
Omer Faruk Karabucak Efendi, azimetle amel eden bir dervişti. Anlattıklarıyla yola nasıl bir bağlılıkla bağlandığını ve aynı zamanda nasıl bir gayret sahibi olduğunu goreceksiniz. Prensiplerinden taviz vermezdi. Hasbiydi, aksiyonerdi. Goruştuğumuzde 80 ’lerini devirmişti ama bir genc gibi heyecanlıydı... Faruk Efendi ile vefat etmeden once yapılan uzun soyleşiden bazı bolumleri sizler icin alıntılıyoruz.
Konuşan: Y. Selman Tan
Bu sohbeti 6 Eylul 2006 yılında yapmıştık. Omer Faruk Karabucak Efendi ’yi Adana ’nın Taşdibi Gulek ’teki yayla evinde ziyaret etmiştik.
Tarih boyunca Allah dostlarının hep yuksekleri mekan tuttuğu bilinir. Faruk Efendi de yeşillikler icindeki bir dağa sırtını vermiş Maraş ’tan Antakya ’ya, Mersin ’den Niğde ’ye sevenlerine ve Hak yolculuğu taliplilerine gonlunu acmıştı.
Kendisine, gelecek nesillere mesajını ulaştıracağımız bir sohbet yapmak istediğimizi soylemiştik, kabul buyurmuştu.
O gunden hatırımda kalan ve unutmadığım sozu: “İntisap ettiğim gunden beri değil seheri kacırmak, teheccudum 55 dakikadan, gece dersim, zikrim 3,5 saatten once hic bitmedi” sozu olmuştu.
Sevenlerinin ifadesiyle Faruk Efendi, azimetle amel eden bir dervişti. Anlattıklarıyla yola nasıl bir bağlılıkla bağlandığını ve aynı zamanda nasıl bir gayret sahibi olduğunu goreceksiniz. Prensiplerinden taviz vermezdi.
Hasbiydi, aksiyonerdi. Goruştuğumuzde 80 ’lerini devirmişti ama bir genc gibi heyecanlıydı. Bununla birlikte Musa Efendi ’nin tarif ettiği şekilde meselelerini cozmuş, itmi ’nana ermiş insanların rahatlığı ve huzuru vardı uzerinde. Yuzunde Allah dostlarındaki mehÂbet vardı. CelÂdet ve şefkat arasındaki yaklaşımı karşısındakini kucaklıyordu.
Kendisini 6 Eylul.2015 tarihinde, sohbeti yaptığımızdan tam 9 yıl sonra aynı gun dÂr-ı bekÂya uğurladık. Faruk Efendi her gece sehere kalktığı vakitlerde Rabb'ine kavuşmuştu. Sami Efendi ’nin yetiştirdiği kemÂlat sahibi cınarlardan birisi daha dunyadan gocmuştu. Faruk amcamıza Allah ’tan rahmet diliyoruz. Rabbimizden, onun buluştuğu guzel dostlarıyla hepimize ahiret beraberliği niyaz ediyoruz. Faruk Efendi ile yaptığımız uzun hasbihalin bazı bolumlerini sizlerle paylaşıyoruz.
MANEVİ HAYATTA UC ŞART
Manevi hayatta ilk olarak “Bu yol beni Allaha kavuşturacak” inancı tam ve tereddutsuz olacak. İkinci olarak yola teslimiyet kulliyen ve eksiksiz olacak. Ucuncu olarak azimetle amel edeceksin, ruhsatla değil.
Selman Tan: Efendim Hasb-ı halimize ailenizden, doğumunuzdan, eğitim hayatınızdan bahsederek başlayalım isterseniz.
Faruk Karabucak: Baba tarafım Adana ’ya Elazığ ’dan, annemin dedesi Muhammet Tavil Efendi ise babası İbrahim Paşa ile Mısır Tanta ’dan gelmişler.
1925 yılının Kanun-i Evvelinde yani Aralık ayında doğmuşum. İlk tahsilimi Beş Kanun-i SÂni İlkokulunda okudum. Daha sonra Adana Erkek Lisesi ’ne devam ettim. 10. sınıfta iken bana haksız yere 3 gun okuldan uzaklaştırma cezası verdiler. Mudure “Haksızlığın olduğu bu okulda okumam” deyip okuldan ayrıldım.
