Muslumanın duğunu ve evlilik hayatı nasıl olmalı? İnsan yaratılış itibari ile nasıl bir fıtrata sahiptir? İslam insanların cift, cift yaratılmasını nasıl acıklıyor? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi anlatıyor.
İSLAMİ DUĞUN VE EVLİLİK HAYATI NASIL OLMALI? CenĂ‚b-ı Hak vahdĂ‚niyeti ZĂ‚t ’ına mahsus kıldı, tek. Butun varlıkları cift olarak, birbirini tamamlayıcı unsurlar olarak halketti. Tamamlayıcı mĂ‚hiyette halketti. ZĂ‚riyat Sûresi ’nde “Biz her şeyi cift-cift yarattık. Umulur ki ibret ve oğut alırsınız.” (ez-ZĂ‚riyĂ‚t, 49) buyruluyor.
Yani insanlar, hayvanlar, bitkiler cift hĂ‚linde. Yani erkek ve dişi olarak halkoldu. Fizikî Ă‚lem de boyle. Artı, eksiye kayıyor, yağmur yağıyor. Elektriğin akımı o şekilde.
VelhĂ‚sıl CenĂ‚b-ı Hak “yalnız tek Ben ’im” diyor. VahdĂ‚niyet, CenĂ‚b-ı Hakk ’a mahsus. Kul aczini bilecek. Yaratılmış olduğunun Ă‚cizliğini, birbirine de muhtac olduğunu insanların, idrak hĂ‚linde olacak. Hem birbirine muhtac, daha oteye, her kul CenĂ‚b-ı Hakk ’a muhtac daha otesinde.
Cift yaratılış… CenĂ‚b-ı Hak Tûr Sûresi ’nde soruyor:
“Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldı? Yoksa kendi kendilerini mi yarattılar?” (et-Tûr, 35)
İSLAM ’DA İLK NİKAH - İlk Evlilik İnsan daima bu yaratılışta kendi acziyetini idrĂ‚k hĂ‚linde olacak.
Hazret-i Âdem -aleyhisselĂ‚m- insanlığın, insanın atası, Cennet ’te yaratıldı. Butun nîmetler vardı.
“‒YĂ‚ Rabbi, bir eş!” dedi.
Âdem -aleyhisselĂ‚m- ’ın bunyesinden Hazret-i HavvĂ‚ yaratıldı. Âdem -aleyhisselĂ‚m- o sırada uyumakta idi. Uyanıp yanında bir filiz gibi HavvĂ‚ ’yı gorunce, kalbi ona aktı, elini uzattı. Melekler o esnada:
“‒YĂ‚ Âdem, dokunma ona, henuz nikĂ‚hınız kıyılmadı.” dedi.
Bundan sonra Hazret-i Âdem ile Hazret-i HavvĂ‚ ’nın nikĂ‚hları kıyıldı. Mihrin şartı olarak uc kere Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e salevĂ‚t-ı şerîfe getirildi. Boylece ilk nikĂ‚h, bu şekilde Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in salevĂ‚tı ile feyiz ve rûhĂ‚niyet kazandı.
Yani Cennet ’te başlayan aile hayatı, AllĂ‚h ’ın kurduğu bir izdivac kĂ‚nunu altında biz Âdemoğullarına intikal etmiş, İslĂ‚m dîni ile ebedîleşmiştir.
Okunan Ă‚yet-i kerîmede, Nûr Sûresi ’nde ilk başta, izdivac AllĂ‚h ’ın emri, Rabbimiz şoyle buyuruyor:
“Aranızdaki bekĂ‚rları, kolelerinizden, cĂ‚riyelerinizden elverişli olanları (yani evlenme kıvamına gelenleri) evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lûtfu ile onları zenginleştirir. Allah lûtfu geniş olan ve (her şeyi) bilendir.” (en-Nûr, 32)
EN FAZİLETLİ ŞEFAAT Burada muhim bir teşvik var. Rasûlullah Efendimiz bu ictimĂ‚i ibadetin kıymetini ifade sadedinde şoyle buyurmuştur:
“En faziletli şefaat (yani teşvik edilen amel)lerden biri, evlilik hususunda iki kişiye aracı ve yardımcı olabilmektir.” (İbn-i MĂ‚ce, NikĂ‚h, 49)
Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri de buyuruyor ki:
“En ustun sadaka-yı cĂ‚riye, evliliğe vesîle olmaktır. Zira onların neslinden gelen kimsenin yaptıkları her hayırda, onlara vesîle olduğu icin aynı ecri alır.” buyuruyor.
Fakat bu hayırlı işte vesîle olurken de dikkat edilecek en buyuk husus, kufuv yani iki tarafın birbirine maddî ve mĂ‚nevî her bakımdan bir denk olması. Bu da cok muhim.
Hatt Hazret-i MevlÂn bu hususta buyuruyor ki:
“Zevc ve zevcenin birbirine benzemesi gerekir. Ayakkabı ciftlerine bir bak. Ayakkabının biri ayana dar gelirse ikincisi işe yaramaz. Kendini giymeye zorlarsan kendisini topal eder.”
Milletler aile yapılarının sağlamlığıyla buyur. Aile cururse toplum da hayatını kaybeder.
