın ve İslÂmiyet'in uzerindeki kara bulutların en yoğun olduğu cağ. Şuphesiz ki dunyanın kurtuluşa ermesi icin mu ’min ferasetine en cok ihtiyacı olduğu donem. Ve biz bu cağın tam da ortasında bulunmaktayız. Resul-i Ekrem ’den -sallallahu aleyhi ve sellem- mealen şoyle bir hadisi şerif rivayet ediliyor.
“Muminin ferasetinden sakının! Cunku o Allah ’ın nuruyla bakar.” (Tirmizi, Tefsiru ’l-Kur ’an, 16, Suyûtî, el-CÂmiu ’sSağir, 1, 24) Hadis-i şerifin Hazreti Osman ’la bağlantılı bir bolumu de var. Şoyle ki: Hz. Osman, yanına gelen birine:
“Gozunde zina eseri var. Bir kadına bakmışsın.” dedi. O kimse:
“Nereden bildin?” diye karşılık verdi. Hz. Osman da: “Muminin ferasetinden korkun, o Allah ’ın nuru ile bakar.” hadis-i şerifini bildirdi. İslam toplum geleneğimize baktığımızda hadisimizi genellikle bu cercevede anladığımızı ve duşuncelerimizi “Sakınınız” ifadesi uzerine yoğunlaştırdığımızı gormekteyiz. Mesela şoyle de deniliyor:
“Bir Allah dostunun yanında olduğunuzda kalbinize dikkat etmeniz gerekir. Cunku o Allah dostu kalbinizden gecenleri bilir ve yanlış bir şey gecmişse mahcup olursunuz.” Butun bunların bir gerceklik payı bulunduğu muhakkak. Allah dilerse şu veya bu kulunu, birisinin kalbinden gecenlere vakıf hale getirebilir. Ama bu hadis sadece boyle mi anlaşılmalıdır, sorusunu sorduğumuzda aklımıza başka sorular da gelecektir. Mesela, uzerinde yeniden duşunmemiz gereken sorular şunlardır:
-Acaba Rasulullah Efendimiz ’in “Mu ’minin feraseti” dediği şey gercekte nedir?
-Mu ’min ferasetinin boyle, kalpleri bilmekten başka bir boyutu yok mudur?
-Mu ’min ferasetini sadece kalpleri bilmekle sınırlandırmak, mu ’mine, mu ’minler topluluğuna nasıl bir farklılık temin eder?
-“Allah ’ın nuru ile bakmak” nasıl bir bakışa sahip olmaktır?
-Mu ’minin feraseti dediğimiz şey, bir Musluman toplumda sadece ozel insanlara munhasır bir hususiyet midir?
-Mu ’minlerin bugunku hayatına ve İslam toplumlarının yaşadığı mazlumiyete baktığımızda “Mu ’min feraseti” ve “Allah ’ın nuru ile bakmak” konusunda bir problem yaşadığımızdan soz edilebilir mi? İslam toplumları olarak bizde eksiklik nerededir? Bunlar, Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in mu ’min feraseti ile onumuze koyduğu ufku doğru gorebilmek icindir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’den rivayet edilen bir kudsi hadiste de “Allah ’ın mu ’minin goren gozu, işiten kulağı, yuruyen ayağı, akleden kalbi ve konuşan dili olma” hususundan bahsedilir. (Buhari, Rikak, 38) Şuphesiz butun bunlar da bir “mu ’min kaletisi”nin zaruretiyle alakalıdır. Yaratan, nasıl mu ’minin gozu, kulağı, kalbi olur? Hadis-i şerifteki “Mu ’min feraseti” ifadesine bir başka boyut icinden baktığımızda belki aklımıza şu hadis-i şerif ve ayet-i kerimeler de gelebilir:
