
Ebediyet Yolculuğu” kitabı uzerine Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi ile yapılan mulÂkat ve verilen cevaplar...Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi ile “Ebediyet Yolculuğu” kitabı uzerine yapılan mulÂkatın tam metni:
Efendim, Altınoluk dergimizin hediye kitap olarak okuyucularıyla buluşturduğu “Ebediyet Yolculuğu” kitabınızla ilgili konuşmak istiyoruz zÂt-ı Âlînizle.
Kitabın isminden başlayalım isterseniz. Bu yolculuk nerede başlar, nerede biter? Ve neden ebediyet?
Bu ebediyet yolculuğu “Elest Bezmi”ndeki akitle, yani kulun Rabbine ruhlar Âleminde verdiği sozle başlıyor. Bu akde sadÂkatimizin test edilmesi icin dunya dershanesine gonderildik. Dunya dershanesinden sonra bir kabir hayatı. Ardından buyuk bir kıyÂmet infilÂkı. Artık gayr-i kābil-i rucû, yani donuşu olmayan bir Âhiret hayatı. VelhÂsıl insanın kaderinde, boyle bir “ebediyet yolculuğu” var.
NEDEN EBEDİYET?
Cunku Âhiret, artık olumun yok olacağı, yarını olmayan sonsuz bir gun… Kur ’Ân-ı Kerîm ’de “خَالِد۪ينَ ف۪يهَا اَبَدًا”[1] şeklinde ifÂde buyrulan sonsuz bir Âlem… İnsanoğlunun dunya hayatı, fÂnîliğe mahkûm. Esas hayat olan Âhiret ise; ebedî bir Âlem.
İnsanoğlunun fıtratında bulunan fÂnîliği istememe duygusu, ebedî olma arzusu, bekā iştiyÂkı da, esÂsen, onun bir ebediyet yolcusu olmasından kaynaklanıyor. Fakat gafil insan, bu ebedîliği, yanlış adreste arıyor; fÂnî dunyada bulmaya calışıyor. HÂlbuki dunya, insanın ebediyet yolunda gececeği Âlemlerden yalnızca biri. GÂfil insan, bu devre mulk dunyada sonsuzluğu arzuladığı icin, bu yolda sayısız araştırmaya, ilÂca, kozmetiğe vs. servet ve omur harcıyor. Olumden, kıyametten kurtulmanın yollarını arıyor. Tabi ki bu yolların varacağı butun adresler, cıkmaz sokak…
Bir Hak dostunun -eserimizde de gecen- cok guzel bir sozu var:
“Dunyadan ebedîlik isteme, kendinde yok ki sana da versin.”
Demek ki bir şeyi olmadığı yerde aramak, beyhûde yorulmaktır. Âyet-i kerîmede; “عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌ” buyrulduğu gibi, boyle kimseler, “calışıp cabalamışlardır, fakat boşuna.”[2] Ellerine gecen, yalnızca ağır bir husrandır.
Diğer taraftan; mu ’miniyle, kÂfiriyle butun insanlık, ebediyet yolcusu. Fakat Hakk ’a kulluğu îf eden mu ’minler, ebedî bir saÂdet yolcusu, îmÂn etmiş olsa da gunahkÂr olanlar, once muvakkat bir cezÂ, ardından ebedî bir saÂdet; kufur ehliyse ebedî bir felÂket yolcusu…
Dolayısıyla ebedî saÂdeti dunyada aramak, sanki collerdeki seraplara aldanmak gibi buyuk bir husran. FÂnî varlıkların kendisini dunyada ebedî kılacağını zannetmek, buyuk bir hamÂkat.
Akl-ı selîmin gereği; ebedî saÂdeti, onu verebilecek yegÂne kudret olan CenÂb-ı Hak ’tan talep etmek. Bunun icin de olum ve otesine hazırlanıp olumu guzelleştirebilmek…
Bir sahÂbî:
“–Hangi mu ’min daha akıllıdır y RasûlÂllah?” diye sorduğunda, Efendimiz sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
“–Olumu cok duşunen ve ona karşı hazırlığını tamamlamakla meşgul olan kimsedir…” buyurmuşlardır. (İbn-i MÂce, Zuhd, 31)
Âyet-i kerîmede de:
“Ey îmÂn edenler! Allah ’tan korkun ve herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah ’tan korkun, cunku Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (el-Haşr, 18) buyruluyor.
