
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Gormez ile ummetin meseleleri uzerine muhÂsebe...
Ahmet Taşgetiren: Muhterem hocam yoğun bir gundeminiz var. Bu yoğunluk icerisinde ufuk turu diyebileceğimiz bir sohbeti kabul buyurup, zaman ayırdığınız icin cok teşekkur ederiz. Hocam İslam ’ın mesajının topluma taşınması Diyanetin gonulluleriyle oluyor. Siz onlara ‘atanmış din gorevlisi yok, adanmış din gonullusu olacağız ’ diyorsunuz. Mihraplarda, kursulerde, minberlerde sayıları yuzbinleri bulan, sizin tabirinizle ‘din gonullusu ’ istihdam ediliyor. Bunlar imam hatip liseleri, ilahiyat fakulteleri, belki son zamanlarda bir miktar doğu, guneydoğuda medreselerde eğitim alıyorlar. Bu eğitim kademelerinin yetiştirdiği insanların kaliteleri, eğitim seviyeleri yeterli mi? Cunku siz camileri bir sosyal merkez gibi, toplum hayatının merkezi gibi duşunuyorsunuz. Bu ne oranda sağlanabiliyor. Bu noktada tespitleriniz nelerdir?
Prof. Dr. Mehmet Gormez: Cok teşekkur ediyorum, Allah razı olsun. Bu soru hayati bir soru. Geleceğimiz acısından cok onemli. Doğrusu bizim medeniyet tarihimizde mihrap gorevlisi, minber gorevlisi, yahut din gonullusu dediğimiz insanlar mihrabın dışında bir yerde yetişmemişlerdi. Mihrabın icinde yetiştiler. Kadim geleneklerimizde mabed ile medrese ic iceydi. Mihrap kendi imamını yetiştiriyordu, minber kendi hatibini yetiştiriyordu, kursu kendi vaizini yetiştiriyordu. Fakat modern zamanlarda, yani medrese - mektep ihtilafı ortaya cıktıktan sonra, daha cok caminin dışında bir mekanda insanları yetiştirerek o camiye gorevlendirmeye başladık. Bu değişim beraberinde bazı sorunları da getirdi.
Tabii imam hatip liselerini ve ilahiyat fakultelerimizi, buradaki eğitimi, buradaki yeterliliği, buradaki liyakati ifade etmeden once bir hakkı da teslim etmemiz gerekiyor. Bugun sayıları gittikce artan imam hatip liselerimiz ve ilahiyat fakultelerimiz var. Ciddi bir nitelik sorunu yaşadığımızı en başta ifade etmek isterim. Ancak eleştiri ve değerlendirmeleri yaparken de adil olmak gerekiyor. Bilhassa tarihimizin zor zamanlarında bunlar birer millet kurumu olarak ortaya cıktılar. İyi ki oldular. Cunku din-devlet- toplum ilişkilerinin cok sancılı olduğu zamanlarda, hem din eğitimi sorunumuzu kısmen cozduler, hem de tarih sahnesinde din-kimlik acısından bize sureklilik kazandırmaları bakımından her iki muessesemiz de cok onemli gorevler ustlendiler. Her iki muessesenin butun kurucularına ve bugune kadar emek veren butun buyuklerimize Allah ’tan rahmet diliyorum. Bunu yapmadığımız zaman kadirşinaslık yapmamış oluruz. Ayrıca butun bunları da kıt-kanaat imkanlarıyla yaptılar. Mesela butun imam hatip binalarını halk yaptı. Ben Gaziantep İmam Hatip Lisesi mezunuyum. Kurucuları binanın arazisini satın alacakları zaman 16 lira eksik olduğu icin kara kara duşunuyorlarmış. Bir hamal gelmiş. Demiş ki; ne duşuyorsunuz? İmam hatip lisesi arazisi alacağız ama 16 lira eksik, demişler. Hamal, aldığı parayı kuşağına koyarmış. Kuşağını cıkarmış, şoyle bir silkelemiş, saymışlar ki 16 lira var.