EŞ SECİMİNDE NELERE DİKKAT EDİLMELİ? Eski ailelerde daima nezĂ‚kete, zarĂ‚fete bakılırdı, dikkat edilirdi ve toplumda boşanma diye bir şey de hemen-hemen yoktu, ender-i nĂ‚dirattandı. Ve bugunku durumu goruyoruz maalesef. Bugun maalesef aile hayatında buyuk bir cokuntu var. Boşanmalar artıyor. Demek ki buradaki bir mĂ‚nevî hayatta noksanlığını goruyoruz.
Erkek ve hanım, birbirini tamamlayan boyutları. İki tarafın hak ve hukuklarını iyi muhafaza etmesi zarurîdir. İlĂ‚hî tĂ‚limat dışına cıkınca, yuvalar zedelenir.
İslĂ‚m, insan omrunu ve hayatını en guzel şekilde tanzim etmiştir. İslĂ‚m, insanın hayat haritasıdır.
Butun mahlûkat, bir nesil yetiştirmek uzere tanzim edilmiştir. Butun mahlûkata baktığımız zaman; civarımızda kedi, kopek vesĂ‚ire, hepsi bir nesil yetiştirme endişesi icindedir.
Bir mu ’minin de aslî vazifesi, CenĂ‚b-ı Hakk ’a kul olacak ornek bir nesil yetiştirmektir. Arkasında mal mirasından ziyade, en guzel miras, arkasında bir insan mirası bırakabilmek. Yani bir İslĂ‚m şahsiyet ve karakterini taşıyacak bir evlĂ‚tlar bırakabilmek. En buyuk servet, en buyuk zenginlik ise CenĂ‚b-ı Hakk ’a kul olabilmektir.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e Mirac ’ta CenĂ‚b-ı Hak;
“‒Ey Rasûlum, Sen ’i neyle şereflendireyim?” diye sordu.
-SallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“‒YĂ‚ Rabbi, Ben ’i Sana kul olmak nisbetiyle, Sana kul olmak şerefiyle beni şereflendir.” buyurdu.
Yavrularımıza bırakacağımız en buyuk miras, Ă‚hiret mirasıdır. İslĂ‚m ’ın karakter ve şahsiyetini miras bırakabilmektir.
CĂ‚lib-i dikkat bir hadîs-i şerîf vardır. Tabi bu hadîs-i şerîf İbn-i Omer ’e ama, Hazret-i Omer ’in oğlu, fakat hepimize rĂ‚cî. Efendimiz buyurdu ki Abdullah bin Omer ’e:
“Ey Omer ’in oğlu Abdullah! Dînine dikkat et, dînin senin etin ve kanındır. (Yani dînin senin her şeyindir.) Dînini kimden aldığına da dikkat et. Dînini istikamet uzere olan Ă‚limlerden oğren. Sakın, sakın istikametten sapmış olanlardan oğrenme.” (Hatîb el-BağdĂ‚dî, el-KifĂ‚ye fî İlmi ’r-RivĂ‚ye, s. 121)
Bunun da tesirini zamanımızda gormuş olduk.
VelhĂ‚sıl bu dunya bir mekteb-i Ă‚lem olarak halkedildi. İnsanın butun ihtiyacına gore halkedildi. Zerreden kureye her şey, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın ilĂ‚hî azamet ve kudret akışları, ilĂ‚hî nakışlarla dolu. Bu dunya, bu cihan, insan ve cin Ă‚leminin imtihan mekĂ‚nı. KĂ‚inat, umumî bir dershane; ibret, hikmet, sır ve kudret akışlarıyla dolu. İnsanın evlilik hayatı da ayrı bir kudret sergisi.
Bu da cok muhim. Evlilik nefsanî arzulara rûhĂ‚niyet kazandırır. Nefsanî arzuları idealize eder. RûhĂ‚nî bir evlilik, dunyadaki bir Cennet hayatı, buyrulmaktadır. Evlilik nefsĂ‚nî arzuları rûhĂ‚nîleştirme istikĂ‚metindedir.
Evlilik, nikĂ‚h ve duğunle başlar. NikĂ‚h, Allah adına tarafeynin akitleşmesidir. NikĂ‚h, nefsĂ‚nî arzuları tesirsiz hĂ‚le getirmektir. Duğunler, nikĂ‚h akdinin ilĂ‚n edilmesi ve aile yuvası kurmanın sevinc ve memnuniyeti icinde, bu sevincin toplumla paylaşılmasıdır.
Yani yeni bir dunya evine adım atmaktır. Bu sebeple CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rahmetini celbedecek şekilde icrĂ‚ edilmelidir. Zira sıhhati de ihsan edecek, huzuru da ihsan edecek, CenĂ‚b-ı Hak ’tır. NikĂ‚h ve duğun, birbirini tamamlayan unsurlardır.
PEYGAMBER EFENDİMİZ ’İN DUĞUN TAVSİYESİ Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz nikĂ‚hla beraber bir velîme, bir duğun yemeği verilmesini, bu duğune de zengin-fakir ayırt edilmeden Muslumanların dĂ‚vet edilmesini tavsiye buyurmuştur.
Bu hususta îkaz da vardır:
“Zenginlerin davet edilip fakirlerin cağrılmadığı duğun yemeği ne fena bir yemektir.” buyuruyor Efendimiz. (BuhĂ‚rî, NikĂ‚h, 72; Muslim, NikĂ‚h, 107)
Duğunlerden bir gaye de, gelen huzzĂ‚r-ı kirĂ‚mdan dua almaktır.
Toplumun duzeni, fertlerin iffetli yaşamasına bağlıdır. Ve iffet, insana ait bir keyfiyettir. Hayvanatta iffet anlayışı yoktur, onlar serbesttir. Fakat insan, iffeti ile şahsiyet ve karakter sahibidir, iffeti ile muzeyyendir.
İffet, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın insana verdiği buyuk bir lûtuftur. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de CenĂ‚b-ı Hak, Meryem VĂ‚lidemiz ’in ismini otuz dort yerde zikrederek, onu senĂ‚ eder, over. Onun hakkında; “İffetini koruyan Meryem.” buyurur. (Bkz. el-EnbiyĂ‚, 91)
Kadın ve erkek iffetini korursa toplumun en kıymetli varlığı olur. ZarĂ‚fet timsĂ‚li olur. Lakin erkek ve hanım, haysiyetini yitirirse, o zaman toplumda catırdamalar başlar. Bunun icin denilmiştir ki;
“Bir erkeği terbiye edin, bir insanı yetiştirmiş olursunuz. Bir kadını terbiye edin, bir aileyi hattĂ‚ toplumun buyuk bolumunu yetiştirmiş olursunuz.”
Zira Ă‚yet-i kerîmede:
(“…Rabbimiz! Bize eşler bağışla!..” [el-FurkĂ‚n, 74]) olarak buyrulur.
Hanımlar şefkat numûnesidir. Ki evlĂ‚dını o şefkatle terbiye eder. HattĂ‚ Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de, Rûhu ’l-Beyan ’da buyrulur, “terĂ‚ib” kelimesinde; meselĂ‚ bir sel olsa cocuk sele duşse, anne Ă‚kıbetini duşunmeden kendini sele atar. Baba huzunlenir, bir yerde ağlar ve bekler.
Her salihĂ‚ kadın, erkek icin mukaddes bir kalkandır. Kadın -buyruluyor-; “Kendi başına ne gul goncasıdır ne de diken. Eğer yetiştirmesini bilirsen gul olur, tutmasını bilmez isen kendi hĂ‚line bırakırsan o zaman diken olur.”
Gercek anneler, salihĂ‚ anneler, omurluk bir teşekkure lĂ‚yıktır. Fakat bugun materyalist dunya, anneler gunu yapıyor, babalar gunu yapıyor. Ama senede bir gun. Mal satmak icin boyle bir şey ihdĂ‚s ettiler. Gaye, orada annenin faziletine, babanın faziletine ittibĂ‚ değil, mal satmaktır.
İslĂ‚m ’da ise anne ve baba, her zaman hurmet edilecek, yardım edilecek. CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yette “قَوْلًا كَرِيمًا” buyuruyor. “Yaşlanır, ihtiyarlar, sen ona kanatlarını ger.” buyuruyor. “Onun icin dua et” buyruluyor. “قَوْلًا كَرِيمًا” onlarla da konuşurken, onlarla keremli, iltifatlı olarak konuş, buyuruyor CenĂ‚b-ı Hak. (Bkz. el-İsrĂ‚, 23-24)
CenĂ‚b-ı Hakk ’ın bir ismi de “el-Vedûd”dur. Yani muhabbetin merkezi CenĂ‚b-ı Hak ’tır. Butun muhabbetler CenĂ‚b-ı Hakk ’a yaklaşmaya bir vesîle olacak, meşrû muhabbetler.
Meşhur tasavvufî kitaplarda, Leyla ve Mecnun hikĂ‚yesi vardır. Leyla ’nın sevgisi, CenĂ‚b-ı Hakk ’a yukselten bir merdivendir. Bunun icin dunyevî muhabbetleri bir Leyla olarak gormek, onlara takılmamak lĂ‚zım, onlar merhale olacak. Asıl mĂ‚rifet, o vesîlelerle CenĂ‚b-ı Hakk ’a ulaşabilmek. Bu şekilde muhabbetin lezzetini tadabilmek. CenĂ‚b-ı Hakk ’a guzel bir kul olabilmek neticede.
İbretli bir hĂ‚dise var Cennet ’te. Şeytan idlĂ‚l etti, dedi:
“Siz dedi, Cennet ’te dĂ‚imî kalmak icin dedi, bu yasak meyveye yaklaşın.” dedi. MurĂ‚d-ı ilĂ‚hî ile onlar da yaklaştı. Cunku insan nesli dunyada (imtihan edilecek), onlar dunyaya indirilecek, bir gerekce olacak. Ve onun icin, onlara bir ceza verdi CenĂ‚b-ı Hak. Onlar cıplak olarak kaldılar. İkisi var, ikisi de cıplak olarak kaldılar. Derhal yapraklarla ortunduler. Hemen istiğfĂ‚r ettiler.
Demek ki cıplaklık, insan hayatını, insan haysiyetini, insan vakarını zedeliyor. Ve onu diğer mahlûkatın seviyesine duşuruyor. İnsan dışındaki mahlûkat cıplaktır. CenĂ‚b-ı Hak, kalbin korunması icin de Ă‚yet-i kerîmede; “takvĂ‚ elbisesi” buyurmaktadır. (el-A‘rĂ‚f, 26)
Toplumun muşterek sevinci olan duğunleri, Efendimiz tervic eder, teşvik eder. AllĂ‚h ’ın hukumlerine gore icrĂ‚ edilen nikĂ‚h meclisleri ve cemiyetleri mubarektir, duaların kabul olacağı mekĂ‚nlardır. Bu duğunde evlenenlerin en buyuk ihtiyacı da ummet-i Muhammed ’in duasıdır.
Onun icin sĂ‚lihler, fakirler, garipler vesĂ‚ire, bu merasime iştirak ettirilmelidir, onların duaları alınmalıdır. Cunku yeni bir hayatın başlangıcı olan bu evlilikte hayat, takvĂ‚ temelleri uzerine inşa edilmelidir.
Yeni bir hayata başlarken, işte bu merasim, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm tilĂ‚veti ile, mĂ‚nevî sohbetlerle, CenĂ‚b-ı Hakk ’a dualar ve ilticĂ‚larla olmalıdır. İnsan en cok duaya muhtactır. Peygamberler bile dua hĂ‚lindedir.
CenĂ‚b-ı Hak Furkan Sûresi ’nde:
“Onlara soyle (buyuruyor gafillere) onların duaları olmasa onlar ne işe yarar?” buyuruyor. (Bkz. el-FurkĂ‚n, 77)
Demek ki bu duğunlerde de en cok muhtac olduğumuz, evlenen bu genclerin saĂ‚deti icin CenĂ‚b-ı Hakk ’a ilticĂ‚ etmek ve dua etmek olacak. Onun icin toplumun fakir, zengin, vesaire, şu bu, rutbe, şu bu almadan, butun kesiminden bu duğunlere davet edilmeli. O duğunlerde onların duaları alınmalıdır.
Bilhassa fakirlerin, sĂ‚lihlerin ihmal edildiği ikramlarla adım atılmamalıdır. O aile yuvası da CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rahmeti, inĂ‚yeti ile bereket tecellî etsin o yuvada. O yuvada Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in rûhĂ‚nî dokusundan hisseler tecellî etsin.
O yuvada goz nûru olacak hayırlı nesiller yetişsin. Maalesef, maalesef, maalesef bugun pek cok duğun İslĂ‚mî olcu ve hassasiyetlerden uzaklaşarak icrĂ‚ ediliyor. Muslumanların duğunu, gayr-i muslimlerin duğunu gibi olmamalıdır.
Aile icinde maddî ve mĂ‚nevî yıkım sebebi olan israf cılgınlıkları, gosteriş, riyĂ‚, bunlar duğunlerde olmamalıdır. Bu guc gosterisi israf, bir felakettir. İsraf edenlere CenĂ‚b-ı Hak; “…Şeytanların arkadaşlarıdır. Şeytan ise Rabbine cok nankordur.” buyuruyor. (Bkz. el-İsrĂ‚, 27)
Demek israf olunca o duğunde bereket ve rahmet, o duğunde olması mumkun değil. Kadın-erkek ihtilĂ‚tlarının olduğu, mahremiyetin ciğnendiği yerde olmamalıdır duğunler.
HelĂ‚l-haram sınırlarının unutulduğu bir merasim de olmamalıdır. İslĂ‚m ’ın tanımadığı bu hĂ‚ller, evliliğin rûhĂ‚niyet tarafını zedeler. Zira saĂ‚deti ihsan edecek, CenĂ‚b-ı Hak ’tır.
İslĂ‚m bir butundur. Hayatın her safhasında yaşanır ve bazı safhalarda terk edilemez.
Hayatımızın her safhasını İslĂ‚m ’ın olculeri ile duzenlememiz zarurîdir. Bunun icin İslĂ‚m ’ın hassasiyetleri, ahlĂ‚kı ve rûhĂ‚niyeti, duğunlerimize aksetmelidir ki CenĂ‚b-ı Hakk ’ın o duğunlerde rahmeti tecellî etsin.
Nasıl bir Ă‚ile duzeni istediğini CenĂ‚b-ı Hak, Furkan Sûresi ’nde bildiriyor.
((Ve o kullar): Rabbimiz! Bize gozumuzu aydınlatacak eşler ve zurriyetler bağışla ve bizi takvĂ‚ sahiplerine onder kıl! derler.” [el-FurkĂ‚n, 74])
“Gozumuzun nûru «قُرَّةَ اَعْيُنٍ» aydınlatacak, eşler ve zurriyetler.” buyruluyor.
Demek kız cocuklarını yetiştirmemiz cok muhim.
“Zevceler” buyruluyor, “erkekler” buyrulmuyor. Demek ki aile yapısını inşĂ‚ eden, hanımlar olmuş oluyor. Onları da muttakiye, sĂ‚liha ve sĂ‚dıka olarak yetiştirmek zarûrî ki, onlar goz nûru olsun, onların yetiştirdikleri evlĂ‚tlar da goz nûru olsun.
Onun icin kız babalarının bu hususta cok cok îtinĂ‚ gostermeleri îcĂ‚b eder.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“Bana dunyanızdan uc şey sevdirildi.” buyuruyor.
CenĂ‚b-ı Hak sevdiriyor, fĂ‚ili CenĂ‚b-ı Hak.
“Onlardan biri de sĂ‚liha hanım.” buyruluyor. (Bkz. Nesaî, İşretu ’n-NisĂ‚, 10)
Demek ki CenĂ‚b-ı Hak sĂ‚liha hanımı ne kadar seviyor ki, onu Efendimiz ’e sevdiriyor.
Demek ki burada Ă‚yet-i kerîmede bir “goz nûru” hanım kızların yetiştirilmesi… Cunku bunlar saĂ‚det toplumunun zeminini teşkil edecek.
İkincisi; bu aileler toplumun yuz akı olacak.
Ucuncusu; bu ailelerden fazilet timsÂli bir nesil meydana gelecek.
Yani:
“…(YĂ‚ Rabbi) bizi takvĂ‚ sahiplerine onder kıl.” (el-FurkĂ‚n, 74)
Hem takvĂ‚ sahibi olunacak, hem de takvĂ‚ sahiplerine onder olunacak. Boyle bir toplum, bir asr-ı saĂ‚det toplumu, bir huzur toplumu. CenĂ‚b-ı Hak boyle bir aile duzeni istiyor.
AllĂ‚h ’ın evliliğe lûtfettiği ayrı bir ikram da, nikĂ‚h sayesinde bir araya gelen iki insan, daha once iki yabancı iken, bir anda dunyanın birbirine en yakın iki ferdi hĂ‚line geliyor, birbirini hic tanımazken…
Kurdukları yuva da coğu kere, ayrıldıkları baba ocağından, anne ocağından daha sıcak gelmeye başlıyor. Bu da CenĂ‚b-ı Hakk ’ın ilĂ‚hî bir tecellîsi.
Onun icin CenĂ‚b-ı Hak buyuruyor ki, bu hususu izah sadedinde, Rum Sûresi ’nin yirmi birinci Ă‚yetinde:
“Kaynaşmanız icin size kendi (cins)lerinden eşler yaratıp aranızda…” (er-Rûm, 21)
Uc şart bildiriyor:
“لِتَسْكُنُوا”; o evlilik; bir sukûnet, bir huzur hĂ‚li verecek, CenĂ‚b-ı Hakk ’a yaklaştıracak.
“مَوَدَّةً”; bir muhabbet olacak, bu muhabbet de onları CenĂ‚b-ı Hakk ’a yaklaştıracak.
“رَحْمَةً”; ikisi de birbirine rahmet olacak, destek olacak, huzurlu bir aile olacak.
“لِتَسْكُنُوا” huzur ve sekînet. Aile takvĂ‚ sahibi olursa, huzur olur. Huzur olursa, bu huzur hayatın her safhasına yaygınlaşır. Evinden huzurlu cıkan bir insan, gunduzu de huzurlu olarak devam ettirir.
“مَوَدَّةً”; meşrû sevgi/muhabbet. Ulvî muhabbetler, kişiye rûhĂ‚nî bir lezzet verir, kulu CenĂ‚b-ı Hakk ’a vĂ‚sıl eder. Suflî muhabbetler ise, kişiyi haktan uzaklaştırarak sefĂ‚lete goturur, kalpleri vîrĂ‚ne hĂ‚le gelir.
İşte buna en buyuk misal, Hatice Validemiz ’dir. Efendimiz ’in o her şeyi oldu. Gercek muhabbeti, sozun ifadeden Ă‚ciz kaldığı bir guzellik icinde, beraberce tattılar.
Onu Efendimiz hicbir zaman unutmadı. Vefatından sonra da unutmadı. Bir kurban kesilse; “Hatice ’nin akrabalarına gonderin.” buyururdu.
VelhĂ‚sıl, o zaman muhabbet nedir?
Muhabbet, rûhun rûha muhabbet duymasıdır. Bedenin bedene muhabbet duyması değil. O suflî muhabbete goturur. Esas muhabbet, rûhun rûha muhabbet duyması. İnsanı bu, mĂ‚nevî aşka goturur. Bu vesîle ile ahlĂ‚k kemĂ‚le erer. Peygamberimiz hakkında gonle katreler ihsĂ‚n olur.
AİLE HAYATINDA TAKVA MeselĂ‚, bir misal; nasıl bir aile hayatında takvĂ‚:
Efendimiz buyuruyor ki:
“Geceleyin kalkıp namaz kılan, hanımını da kaldıran, kalkmazsa yuzune su serpe(rek uyandıra)n kimseye Allah rahmet eylesin. Aynı şekilde, geceleyin kalkıp namaz kılan, efendisini de uyandıran, uyanmaz ise yuzune su serperek uykusunu kacıran kadına da Allah rahmet eylesin.” (Ebû DĂ‚vûd, Vitr, 13)
Bu hususta iki hususiyet goruyoruz:
Birincisi; iki taraf birbirinin yuzlerine su serpecek kadar aralarında sevgi ve muhabbet olması.
İkincisi; bu sevgi ve muhabbetin ikisini de takvĂ‚ya teşvik etmesi.
(Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de) iki yuz elli sekiz yerde takvĂ‚ gecer. CenĂ‚b-ı Hak:
“…Siz takvĂ‚ sahibi olursanız, Allah size oğretir...” (el-Bakara, 282) buyuruyor.
Ucuncusu; “رَحْمَةً” bilhassa yaşlılıkta birbirlerine destek olmaları.
Yani demek ki evlilikte temel malzeme, sevgi ve şefkattir. İnsan birbirine muhtactır. Bilhassa ihtiyarlıkta, sĂ‚lih ve sĂ‚liha eşler, birbirlerine baston olurlar, istinadgĂ‚h olurlar.
Huzurlu evlilikte beş tane şart:
Birincisi; muhabbet:
İki tarafın Allah rızĂ‚sına uygun bir şekilde muhabbeti, birbirinin rûhuna girecek bir şekilde yaşamaları.
İkincisi; sadĂ‚kat:
Bey ve hanımın birbirine durust ve sĂ‚dık olmaları. Bilhassa zor zamanlarda tarafların şikĂ‚yet ve bezginliğe duşmemeleri, fedakĂ‚rlık gostermeleri.
Ucuncusu; karşılıklı saygı:
Eşler arasında samimiyet olacak, lĂ‚ubĂ‚lîlik olmayacak. Vakar olacak, kibir olmayacak. TevĂ‚zu olacak, zillet olmayacak.
Evlilikte gonul Ă‚hengine de îtinĂ‚ edilecek.
Dorduncu; sabır olacak:
Hayat akışında mutlaka tahammul gerektiren zor zamanlar olur. Mizac farkları vardır. Taraflar boyle zamanlarda birbirlerinin guzel huylarını duşunecekler.
Efendimiz buyuruyor:
“Bir mu ’min hanımına buğzetmesin. Onun bir huyunu beğenmezse bir başka huyunu beğenir.” (Muslim, RadĂ‚, 61)
Hanım da o şekilde olacak.
Mesûliyet olacak:
İki taraf da mesûliyetini idrĂ‚k edecek.
Efendimiz buyuruyor:
“Hepiniz cobansınız. Hepiniz guttuklerinizden mesulsunuz... Erkek, ailesinin cobanıdır ve surusunden mesûldur. (Coluk-cocuk, ailesi, vesĂ‚ire, geciminden…) Kadın; kocasının evinin cobanıdır. (Evin duzenine, rûhĂ‚niyetine, evlĂ‚dının yetişmesine…) Onun bir mesûliyeti icinde olur.” (Bkz. BuhĂ‚rî, VesĂ‚yĂ‚, 9; Muslim, İmĂ‚re, 20)
Efendimiz; hanımların beyleri, beylerin de hanımları ustunde haklarını ilĂ‚n etti. Hanımlara daha narin davranılmasını, onu tavsiye etti.
Diğer taraftan, anne-babalar, orada birleşiyor, ikisi de anne ve babalardır; hurmette/saygıda kusur etmemek lĂ‚zımdır. Fakat bugun maalesef, bu da azalmış durumda coğu kimsede. Anne-babaya saygı, taraflar nazarında, o kaynana diyor, o kayınpeder diyor, vesĂ‚ire diyor. Bu da İslĂ‚m ’ın tanımadığı bir aile tarzı oluyor.
Efendimiz buyuruyor:
“Kadın, dort şeyden alınır: Malı, soyu-sopu, guzelliği, dîni icin. Sen dindar olanı sec…” (BuhĂ‚rî, NikĂ‚h, VI, 123; Muslim, RadĂ‚, 53)
Aksi hĂ‚lde fakr u zarûrete dûcĂ‚r olursun, perişan olursun diyor, Rasûlullah Efendimiz.
Bu hadîs-i şerîf mûcibince, bir insan evlenirken tefekkur edecek:
“Bu hanım yahut bu efendi ile İslĂ‚mî bir hayat ben yaşayabilir miyim?..” En uzerinde duracağı bu… Bir hanım da bunu duşunecek, bir bey de bunu duşunecek:
“Ben bu hanımla yahut ben bu beyle bir İslĂ‚mî hayat yaşayabilir miyim?..”
İkincisi;
“Bu hanım yahut efendi, Rabbimiz ’in nasip eylediği evlĂ‚tlarımızı, İslĂ‚mî terbiye ile terbiye eder mi? Yoksa onları dunyevî, nefsĂ‚nî cizgilere mi sevk eder?..”
Boyle ihtimam edilen, takvĂ‚ uzere inşa edilen ailelerde, hanımlar da goz nûru olacak, evlĂ‚tlar da “قُرَّةَ اَعْيُنٍ” goz nûru olacak. Bu evlĂ‚tlar topluma fazilet ve takvĂ‚da onderlik ve rehberlik edecekler.
Kızlarımız -inşĂ‚allah- oyle bir İslĂ‚mî kulturde yetişecek ki, bu annelerin-babaların buyuk mesûliyeti. Hatice VĂ‚lidemiz ’den, FĂ‚tıma, Âişe VĂ‚lidemiz ’den, hĂ‚llerinden nasip alacak.
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (BuhĂ‚rî, Edeb, 96)
Kıyamet gununde onlarla beraber olacak.
Terbiyede iki muessir vardır. Biri verĂ‚settir. Yani fıtrattan gelen hususiyetlerdir. Uc yaşındaki bir cocuk; biri kediye taş atar, oburu kediye sut verir. Bu, verĂ‚setten gelen bir hĂ‚disedir. Ve bu terbiye ile, bu tamamen değişir.
GazĂ‚lî Hazretleri:
“(İnsan) bal mumu gibidir buyuruyor. Ona terbiye ile musbet-menfî istenilen şekil verilebilir.”
İşte ashĂ‚b-ı kirĂ‚m, mĂ‚zisi itibĂ‚riyle cĂ‚hiliyye insanı olan ashĂ‚b-ı kirĂ‚m, Rasûlullah Efendimiz ’in terbiyesi neticesinde kalbi merhamet, mĂ‚rifet ve muhabbetle doldu, asr-ı saĂ‚det insanları hĂ‚line geldi. Bu en mukemmel bir misaldir.
EvlĂ‚dın ana-babada olan hakkı. Bir defa babanın-annenin hakkı, guzel bir isim koyacak. Cunku isim musemmĂ‚yı ceker. Biyolojik kimlik ve sunnet merasimi olacak. Bunun cok cok daha otesinde, bir rûhĂ‚nî kimlik ve terbiye olacak.
CenĂ‚b-ı Hakk ’ın muhabbeti, yuvaya bir cicek, bir meyve, bir bereket olarak evlĂ‚tlar ihsan etti. Ana-baba da bu evlĂ‚tları emanet bilecek, onu kendine sadaka-i cĂ‚riye olarak, bu vasıfta yetiştirmeyle mukellef olacak.
Her canlı, nesil endişesi hisseder. Necip FĂ‚zıl da nesil endişesinden mahrumiyetin acı manzarasını şu manidar teşbihle ifade eder:
“Tomurcuk derdinde olmayan ağac, odundur.”
Ancak bir mu ’minin nesil endişesi, evlĂ‚dını İslĂ‚m şahsiyeti, İslĂ‚m karakteri miras bırakabilmesinin gayreti icinde olmalıdır.
AllĂ‚h ’ın murĂ‚dı, en hayırlı olandır. Efendimiz ’in ailelerine baktığımız zaman, evlĂ‚tlar Hazret-i Hatice VĂ‚lidemiz ’den devam etti, diğer hanımlardan olmadı. MĂ‚riye VĂ‚lidemiz ’den oldu, o da vefat etti.
Bazı hanımlar, cocuğum olmadı diye buyuk endişeye kapılır. Hazret-i Âişe VĂ‚lidemiz de, onun da cocuğu olmadı, hicbir endişesi yoktu. Hicbir zaman şikĂ‚yete duşmedi. “Aman yĂ‚ RasûlĂ‚llah, benim cocuğum olmadı!” diye bir endişe taşımadı. Cunku “رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً” (“…Sen O ’ndan rĂ‚zı, O da senden rĂ‚zı.” [el-Fecr, 28]) Kul rĂ‚zı olacak. Belki (cocuğunun) olmaması hayırlı.
Yani Hakk ’ın takdîrine rĂ‚zı olabilmek. AllĂ‚h ’ın vermediği bir şeyi illĂ‚ istemek neticesinde, hic istemedikleri musibetlere dûcĂ‚r eder CenĂ‚b-ı Hak. Bunun cok misalleri de oldu, duyduk ve gorduk.
Cocuğu olmayan anneler, Âişe VĂ‚lidemiz gibi, yetimlere sahip cıkmalı, talebeler yetiştirmeli. Nitekim Hazret-i Âişe VĂ‚lidemiz ’in uc yuz tane talebesi vardı. An gelir, yetiştirdiğin bir talebe, kan bağından gelen evlĂ‚ttan kendisine daha hayırlı olur. Zira o kişi, kıyamette kendisine sadaka-i cĂ‚riye olacak.
“رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً” (“…Sen O ’ndan rĂ‚zı, O da senden rĂ‚zı.” [el-Fecr, 28])
Fakat muhtelif sebeplerle bekĂ‚r kalan hanımlar ve beyler de buna uzulmeyecekler. Bu da AllĂ‚h ’ın takdîridir, belki haklarında bu hayırlıdır.
VelhĂ‚sıl kul daima bir tebessum hĂ‚linde olacak. Hicbir zaman asık surat, neden, nicin olmayacak.
GaripnĂ‚me adlı tasavvufî eserde, muellifi olan Âşık Paşa, insanın neslinin devamı icin dort yol saymıştır:
Birincisi; sulbî nesil:
Senin soyundan gelen nesil. Bu ne kadar hayırlı, ne kadar şerli olacağını bilmiyorsun. Hayırlı olmasına gayret edeceksin, butun gucunu kullanacaksın. Bir bahcıvanın ektiği, ziraate verdiği ehemmiyetten daha fazla vereceksin.
MĂ‚lî nesil:
Bir mu ’minin, imkĂ‚nı olan mu ’minin yaptığı ve kurduğu muesseseler. Bunlar da kendisine sadaka-i cĂ‚riye olarak devam edecek. Tabi bu evlĂ‚tlar yine cok muhim.
Omer bin Abdulaziz ’e soruyorlar:
“–Sen evlĂ‚tlarına ne bıraktın?” diyorlar. Sekizinci Emevî halifesi. İki bucuk senelik hilĂ‚feti var. İslĂ‚m dunyasına, İslĂ‚m tarihine en buyuk imza atanlardan biri, takvĂ‚ ve fazîlet olarak.
“–Ne bıraktın evlĂ‚tlarına diyorlar, bu kadar imkĂ‚nın vardı filĂ‚n?..”
O da diyor ki:
“–Bu yavrularım diyor, benim yolumda olursa ne mutlu, onlar da benim gibi yaşarlar, huzur bulurlar. Yok eğer benim yolumda olmayacaklarsa, zaten verecek bir şey yok.” diyor.
Dorduncusu de ilmî ve irfĂ‚nî nesil, irşĂ‚dî nesil:
Bunlar da kendimizden sonra devam edecek, sadaka-i cÂriyelerdir. Bunlar da mesel omurlerinden sonra devam ediyor:
MevlĂ‚nĂ‚ ’nın Mesnevî ’si, İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî ’nin MektubĂ‚t ’ı, İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî ’nin İhyĂ‚ ’sı, Yunus Emre ’nin şiirleri ve emsalleri. Bunlar da sadaka-i cĂ‚riye olarak, her okundukca devam ediyor.
Tabi burada GazĂ‚lî Hazretleri ’nin muhim bir şeyi var. GazĂ‚lî Hazretleri diyor ki:
“Bir lezzet vardır ki diyor, Cennet ’in lezzeti onun yanında hic kalır diyor. Onu anlamak icin şu misallere dikkat et diyor. Uzerinde iyi duşun diyor. İnsanın ceşitli devrelerinde eşyadan lezzet alması, gıdalardan lezzet alması, birbirine musĂ‚vî değildir diyor.
MeselĂ‚ yeni doğan bir cocuğun butun lezzeti ve gıdası, annesinin sutunu emmektir. (Bundan başka zaten bir şey bilmez, ihtiyacı da yoktur o sutten başka.) Fakat beden terakkî ettikce, muhtelif enerjiler devreye girer ve mecburen gıdaların ceşnisi de değişir. Artık sadece sut emmek, onun istemediği, istese de bedenin ihtiyacını tek başına gideremeyeceği bir vasıtadır. Bu sebeple onun gıda ve lezzeti, terakkîsine gore, bedenî inkişĂ‚fına gore, bedenin zaruretine gore devam eder.
İşte diyor, mĂ‚neviyat da aynen boyledir diyor. MĂ‚nevî hayat da aynı. MĂ‚nevî yolda terakkî eden kimseye de onceki gıdalar artık yetmez.”
CenĂ‚b-ı Hak mĂ‚rifetullah, mĂ‚rifetullah istiyor. Kendisine yakınlık istiyor. Onceki gıdalar artık yetmez olur. Artık daha ust seviyede mĂ‚nevî gıdalara ihtiyac zuhur eder.
MeselĂ‚ farzlara ilĂ‚veten nĂ‚fileler. ZekĂ‚tın otesinde, sadakalar ve infaklar. Hayır-hasenatta fedakĂ‚rlıklar. Seherlerde ihyĂ‚lar, seherleri ihyĂ‚. Benzeri gayretlere ihtiyac duyar. Ve Allah Rasûlu ’nun ahlĂ‚kından tecellîlerden nasip almaya başlar.
Yani mĂ‚nevî merhaleler icin kalbin tattığı gıdalar ve lezzetler farklılaşır. Yani mĂ‚nevî yukselişteki bir gonul, her merhalede ayrı ayrı bir haz ve enerji alır.
Sır ve hikmetler ile insan-ı Ă‚rif olarak yaşar, bu terakkî son nefese kadar devam eder. Cunku nihayette insan, yalnız CenĂ‚b-ı Hak ’la huzur bulur artık. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de:
(“…Kalpler ancak AllĂ‚h ’ın zikriyle huzur bulur.” [er-Ra‘d, 28]) buyruluyor. Kalpler sonsuz bir lezzete kavuşur. Butun dunyevî lezzetler, o lezzetin yanında bir cakıl taşına doner. Cocukların oynadığı oyuncağa doner.
Onun icin MevlĂ‚nĂ‚, Selcuklu Universitesi ’nin hocası iken butun derslerinde, o hĂ‚line “hamdım” diyor. MĂ‚rifetullah ’tan nasip almaya başladığı zaman, “piştim” diyor. Zirvelere tırmandığı zaman da “yandım” buyuruyor.
Es ’ad Erbilî Hazretleri de:
“TecellĂ‚-yı cemĂ‚linden Habîbim nevbahar ateş.” diyor. O kalbindeki ateş her tarafa yansıyor.
Fuzûlî oyle; bir suyun akışına bakıyor, neye baksa Rasûlullah Efendimiz ’i goruyor sanki, O ’na hasret…
“Başını daştan daşa urup gezer Ă‚vĂ‚re su” diyor.
“HĂ‚k-i pĂ‚yine yetem der omurlerdir muttasıl,
Başını daştan daşa urup gezer Ă‚vĂ‚re su.” diyor.
Yaman Dede ayrı bir ceşni...
Demek ki gıdaların nasıl bedende keyfiyet kazandığı gibi, demek ki kalplerin de boyle keyfiyet kazanması, CenĂ‚b-ı Hakk ’a vuslat…
İşte orada;
(“…Kalpler ancak AllĂ‚h ’ın zikriyle huzur bulur.” [er-Ra‘d, 28]) Kalp CenĂ‚b-ı Hak ’la beraber olmanın buyuk bir lezzeti icinde olmuş oluyor.
SahĂ‚bî bu duruma geldi. Dunyevî her şey gozunde ufaldı, bitti. “YĂ‚ RasûlĂ‚llah, emret dedi, canım-malım, her şeyim Sana fedĂ‚ olsun yĂ‚ RasûlĂ‚llah.” dedi.
VelhĂ‚sıl, yine evlĂ‚tlara geleceğim. EvlĂ‚tlarımızın/cocuklarımızın kusurlu olmasını istemiyorsak, kusursuz anne ve baba olmaya gayret etmemiz lazım.
Aile saĂ‚deti, erkek ve hanımın muşterek gecineceği hususlar… Bunun temelinde şunlar var:
Bir; birbirleri ile iyi gecinmek. Yani şeriat hudutlarına dikkat etmek. Şeriat hudutlarından taşmamak.
İkincisi; mutluluk ve sevinclerin paylaşılması icin, hayatın yuk ve sıkıntılarını bertaraf etmek. Yani beraber katlanmak. Anlayışlı ve olgun davranmak, fedakĂ‚r olmak.
İslam ve İhsan