Efendim, daha once “Son Nefes” isimli bir kitabınız neşredildi. Konu benziyor ama, muhtevÂda ne tur farklılıklar bulunuyor? “Son Nefes”, sadece bir merhaleydi. Bitmeyen bir yolculuğun bir merhalesiydi. “Ebediyet Yolculuğu” ise Âyetler ve hadîs-i şerîfler ışığında, ebedî hayattan manzaralar sergiliyor. Mucrimler icin, dehşet verici manzaralar; sÂlihler ve sÂdıklar icin huzur verici manzaralar…
“Son Nefes” adlı eserimiz, mÂlum olduğu uzere Altınoluk Dergimiz ’de aylık neşredilmiş yazılarımızın, belli aralıklarla kitaplaştırılmasının bir mahsulu. Yirmi kusur yazıdan oluşan o eserde “Son Nefes” adlı uc sayılık bir yazı serimiz yer almıştı. Bu yazılarda da “olum”den gÂfil kalmamak, ona hazırlıksız yakalanmamak, son nefesi îman selÂmetiyle verebilmek, neticede olumun urkutucu hÂlini bertaraf ederek olumu guzelleştirebilmek icin birtakım îkaz ve tavsiyelere yer vermiştik.
HÂfız-ı ŞîrÂzî bir şiirinde insanı;
“يك قطره خونست، هزار انديشه” (yek katre-i hônest, hezÂr endişe) yani “bir damla kan, binlerce endişe” diye tÂrif eder. Hakîkaten insanın cismÂnî tarafı birkac damla kan, ic Âlemi ise sayısız endişe, duşunce, hayal ve korkuların mahşeri. Bunların en muhimi de olum ve otesine dÂir endişeler…
Zira olum, zihinlere ve gonullere coreklenmiş bir yılan gibi, her kımıldayışında insanı tedirgin kılan bir hakîkat. Mu ’miniyle-kÂfiriyle herkes, olum ve otesine karşı bir korku ve endişe icinde. Fakat bu endişenin muhtevÂları farklı.
İnkÂr edenin endişesi; “Ya olum bir yok oluş değilse, Âhiret haberi doğruysa, Cennet-Cehennem gercekten varsa; o zaman hÂlim nice olur?!” şeklinde. Yani fıtratındaki îman meylinin tatminsizliğinden kaynaklanan bir rûhî buhran…
Mu ’minin endişesi ise; “Ben bu fÂnî dunyada Rabbime lÂyıkıyla kulluk edemezsem, esas hayat olan Âhirette hÂlim nice olur?..” şeklinde.
İşte biz de “Son Nefes” adlı eserimize, olum hakîkatine gafil kalmayıp ona lÂyıkıyla hazırlığın zaruretine dÂir uc yazıyla başlamıştık. Sonra da muslumanın kulluk hayatını tanzim eden; ibadet, muÂmelÂt ve ahlÂka dÂir bazı esasları ele almıştık. Butun bunlar da -neticede- son nefesi îman selÂmetiyle verebilmenin bir nevî on hazırlığı mÂhiyetinde. Bu yuzden o kitaba, “Son Nefes” adını vermiştik.
“Ebediyet Yolcuğu” adlı bu nÂcizÂne eserimizde ise, insanoğlunun Âlem-i ervahtan başlayıp ana rahmine, oradan dunyaya, dunyadan kabre, kabirden kıyÂmete, Mahşer ’den SırÂt ’a, sonra Cennet veya Cehennem ’e varan buyuk yolculuğu ve Âhirette yaşayacağı ebedî hayatı mevzu ediliyor.
Dolayısıyla “Son Nefes” yazılarımızın vermek istediği mesaja ilÂveten, “Ebediyet Yolcuğu” cok daha geniş bir muhtevÂyı kıymetli okuyucularımıza takdim etmeyi hedefliyor…
Uzun bir yolculuk olduğu anlaşılıyor “Ebediyet Yolculuğu”nun. Bu yolculukta gecilecek safhalardan biraz bahsedebilir misiniz? Her yolculukta olduğu gibi zorluklar olmalı her safhasında… Evet, uzun ve zorlu bir yolculuk. Her yolculuğun, muhakkak birtakım meşakkatleri olur. Fakat insan, hazırlığı nisbetinde de rahat eder yolculuğunda.