KORUYUCU-KURUCU
Ben bu dini-ilmi muesseselerimizi ikiye ayırıyorum. Bir koruyucu muesseseler, bir kurucu muesseseler. Bu iki muessesemiz, hem imam hatip liselerimiz hem ilahiyat fakultelerimiz, zor zamanlarda bizi korudu. Hepimizi korudu. Ama istikbalimizi kurma noktasında hep birlikte yeni calışmalara ihtiyacımız var. Bizi daha sağlıklı bir geleceğe taşımaları icin, hem de evrensel olabilmesi icin, sadece koruyucu olması yetmiyor, kurucu olması da gerekiyor. Kurucu olması icin de her turlu meydan okumaları bertaraf etme gucune sahip olması gerekiyor.
Taşgetiren: Bu kurucu olmayı biraz acar mısınız? Neyi ifade ediyoruz? Nasıl bir kuruculuk ki, ona liyÂkat kespetmiş olmak lÂzım?
Gormez: Medeniyet koklerimize bağlı kalarak, geleceğe hicbir şuphe duymadan millet olarak yurumemizi sağlamasını kastediyorum.
Taşgetiren: Kuruculuğa insanlığın da ihtiyacı var değil mi hocam? İslam medeniyetinin yeniden inşaası, ihyası, insanlığa sunulması icin…
Gormez: Bilhassa icinden gectiğimiz surecte bu ihtiyac cok daha fazla. Rusya ’da 30 milyon Musluman var. Bunlar kendi kimliklerini, Musluman kimliklerini yeniden kurmaya calışıyorlar. Komunist donemde korudular, şimdi kurmaya calışıyorlar. Turk cumhuriyetleri, Balkanlar, Afrika… İslam memleketlerinin tamamında bugun yeniden bu kurucu iradeye, bizi ilimle hikmetle yeniden kuracak bir donanıma, bir bilgiye, bir eğitime, bir insan yetiştirme duzenine ihtiyacımız var. Şuphesiz butun insanlığın buna ihtiyacı var. Tabii bu muesseselerin kurulduğu zamanları da hatırlamak lazım. İmam Hatip liselerinin koylerde cenazeler yerde kaldığı icin kurulduğuna dair, Ahmed Hamdi Akseki merhumun feryadı vardır. Yahut benim de mezun olduğum ve yirmi sene hocalık yaptığım Ankara İlahiyat Fakultesi kurulduğu zaman, tefsir, hadis, fıkıh, kelam gibi Ulumu İslamiye ’yi okutacak bir tek hoca bulamamışlardır. Ve Bosna ’dan Muhammed Tayyib Okic isimli bir hocaefendi bulup getirip dersleri ona verdirmişlerdir.
MANEVİ REHBERLİK
Şimdi asıl sorunuza gelince, yani imam hatip liseleri ve ilahiyat fakultelerinden mezun olan arkadaşlarımızın ‘din gonulluleri ’ icin yeterliliği yeterli midir, değil midir? Bu noktada dunya o kadar hızla değişti ki, yeterliliklerimiz yetersiz gelmeye başladı. Bunu hassaten ifade etmeliyim. Bir yeterlilik kapasitemiz vardı ama bu dunyanın ihtiyacını karşılamıyor. Bu cağın da ihtiyacını karşılamakta zorlanmaya başladık. Cunku kara delikler coğaldı. Bizi o medeniyet değerlerimizden uzaklaştıran unsurlar coğaldı. Genc kuşaklar arasında, onlarla bizim aramızda cok buyuk mesafeler acıldı. Butun bunları kucaklamak icin, daha buyuk yeterliliklere, daha buyuk donanımlara ihtiyac var.
İhtiyac duyduğumuz onemli bir husus daha var. O da şudur; bizim yaptığımız gorevler manevi rehberlik istiyor, sadece bilgi yetmiyor. Yani bir orneklik istiyor, bir ahlÂk istiyor, meseli ulya yuce ornek olmak gerekiyor. Bu okullarımızdaki eğitim icerisinde bunu tam veremiyoruz.
