Sabır nedir, ne anlama gelmektedir? Sabır kelimesinin sozluk anlamı nedir? Kur ’an ’da kac yerde sabır geciyor? İslam ’da sabrın onemi ve mukafatını islamveihsan Youtube kanalımızdan sesli kitap olarak dinleyin.
SABIR NEDİR? Sabır; îtidĂ‚li muhĂ‚faza etme, tahammul gosterme, acıya katlanma, goğus germe, sıkıntı ve meşakkatlere karşı soğukkanlılıkla mukĂ‚vemet etme, aklın ve dînin gosterdiği yolda sebĂ‚t etme mĂ‚nĂ‚larına gelir.
Butun ahlĂ‚kî guzellikleri icine aldığı icin sabrın dînimizdeki mevkii cok ihti­şamlıdır. Sabır, ilĂ‚hî rızĂ‚yı mûcib mubĂ‚rek bir ahlĂ‚kî vasıftır.
Dîn ve ahlĂ‚kta sabır, hoşa gitmeyen ve ıztırap veren hĂ‚diseler karşısında muvĂ‚zeneyi bozmadan sukûnete burunmek, Hakk ’a teslîm olmaktır.
Bu hususta İmam Nevevî şoyle der:
“Sabır, nefsi emredilen şeyleri yapmaya mecbur kılmaktır. Bu da ibĂ‚detlerin meşakkatlerine, belĂ‚lara ve gunah dışındaki zararlara tahammulle gercekleşir.”
Sabredilecek hĂ‚diseler karşısında; rûhĂ‚nî vasıflar olan af, hilim, tevĂ‚zû, iffet, kanĂ‚at, şefkat, merhamet, nezĂ‚ket ve musĂ‚maha gibi ahlĂ‚kî meziyetlerimizi kullan­mamız lĂ‚zımdır.
Sabır, guzel ahlĂ‚kın ağırlık merkezidir. ÎmĂ‚nın yarısı, ferah ve saĂ‚detin anah­tarıdır. Cennet nîmetlerine kavuşturan buyuk bir fazîlettir. Her turlu hayırlar ve yuksek kazanclar “sabır”da olduğu icin başta ulu ’l-azm peygamberler, bil-cumle enbiyĂ‚, evliyĂ‚ ve ulemĂ‚, sabrı meslek hĂ‚line getir­mişlerdir.
KUR ’AN ’DA KAC YERDE SABIR GECİYOR? Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de yetmiş kusur yerde sabırdan bahsedilir. Muhtelif Ă‚yetlerde Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e ve O ’nun şahsında butun ummete sabır tavsiye edilmiştir. Bu Ă‚yetlerden birkacı şoyledir:
“Sabret, Sen ’in sabrın da ancak AllĂ‚h ’ın (yardımı) iledir. (ÎmĂ‚n etmiyorlar diye) onlara uzulme! Hîlele­rinden dolayı da sıkıntıya duşme!” (en-Nahl, 127)
“Rabbinin hukmune sabret! Cunku Sen, Bizim nezĂ‚retimiz altındasın! Kalktığın sırada Rabbini hamd ile tesbîh et!” (et-Tûr, 48)
“…AllĂ‚h ’ın hukmu gelinceye kadar sabret!..” (Yûnus, 109)
“Sabah akşam Rabbine ibĂ‚det ve niyazda bulunan ve O ’nun cemĂ‚lini (rızĂ‚sını) isteyen mu ’min­lerle beraber Sen de sabret!..” (el-Kehf, 28)
Peygamberlerin hayatı, tevhîd mucĂ‚delesi esnĂ‚sında mĂ‚ruz kaldıkları sıkıntılara karşı sergiledikleri dĂ‚sitĂ‚nî sabır ornekleri ile doludur. Hazret-i Nûh -aleyhisselĂ‚m-, dovulme ve alay edilme gibi muhtelif eziyetlere 950 sene sabretmiştir. Hazret-i MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, İsrĂ‚îloğulları ’na:
“…AllĂ‚h ’tan yardım isteyin ve sabredin!..” (el-A ’rĂ‚f, 128) tavsiyesinde bulun­muştur. Hazret-i Eyyûb -aleyhisselĂ‚m-, başına gelen her turlu ibtilĂ‚ ve musîbete sabretmiş:
“…Biz O ’nu her hususta sabırlı bulduk; O ne guzel kuldu! DĂ‚imĂ‚ AllĂ‚h ’a yone­lirdi!” (SĂ‚d, 44) şeklinde ilĂ‚hî iltifĂ‚ta mazhar olmuştur. Âyet-i kerîmede buyrulduğu uzere Hazret-i LokmĂ‚n -aleyhisselĂ‚m- da oğluna:
“Yavrucuğum! Namaz kıl, iyilikleri emret, kotuluklerden nehyet, başına gelene de sabret! İşte bunlar, azmedilmeye değer işlerdir!” (LokmĂ‚n, 17) diye nasî­hatte bulunmuştur.
