
Prof. Dr. İsmail Lutfi Cakan ile Hz. Peygamber ve ummeti uzerine bir soyleşi...Altınoluk: Ummetin ozeleştirisi niteliğine sahip olduğunu belirttiğiniz Ummet Risalesi adında bir kitap yazdınız. Ayrıca dergimizin Mart 2017 sayısında da mevlid kandili ve Kutlu Doğum Haftası etkinlerinin bir tahdis-i nimet faaliyeti olarak anlaşılması ve değerlendirilmesi gerektiğine yonelik bir yazı kaleme aldınız. Biz şimdi size, “tahdis-i nimet” olarak anlatmak durumunda olduğumuz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin ummet icin nimet olma yonlerine yuce kitabımız Kur ’an-ı Kerim ’de nasıl dikkat cekilmektedir, diye sormak istiyoruz.
Prof. Dr. İsmail L. Cakan: Allah TeÂl ’ya hamd u senÂ, Resulu Hz. Muhammed Mustafa ’ya salÂt u selÂm, Âl ve ashÂbına ve onların yoluna guzelce tabi olanlara saygı ve ihtiram ile sozlerime başlarım.
İlahi rahmet muessesi olan risalet ’in son ve evrensel temsilcisi Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ’in ozellikle inananlar ve insanlar icin ne buyuk bir nimet olduğunu bildiren pek cok Âyet-i kerime bulunmaktadır. Sorunuza doğrudan cevap niteliği taşıyan Âyet-i celilelerden bir kacını birlikte hatırlayalım.
Yuce Rabbimiz, Peygamber Efendimizin ummete yonelik olarak gercekleştirdiği onderlik hizmetlerini hatırlatıp ne buyuk bir ilahi lutuf olduğuna Al-i İmran suresinin 164. Âyet-i kerimesinde meÂlen şoyle dikkat cekmektedir:
“Gercek şu ki iclerinden, kendilerine Allah ’ın Âyetlerini okuyan, (kotuluklerden, yanlış inanclardan ve inancsızlıktan) onları arındıran, kendilerine kitap ve hikmeti oğreten bir Peygamber gondermek suretiyle Allah, mu ’minlere buyuk bir lutufta bulunmuştur. Halbuki onlar daha once, apacık bir sapkınlık icinde bulunuyorlardı.”1
CÂhiliye denilen İslÂm oncesi donemde muminlerin yaşadıkları hayat, ayet-i celilede belirtildiği gibi “apacık bir sapkınlık icinde bulunmak”tan ibaretti. Bu apacık sapkınlıktan onları, Yuce Rabbimiz, “kendilerine Allah ’ın Âyetlerini okuyan/tebliğ eden (mubelliğ), kotuluklerden, bÂtıl inanclardan ve inancsızlıktan onları arındıran (Muzekki-murebbi), kendilerine kitap ve hikmeti oğreten (muallim), iclerinden bir peygamber gondermekle” kurtarmıştı.
Hz. Peygamber ’in, Muslumanları bilgi ve erdemlerle donatıp İslÂm medeniyetini gercekleştirdiğini tarihi bir gercek olarak goz onune aldığımız zaman, Efendimizin, ummet icin ne buyuk bir lutuf ve ikram-ı ilahi olduğunu anlamakta zorluk cekmeyiz sanırım.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Yuce Rabbimizin emir ve yasaklarının her alanda nasıl uygulanacağını gosterme gorevini, Kur ’an-ı Kerim ’i hayatıyla orneklendirmek suretiyle yerine getirmiştir. Yani Peygamberimizin hayatı Kur ’an-ı kerim ’in canlı tefsiri niteliğindedir. Bu sebeple Allah TeÂl onu bize, herhangi bir kısıtlayıcı kayda bağlı olmaksızın mutlak yani genel bir ifade ile “en guzel hayat orneği” olarak takdim etmiş, şoyle buyurmuştur: “Andolsun ki sizin icin, Allah ’a ve Âhiret gunune kavuşmayı umanlar ve Allah ’ı cok ananlar icin Allah ’ın Resûlu ’nde guzel bir ornek (hayat modeli) vardır.”2
Bu genel bildirim ve dolayısıyla onun ornek alınması tavsiyesi, ayırım yapmaksızın hayatımızı -tabii gucumuz olcusunde- o en guzel orneğe benzetmekle, sunnetine uydurmakla bizi gorevlendirmiş bulunmaktadır. O “buyuk ilahi lutfun” izleri/sunneti, boylece ummetin hayatında yaşanır ve gorunur hale gelecektir. Bu noktadan hareketle ummetin ilk nesli sahabiler, “ashabu ’n-Nebi” ifadesi ozelinde, yani yakın cevresini oluşturan sahÂbiler, ummetin gelecek nesillerine ornek olmak uzere, “Hz. Peygamber ’i coğaltan kimseler” diye değerlendirilebilir.