Onun icin benim şahsen bir hulyam, bir muradım var. O da şudur, bir defa butun mihrap gorevlileri ilahiyat fakultesi mezunu olsun. Yuksek eğitim alsınlar. Ama bu yuksek eğitime biz diyanet akademisi kurarak, fakulteden sonra bir akademi tahsili gorsunler. Bu akademi tahsili sadece fakultedeki aldığı bilgilerin pekiştirilmesi, usul vesaire gibi konuları değil, bunun yanında gercekten o mihrap gonullusunun kazanacağı ahlÂkî hamîdeyi kazandıracak bir yol ve yontem bulmalıyız.
Bizim mihraplara yazmayı gelenek haline getirdiğimiz bir ayet vardır. Ayet Hazreti Zekeriya (a.s.) ve Hazreti Meryem ’le ilgilidir. İcinde mihrap gectiği icin biz o ayeti yazarız.
“Her ne zaman Hazreti Zekeriyya, kendisini mihrÂba adamış Meryem ’in yanına uğrasa onunde, yanında rızıklar gorurdu...” (Âl-î İmrÂn, 37) Kadîm mufessirlerimiz beni bağışlasınlar, ben bu rızkı, yazın kış meyvesi ve yaz meyvesi olarak okumuyorum. Bu rızık Allah ’ın ona verdiği ve bizim bilmediğimiz manevi rızıklardır. Ve ecdadımızın bu ayeti mihraba yazmasının hikmeti de şu olsa gerek; Ey imamlar! Bu mihraba oyle gelin ki, bu mihrapta oyle gorev yapın ki, ne zaman mihraptan ayrılırsanız, buradan rızıklarla ayrılın. Manevi olarak rızıklanmış olun. Ve o manevi rızkı alın sokağa cıkın. Sokak sokak dolaşın, kapı kapı gezin. O rızkı genclere dağıtın. O rızkı mihraptan uzaklaşmış butun insanlarla paylaşın ki, onlar da mihraba donsunler.
Bu ruhu verecek ek eğitimlere ihtiyacımız var. Bunun icin ilahiyat fakultelerinin mufredatını uce ayırmak gerektiğini duşunuyorum. Oğretmen yetiştiren, imam - vaiz - muftu yani din gonullusu yetiştiren ve mutehassıs Âlim yetiştiren. Birisi ilahiyat fakultesinden sonra diyanet akademisi ile taclanmalı. Birisi ilahiyat fakultesinden sonra bir milli eğitim akademisiyle bir muallim ve mueddib (edebi ve ilmi birleştiren bir insan) kişiliği verilmeli. Bir de Âlim yetiştiren İslam akademisi olmalı. Aksi takdirde biz butun bunları bir meslek olarak goruyoruz. Bu beni cok rahatsız eden bir şey… Mesela muftulerimiz imamlara ‘değerli meslektaşlarım ’ diye hitap ettiğinde cok uzuluyorum.
Taşgetiren: Hocam siz nasıl hitap ederdiniz?
Gormez: Biz mihrap gonullusu, minber gonullusu, kursu gonullusu diyoruz. Bizde din gorevlisi tabiri dahi cok yanlıştır. İlk Diyanet İşleri Başkanlarımızın butun genelgelerinde ‘hademeyi hayrat ’ tabiri gecer. Yani hayrın hizmetcileri.
“Sizden, hayra cağıran, iyiliği emredip kotuluğu meneden bir topluluk bulunsun…” (Âl-î İmrÂn, 104)
Muhtemelen bu ayetten cıkarılmış... Yani hayra cağıran, hayrın davetcisi, hayrın hizmetcisi. Cunku İslam hayırdır. Ve İslam ’ın getirdiği her şey hayırdır. Biz bunları bırakıp din gorevlisi yaptık, camii gorevlisi dedik, memur dedik. Oyle olunca camii de devlet dairesine donuşturuyoruz. En buyuk tehlike bu. Cami devlet dairesi, imam devlet memuru. O bir meslek, camii bir mesleğin icraa edildiği bir yer olduğu zaman, o ibadetin bize kazandırdığı butun ruhu kaybederiz. Cunku din-i mubînî İslam ’a gore herkes, her Musluman dininin gorevlisidir. Ayrıca din gorevlisi diye bir tabiri, doğrusu ben yadırgıyorum, kabul edemiyorum.