“Mumin bir delikten iki defa ısırılmayacaktır.” (Buhari, ‘Edeb ’, 83, Muslim, ‘Zuhd ’, 63)
“Ey iman edenler! Şayet Allah ’dan ittika ederseniz, o size furkÂn (hem zahir, hem batında hak olanı olmayandan, iyiyi kotuden, temizi habisten ayırt edici bir marifet ve nur) verir.” (EnfÂl, 29)
“Bu (Kur ’an), mumin bir toplum icin Rab­binizden gelen basiretlerdir (kalp gozlerini acan beyanlardır), hidayet rehberidir, rahmettir.” (A ’raf, 203) Bir delikten iki defa ısırılmamak tehlikeler, komplolar karşısında bir zihni diriliği gerektiriyor. Furkana, yani her şeyin eğrisini doğrusundan ayıracak bir farkedebilme gucune sahip olabilmekle takva arasında doğrudan alaka kuruluyor. Ve Kur ’an mu ’minler icin bir basiretler aydınlığı temin ediyor. Bu ayetlerden yola cıkarak ferasete, kelime anlamı itibariyle baktığımızda basiretle yakın anlam icinde gorebiliriz ve derin goruş, gorunenin otesine uzanış, fehmediş, herkesin bir cırpıda farkedemediğini farkediş, gibi anlamlar ihtiva ettiğini duşunebiliriz. Zaten “Allah ’ın nuru ile bakış” ile birleştiği icin, gozden ote bir goruşu, Allah ’ın aydınlattığı bir nufuzla bakışı ifade ettiği acıktır. Bir şey daha acıktır ki, mu ’min feraseti, hayatın butun alanlarında bir nufuz-u nazarı, bir derin bakışı anlatmaktadır. Ve boyle bir yaklaşım, İslam dunyasının bugunku durumu ile “Mu ’min feraseti” arasındaki munasebeti sorgulama noktasında onumuze cok cetin bir zemin koymaktadır. Butun bu acıları dikkate aldığımızda ise mu ’minle feraset alakasını değerlendirirken şu cumleleri peş peşe kurma gereği duyarız:
-Feraset, cağını, zamanın sırrını okuyabilmektir. İcinde bulunduğumuz cağ, mu ’minlerin onune ne tur zorluklar-kolaylıklar koyuyor, bunu gorebilmek ve bunun icinden tum İslam dunyası icin en hayırlı olanı secebilmektir feraset.
-Feraset, İslam toplumlarının icinde bulunduğu durumu doğru gorebilmek, tahlil edebilmek ve butun bunlardan mazlumiyeti sona erdirecek cozum yolunu uretebilmektir.
-Feraset ahireti, ahirette ne ile karşılaşacağını gorebilmektir.
-Feraset Allah ’ın kendisini her an gorduğunu gorebilmektir.
-Ve feraset, bu hassasiyet icinde bir kişilik sergileyebilmektir. İslam dunyasının mazlumiyeti dediğimiz hadise en azından 100 yıllık bir meseledir ve biz 100 yıl sonra bile benzer sancılar icindeyiz. 100 yıl once neredeyse butun bir İslam dunyası olarak yere kapaklanmıştık. 100 yıl sonra yine bir acılar coğrafyasından ve mu ’minlerin mazlumiyetinden bahsediyoruz. Demek “Allah ’ın nuru ile bakma”yı gundemimize alma noktasında problemliyiz. İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy, bundan aşağı yukarı 100 yıl once cağdaş Muslumanların “mu ’min feraseti” ile ilgili derdini goren, bunu neredeyse butun acıların kaynağı olarak değerlendiren bir dertli mu ’mindi.
Oyle misaller sıralar ki Safahat ’ta, ulke ulke, kavim kavim, insan insan kendi zaaflarımızı orada seyretmek ve acı ile sarsılmak zorunda kalırız. Akif ’in şiirine yansıyan bir ornek, bir koyludur. Şoyle anlatır o koylunun halini:
“Zavallı koyluye ilkin epeyce sovmuşler, işitmemiş... Bu sefer bir odunla dovmuşler. Birer davul kadar olmuş da budlarındaki şiş,“Davul calınmada, zannım, aşağki evde” demiş. İnince, derken, odunlar, budur deyip beyni,“Davul bizim eve gelmiş!” demiş sonunda, hani? Bizim de hÂlimiz ayniyle koylunun hÂli” (FÂtih Kursusunde”, s. 2 s. 263)Başına odunlar inerken “davul bizim eve gelmiş” diyecek kadar duyarsızlaşmış bir insanın “mu ’min feraseti”ne sahip olduğu soylenebilir mi? Akif, benzeri bir duyarsızlığı kurt ile eşek misalini nazma dokerken dile getirir:
“Kurt uzaklardan bakar, dalgın gorurmuş merkebi,
Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi.
LÂkin aşk olsun ki, aldırmaz da otlarmış eşek,
Sanki tavşanmış gelen, yahûd kılıksız kostebek!
KÂr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı...
Hasmı, derken, cullanırmış yutmadan son lokmayı!..
Bir hakikattir bu, şaşmaz, bildiğin uslûba sok.
HÂlimiz merkeple kurdun aynı, asl farkı yok.
Burnumuzdan tuttu duşman; biz boğaz kaydındayız.” Mehmet Akif, bu ornekleri Safahat ’ın farklı bolumlerinde zikrettikten sonra adeta yakamızdan yapışıp butun İslam dunyasını sarsarcasına seslenir:
Muslumanlık nerde! Bizden gecmiş insanlık bile...
Âlem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nÂfile!
Kac hakikî Musluman gordumse; Hep makberdedir;
Muslumanlık, bilmem amma, galiba goklerdedir!
Varsa şayet, soyleyin, bir parcacık insÂfınız.
Boyle kansız mıydı -hÂşÃ‚- kahraman eslÂfınız?
Boyle duşmuş muydu herkes ayrılık sevdÂsına?
Benzeyip şirÂzesiz bir mushafın eczÂsına,
Hic gorulmuş muydu olsun kayd-ı vahdet tÂrumar?
Boyle olmuş muydu millet can evinden rahnedÂr?
Boyle aclıktan boğazlar mıydı kardeş kardeşi?
Boyle Âdet miydi, bî-pervÂ, yemek insan leşi?
Irzımızdır ciğnenen, evladımızdır doğranan!
Hey sıkılmaz! Ağlamazsan, bÂri gulmekten utan!
Saygısızlık elverir... Bir parca olsun arlanın
Vakti coktan geldi, hem gecmektedir arlanmanın!
Davranın haykırmadan nÂkûs-u izmihlÂliniz...
Oyle bir buhrÂna sapmıştır ki, zira, haliniz.
Zevke dalmak şoyle dursun, vaktiniz yok mÂteme!
Davranın, zir gulunc olduk butun bir Âleme.
Bekleşirken gokte yuz binlerce ervÂh, intikam;
Yerde kalmış, na ’şÃ‚ benzer kavm icin durmak haram!
Kahraman ecdÂdınızdan sizde bir kan yok mudur?
Yoksa: İstikbÂlinizden korkulur, pek korkulur!” Mehmet Akif ’te boyle gercekten canhıraş, boyle adeta yakamızdan tutmuşcasına gercekten sarsıcı binlerce feryad vardır.
Safahat bir feryadlar kitabıdır. Başımıza inen tokmakların farkına varmak da bir ferasettir, belki. Bir lokma ekmek derdinde iken, uzerimize cullanan vahşi kurtları gormek de... Allah ’ın nuru ile bakmak... Gozlerimize, gonullerimize bir nur huzmesini doldurmak izzeti yeniden kuşanmak... Gelin, ummetin zamanımızdaki tum akil insanları, gozlerimizi gonullerimizi yeniden yoklayarak, bir kere daha bakalım cağımıza ve bu cağın icinden ummeti izzetle buluşturacak bir yol acalım.
Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, Sayı: 334
İslam ve İhsan
KUL ALLAH ’A NASIL YAKLAŞABİLİR? - VİDEO