Ebediyet yolcuğunun safhalarını, uğranacak menzillerini, Allah ve Rasûl ’unun tebligÂtından oğreniyoruz. Kur ’Ân ve Sunnet ’te olum ve otesinin hazırlığından gafil kalmayalım diye, sayısız îkaz ve irşad mevcut…
CenÂb-ı Hak, insan icin takdir ettiği ebediyet yolculuğunda, pek cok menzil tayin buyurmuş. İnsanoğlunu evvel yokluktan varlığa cıkarmış, sayısız varlık icinde taş-toprak veya sÂir mahlûkat olarak değil de eşref-i mahlûkÂt olan, ahsen-i takvîm uzere yaratılan bir “insan” olmakla şereflendirmiş. Sonra Âlem-i ervahta/ruhlar Âleminde bir muhÂhede/ahitleşme gercekleşmiş. Rabbimiz ’e kulluğumuzu ikrÂr etmişiz. Ardından, o Âlemdeki hayatımız bitmiş, ana rahminde ayrı bir hayat bulmuşuz. Sonra ana rahmindeki hayatımız bitmiş, Rabbimiz ’e kulluğumuzu tasdik hususundaki dunya imtihanımız başlamış. Son nefese kadar da devam ediyor bu imtihan…
Son nefese bu dunyada “olum” denilse de, bir sonraki kabir/berzah Âleminde o bir “doğum” demek aslında. Orası ilk sorgu-suÂlin ardından, Cennet bahcelerinden bir bahce veya -Allah korusun- Cehennem cukurlarından bir cukur olacak. KıyÂmete kadar beklenecek bir koridor. Âdeta mahkeme-i kubrÂdaki buyuk duruşma oncesindeki bekleme salonu…
Ardından kıyÂmet. CenÂb-ı Hak, insanoğluna bir “ecel” tayin ettiği gibi, Dunya ’ya da bir “kıyÂmet” vakti tayin etmiş. KıyÂmet, buyuk bir infilÂk.
Şiddetli bir deprem olsa, bir tup patlasa “Âdeta kıyÂmet koptu” diyoruz. Yıldızların dokuleceği, semÂnın bir tomar kağıt gibi duruleceği, dağların savrulacağı gercek kıyÂmet ise, beşer havsalasına sığmayacak derecede buyuk bir infilÂk… Korpecik yavruların korkudan ak saclı ihtiyarlara doneceği, hÂmile kadınların cocuklarını duşureceği, gozlerin yerinden fırlayacağı, insanların dehşetten Âdeta sarhoş olacağı bir gun.
İşte o sert ve belÂlı gunde dahî, ilÂhî himÂye altında bulunup korku ve huzunden emîn olacak bahtiyar kullar var. Rabbimiz onları şoyle mujdeliyor:
“Bilesiniz ki, AllÂh ’ın dostlarına hicbir korku yoktur. Onlar uzulmeyeceklerdir de. Onlar îmÂn edip de takvÂya ermiş olanlardır.” (Yûnus, 62-63)
Yine kaynaklarda bildirildiğine gore; son nefeste, kabir Âleminde ve kıyÂmette; takv uzere yaşamış kullar icin, bu uc merhalede melekler inecek; “…Korkmayın, uzulmeyin, AllÂh ’ın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin!..” diye mujdeleyeceklerdir. (Bkz. Fussilet, 30; el-Ahkāf, 13)
CenÂb-ı Hak biz kullarını bu dunyada îman ve takv ile dostluğuna dÂvet ediyor. Bu dÂvete icÂbetimiz nisbetinde de, kabir, kıyÂmet ve Âhiretin korku dolu cetin gecitlerinde; korkmayan, uzulmeyen, bilÂkis gonlu sevincle dolan bahtiyarlardan olacağımızı vaad ediyor.