Ote yandan bildiğiniz gibi, “Allah ’a olan sevgimizin gostergesi” olarak Hz. Peygamber ’e tabi olmak, onu izlemek lazım geldiği De ki: Eğer Allah ’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve gunahlarınızı bağışlasın. Allah cok bağışlayan ve engin merhamet sahibidir”3 diye acıkca bildirilmiştir. Ardından da “De ki; Allah ’a ve Resulune itaat edin. Yuz cevirip inkar ederseniz, hic şuphesiz Allah kafirleri sevmez”4 buyrulmuştur.
Yine, Hz. Peygamberin sunnetini yol bilmemenin acı sonucu da bir Âyet-i kerime ’de şoyle acıklanmıştır: “O gun, zalim kişi ellerini ısırıp, keşke peygamberle birlikte yol tutsaydım, vay başıma gelene! Keşke falancayı dost edinmeseydim. Ant olsun ki beni, bana gelen Kur ’an ’dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor”5 der.
Bu ayet-i kerimeler gostermektedir ki butun mesele, bizim Hz. Peygamber ’e hayatımızda ne kadar yer verebildiğimize ve ona ne olcude uyabildiğimize, ummet olabildiğimize yani o ilahi ikram ve nimete nasıl sahip cıktığımıza bağlıdır. Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, emir ve yasakları karşısında ummetin takınması gerekli tavrı Ebû Hureyre radıyallahu anh ’ın haber verdiğine gore şoyle acıklamıştır: “Ben sizi kendi halinize bıraktığım surece siz de beni kendi halime bırakınız. Zira sizden onceki ummetler cok soru sormaları ve peygamberleri hakkında ihtilafa duşmeleri yuzunden helÂk oldu. Size herhangi bir şeyi yasakladığım zaman ondan kesinlikle kacının, bir şeyi emrettiğimde de onu gucunuz olcusunde yerine getirin!” 6
Hadis-i şerif ’in oğrettiği tutum, “yasağa mutlak, emre gucu olcusunde uymak” ve yerli-yersiz soru sormamaktır. Hz. Peygamber ’in emirlerine olduğu gibi sukût ettiği konularda da kendisine uymak, Sunnet ’e ittiba etmek ve ilahi nimetin kadrini bilmek anlamına gelir.
HİC BİR MU'MİN HZ. PEYGAMBER'E BUNU YAPMAMALI
Altınoluk: Hocam, ummetin Hz. Peygamber ile ilişkilerini tayin cercevesinde “Ey iman edenler! Allah ve resulunun onune gecmeyin. Allah ’tan korkun. Şuphesiz Allah her şeyi işiten ve bilendir.”7 mealindeki ayet-i kerimeyi nasıl anlamalıyız? Kur ’an-ı Kerim daha başka ayet-i celilelerde buna benzer ne gibi olculer koyuyor?