Adana ’da başka okuyacağım lise olmadığı icin İstanbul ’da Arnavutkoy ’le Bebek arasındaki Feyz-i Âti Lisesi ’ne yani Boğazici Lisesi ’ne gidip orada okumaya başladım.
Orada gecirdiğim gunler hayatımın en acı gunleridir Selman Bey. Hasan Ali Yucel ’in Milli Eğitim Bakanlığı yaptığı donemdi. Allah demek bile yasaktı. Oğretmenlerimizin coğu inancsız insanlardı. Fakat o okuldaki komunistler bize mucadele gucu verdiler. Baskı yaptılar biz direndik. Mukaddesatını, koklerini, milletini sevenler, milliyetcilik catısı altında toplandık. O gunler İslami bir eğitim elbette yoktu, dolayısıyla İslami bir cereyan da yoktu. İslami cereyan 1952 ’lerden sonra başlamıştır.
Dini, İslamı, Allah ’ı o donemde ağzınıza alamazdınız. Sene sonu imtihanlarında boyle birşey telaffuz etseniz veya dine yatkınlığınız anlaşılırsa mumkun değil sınıfı gecemezdiniz.
Boğazici Lisesi ’nde yatılı olarak okuyordum. Bir bayram sabahı pencerenin demirlerini keserek Bayram Namazına kactım. Bu durum anlaşılınca Boğazici Lisesi ’nden de 3 gun uzaklaştırma cezası aldım.
O donemde İslami cereyan yoktu ama Osmanlı ’dan veraseten gelen bir kultur vardı, nezaket vardı, incelik vardı, edep vardı. Cemiyette aile hayatı vardı. Okulumuz hususi bir lise olduğu icin muhiti de seviyeli bir muhitti. Hocalarımız kuvvetli hocalardı. Bir coğu universiteden gelip okulumuzda ders verirdi.
Boğazici Lisesi ’nin Edebiyat eğitimi cok daha ozeldi. Abdulhak HÂmid ’in talebesi Hıfzı Sami Gonensay, Nihat Sami Banarlı, Vasfi Mahir Kocaturk Edebiyat hocalarımızdı. Nihal Atsız bizim sınıfın hocasıydı. Nihal Atsız ’ın Orhun Mecmuası ’nı cıkarttığı icin Hasan Ali Yucel tarafından cezalandırıldığı donemdi. Bu arada Adana Erkek Lisesi ’ndeki edebiyat hocamız Arif Nihat Asya idi. Boğazici Lisesi ’ni takdirle ve birincilikle bitirdim. Fen derslerim cok iyiydi. Matematik hocamız bana Teknik Universiteye veya tıbbiyeye gitmemi tavsiye etti. Ben de ona “Hocam, o okullar 5-6 yıldan once bitmez. Benim Universiteyi bir an once bitirip Adana ’ya donmem lazım, babam yaşlıdır, ona yardım edeceğim” dedim.
Sonrasında Sultanahmet ’teki Yuksek İktisat ve Ticaret Okulu ’nda okuyup, mezun oldum. Milli Şeflik donemiydi. Yuksek Okulda okurken bile Cuma namazına gidip gitmediğimizi tespit ederlerdi.
Milli Şeflik deyince bir hatıramı nakledeyim; Universite ’nin her senesinin sonunda Ayazağa ’da 20 gunluk askeri kamplar olurdu. Kampa bir gun İsmet İnonu geldi. Bize “Nasılsınız cocuklar?” dedi. Bir arkadaşımız “ Biz acız, haberin var mı?” diye bağırdı. İsmet Paşa “Geberin o zaman” deyip otomobiline yuruyunce hepimiz gidip otomobiline el attık, arka tekerleri havaya kaldırdık. Şofor gaza basıyor, araba gitmiyor. O sırada askerler yetişti de İsmet Paşa ’yı kurtardılar.
Universite bitince, 1947 yılında Adana ’ya dondum. 10 gun sonra 22 yaşında beni dayımın kızı ile evlendirdiler. Hanımefendi, hatun bir kişiydi. 58 yıl evli kaldık. Birgun bile beni kırmadı. 38 sene ihvana canını verircesine hizmet etmiştir. Allah rahmet eylesin.