MEDRESELERİN TAHLİLİ
Medrese geleneğine gelince; aslında hepimiz biliyoruz ki tarihte, nizamiye medreseleri, oncesi sonrasıyla birlikte, medrese geleneği medeniyeti inşaa eden bir gelenektir. Hem korudu, hem kurdu. Hem koruyucu hem kurucu olarak hep var oldu. Endulus medeniyetini kurdu ve oyle ki, gayrı Muslimlerin, ehli kitabın bile en buyuk emeli cocuklarını Endulus medresesine gondermek olmuştu. Maveraun Nehir medeniyetini kuran Buhara, Taşkent, Semerkant gibi medreseler, Fatih ve Suleymaniye gibi Osmanlı geleneğini surduren medreseler… Ancak cumhuriyet tarihimizle birlikte, tevhid-i tedrisat kanunundan uc ay sonra medreseler kapatıldı. Daha sonra da buna rağmen var olabilme mucadelesi verdi. Yani kanunen yok, ama bir realite olarak, fiili olarak hep var oldu. Doğu ve guneydoğu Anadolu bolgemizde, karadenizde, İstanbul ’da muhtelif yerlerde medreseler varlığını surdurdu. Zor zamanlarda dini bilgiye ve eğitime sureklilik kazandırma bakımından da yardımcı oldu. Nitekim imam hatip liseleri ve ilahiyat fakulteleri 1950 ’li yıllardan itibaren kurulduğu zaman yine bu medreselerde az-cok tahsil gormuş insanlara ihtiyac duyuldu. Ellilerde Menderes doneminde bu medreselerden yetişmiş insanlar Diyanet İşleri Başkanlığında vekil olarak gorev yapmaya başladılar. Diyanet ihtiyaclarının yuzde altmışını, yuzde yetmişini bunlarla gidermeye calıştı. Yetmişli yıllarda asalete gectiler. Ve bir nesil boylece hem diyanete, hem imam hatip liselerine hem ilahiyat fakultelerine vucut verme noktasında hizmet gordu. Onları da hep rahmetle yad etmemiz gerekiyor. Ama sonra zayıfladı. Bilhassa PKK teror orgutunun bolgedeki en buyuk kotuluklerden biri bu geleneği tamamen, adeta yok etmek oldu. Buna rağmen hala realite olarak varlığı devam eden medreseler olduğunu biliyoruz. Bunlarda sadece sarf, nahiv ve gramer bilgisiyle yola devam etmeleri mumkun değil. Şimdilerde ulumu islamiyenin butun yonleriyle tanışmak icin buyuk bir caba gosteriliyor.
Burada yeri gelmişken butun yonleriyle eğitim sistemlerimizi anlatan guzel bir fıkra vardır onu paylaşayım. Uc talebe vefat etmiş. Birisi diyanetin Kur ’an kursunda okuyor, birisi medresede, birisi de lisede okuyor. Munker nekir melekleri kuran kursu talebesine sormuşlar; men rabbuke? Talebe; ‘idgÂm-ı bil gunne iyi telaffuz edilmedi, o merrabuke olacak ’ demiş. Medrese talebesine sormuşlar; men rabbuke? Demiş ki; mubteda haber. Lise talebesine sormuş; Demiş ki 4 şıkkı verin birisine işaret koyayım. Şimdi bu bizi gulduren bir fıkra ama bir tarafıyla da hakikaten acı. Bizim Kur ’an oğreten mekanlarımızda fem-i muhsinden fehm-i muhsine yani okumaktan anlamaya gecmeliyiz. Medresede gramerden, sarf - nahivden usule, tefsire, hadise, hatta tabiat ve insanlık bilgisine, tarihe, coğrafyaya da devam etmemiz, asla onları ayırmamamız gerekiyor. Liselerimizde de sadece coktan secmeli yontemlerle yola devam etmemiz mumkun değil. Topyekun eğitim sistemimizi gozden gecirmeye ihtiyac var.