İ. L. Cakan: Bu ayet-i celiledeki genel yasak, muminleri goruş, hukum, tercih, karar ve davranışlarında Allah ’ın ve Resûlu ’nun onune gecmemekle gorevlendirmektedir. İşine gelmeyen yerde “bu ayet ise de hadis ise de ben bunu kabul etmem, bana ters, benim aklım almıyor” diye direnc ve tepki gostermek, boylece kendisini Âyetin veya hadisin onune gecirmeye kalkışmak hic bir muslumana yakışmaz. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi hic bir mu'min Hz. Peygamber ’e rol bicmeye ya da duracağı yeri gostermeye hic bir gerekce ile teşebbus edemez, etmemelidir. Boyle bir hakkı yoktur, haddine de duşmuş değildir. “Resulun cağrısını birinizin diğerini cağırması gibi saymayın. Aranızdan gizlice sıvışıp gidenleri Allah elbette bilir.”8 Cunku Hz. Peygamberin hukmu, emri, cağrısı, isteği, Allah Teala ’nın emri yerindedir. Cunku o, Allah ’ın elcisidir. İmam Zuhri ’nin (o.124) isabetle belirttiği gibi “Peygamberlik Allah vergisidir. Peygambere tebliğ, bize de teslimiyet duşmektedir.”9
Hz. Peygamber ’in cağrısına ve emrine bir şekilde aykırı davrananların dunyada veya ahirette ceza gormeleri kacınılmazdır. Bu nokta Âyet-i kerimenin devamında şoyle acıklanmıştır: “Peygamberin emrine aykırı hareket edenler, başlarına bir belÂnın gelmesinden veya elem verici bir azaba uğramaktan cekinsinler.”10
Burada dikkat ceken nokta, “√ÓÂÚ—Á = onun emri” mutlak olarak zikredilmiş, “Kur ’an ’a uygun olan” gibi bir kayda veya şarta bağlanmamıştır. Bu da gosteriyor ki, Hz. Peygamber ’in emrine uymak ve gereğini yerine getirmek icin Kur ’an-ı Kerim ’e uygun olup olmadığının araştırılmasına ihtiyac yoktur. Yeter ki emir, “onun emri” olsun ve bu noktada herhangi bir tereddut bulunmasın.
“Ey iman edenler! Sesinizi Peygamber ’in sesinden fazla yukseltmeyin, birbirinize bağırdığınız gibi ona bağırmayın yoksa yaptığınız ameller boşa gider de farkına bile varmazsınız.”11
Gunluk yaşantıda ve bilimsel araştırmalarda Hz. Peygamber ’in davranış ve beyanlarına sıradan bir insanın yaşantısı ve sozu gibi yaklaşıp ondan daha yuksek, aşırı seslerle uzun uzun iddialar ortaya atmak ve yorumlar yapmak bu Âyette emredilen Peygamber ’e gosterilmesi gerekli edebe aykırıdır. Bu tur davrananların yine ayette belirtildiği gibi onceden yapmış oldukları “ameller, onlar farkına varmadan boşa gider.” O halde Hz. Peygamber ’e karşı sağlığında olduğu gibi vefatından sonra da onun manevi huzurunda olunduğu bilinciyle saygıda kusur etmemeye calışmak ummetin gorevleri arasındadır.