Evliliğimiz ilk yıllarında doğan 4 cocuğumuz vefat etti. 1,5 aylık vefat eden de vardı, 5 yaşında vefat eden de. İstanbul ’da bir Ordinaryus Profesore muayene icin gittik. Bana “Cocuğunun yaşamasını istiyorsan hanımından ayrılacaksın. Başka yolu yok.” dedi. Hanım ağlamaya başladı. Orada hanıma “Bunlar mı yoksa Rabbu zul celal mi kullu şeylere kadirdir, kalk gidelim” dedim.
Adana ’ya dondukten sonra dayım “Oğlum sana bir nasihat edeceğim” dedi. “Nedir dayı?” dedim. “Oğlum, Allah-u Teala buyuruyor ki ‘Benim kullarımdan bir kimse benim yazmış olduğum kadere teslim olup rıza gostermezse gitsin kendisine başka bir Rab bulsun Kadir-i mutlak ’a tevekkul et” dedi. Bunu duyduktan sonra icime bir serinlik geldi. Sonra Rabbim 2 evlat daha verdi. Elhamdulillah Yaşar ile Murat hayatta kaldılar.
Hacı anneniz mutî bir hanımefendiydi. Eve geldiğimde bir akşam bile onu evde bulamadığım olmadı. Babasından kalan miras ile variyetli bir hanımdı. Cocuklarına binlerce donum arazisinin bir gun bile icarını sormadı. Onceki cocukları vefat ettiği icin son iki evladına biraz duşkundu o kadar.
AİLE MUTLULUĞU İCİN
Y.S.Tan: Boyle huzurlu yuvaların sırrı icin ne tavsiye edersiniz efendim.
Karabucak: Once Allah muhabbeti olacak. Allah ile bağın devamlı olursa bir karıncayı bile incitemezsin. Herşeyi Allah ’ın bir emaneti olarak gorursun.
Evlatlarımdan şimdiye kadar bir bardak su dahi istememişimdir. Evlendikten sonra evlatlarımın yatak odasını gormuş değilim. Herşey edep dairesinde olmalıdır.
Bunları genclerimize faydalı olsun diye anlatıyorum. Evlenirken, 1947 yılında aldığımız mobilyalar ve yatak odası takımı halen evimizde durmaktadır. Mutluluk maddi şeylerle, dunya metaı ile olmaz. Hatta maddi şeylere ilgi, mutluluğun duşmanıdır. Hacı anneniz de bir gun bile şunları şunları istiyorum diye bir talepte bulunmadı. Sadece guzel giyinirdi. Rabbim bize herşeyi verdi. Ben O ’ndan başka ne isteyebilirim ki, birşey istemeye utanırım.
İLK DERS VE İC YANGINI
Y.S.Tan: Arzu ederseniz Adana ’ya dondukten sonraki iş hayatınızdan devam edelim mi?
Karabucak: Başım ustune. Adana ’ya donunce babam dedi ki; “Oğlum al bu bin uc yuz donum araziyi sana veriyorum. Annenle benim de yedi bin donum arazimiz var, hepsini sana emanet ediyorum. İşlet hesabını getir” dedi. Kardeşleriyle birlikte hanıma ait, babasından kalan on dort bin donum arazi de oyle var. Ciftciliğe başladım. Her ciftlikte 70-80 okuz vardı. 200 tane kazmalı işci vardı. Akşama kadar onları sevk ve idare eder, ciftlikleri dolaşırdım. Calışma hayatım boyle, ama ne calışma... 25 yaşımdan 39 yaşıma kadar boyle bir calışmayla gittik. Kendimizi işte kaybetmiş durumdaydık. Bir gun kendi kendime “Faruk bu hayat ne boyle, hep boyle mi gidecek?” dedim. Cunku o hayat beni tatmin etmiyor, icimdeki boşluğu doldurmuyordu. Ne yapacağım peki? Karar arefesindeydim.
Annemler, babamlar, dayılarım hep manevi yola intisaplıydı. Hele kucuk dayım omru boyunca saat 1 ’den sonra uyumamış sıkı bir dervişti. Ailem dolayısıyla manevi hayata ilgim vardı. Sami Efendi Hazretlerini cocukluğumda gorurdum. Tepebağ ’da otururlardı, komşuyduk. Aile efradı ile ailemiz hep tanışırdı. 1952 yılında annemin cenazesinde de bulunmuştu.
Adana ’da calışmaya başladığım donemde Sami Efendi Hazretleri Reşatbey ’e sabah 7 de işine gelirdi. Onunla karşılaşmak icin sabahları ben de işime giderken ozellikle o saati secerdim. Yolda karşılaşırdık, selam verir, selamını alırım, o gecer giderdi. Ama sanki benim belimin kemiği kırılırdı, kenara cekilir bir muddet kendime gelemezdim. Sami Edendi ’nin yuzunden, tebessumunden, nazarından etkilenmemek mumkun mu? Onu butun mahlukat sevmiş. Veli olarak doğmuş, melek gibi bir insandı. Yola bağlılığım yoktu ama ona aşık olmuştum. Her sabah onunla karışılaşıp, selamını almak, onu seyretmek benim icin en buyuk zevk olmuştu. Tebessumu icimi ferahlatırıdı.
Sonra Sami Efendi Hazretleri İstanbul ’a gittiler. 1964 ’e kadar iş hayatının icinde debelendim durdum. İbadetimden zevk alamıyordum. Calış calış, hayat bu olmamalı diyordum.
Yahyalılı Hacı Hasan Efendi babamın arkadaşıydı. Adana ’ya vaaza geldiği zaman ona otomobilimle hizmet ederdim. Bir gun onu Tarsus ’taki Ashab-ı Kehf ’e goturmuş, mağarada zikretmiştik. Dr. Necmettin Beylere, “Faruk Bey ’i Adana vazifelisi Hasan Efendiye goturun” demiş.
Hasan Efendi 39 yaşındayken istihare neticesinde bana ilk dersimi verdi. Ders alır almaz icimi bir yanma kapladı ama tarifi mumkun değil.
Hasan Efendiye “Benim anam da babam da yoklar, bundan sonra anam da babam da sizsiniz” dedim. Hasan Efendi bizi oyle bir hayata yonlendirdi ki manevi hayatımızdan, manevi bağlarımızdan alıkoyacak herşeyden uzak dururduk. Cocuklarımıza bile gonlumuzu kaydıramazdık. Bu soz biraz ağır gelebilir. Ama bizim yolumuz Allah yoludur. Ondan başka herşey mÂsivÂdır.
MANEVİ HAYATTA İLK OLARAK...
Manevi hayatta ilk olarak “Bu yol beni Allaha kavuşturacak” inancı tam ve tereddutsuz olacak. İkinci olarak yola teslimiyet kulliyen ve eksiksiz olacak. Ucuncu olarak azimetle amel edeceksin, ruhsatla değil. İşte boyle olursa istifade edilir.
Hasan Efendi ’nin ders kontrolu cok sıkıydı. Verdiği dersi hakkıyla yapmak uc bucuk saatten once bitmezdi. Teheccud namazı da 55 dakika surerdi. Manevi dersimi yetiştirmek icin en gec saat 2 ’de kalkmam gerekirdi. Yorgun argın akşam eve gelirdim ama mutlaka o saatte kalkardım. Saatlerimi diz ustu tahtanın uzerinde şevk icinde gecirirdim elhamdulillah. Yine Rabbime şukrederim hayatım boyunca dersim bir gun bile sabah namazına kalmamıştır. Bu hususta bir de şunu arz edeyim: zikirle meşgul olurken şunu goreyim, şoyle birşey elde edeyim duşuncesinde hic olmadım. Benim vazifem Allah ’ı zikretmektir.
Sami Efendimiz bir goruşmemizde şoyle buyurmuştu “Bir tencereyi tamamen suyla doldurursanız altını yaktığınızda bir muddet sonra taşar. İcindeki yemek de pişmez. Ama tencereyi yarıya kadar doldurursanız bir muddet sonra icindeki yemek taşmadan pişer. İşte bunun gibi akşam yemeğini cok yemeyip, mideyi doldurmazsanız tencerenin tıkır tıkır kaynadığı gibi kalp de seherde tıkır tıkır calışır.” Kendi ifadesi aynen boyleydi “tıkır tıkır”. O yuzden coğunlukla artık sahur yemeklerinde bile suyla iktifa ettim.
SEHER VAKTİNDE KALKIP ZİKİR CEKMENİN ONEMİ
Sami Efendi Hazretleri yine buyurdular ki “Faruk Bey Tarikat-ı Aliyyey-i Nakşibendiyye ’de vukufu zamanî, vukufu adedî cok onemli iki esastır. Vukufu zamanî her gece seher vaktinde aynı saatte kalkmak, vukufu adedî ise verilen adetleri ne bir fazla ne bir eksik olarak tam adedinde yapmaktır. Eğer bu ikisi yoksa, gece bir ihvan dersini yapamıyorsa o ihvan istifade edemez. Seher vaktinden istifade etmek lazımdır”.
Vukufu zamanîden kasıt gecenin icinde donen bir eşref saati vardır. Sen eğer bazen once bazen sonra kalkarsan o eşref saatini yakalaman zorlaşır. Ama her gun aynı saatte Rabbin huzuruna durursan, sen sabitsin eşref saati gelir seni bulur. Vukufu adedî de ise şuur icab ediyor. Zikrin bir fazla veya bir eksik olmaması icin dalgın olmamak gerekiyor. Bu hususlara riayet menzili maksuda ulaşmayı kolaylaştırır.
Hasan Efendi evliyadan bir zat idi. Bir hafta yemek yemediği, bir hafta uyumadığı olurdu. CelÂdetli bir insandı. Fakat size Hasan Efendinin bir tebşiratını aktarayım:
Hasan Efendiyle bir gun Adana ’nın icinde gidiyoruz. Yolda ışıklarda durduk. Sağ tarafta iki-uc hanım bekliyorlar, biraz acık sacıklar. Ben yuzumu sol tarafa doğru cevirdim. Hasan Efendi bana dedi ki: “Hacı Faruk bu zamanda dervişlik cok kolaydır. Zamanımızda bir ihvan haramdan sakınır, farzları yerine getirir, biraz da nafileye yonelebilirse Allah-u teala kendisine SÂdÂt-ı Kiram Hazeratının zamanındaki evliyalık derecesini verir”.
5 yıl kadar Hasan Efendinin eğitiminden, terbiyesinden gectik. 1969 yılıydı. Bir gun bana dedi ki “Sami Efendimiz rahatsızmış, onu ziyarete gideceğim. Ziyaret sırasında Sami Efendiyi rahatsız gorunce cok uzulmuş. Cok coşkulu, muhabbet dolu, keskin bir insandı. Orada “Ya Rabbi Sami Efendimin rahatsızlığının birazını bana versen de Efendim rahatlasa” diye niyaz etmiş. Demekki niyazı sırasında kalbi ile Allah-u teala arasındaki perdeler kalkmış. Ama bu tur talepler cok tehlikelidir. İstanbul ’dan geldi, iki gun sonra vefat etti. Olculer ve sınırlara cok dikkat etmek gerekir.
Hasan Akbaşgil Efendi ’den sonra Muhammed Baysal hocamız vazifeli oldu. 5 yıl da onun hizmeti devam etti. Musa Efendimiz kitabında Muhammed Baysal hocamızla ilgili olarak evliyadır şehadetinde bulunuyorlar.
Onun da vefatından sonra Sami Efendi beni İstanbul ’a cağırdı. Tarlada calışıyordum, kalktım gittim. Bana “Evladım Kasımzade dunyasını değiştirdi, bu vazifeyi siz alacaksınız” dedi. Ben de “Efendim, bu mulevves halimle mi sizin evlatlarınızın karşısına cıkacağım” dedim. Avucunu actı ve “Evladım bak bu senin kader kitabın, oku, burada senin bu yola hizmetin goruluyor” dedi. Ben de elimi kaldırdım “Ya Rabbi benim ruhumu bu yolun evlatlarının ayaklarının altında, hizmetinde kabzet” dedim.
FABRİKAYI BEDAVAYA VERDİM
Karabucak Tekstil Fabrikası ’nın ucte bir hissesi validenizle benimdi. Bu dunyanın karışık işleri beni meşgul etsin istemiyordum. Şirket hissedarlarını topladım, zaten aile şirketi. “Ben hissemi devretmek istiyorum, almak isteyen var mı?” diye sordum. Ses cıkmadı. “Bil bedel vereceğim” dedim. Herkes şaşırdı. Sonra “Vereceksen kardeşine ver” dediler. Peki dedim ve bir kağıda hissemi devrettiğimi yazdım ve cıktım. Arkamdan “Herhalde Faruk Bey bunadı” demişler. Onlar bunu anlayamazlar. Yoldan anlamayanlar ote dursun, yoldan anlayanlar beri gelsin...
Bana ne mutlu ki Allah-u Teala hizmet nasip etmiş. Ne saadet. Rabbim kendine vÂsıl olmak isteyenlere olunceye kadar hizmet şerefini benden almasın.
Kardeşim, hizmet hususunda da şunu soylemek isterim. Sen eğer niyetin temiz olarak hizmet yoluna adımını atarsan Allah yolunu acar. Bundan şuphen olmasın.
Sami Efendi zamanında butun ağırlık maneviyata, tasavvufa verilmişti. Mus Efendi manevi hayatın yanında, ahlakın guzelleştirilmesini, aile hayatını, iş hayatını haramlardan sakınarak şeri hukumlere oturtmaya calışmıştı. Osman Efendi ise butun dunya muslumanlarının maddi, manevi ızdıraplarına ulaşmaya calışıyor. Bugun hizmet gunudur.
Y.S.Tan: Efendim Sami Efendi ’nin Adanadaki irşÃ‚dı ile ilgili hatırladıklarınız var mı?
Karabucak: Sami Efendi Adanaya geldikten sonra kendisine ailesinin Ramazanoğlu Vakfı ’nın idaresi ile meşgul olmasını teklif ediyorlar. 70 lira ucret verecekler. Sami Efendi 7 liralık ucretle imÂmet vazifesi yapmak istediğini soyluyor. Hem irşad hizmeti yapacak hem de sarık takacak. Muftuluk Sami Efendi ’nin durumunu bildiği icin musade etmiyor. Fakat o sıralarda Bulgaristan gocmenleri Adana ’ya getiriliyorlar, Adanalılar onları kabul etmiyorlar, aralarına almıyorlar. Kimsenin, hicbir hocanın sozu kÂr etmiyor. O zaman Sami Efendi ’ye vaazlık izni verirsek o bu kaynaşmayı sağlar, diyorlar. Aslında zaruretten dolayı Sami Efendi ’ye izin vermiş oluyorlar.
Sami Efendi vaaz ettiği zaman Ulucamii 1-2 saat oncesinden dolardı. KÂni Karaca o, zaman 16-17 yaşlarındaydı. O, 50 dakika kadar Kur ’an-ı Kerim okur sonra Sami Efendi vaaz ederdi.
Bir muddet sonra Sami Efendi Adana halkı uzerinde boyle etkili olunca devlet ona gozdağı vermek istiyor. Milli Şefin bizzat tÂlimatıyla Adana Emniyet Muduru Mehmet Ali, Sami Efendi ’yi Emniyet Mudurluğune cağırıyor. Orada ifadesini alıp, dovecekler.
Emniyet Muduru Sami Efendi ’yi bir odaya alıyor, vurmak icin yaklaşınca Sami Efendi “Sakın ha zulmetmeye kalkma, 15 gun sonra bu dunyadan cok kotu bir şekilde ayrılacaksın” diyor. Emniyet Muduru korkuyor, eli ayağı titriyor, geri cekiliyor. Hakikaten 1 hafta sonra adam helÂda oluyor ve cesedini 2-3 gun sonra buluyorlar, cesedi sıcaktan şişmiş vaziyette gomuyorlar.
Sami Efendi 1953 senesine kadar Adana ’da irşada devam etti.
SAMİ EFENDİ İLE HİRA'YA CIKIŞ
Y.S.Tan: Efendim Sami Efendi ve Musa Efendi ile birlikte hac yolculuklarınız olmuştur. O gunlerden aktaracağınız hÂtıralarınız var mı?
Karabucak: Arzedeyim. 1965 senesi haccında Sami Efendi ve Mus Efendi ile beraberdik. Her yatsı namazından sonra el ayak cekilince Sami Efendi bize tavaf yaptırırdı.
Bir gun işrak namazından sonra “Hira Dağı ’na gideceğiz” dendi. Guneş yeni yukselmeye başlamış ama ortalık sıcaktan kavruluyor. Hira Mağarası yuksek. Ben avcı adamım intisaptan once şu karşınızdaki dağlarda cok dolaştım. Kendim icin endişem yok fakat Sami Efendi bu sıcakta bu dağa nasıl cıkacak diye aklıma geliyor. Hira Dağı ’nın eteğinde otobusten indik, guneş bir anda kayboldu, onune bulut gecti. 1,5 saat dağa tırmandık en ufak bir sıcaklık olmadı. Orada Sami Efendi iki rekat namaz kıldırdı ve kısa bir sohbet yaptı. O zaman mağaranın onunden tamamen Beytullah gorunurdu. Sonra tekrar dağdan indik. Cıkış ve inişimiz takriben 2,5-3 saati buldu. Sami Efendimiz otobus basamağına adımını atarken bulutlar cekildi, guneş tekrar cıktı ve etrafı ateş sardı.
Size bir de Mus Efendi Hazretleri ’nden bir hÂtıra anlatayım: Bir ziyaretimizde bana “Guzin hanımefendi nasıllar?” diye sordu. Ben de “ Efendim Dr. Sureyya Bey 20 gunluk omru kaldı, hazır olun, şoka girmeyin” diyor dedim. Mus Efendi “ Allah şifa versin, inşaalah daha uzun yıllar yaşar” buyurdular.
Cocuklar doktorun dediklerini duyunca “Baba biz annemi Amerika ’ya goturelim mi?” dediler. “Peki gidin evladım” dedim. Orada tetkikler yapılıyor ki karaciğerde kanser hucresi kalmamış. Elhamdulillah hanım bu hadiseden sonra 10 yıl kadar yaşadı.
TASAVVUFUN MERKEZ NOKTASI
Y.S.Tan: Efendim manevi hayat yolcusu sizce nelere dikkat etmelidir?
Karabucak: Şu onumuzdeki halının nasıl bir merkezi varsa Tarikat-ı aliyyenin merkez noktası helal lokmadır. Haramla beslenen bir vucudu Allah karşısında dikmez. Allah ’ı seven bir kimse Allah ’ın emirlerini yerine getirir yasaklarından sakınır. Sen, Allah ’ın yasaklarından sakınmıyorsan ust ustune haramlar işliyorsan nasıl maneviyat ehli olabilirsin. Peygamber Efendimizi seviyorsan ahlakın, efÂlin, ahvÂlin onun gibi olmalıdır. Tasavuf yaşamadır, haldir, sozle olmaz. Ustelik fiiliyat da kÂfi değildir ihlas isterler.
Tasavvuf ehli olmak kolay değil. Şu anda yaşadığımız aile hayatı, cemiyet hayatı, iş hayatı ile gercek mutasavvıf olmak cok zor. Olmaz mumkun değil, olmaz. Selman-ı Farisî Hazretleri “Bir musluman bir kere Allah dese Allah onu kendisine mîrÂc ettirir” buyuruyorlar. Peki biz gunde binlerce defa Allah diyoruz, niye halimizde bir değişiklik yok? Cunku temellerimiz sarsıldı, şer ’i hassasiyetlerimiz kayboldu. Peki tasavvuf nedir şimdi? Tasavvuf, artık iman muhafazası noktasına geldi zikir, fikir artık haramlardan ictinaptır. Haramlardan sakınalım ki amel-i salihimiz fesada uğramasın. Amel-i salih fesada uğrarsa, iman zaafa uğrar.
Nasrettin hocaya “Sen nasıl namaz kıldırıyorsun boyle?” demişler. O da cevaben “Zengindeki bu hamiyet ve fakirdeki bu takat ile ancak boyle namaz kılınır” demiş. İşte şu andaki bizim halimiz bu durumdadır.
HARAMDAN SAKINMADIKCA
Y.S.Tan: Efendim, son bir şey daha soylemek istiyorum. Bu sohbet ne zaman yayınlanır bilmiyorum ama kardeşlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Karabucak: Ben oldukten sonra yayınlanacaktır. Ben ancak Sami Efendi ’nin, Musa Efendi ’nin, Osman Efendi ’nin nasihatlerini tavsiye edebilirim.
Ama bugun icin ne soylersin derseniz, ihvan haramdan sakınmadığı muddetce maneviyattan istifade edemez. Tarikat şeriatın uzerine rabtedilmiştir. Arabın aceme, Turkun Kurde ustunluğu yoktur. Takvada kim ileri gitmişse indallah makbul olan odur.
Bir de kardeşlerimiz Sami Efendi hazretlerinin Dualar ve Zikirler kitabından cok istifade edemiyorlar. O kitabın icinde cok sırlar vardır. Gunluk hayatlarında o dualarından cok istifade etsinler. Beni de fatihadan mahrum bırakmasınlar.
Ya Rabbi! Kardeşlerimizin feyizlerini bol eyle, muhabbetlerimizi ziyadeleştir. Bizleri muhabbetle yaşat, muhabbetle ruhumuzu kabzet. Yevmul mahşerde bizleri Peygamber Efendimizle birlikte eyle. Ya Rabbi salihlerden, sıddîklerden, şehitlerden bizi ayırma.
Ya Rabbi hepimize hayırlı, helal rızıklar nasip eyle, kul haklarından muhafaza eyle. Bilerek ya da bilmeyerek imanımıza gelecek zararlardan sana sığınırız Ya Rabbi! Habibin hurmetine dualarımızı kabul eyle. Ve sallallahu al seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
SAMİ EFENDİ ANLATIYOR: SAİD NURSİ - ES'AD EFENDİ GORUŞMESİ
Sami Efendi ’mizle birlikte mahrem bir mecliste oturuyorduk. Abdulkadir isimli heyecanlı bir kardeşimiz vardı. O gun Sami Efendi ’ye aklına ne geldiyse sormuştu. Efendim kıyamet ne zaman kopacak, Hitler yaşıyor mu gibi...
Sami Efendi Hazretleri de o gun musamaha ile soruların hepsine tek tek cevaplar verdi. Sorulardan biri de şuydu: “Said-i Nursî ’yi tanır mısınız?” Sami Efendi şunları anlatmıştı:
“KelÂmî dergahında bulunduğum sırada Pir Efendimiz cağırdı ve bana “Evladım Sami, başında kulahı, ustunde kısa kollu bir abası, belinde kuşağı, kuşağın uzerinde cembiyesi, ayağında kısa konclu cizmesi olan genc bir kimse gelecek, onu benim yanıma al” buyurdular. O şahıs gelince alıp Esad Efendi ’nin yanına cıkardım. Gelen şahıs gittikten sonra dergahtakiler merak ile Esad Efendi ’ye “Efendim bu zat kimdir?” diye sordular. O da “Bu genc Said-i Kurdi ’dir. Allah kendisine Kuran-ı Kerim ’in tefsir ilmini vehbî olarak vermiştir. İstanbul ’da zahir ulema ile goruşup munazaralar yaptıktan sonra bir de tarikat ehlini ziyaret edeyim duşuncesi ile Meclis-i Meşayih Reisi olduğumuz icin bizi ziyarete gelmiştir” dedi.”
Sami Efendi şoyle devam etti; “Said-i Nursi yeni hazırladığı bir eseri matbaaya vermeden Pir Efendi ’mize sunma ve tashihini isteme duşuncesinde imiş. Dergaha yaklaşınca risaleyi unuttuğunu fark etmiş. Bunu Esad Efendi ’mize soyledi. Efendimiz “Evladım tekrar getirmenize gerek yok. O eserin 152 ve 153. sayfasındaki şu ibareyi şu şekilde ifade ederseniz daha guzel olur buyurdular”
Said-i Nursi bu hadise uzerine maneviyat ilmi demek ki farklı bir ilimdir diyor ve Esad Efendi ’ye “Efendim bana Kadiri tarikatından zikir verir misiniz?” talebinde bulunuyor. Ders veya virt olarak değil de zikir olarak kendisine tavsiyede bulunuluyor.
Kaynak: Altınoluk Dergisi, Ekim 2015, 356. Sayı
İslam ve İhsan