Zira olum, kabir, kıyÂmet, Âhiret ahvÂli; herkesin bu dunyada kazandığı mÂnevî keyfiyete gore tecellî edecek. Allah TeÂlÂ, sÂlih kullarına, o cetin gecitleri hafifletecek, kolaylaştıracak. Fakat inkÂr edenlere ise, mustahak oldukları şekilde cok şiddetli bir sûrette yaşatacak. Bu hususta MevlÂn Hazretleri ’nin cok guzel bir tespiti var; buyuruyor ki Hazret:
“Oğul! Herkesin olumu kendi rengindedir. AllÂh ’a vuslat olduğunu duşunmeden olumden nefret edenlere ve olume duşman kesilenlere olum, korkunc bir duşman gibi gorunur. Olume dost olanların karşısına da dost gibi cıkar.”
“Ey olumden korkup kacan! İşin aslını sorarsan, sen aslında olumden korkmuyorsun; sen kendi gunah ve gafletlerinden korkuyorsun…”
Demek ki bir kul, sırf fÂnî dunyaya rÂm olup nefsÂnî arzularının esiri olarak yaşarsa, kabir ve Âhiret, onu karanlık bir mahzen ve kÂbuslarla dolu bir zindan olarak karşılar. Yok eğer kul, dunyevî ve nefsÂnî arzularını bertaraf ederse, Rabbinin emirlerine tam bir teslîmiyetle uymaya gayret ederse; ona da kabir ve Âhiret, hayal otesi guzelliklere vuslat olarak tecellî eder. Yine MevlÂn Hazretleri ’nin tÂbiriyle- bir “şeb-i arûs/duğun gecesi” mutluluğu olarak karşısına cıkar.
Yine eserimizde tafsilÂtıyla anlatılacağı uzere kıyÂmette bir diriliş yaşayacağız. Kur ’Ân-ı Kerîm ’de ve hadîs-i şerîflerde bunun pek cok misali zikredilerek olumden sonra diriliş inancının gonullere iyice yerleşmesi murÂd edilmiştir. Nitekim Efendimiz sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- de bu hususta ashÂb-ı kirÂmı sık sık îkaz ve irşad buyurmuştur.
Mesel bir sahÂbî, olumden sonra dirilişin nasıl olacağını soruyor. Efendimiz sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
“−Sen hic, kavminin yaşadığı vÂdiden kurak mevsimde gecmedin mi? (buyuruyor.) Sonra da her tarafın yemyeşil olduğu bahar mevsiminde oraya uğramadın mı?” buyuruyor.
SahÂbî “evet” deyince, Efendimiz sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
“−İşte bu, AllÂh ’ın yeniden yaratmasının delilidir. Allah, oluleri de boyle diriltecektir!” buyuruyor. (Ahmed, IV, 11)
Yine, dirilişin ardından Mahşer yerine sevk edilip Mîzan ’da amellerimizle yuzleşeceğiz. Cehennem uzerine kurulu Sırat ’tan gecerek Cennet ’e ulaşmaya calışacağız. Herkes îman ve amelinin seviyesine gore farklı hızlarda gececek. Îman mahrumları ise orayı aşamayacak, acı bir azÂba dûcÂr olacak.
AllÂh ’ın mu ’min kullarını dÂvet ettiği DÂru ’s-SelÂm, yani Cennet ise, gozlerin gormediği, kulakların duymadığı, insanın aklına-hayÂline gelmeyecek nîmetlerle dolu, ebedî bir saÂdet yurdu… Butun bu saÂdetlerin ustunde ve zirvesinde de CenÂb-ı Hakk ’ın ebediyyen rızÂsına kavuşma ve O ’nun CemÂl ’ini temÂşÃ‚ bayramları var.
CenÂb-ı Hak bu bayramlara erişebilmeyi cumlemize lûtf u keremiyle ihsÂn eylesin…
Âmîn! Efendim, kitapta ebediyet yolculuğunun durakları anlatılırken, kıyamete, kıyÂmet alÂmetlerine, bu arada DeccÂl ’e yer veriliyor. Bunun yanında kabir hayatı gibi olum otesi hayata dÂir değerlendirmeler yapılıyor. Buna ilişkin bilgiler, umûmiyetle hadislerde yer alıyor. Yer yer şerhler de duşmuşsunuz. Nasıl bakmalı bu mevzulara? Okuyucularımız bilhassa Âhiret şartlarına dÂir verilen haberlerde yer alan, mecÂzî mÂnÂda mı, hakîkî mÂnÂda mı olduğu tam olarak idrÂk edilemeyen bazı ifadeleri nasıl değerlendirmeli? Muhim bir hususa işaret ettiniz. Kabir, kıyÂmet ve Âhiret Âlemleri, bizler icin “gayb” sahasına giren Âlemler. Dolayısıyla o Âlemlere dÂir Âyet ve hadislerde gecen beyan ve tasvirlerin dışında bir bilgimiz yok. O ifÂdelerin de nasıl anlaşılması gerektiğine dÂir, eserimizde yeri geldikce bazı îzahlar yapmış bulunuyoruz. Burada da kısaca ifade edecek olursak:
Nasıl ki Âm bir kimsenin idrÂkinde, renkleri tam mÂnÂsıyla canlandırmak mumkun değilse, bu dunya hayatında bizlerin de, hic gormediğimiz kabir Âleminin keyfiyetini tam olarak idrÂk etmemiz mumkun değildir.