Soz buraya gelmişken cok onemli bir noktaya daha işaret etmek istiyorum. O da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ’in bizim aramızda/icimizde olma şartına bağlı olarak ilahi azaba engel olduğudur. Şoyle buyrulmaktadır: “Sen iclerinde iken Allah onlara asla azap etmez; istiğfar ettikleri surece de Allah onlara azap edecek değildir.”12
Bu ayet-i kerime, Mekkeli muşrikler ile Hz Peygamber arasında gecen tevhit mucadelesi sahnelerinden birine dikkatimizi cekmektedir. Şoyle ki; “Onlara ayetlerimiz okunduğu zaman, duyduk, duyduk, istesek biz de onun benzerini soylerdik. Cunku bu, eskilerin masallarından başka bir şey değil, derler. Hani bir de onlar: “Allah ’ım eğer bu Kur ’an, senin tarafından indirilmiş gercek bir kitap ise, uzerimize gokten taş yağdır yahut ta bize acı bir azap gonder” demişlerdi.13
Muşrikler, azap istemek suretiyle, bir anlamda gelecek azabın Hz. Peygamber ’i ve inananları da kapsayacağını duşunmuş olduklarını ortaya koyuyorlardı. Yuce Rabbimiz ise, onların boyle cur ’etkar bir tarzda azap isteklerine beklemedikleri bir cevap verdi: “(Habibim) Sen iclerinde iken Allah onlara asla azap etmez; istiğfar ettikleri surece de Allah onlara azap edecek değildir.” Hz. Peygamber ’in varlığının ilahi azabın inmesine mani olduğunu acıkca bildirdi. Peşinden de aslında muşriklerin azabı hak etmiş olduklarını şoyle ilan etti: “Yoksa onlar Mescid-i Haram ’ın yonetimine ehil olmadıkları halde, insanların orada ibadet etmesini engelleyip dururken Allah onlara niye azap etmesin? Allah ’a karşı gelmekten sakınanlardan başkası, Mescid-i Haram ’ın yonetimine ehil değildir. Ama onların coğu bunu bilmez”14
Kutlu Doğum ’u anlamak ve anlamlandırmak bakımından bu Âyetler arasında ËÓ√ÓÊÚ Ó ·ÍÁÂÚ = Sen iclerinde/aralarında iken” ifadesi dikkat cekicidir. Hz. Peygamber iclerinde olduğu icin muşrikler azaba uğramıyorlarsa, ona gonlumuzu actığımız, onu icimizde hissettiğimiz, aramızda yaşattığımız surece ummet-i Muhammed olarak bizler de ilahî azaptan kurtulamaz mıyız? Boyle bir umidi, bu kutlu doğum haftası etkinlikleri icinde icimizde geliştiremez miyiz?
Tabii burada onemli olan nokta, Efendimizi icimize davet edip hayatımızı onun manevi şahsiyetinin ışığı altında yaşayabilmektir. İş buraya gelince, ummetin peygamberiyle arasını acmak sonucunu doğuracak nitelikteki teşebbuslerin ne denli tehlike arz ettiği anlaşılmaktadır. Bu tur girişimlerde bulunanların bu ummete hizmet etmedikleri -iddiaları ne olursa olsun- ortaya cıkmış olmaktadır.
GUNUMUZE YONELİK BİR UYARI!
Altınoluk: Aslında azabı hak etmiş olmalarına rağmen Mekkeli muşriklerin, Efendimiz onların arasında olduğu icin ilahi azaptan kurtuldukları gerceğini gunumuze yonelik olarak da değerlendirmek mumkun mudur?
İ. L. Cakan: Konuyu ozellikle ummet-i icabet anlamındaki ummet-i Muhammed bakımından değerlendirecek olursak, şunları soyleyebiliriz: Hz Peygamber ’in varlığı, kendi zamanındaki Muslumanlar icin olduğu gibi onu iclerinde/aralarında hissedip yaşatan gunumuz Muslumanları icin de yabancı telkinlere karşı guvence niteliği taşır.
“Ey mu ’minler! Ehl-i kitaptan bir gruba uyarsanız, (onları dinlerseniz), sizi imanınızdan vazgecirip yeniden kufre dondururler..
Allah ’ın Âyetleri size okunup dururken, ustelik O ’nun elcisi de aranızda bulunurken nasıl kufre donersiniz. Kim Allah ’a sımsıkı sarılırsa, elbette dosdoğru bir yola iletilmiştir.15
Yuce Rabbimiz bu Âyet-i kerimelerde, ehl-i kitaptan bir grubun telkinlerine kanmanın, muminler icin iman noktasından tehlike arz ettiğini vurguladıktan sonra, Kur ’an Âyetleri okunuyor ve Resulullah da aranızda bulunuyorken (Kitap ve Sunnet varken) nasıl olup da tekrar kufre donersiniz? diye tehdid anlamında soru yoneltmektedir.
Gunumuz acısından duşunduğumuz zaman Âyetteki “bir grup ehl-i kitap” ’ı, musteşrikler) yani İslam kulturunun gecmişiyle iştigal eden gayr-i muslimler olarak anlamak ve yorumlamak mumkun gozukmektedir. Zira bu ve oncesindeki 98 ve 99. ayetlerin sebeb-i nuzulu olarak şoyle bir olay anlatılmaktadır:
Bir gun Evs ve Hazrec ’ kabilelerinden bazı kimseleri(Ensar), gayet samimi bir sohbette muhabbet icinde goren ihtiyar ve fitneci bir Yahudi olan ŞÃ‚s İbn-i Kays bu manzaradan son derece rahatsız oldu. Genc bir Yahudiyi yanına cağırdı ve “Git, şunların arasına gir ve onlara Buas Harbi ’nden ve eski savaşlardan bahset... Her iki tarafın şÃ‚irlerinin birbirleri hakkında soyledikleri şiirleri oku, kavmiyetcilik duygularını kabart” dedi.
Yahudi genc soylenenleri aynen uyguladı. Neticede oradaki Muslumanlar arasında gurur ve ustunluk duyguları depreşti. O tatlı sohbeti bırakıp birbirlerine karşı oğunmeye başladılar. Her iki taraf da kendi kavim ve kabilesinin ustunluk ve erdemlerini, kahramanlıklarını sayıp doktuler. Karşılıklı şiirler okudular. Sonunda iki genc, diz ustu kalkarak birbirlerine karşılıklı ağır hakaretlerde bulundular ve birbirlerini kavgaya/duelloya davet ettiler. Diğerleri de, gozleri donmuş olarak bu teklife iştirak ettiler. Nihayet kavga etmek uzere Medine dışındaki Harre denilen mevkiye doğru yola cıktılar. Ayrıca her iki taraf da kendi kabile mensuplarına haber saldılar. Soz konusu mevkide toplanan Evs ve Hazrecliler, carpışmaya başlamak uzere iken, durumdan haberdar edilen Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Muhacir ve EnsÂr ’dan karma bir grup Musluman ile birlikte olay yerine yetişip oradakilere şoyle hitap ettiler:
“Ey Muslumanlar! Allah ’tan korkun, Allah ’tan!.. Ben sizin aranızda bulunuyorken, Allah sizi İslÂmiyet ile şereflendirmiş, size İslÂm ile ikramda bulunmuş ve İslÂm ile sizden CÂhiliye anlayışını sokup atmış, sizi kufur ucurumundan kurtarmış ve kalplerinizi birleştirmişken siz hÂl CÂhiliye davası mı guduyorsunuz?”16
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin bu uyarısı uzerine, her iki kabile mensupları bu işin, fitneci Yahudi ’nin bir hilesi ve şeytanın bir aldatmacası olduğunu anladılar. Silahlarını attılar, ağlayarak birbirlerine sarıldılar, kucaklaştılar.
Boyle bir olay uzerine surenin 100-102. ayetlerindeki uyarıların gelmiş olması ve Muslumanlara, Allah ’ın ayetlerinin okunmakta olduğunun ve Resulullah ’ın da aralarında bulunduğunun hatırlatılması, Kitap ve Sunnet elinizdeyken Gayr-i muslimlerin telkinlerine kanarak nasıl onlara imrenip kufre donmeye kalkışırsınız anlamında gunumuze yonelik bir uyarı niteliği taşımaktadır, diye duşunuyorum.
PEYGAMBER İLE UMMETİN ARASINI ACMA
Altınoluk: Hatırlattığınız ayetlerin devamında “Ey iman edenler! Allah ’ın emir ve yasaklarına gereği gibi saygılı olun ve ancak Musluman olarak can verin”17 buyruluyor. Ummete yonelik bu Âyetin ozellikle son kısmını nasıl anlamalıyız?
İ. L. Cakan: Evet “Musluman olarak can verin” emrine uymuş olabilmek icin ayetin ilk cumlesinde ifade buyrulduğu gibi “Allah ’a karşı saygılı” olmak ve hayatı kesintisiz mu ’min olarak yaşamak gerekir ki, zamanını bilemediğimiz olum geldiğinde bizi iman uzere bulsun. Boyle bir mutlu son icin ummet planında yapılması gerekeni de Yuce Rabbimiz bundan sonraki Âyette “Hep birlikte Allah ’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılığa duşmeyin”18diye gostermektedir. Bunu sağlayabilmek icin de ummete, “İcinizden hayra cağıran, iyiliği teşvik edip kotulukten sakındıran bir topluluk/grup/kadro bulunsun19 buyurmaktadır.
Biraz once zikrettiğimiz ayette kendilerine uyulması halinde muminleri imandan sonra kufre dondurecek ehl-i kitaptan bir gruba(ferikan min ehli ’l-kitap) karşılık olarak “İcinizden hayra cağıran, iyiliği teşvik edip kotulukten sakındıran bir topluluk bulunsun (ve ’l-tekun minkum ummetun)” buyrulduğunu goruyoruz. Bu durum, gunumuze yonelik olarak yaptığımız “ehl-i kitaptan bir grup”un musteşrikler olabileceği istidlalini / cıkarımını bu iki gurubun işlevi acısından desteklemektedir, diye duşunuyorum. Bu sebeple de musteşrik hayranı aydınların ozellikle kimi ilahiyatcı meslektaşların, pek meraklı gozuktukleri Peygamber ile ummetinin arasını acma ve ummeti birbirine duşurme sonucunu doğuracak soylemlerine karşı muteyakkız/uyanık olmak gerekmektedir.
Netice-i kelÂm, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ’e gonul kapılarımızı acabilmek ve onu aramızda hissedebilmek icin onun yaşayışını/sunnetini ve sunnetin bilgi ve belgeleri olan hadis-i şerifleri değerlendirirken imanımızı koruma vesilelerinden biriyle yani Hz. Peygamber ile meşgul olduğumuzu20 unutmamalıyız. Boyle bir durum, Hz. Peygamber ’in ummet icin ne kadar buyuk bir nimet ve ikram olduğunu kavradığımızı gosterir. Cunku nimetin kıymeti, farkına varılırsa, idrak edilir. Farkına varılmadıktan sonra etraf nimet dolu olsa ne yazar. Ne demişler nimet, gorenedir gorene, yoksa kore ne?
Musaade ederseniz sozlerimi bir salat u selam ile bitireyim: Allahumme salli al Muhammed ’in ve al Âl-i Muhammed.
Altınoluk: Teşekkur ederiz.
İ. L. Cakan: Ben de size teşekkur ederim.
Dipnotlar: 1) Âl–i İmrÂn (3), 164 2) el-AhzÂb (33), 21 3) Âl-i İmran (3), 31 4) Âl-i İmran (3), 32 5) el-FurkÂn (25), 27-29 6) Buhari, İ ’tisam, 2 Muslim, Hac 412, FezÂîl 130-131; Tirmizî, İlim 17, NesÂî, Hac 1; İbni MÂce, Mukaddime 1. Hadisin geniş acıklaması icin bk. Kandemir, Cakan, Kucuk, RiyÂz, I, 549-551 7) el-Hucurat (9), 1-2 8) en-Nur (24), 63 9) Bk. el-Beğavi, Şerhu ’s-sunne, I, 217 10) en-Nur (24), 63 11) el-Hucurat (49), 2 12) El-Enfal (8), 33 13) El-Enfal (8), 31-32 14) El-Enfal (8), 34 15) Al-i İmran (3), 100- 101 16) 20. İbn Hişam, Siyre I, 555: Efendimizin bu uyarısı uzerine Al-i imran Suresinin 98-103. ayetlerinin indiği bildirilmektedir. 17) Al-i İmran (3), 102 18) Bk. Al-i İmran (3), 103 19) Bk. Al-i İmran (3), 104 20) Bk. Al-i İmran (3), 101
Kaynak: Altınoluk Dergisi, 374. Sayı
İslam ve İhsan