Hazret-i Peygamber -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m- Efendimiz ise, bilhassa Mekke ve TĂ‚if halkının ağır hakĂ‚ret ve zulumlerine karşı buyuk bir sabır gostermiş, bir muddet sonra da bu insanlar îmĂ‚n ile şereflenmişlerdir.
EnbiyĂ‚ ve evliyĂ‚, sabırla AllĂ‚h ’ın yardımına nĂ‚il oldular. Bu sebeple onlar bizim ornek alacağımız numûne şahsiyetler olmalıdır. Sabrın dunyevî tarafı acı, uhrevî tarafı cok tatlıdır. Sabrın acılarını sîneye ce­kenler, ebediyet devleti olan cennete ve AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sına kavuşurlar.
Bizler, nefs ne kadar isterse istesin, harĂ‚m olan şeylere meyletmemek; bilakis ne derece ağır olursa olsun, sabredip tahammul gostermekle mukellefiz. AllĂ‚h ’ın emirlerini, ne kadar zor gelirse gelsin, sabırla îfĂ‚ etmek mecbûriyetindeyiz!
Sabır Uctur RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, sabrın ceşitlerini ve fazîletlerini bildirdiği bir hadîs-i şerîfinde şoyle buyurmuştur:
“Sabır uctur:
Musîbetlere karşı sabır, kullukta sabır ve gunah işlememekte sabır.
Kim, kaldırılıncaya kadar musîbete guzelce sabrederse AllĂ‚h ona uc yuz derece yazar. Her iki derece arasında semĂ‚ ile arz arası kadar mesĂ‚fe vardır. Kim de tĂ‚atte sabrederse AllĂ‚h ona altı yuz derece yazar. Her iki derece arasında yeryuzu ile yedi kat aşağısı arası kadar mesĂ‚fe vardır. Kim de mĂ‚siyete (gunaha) karşı sabrederse AllĂ‚h ona dokuz yuz derece yazar. İki derece arasında yer ile Arş arası kadar mesĂ‚fe vardır.” (Suyûtî, el-CĂ‚miu ’s-Sağîr, II, 42; Deylemî, II, 416)
Her hĂ‚lukĂ‚rda AllĂ‚h ’ın emir ve yasaklarındaki nîmet, hikmet ve ilĂ‚hî mukĂ‚fĂ‚t­ları duşunmek, sabrı kolaylaştırır. BĂ‚zen sırtımızdan atamadığımız tabiî felĂ‚ketleri, taşımaktan başka cĂ‚remiz yoktur. Her cĂ‚resizliğin yegĂ‚ne cĂ‚resi, AllĂ‚h ’tır. ŞikĂ‚yetler, feryĂ‚d u figĂ‚nlar, sızlanmalar, kayıptan başka birşey değildir. Bunun icindir ki, başımıza gelen hĂ‚diselere sabredip CenĂ‚b-ı Hakk ’a sığın­mak, her şeyin O ’ndan geldiğini bilmek ve bir imtihĂ‚n olduğunu idrĂ‚k edip mukĂ‚fĂ‚­tını duşunmek, en akıllıca iştir.
İnsanın bu imtihĂ‚n dunyĂ‚sında her arzu ettiğine nĂ‚il olması mumkun değildir. Erişemediğimiz şeyler icin, “Olmaması, hakkımızda hayırdır!” veya “Olan şeyde hayır vardır!” demek, kulluğa en uygun olan ve bizi mĂ‚nevî derecelere nĂ‚il eyleyen en guzel bir hĂ‚ldir.
Sabır, zorla değil, gonul hoşluğu ile kulun, Rabbine teslîmiyetidir. Hele gucu var iken, sabredip intikĂ‚m almamak, yuce bir fazîlettir.
Sabrın birinci şartı, musîbet ile ilk karşılaşıldığı anda olmasıdır. Tavı gecmiş bir sabrın, fazla bir mukĂ‚fĂ‚tı yoktur.
Bu itibarla, evlĂ‚dını veya yakınını kaybetmiş kimsenin, ilk andaki sabır ve teslîmiyeti muhimdir!
Enes bin MĂ‚lik -radıyallĂ‚hu anh- ’dan rivĂ‚yet edildiğine gore Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, cocuğunun mezarı başında feryĂ‚d ederek ağlayan bir kadının yanından gecti. Ona:
“–AllĂ‚h ’tan kork ve sabret!” buyurdu. Kadın:
“–Cekil git başımdan; zîrĂ‚ benim başıma gelen felĂ‚ket senin başına gelmemiştir!” dedi.