Nasıl ki insan, dunyaya gelene kadar hayat şartları birbirinden farklı olan ruhlar Âlemi ve ana rahmi gibi Âlemlerden gecmişse, dunyada vefÂtıyla birlikte yine bambaşka şartlara sahip olan kabir Âlemine adım atacaktır. Âhiret de kabir Âlemine gore cok farklı şartlara sahip bir Âlem. Rabbimiz insanlara kabirde, kıyÂmette, Cennet ve Cehennem ’de dunyadakinden farklı husûsiyetler verecek.
MevlÂn Hazretleri ’nin buna dÂir cok guzel bir misÂli var. Orada buyurur ki:
“Ana karnındaki cocuğa biri deseydi ki:
«–Dışarıda cok hoş bir dunya var. Şoyle şoyle geniş kırlar, bereketli bağlar-bahceler, buyuk dağlar-denizler, aydınlık bir semÂ, semÂda Guneş, Ay ve yıldızlar var. Yeryuzu nice guzelliklerle donatılmış, orada lezzetli yiyecekler, hayret edilecek ilÂhî kudret ve azamet nakışları var.
Sen ise, daracık ve kapkaranlık bir ana rahminde sıkıntılar icindesin. Âdeta bir zindana hapsedilmiş, eziyet goruyorsun…» denilseydi, o cocuk butun bunlara rağmen kendi hÂlinden şikÂyette bulunmaz, hatt bu soylenenleri inkÂr ve îtirazla karşılardı:
«–Siz cocuk mu kandırıyorsunuz?! (Derdi.) Bu dedikleriniz olmayacak şeyler, siz beni mi aldatıyorsunuz?!» derdi…”
İşte insanın dunyadan sonra gideceği Âlemlere dÂir idrÂki de, anne karnındaki bebeğin dunya hakkındaki idrÂki gibi… Cunku gormediği, bilmediği bambaşka Âlemler…
Kabir/berzah ve Âhiret hayatının mÂhiyeti, ancak yaşandığı zaman tam olarak idrÂk edilecek. Kur ’Ân ve Sunnet ’teki ona dÂir beyanlar, dunyevî intibÂlarla duşunebilen beşer idrÂkinin seviyesine gore… Berzah ve Âhiret Âlemlerinin aslî hakîkatini kavramak, beşer tÂkatinin otesinde. ZÂten bir muslumanın vazifesi de, kabir ve Âhiret hayatının mÂhiyet ve keyfiyetini araştırmak değil, onlara lÂyıkıyla hazırlanmaktır.
Nitekim Peygamber Efendimiz ’e bir sahÂbî soruyor:
“–YÂ RasûlÂllah! KıyÂmet ne zaman kopacak?”
Efendimiz sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-;
“–Sen kıyÂmet icin ne hazırladın?” buyuruyor.[3] Yani sen ona hazırlanmaya bak, kıyÂmetin zamanından, mekÂnından, keyfiyetinden sen mes ’ûl değilsin, sen mes ’ûl olduğun tarafını duşun, dercesine bir cevap veriyor.
Demek ki mu ’minler olarak vazifemiz; kabir ve Âhiret hayatının keyfiyetiyle, yani mes ’ûl olmadığımız tarafıyla oyalanmak yerine; asıl mukellef olduğumuz “hazırlık” safhasıyla meşgul olmaktır.