Dolayısıyla medrese acısından sorunuzun cevabını şoyle vermek isterim. Mevcut haliyle ve mevcut yontemle, bizi gecmiş medeniyet bağlarımızla birlikte geleceğe taşıma noktasındaki eksiklikler oralarda da butun yonleriyle mevcuttur. Bir butun olarak hepsini, insan yetiştirme duzenimizi, eğitim sistemimizi, mufredatımızı toptan gozden gecirme ihtiyacımız var diye duşunuyorum.
Taşgetiren: Hocam bunu şoyle tamamlasak, sizin bu değerlendirmelerinizi birlikte ele alındığı platformlar oluşabiliyor mu? Mesela ilahiyat, imam hatip, medreseler hatta genel eğitim problemleri…
Gormez: Oluyor ama daha fazla olması lÂzım. Cunku henuz bu konuda icraata gecemedik millet olarak. İcraata gecmemiz gerekir diye duşunuyorum.
FETVA VE TEROR
Taşgetiren: Son zamanlarda İslam dunyasında yaşanan teror vakıasından yola cıkarak, verilen fetvalar, alimler ve onların yetiştiği ocaklar uzerine eleştirileriniz oluyor. Malum teror icin fetva veren birtakım yerler var. Bu fetvalara ilişkin sizin bir hayli tahlilleriniz oldu. Bu noktada ne gibi problemler yaşıyoruz, nasıl bir İslam alimi profiline ihtiyac olduğunu duşunuyorsunuz? Peygamberimizden bu yana gecen zamanın İslam Âlimi profili icin yeni şartlar, yeni zaruretler getirdiği kanaatinde misiniz?
Gormez: Fetvadan başlayalım. Bizim fıkıh geleneğinde bir fetva usulu literaturu vardır. Bu literatur “Muftu kimdir?” sorusuna cevap vererek başlar. “Muftu, dini meselelerde fetva vermesi icin kendisine izin verilen Musluman alim icin kullandığımız bir unvandır. O onune gelen herhangi bir meselede fetva verirken meseleyi yeniden inşa ederek o gunku butun sorunları dikkate alarak fetva verir, sadece takliden değil. Yani daha onceden verilmiş bir fetvayı tekrarlayarak fetva vermez. Bir duşunce melekesi ile hareket eder. Mustakil bir goruş sahibi olma kudretine sahiptir. İslam inancına gore muftu, beyan vazifesini eda konusunda peygamberin halifesidir. Muftu, Allah adına imza atan adamdır. Eğer fetva verirken soyut kuruntuları ile hareket ederse nefsi ile hareket ederse, Allah ’ın ayetlerini, Resulu Ekrem ’in hadislerini, sunnetini bir tarafa bırakır sadece o gunku hevasıyla, hevesiyle hareket ederse, sadece zannı galip ile hareket ederse, o bir gunahkÂrdır. Onun işi haramdır. Onun verdiği her fetva haramdır. Onun sozu Allah ’a ve Resulune iftiradır. Boyle bir muftu fetva verdiği butun insanların gunahını yuklenmiş olur.”
Butun fetva literaturundeki muftu tanımı boyledir. Peki bu tanımı okuyan adam muftu olmaya curet eder mi? Edemez. Peki bu sozleri sarf eden Diyanet İşleri Başkanı olmaya nasıl curet etti? Şimdi bunları okurken aklıma onlar geliyor. Allah bizi affetsin.
İLİM-HİKMET-MARİFET
Peki nasıl bir alim? Bizim bilge geleneğimizde bilgiyi ifade eden uc kelime var. İlim, hikmet, marifet. Biz bunları birbirinden cok ayırdık. Bunu yapınca az once ifade edilen muftu konumuna duşeriz. O fetvayı sağlıklı vermek icin bu ucu birlikte olması lazım. Odamda asılı bir levha var. O levhada şu ifadeler yer alır: “Kalbin semasına doğan ilk ışık hikmet yıldızıdır. Sonra ilim ayıdır. Sonra marifet guneşidir. Hikmet yıldızının ışığında siz eşyanın hakikatini muşahede edersiniz. İlim ayının ışığında mana Âlemi muşahede edilir. Marifet guneşinin ışığında da siz Hz. Mevla ’yı muşahede edersiniz.”
Muthiş bir soz. İşte biz bunu kaybettik. Cunku hikmetsiz hukum zayidir. Hikmetsiz bir hukum bilgisi bizi marifete taşımıyor. Kendimizi de tanıyamıyoruz, Mevla ’yı da tanımakta zorlanıyoruz. Mevla ’yı tanımakta zorluk yaşadığımız icin Mevla ’nın ismini zikrederek birbirimiz katlediyoruz. Onun icin bu formul onemli.
İki tane onemli kırılma yaşadı bizim ilim tarihimiz. Birincisi bilgiyi dini ve dini olmayan diye tasnif edişimiz. Bu bir kırılmadır. İslam medeniyeti asla bilgiyi dini ve dini olmayan diye, islami ya da islami olmayan diye ayırmaz. Faydalı ve zararlı diye ayırır. Tefsir ne kadar islami bir ilimse matematik o kadar islami bir ilimdir. Cunku biz tefsirle Allah ’ın kitaptaki kanunlarını oğreniyoruz. Matematik ile de tekvini, kitaptaki kanunu oğreniyoruz. İslam dunyasının bu tasnifi İslam ’a aykırı olmuştur. Bu bir kırılma noktasıdır. İmam hatip liselerimizin Pakistan medreselerinden farklı olarak bizi koruması, hukum ile hikmet bilgisini birlikte vermesi, bilgiyi dini ve dini olmayan ayırmayıp fıkıh ile felsefeyi, Kur ’an ’la fiziki, kimyayı, fıkıhla matematiği beraber cocuklarımıza vermemiz sebebiyledir.
Taşgetiren: Demek ki imam hatipleri kuranlar bu medeniyet tasavvuruna sahiptiler.
Gormez: Evet, cok doğru. Bir diğer kırılma noktasını da tekke-medrese ayırımında yaşadık. Tekke, medresede elde edilen butun ilmi “Kışır” yani “kabuk” olarak tavsif etti. Medrese de, tekkede elde edileni zaman zaman cehalet olarak tavsif etti. Oysa ki her ikisi de birbirine o kadar muhtac muesseseler ki biri olmadan diğer asla var olamaz.
Dolayısıyla tekke de olacak. Ama o da medreseyi yok saymayacak. O da “Kışır” yani kabuk değil. Dolayısıyla hem bilginin dini ve dini olmayanı diye ayrılması hem tarihimizde tekke medrese ayırımı bugun yaşadığımız sorunları beraberinde getiriyor.
İlimsiz tasavvuf olmaz. Marifet/irfan geleneği tasavvufu ifade edecekse Hz. Mevla ’yı muşahede etmeyi ifade edecekse o takdirde hikmet de ilim de ondan kopamaz. Onlar olmadan da marifet olamaz. Dolayısıyla tekke medrese geleneğinin birbirinden ayrılması bugun bizi icinde yaşadığımız sorunların kaynaklarından birisine goturur.
Cağımızda yaşananlar alime başka sıfatlara da sahip olmasını zorunlu kılıyor mu diye sordunuz? Evet. Alim her an bilgiyle kendisini yenilemek zorunda. İmam Şafi Mısır ’a gidince butun kitaplarını yeniden yazmıştır. Yani zaman değiştikce İmam Ebu Hanife ’nin ifadesiyle doğru fetva verebilmek icin Fıkh-ul Kitap, Fıkh-u Sunne yetmiyor Fıkh-ul Vakî yani yaşananı anlamak lazım. Vakîyı bilmeyen kitapla ilişkiyi kurmakta zorluk ceker. Sunnetle ilişkiyi doğru kurmayan Resulu Ekrem ’in bugune hitap eden mesajını anlamakta ve anlatmakta zorluk ceker. Dolayısıyla surekli yenilememiz gerekiyor. Bugun uzulerek belirteyim Âlemi İslam ’ın pek cok kıtlığı var. Ama en buyuk kıtlık Âlim kıtlığıdır. Resulu Ekrem ’in Âlem diye tasavvur ettiği Âlim bugun yok. Hep birlikte bunun uzerinde durmalıyız.
DEMİR MİZANI KAYBEDERSE KİTABI EZER
Taşgetiren: Bu noktada İslam dunyasını hatta dunyayı esir alan teror konusuna gelecek olursak. Ne yazık ki teror İslam dunyasının bir vakıası. İslam ’a referans verilerek yapılan bir iş. Nasıl bir zihniyet buna zemin hazırlıyor?
Gormez: Birincisi Kitabı ve Sunneti kaynağından kopararak sadece kendi ideolojisi cercevesinde okumaktan kaynaklanıyor. Kur ’anı Kerim ’de Hadid diye bir sûre var. Hadid, demir demek. Gucu, silahı da ifade eder. Niye Hadid suresi denildi cunku icinde gecen bir ayette Rabbimiz Teala bize Kitabı, mizanı ve hadidi indirdiğini ifade buyurur.
Burada uc kavram cok onemli. Birisi kitap. Kitap Kitabı Hakim ’dir. Mizan adalettir. Mizan o kitapla kurduğumuz doğru ilişkidir. Mizan usuldur. Mizan o kitabı doğru anlamaktır.
Kuran ’da bu uc kavramın birlikte zikredilişi icinden gecilen medeniyet krizini anlatmak bakımından cok onemli zira mizan, yani adalet olmadığı zaman kitap demire, yani guce donuşup insanları oldurme aracına donuşebilir. Kitap olmadığı zaman mizanın yegane belirleyicisi hadid yani guc olur. Adaletin gucu değil, gucun adaleti hakim olur.
Mizanı kaybettiğimiz icin demir, kitabı ciğniyor. Kaldı ki sahip olduğumuz demir kendi emeğimiz ile urettiğimiz demir de değil. Başkalarının elimize verdiği demirlerle kitabı ciğniyoruz ve mizanı yok ediyoruz. Kitabı silaha donuşturup kendi kardeşimizi katlediyoruz.
Tabi bugun İslam dunyasında yaşananlarının sadece dini sebepleri yok. Siyasi sosyal kulturel sebepleri var. Uluslararası guc catışmaları var. Afganistan, iki gucun catışma alanı olmasaydı bugun biz Taliban ve El-Kaideyi duyacak mıydık? 15-20 yıl boyunca butun izzeti, şerefi, onuru yok edilmiş nesillerden IŞİD ’den başka ne cıkar?
Batı ulkelerinden bir buyukelci IŞİD ’i kastederek bunlar arasında hic tahsil goren yok mu hepsi zır cahil mi diye sorunca kendisine siz hepsine Ebu Gureyb ’de doktora verdiniz demiştim.
Evet bizden kaynaklanan sebepler var, zaman zaman ozeleştiri yapalım. Ama asıl buyuk sebepleri unutmamamız gerekiyor. O buyuk sebeplerden dolayı travmalar yaşanıyor. Hicbir zaman İslam dunyasının fay hatlarıyla bu kadar oynanmamıştı.
DİN İCİNDE TARTIŞMALAR
Taşgetiren: Bu konuyla bağlantılı bir başka husus, İslam cok tartışılıyor ve tartışmanın merkezinde de dini yorumlar var. Dini metinlerden hukum cıkarma noktasında problemler olduğunu duşunuyor musunuz? Metinlerden yorum cıkma noktasında tefsir, hadis usulu disiplinlerine yeterince başvurulmadığını duşunuyor musunuz?
Gormez: Hakikaten bu konuda cok ciddi bir kargaşa yaşanıyor. Yani biz her ilimle bir usul inşa etmiş bir medeniyetin cocuklarıyız. Ama bugun nevzuhur denebilecek yeni bir takım akımlar ortaya cıkıyor. Bu akımlar tarihte kurduğumuz butun medeniyetleri yok sayarak Kur ’an-ı Kerim bugun gokten sayfalarla kendisine inmiş gibi yaklaşıyor, hareket ediyor.
Her şeyden once Kur ’an-ı Kerim boşluğa inmedi. Kuran-ı Kerim ilahi bir kitap ama Rabbimiz nuzulde en insani bir yontemi tercih etti. O da insanlardan bir beşer olarak Mustafa aleyhisselamı secti. Ona vahyetti. Ona da bir gunde vahyetmedi. Yirmi uc yıllık bir surec icinde vahyetti. Ona sadece beyan gorevini vermedi. Ona sadece tebliğ ve talim gorevi vermedi. Ona tezkiye gorevi verdi. O tezkiye ile bu Kur ’an ile yeşermiş bir nesil inşa etti. Bugun kendine Selefi adını veren akımlar bir defa bunu yok sayıyor. Kendine modernist diyenler de bunu yok sayıyor. Hem selefilik hem modernizm aynı illetle mualleldir. Aynı metotsuzluğa mahkum olmuşlardır. Dolayısıyla sadece onunla yetinmediler hadis ilminin inşasını yok saydılar. Usûlunu yok saydılar. Ellerine aldıkları butun rivayetlerden hukum cıkarmaya kalkıştılar. Eczacı yontemiyle tedavi yapmaya kalkıştılar. Tefsir usûlunu yok saydılar. En onemlisi tefsir usûlu, hadis usûlu bize Kur ’an ’ın ve hadisin nasıl anlaşılacağını değil anlama merhalesine nasıl gececeğimizi oğretir. Anlama merhalesini bize usûlu fıkıh oğretir. Anlamak icin şoyle bir donanım gerekir. Yani once nasihi, mensuhu, mevzuyu, sahihi biz hadis usûlunden tefsir usulunden oğreniriz kitabı ve sunneti anlama aşamasına geliriz. Fıkıh usûlu ise bizi icine alarak nasıl anlayacağımızı oğretir. Ve gergef gergef orulmuştur. Hangi kelimeye nas diyeceğiz, hangi kelimeye mufesser diyeceğiz hangisi muhkemdir hangisi muteşabihdir, hangisi mecazdır, hangisi istiaredir, hangisi hakikattir bunları oğrenmeden meali eline alarak yahut Arapca bilen birisinin Kur ’an-ı Kerim ’i eline alıp oradan hukum istinbad etmeye calışması tek kelime ile cinayettir. Dinin aleyhine işlenmiş bir cinayet olur bu.
Bunu da bıraktık mezhep imamları Ebu Hanife o ki tarih boyunca medeniyetimize ışık tuttu. İmam Şafii ve İmam Malik alimleri de yok saydılar. Sonra Endulus ’de İbni Ruşt ne dedi? Şatibi ne dedi? O da yok. Maveraunnehir ’de neler oldu? Bunlarda yok.
Ne var? Cıkmış diyor ki iki tane din var. Biri indirilmiş din, biri uydurulmuş din. Uydurulmuş din hangisi? Hz. Peygamber ’den kendisine kadar gelen butun din. İndirilmiş din hangisi? Kendisinin o gun anladığı din. Boyle bir cehalet olmaz.
Her Ramazan gelince sahur vakti ne zaman olacak? Niye insanlara elli dakika erken yaptırıyorsunuz? diye bir munakaşa oluyor. Boyle bir tartışma yapılabilir. Ama şunu kabul edemiyorum ben. Eski alimlerimiz ihtilaf ederlerdi fikirlerini soylerlerdi, ictihatlarını ortaya koyarlardı ve sonra “en iyisi Allah bilir” derlerdi. Şimdi bakıyorum şaz, aykırı ummetin tarihte hic soylemediği bugun İslam dunyasında hic tatbikatı olmayan bir goruşu cıkarıyor soyluyor arkasından bunu ben demiyorum Allah diyor, diyor. Bu olmaz. Bu ilmin adabına yakışmaz. Bu doğru değil.
Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, 366. Sayı, Ağustos 2016
İslam ve İhsan