Kadın, Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’i tanıyamamıştı. Kendisine, O ’nun RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- olduğunu soylediler. Kadın bunu duyar duymaz Peygamber Efendimiz ’in kapısına koştu. Orada kendisini engelleyen herhangi bir kimse olmadığı icin doğrudan Efendimiz ’in huzûruna cıktı ve (ozur dileyerek):
“–YĂ‚ RasûlallĂ‚h, Siz ’i tanıyamadım.” dedi.
AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Hakîkî sabır, felĂ‚ketin ilk Ă‚nında gosterilendir!” buyurdu. (BuhĂ‚rî, CenĂ‚iz, 32)
Es-Sabûr Ne Demektir? CenĂ‚b-ı Hakk ’ın esmĂ‚sından biri de “Es-Sabûr”dur. YĂ‚ni CenĂ‚b-ı Hak, kullarına muhlet verir ve bu zaman zarfında kendisine nankorluk edenlere dahî rı­zık vererek sabreder. Eğer Rabbimiz, dunyĂ‚da mucrimlerden hemen intikĂ‚m almak dileseydi, kĂ‚inĂ‚t ne hĂ‚le gelirdi?.. Bir duşunmeli!..
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Eğer AllĂ‚h, insanları işledikleri gunahları yuzunden hemen cezĂ‚landıracak olsaydı, yeryuzunde hareket eden hicbir canlı bırakmazdı. Fakat onların cezasını belirli bir vakte kadar tehir eder...” (FĂ‚tır, 45)
“Sabûr” ism-i şerîfinin ahlĂ‚ka inkılĂ‚b ederek en guzel şekilde tecellî ettiği kullar, peygamberler ve evliyĂ‚ullĂ‚htır. Nitekim varlık ve darlık zamanlarında cok muhim olan sabır, onlardan bizlere intikĂ‚l eden en guzel ahlĂ‚k-ı seniyye orneklerinden biridir.
Varlıkta Sabır Varlıkta sabır; gurur ve kibre suruklenmemek, intikĂ‚m almamak, şehevĂ‚ta mağlûb olmamak, pintilik ve israf yapmamak, fakirleri hor gormemek ve yaptığı iyiliği yuze vurmamak gibi hasletlere sĂ‚hip olmaktır. Cunku nefs, insanı hep kotu hasletlere zorlar. Bunlara sabredip acı Ă‚kıbete duşmemek gerekir.
Hazret-i İbrĂ‚hîm -aleyhisselĂ‚m- ’ın hĂ‚li, varlıktaki sabra ne guzel bir misĂ‚ldir. O, dun­yĂ‚ya Ă‚it hicbir şeye temĂ‚yul etmemiş, aksine dunyĂ‚ya Ă‚it her şeyi, Rabbinin bir emĂ‚neti olarak telĂ‚kkî etmiştir. Nitekim CenĂ‚b-ı Hak, kendisine bir cok dunyevî imkĂ‚nlar bahşettiği hĂ‚lde, sabır gostererek nefsin arzu ettiği her şeyden uzak­laşmış ve “Halîl” sıfatına nĂ‚il olmuştur.
SuleymĂ‚n -aleyhisselĂ‚m- da, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın bahşettiği dunyĂ‚ saltanatına meyil gostermeyip, bu saltanatı, kalbinin dışında taşımıştır. O, sık sık fakirlerin yanına gider, onlarla oturmaktan haz alır ve:
“Miskîn, miskinlere yakışır!” derdi. Boylece, dunyĂ‚ saltanatı icinde tevĂ‚zuun en guzel hĂ‚lini yaşardı.
Darlıkta Sabır Darlıkta sabır ise; şikĂ‚yet, hased, sırrı ifşĂ‚ etmek, ofke, hınc, Ă‚ile efrĂ‚dı ve yakınları ile hoş gecinmemek gibi kotu sıfatlardan korunmaktır. Bu gibi hĂ‚llerde sabredip, kotu fiil ve duşuncelerden uzak kalmaya gayret etmek îcĂ‚b eder. Bunun icin enbiyĂ‚ ve evliyĂ‚nın varlıkta ve darlıktaki hĂ‚llerinden ibret almak ve onları taklîd etmek zarûrîdir.
Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz, mu ’minlerin bir musîbet ve darlık zamanında umitsizlik ve isyĂ‚na duşmeyip AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ ’ya tevekkul ve niyazda bulunmalarını şoyle tavsiye etmektedir:
“Kendisine bir musîbet gelen Musluman, AllĂ‚h ’ın emrettiği:
«Biz AllĂ‚h ’a Ă‚idiz ve ancak O ’na doneceğiz. AllĂ‚h ’ım! Bana bu musîbetten dolayı ecir ver ve bana bundan daha hayırlısını ihsĂ‚n eyle!» derse, AllĂ‚h o musîbeti alır ve mutlakĂ‚ daha hayırlısını verir.” (Muslim, CenĂ‚iz, 3)
Varlık ve darlıktaki kalbî Ă‚fetlerden kurtulmak ve rızĂ‚-yı ilĂ‚hîye kavuş­mak icin, sabretmeye mecbur ve mahkûmuz! Hazret-i Eyyûb -aleyhisselĂ‚m- ’ın şu hĂ‚li, darlıktaki sabra ne guzel bir misĂ‚ldir:
Hanımı Rahîme Hatun, kendisine:
“–Sen bir peygambersin; duĂ‚n makbûldur. Cok muzdarip bir hĂ‚ldesin! DuĂ‚ et de şi­fĂ‚ya nĂ‚il ol!” dedi.