Rabbimiz bu hazırlıktan gÂfil kalmaktan cumlemizi muhÂfaza buyursun…
Âmîn Efendim. Ebediyet yolculuğunda esas meselemizin, ona hazırlanmak olduğunu vurguladınız. Peki bu yolculuğa nasıl hazırlanmalıyız? Yol azığımız neler olmalı? Bundan da bahsedildi mi kitapta Efendim? Altınoluk okuyucuları icin bu yol azığının bir kısmını paylaşabilir misiniz?
[Elbette. Âyet-i kerîmede:
وَتَزَوَّدُوا فَاِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوٰى وَاتَّقُونِ يَا اُولِى الْاَلْبَابِ
“…(Ey mu ’minler! Âhiret icin) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvÂdır. Ey akıl sahipleri! Ben ’den ittikā edin (emirlerime karşı gelmekten sakının).” (el-Bakara, 197) buyruluyor. Yani Âhiret azığının en hayırlısı “takv”dır. Takv ise nefsÂnî arzuları bertaraf edip rûhÂnî istîdatları inkişÃ‚f ettirmektir. CenÂb-ı Hakk ’ın muhabbet ve rızÂsını kaybedip gazabına dûcÂr olma korkusuyla O ’nun emir ve nehiylerine karşı buyuk bir titizlik ve hassÂsiyet gostermektir. Bu hassÂsiyetle kalben merhaleler katedebilmektir. Boylece CenÂb-ı Hakk ’a yakın bir kul olabilmektir.
CenÂb-ı Hak bizi DÂru ’s-SelÂm ’a/Cennet ’ine dÂvet ediyor. Fakat her dÂvetin bir kabul şartı vardır. Cennet dÂvetinin şartı da “takv” ile seviye kazanmış bir kalb-i selîm, kalb-i munîb ve nefs-i mutmainne ’dir. CenÂb-ı Hak ancak o zaman kulunu muhatap alıyor:
“(SÂlih) kullarımın arasına katıl ve Cennet ’ime gir.” (el-Fecr, 29-30) buyuruyor.
ŞÃ‚h-ı Nakşibend Hazretleri ’ni, vefatından sonra ruyÂsında goren sÂlih bir zÂt soruyor:
“–Efendim, ebedî kurtuluşumuz icin ne yapalım?”
Nakşibend Hazretleri şu cevÂbı veriyor:
“–Son nefeste neyle meşgul olmak gerekiyorsa onunla meşgul olun! Yani, son nefeste nasıl ki tamamen Hak TeÂl ’yı duşunmeniz lÂzımsa, hayatınız boyunca da o şekilde uyanık olunuz!”[4]
Nitekim hadîs-i şerîfte de:
“Kişi yaşadığı hÂl uzere olur ve olduğu hÂl uzere haşrolunur.” buyrulmuştur. (MunÂvî, Feyzu ’l-Kadîr Şerhu ’l-CÂmii ’s-Sağîr, V, 663)
VelhÂsıl son nefese kadar uyanık bir kalple, bir teyakkuz hÂlinde kulluğumuza devam etmeliyiz. Havf ve rec arasında, yani Rabbimiz ’in gazabına dûcÂr olma korkusu ve O ’nun rahmetine nÂil olabilme umîdinin dengelediği bir gonul kıvamıyla yaşamalıyız.
Şunu da duşunmeliyiz ki 124 bin kusur peygamber, sahÂbe-i guzîn efendilerimiz, sıddîklar, şehidler, sayısız evliyÂ, asfiyÂ, sulehÂ, hepsi berzah Âleminde. Hadîs-i şerîfte:
اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyruluyor. (BuhÂrî, Edeb, 96)
İşte sahÂbe-i kirÂmın butun gayreti, Allah Rasûlu ’yle bu dunyada nasîb olan beraberliği Âhirette de devam ettirebilmek icindi. Bu uğurda her turlu fedakÂrlığı gosterdiler.
Bizler de sÂlihlerle birlikte haşrolunmak istiyorsak, sÂlihlerin izinden gitmek mecburiyetindeyiz.
Hasan-ı Basrî Hazretleri buyuruyor ki:
“Ey insanlar! «Kişi sevdiğiyle beraberdir.» hadîsini yanlış anlamayın! (Gucunuz nisbetinde) sÂlihlerin amelini işlemedikce, sÂlihlerden olamazsınız. Zira yahudî ve hristiyanlar da kendilerince peygamberlerini sevdiklerini iddi ederler; fakat (hÂl, ahlÂk ve yaşayışları itibÂriyle) onlarla değildirler.” (İhyÂ, c. II, s. 402)
Demek ki bizler de Allah Rasûluʼnu gercekten seviyorsak ve kıyÂmet gunu Oʼnunla beraber olmak istiyorsak, bugun Oʼnun yolunda fedakÂrca gayret gostererek, bu sevgimizi ispat etmeliyiz. Zira muhabbetin kantarı fedakÂrlıktır.
Efendimiz ’le Âhirette beraber olmak istiyorsak, bugun O ’nunla; hÂl beraberliği, amel beraberliği, ahlÂk beraberliği, his ve fikir beraberliği, velhÂsıl istikÂmet beraberliği icinde olmaya gayret etmeliyiz.
HÂlimizi sık sık gozden gecirmeliyiz:
Acaba Efendimizʼin ummetine olan duşkunluğunde Oʼnunla beraber miyiz?
İbadetlerdeki huşû hÂlinde Oʼnunla beraber miyiz?
MuÂmelÂtındaki nezÂket ve zarÂfetinde Oʼnunla beraber miyiz?
Yani bu dunyada hasret kaldığımız Rasûlullah Efendimiz ’e ukbÂda kavuşabilmek icin, bugun bizler de O ’nun gonul dokusundan hisse almaya, ahlÂkıyla ahlÂklanmaya gayret etmeliyiz.
Yine unutmayalım ki CenÂb-ı Hak bizi sık sık olum, kıyÂmet ve Âhireti tefekkure dÂvet ediyor. Kur ’Ân-ı Kerîm ’in bilhassa son uc cuzunde hep kıyÂmet ve Âhiretten manzaralar bildiriyor. Yeryuzu ne olacak, semÂvÂt ne olacak, insanlar ne hÂle gelecek?.. İşte bizler de bu hakîkatlerin tefekkurunde derinleşerek takvÂda merhale almaya gayret etmeliyiz.
VelhÂsıl olum ve otesine dÂir hakîkatlerin; gonlumuzde ve gundemimizde lÂyıkıyla mÂkes bulması şart. Bunun icin de Peygamber Efendimiz ’in sık sık tavsiye buyurduğu “tefekkur-i mevt”i gunluk hayatımızın ayrılmaz bir parcası hÂline getirmemiz ve dunyayı sık sık Âhiret penceresinden seyretmemiz elzem. İnşÃ‚allah “Ebediyet Yolculuğu” adlı bu nÂcizÂne eserimizin de bu husustaki gayretlerimizin ziyadeleşmesine vesîle olmasını Rabbimiz ’den niyÂz ederiz.
İnşÃ‚allah Efendim. Son olarak eklemek istediğiniz bir mesaj var mı Altınoluk okuyucularımıza? Rabbimiz, hepimize olum ve otesine dÂir teyakkuz hÂlinde olmayı, ebediyet yolcuğumuz icin gerekli olan Âhiret azıklarını gec kalmadan tedÂrik etmeyi nasîb eylesin.
Hayat nîmetini rızÂ-yı ilÂhî istikÂmetinde kullanabilmeyi, îman ve Kur ’Ân ’ın feyz ve rûhÂniyeti icinde bir omur yaşayabilmeyi, musluman olarak can verebilmeyi, rahmet ve gufran tecellîlerine mazhar olarak huzûr-i ilÂhîye varabilmeyi, Cennet ve CemÂlullah ile muşerref olabilmeyi, Rabbimiz cumlemize lûtf u keremiyle ihsÂn eylesin…
Âmîn Efendim, cok teşekkur ederiz.
Estağfirullah, biz teşekkur ederiz.
Dipnotlar:
[1] Bkz. el-AhzÂb, 65; el-Beyyine, 8; el-MÂide, 119; en-NisÂ, 57; et-TalÂk, 11, et-TeğÂbun, 9; et-Tevbe, 22…
[2] Bkz. el-ĞÂşiye, 3.
[3] Bkz. Muslim, Birr, 163.
[4] ReşahÂt, s. 130.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2017 – Temmuz, Sayı: 376, Sayfa: 032
İslam ve İhsan