Hazret-i Eyyûb -aleyhisselĂ‚m- ise:
“–AllĂ‚h bana seksen sene sıhhat verdi. Hastalığım ise henuz seksen sene olmadı. Ancak birkac senedir muzdaribim. CenĂ‚b-ı Hak ’tan sıhhat taleb etmeye teed­dub ederim!” buyurdu.
NihĂ‚yet bu yuksek yaratılışlı peygamber, dillere destan olan sabrının neti­cesinde eski sıhhat, genclik ve varlığına kavuştu.
Varlık icinde elinde her imkĂ‚n olduğu hĂ‚lde sabredenlere “ağniyĂ‚-i şĂ‚kirîn” denir. Darlıkta, gonlunu Rabbine bağlayarak hic şikĂ‚yet etmeden şukur hĂ‚linde bu­lunanlara da “fukarĂ‚-i sĂ‚birîn” denir. AğniyĂ‚-i şĂ‚kirîn ve fukarĂ‚-i sĂ‚birîn icin sayısız mukĂ‚fĂ‚t mujdeleri vardır.
Oruclu olduğu bir gun, Abdurrahman bin Avf -radıyallĂ‚hu anh- icin zengin bir iftar sofrası hazırlanmıştı. Ancak o, yemeklere bakıp şoyle demişti:
“Mus ’Ă‚b bin Umeyr, Uhud savaşında şehîd edildi. O, benden daha fazîletli idi. Ama kefen olarak bir hırkadan başka bir şeyi yoktu. Onunla da başı ortulse ayakları, ayakları ortulse başı acık kalıyordu. Sonra dunyĂ‚lık olarak bize her şey verildi. Doğrusu iyiliklerimizin karşılığının dunyĂ‚da verilmiş olmasından korkuyorum.”
Daha sonra Abdurrahman bin Avf -radıyallĂ‚hu anh- ağlamaya başladı ve yemeği bırakıp sofradan kalktı. (BuhĂ‚rî, CenĂ‚iz, 27)
SahĂ‚be-i kirĂ‚mın guzîde sîmĂ‚larından Ebû Zer -radıyallĂ‚hu anh- cok fakir biriydi. Buna mukĂ‚bil infaktan geri durmazdı ve hayĂ‚tı şukur icinde idi. Cunku Peygamberimiz ona:
“−YĂ‚ EbĂ‚ Zer! Corbana biraz daha su kat ve komşunu da gozet.” (Muslim, Birr, 142) buyurmuştu.
İşte gonul iklîmine RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in muhabbetini hĂ‚kim kılan, biri zengin diğeri fakir iki buyuk sabır Ă‚bidesi sahĂ‚bî!.. Onlar, aynı rûh hĂ‚li icinde, yĂ‚ni biri varlıkta, diğeri darlıkta AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sına nĂ‚il olabilmek ve İslĂ‚m ’ı samîmî bir îmĂ‚nla yaşayabilmek icin gosterdikleri sabrın guzelliğini ne kadar mukemmel aksettirmişlerdir. Bizler de bu duygularla dolabilmemiz icin, zikir, sohbet ve cĂ‚n u gonulden yapılan duĂ‚lara muhtĂ‚cız!..
CenĂ‚b-ı Hak buyurur:
“Ey îmĂ‚n edenler! Sabredin ve sabır yarışında duşmanlarınızı gecin!..” (Âl-i İmrĂ‚n, 200)
Yine CenĂ‚b-ı Hak buyurur:
“Asra yemîn ederim ki, insan, gercekten ziyĂ‚n icindedir. Bundan ancak, îmĂ‚n edip amel-i sĂ‚lih işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye eden­ler mustesnĂ‚dır.” (el-Asr, 1-3)
Ancak, hakkın ve sabrın tavsiye edilebilmesi icin bunların hayata tatbîki zarûrîdir.
CenĂ‚b-ı Hak, cumlemizi sabırla mutehallî eylesin! Cumle enbiyĂ‚ ve evliyĂ‚­nın sabır ve sadır genişliğinden bir hisse nasîb eyleyip tĂ‚kat getiremeyeceğimiz imtihĂ‚n­lardan muhĂ‚faza buyursun!..
Âmîn!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan