2007 yılında faaliyete giren Dilruba Evleri Yardımlaşma Derneği'ndeki hizmetleri ile bircok yaşlı ve yardıma muhtac insanın bakımını ustlenen Hatice Okur Hanımefendi'nin hayatında, Muslumanca yaşamanın ornek tablolarını gorebilirsiniz.Muhakkak ki, okuduğunuz satırlar sizi bambaşka Âleme goturecek… En onemlisi ise, artık hayatınız eskisi gibi olmayacak!.. Bilhassa yaşlılara, Âcizlere, zavallılara bakış acınız değişecek. Hatt seneler sonraki kendi ihtiyarlığınız ve belki de yalnızlığınız gozunuzun onune gelecek… Nihayet hayata daha fazla merhamet nazarı ile bakmayı oğreneceksiniz.
"HATİCE ACİZ BİR KUL"...
Hatice Okur Hanım kimdir? Meşgul olduğunuz hizmetten biraz bahsedebilir misiniz?
Hatice Okur, Âciz bir kul... Meşgul olduğum hizmetten bahsetmek biraz sıkıyor beni… İnsanlar, bana sanki olağanustu bir şey yapıyormuşum gibi davranıyor. Biz olağanustu bir şey yapmıyoruz! Siz namaz kılan, oruc tutan ya da İslÂm ’ın beş şartını yerine getiren birisi ile sırf bunları yaptı diye roportaj yapıyor musunuz? Eğer yaptığımız insanustu bir şey olsaydı, ne Kur ’Ân-ı Kerîm ’de, ne de hadîs-i şerîflerde bu hizmetler bize emrolunmazdı. İşte biz de Rabbimizin emrettiği bir hizmeti yapıyoruz. Biz, AllÂh ’ın bize ihsan ettiği nimetlerin zekÂt ve sadakasını vermeye calışıyoruz. Zira Rabbimiz, “O gun verdiğimiz nimetlerden elbette hesÂba cekleceksiniz!..” (et-TekÂsur, 8) buyuruyor. VallÂhi Rabbim emretmese, ucunda Allah ’ın rızası olmasa bu cile cekilmez!.. Biz, her mu ’minin yapması gereken bir işi yapıyoruz aslında... “Komşusu acken tok yatan bizden değildir.”, “Yaşlısına ve yetimine merhamet etmeyen bizden değildir.” buyuran bir Peygamberimiz var. Bizim onumuzde ornek olan Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’dir. Biz, O ne yaptıysa, onu taklid etmeye calışıyoruz. Yani Hatice de normal bir insan, gunahları icinde kaybolmuş, affolunmak icin bahÂneler ve vesîleler arayan Âciz bir kul…
"YA BOYLE YAŞARIZ YA DA BİRLİKTE YAŞAMAYIZ!"
Kimsesiz yaşlılara hizmet etmeye nasıl başladınız?
Kendimi bildim bileli bu hizmetin icindeyim, elhamdulillah! Babam fedÂkÂr ve idealist bir oğretmendi. Bize hep şoyle nasihat ederdi:
“-Yapacağınız bir işe once karar verin, sonra da o işte sebatkÂr olun!..” derdi.
Osmanlı yaylası Domanic ’te buyuduk ve oralarda insanların yaşlısına değer verdiğini, evinin en kıymetli koşesinde ağırladığını veya kardeşi olunce onun evlatlarını kendi evladı gibi bakıp buyuten yiğitleri, yetimin haklarını gozetenleri gorerek buyuduk. Bu değerlerin kıymetini de şehre gelince anladık. İnsanlar birbirinden kopuk; herkes, kendisi icin yaşıyor. HÂlbuki koyde boyle değildi, koyumuzde bir koy odası vardı. Koye gelen satıcılar veya başka bir koye giderken akşam olunca yoluna devam edememiş yolcular orada kalırdı. Koylu de onlara hizmet etmek icin Âdeta yarışırdı. İşte benim cocukluğumda en cok haz aldığım şey bu yardımlaşma ruhuydu.
Hizmet etmenin lezzetini aldığım icin, evlenirken eşimden mehir olarak “Rabbimin yarattığı kullarına hizmet etmeyi istiyorum; bu hususta lutfen bana engel olmayınız. Sizden başka bir talebim yoktur!..” dedim.
Eşimle cok zıt karakterlerdeyiz; kulturlerimiz birbirinden cok uzak… Bu yuzden evliliğimde bu hayat tarzım sıkıntı oldu ve bu hususta cok mucÂdele ettim. Ben nihayet, “Hizmet benim mehrim ya boyle yaşarız ya da birlikte yaşamayız!” dedim. O da mecbûren kabullendi, sonra kendisi de cok yardımcı oldu.
TANIMADIĞIM BİR DEDE OĞLUMU İSMİ İLE CAĞIRDI
Yaşlılara ilk hizmetimiz de bundan 13 yıl once olmuştu. Bir gun Bursa ’da Emir Sultan Hazretleri ’nin turbesinin bahcesinde oturuyoruz; yanımda oğullarım var. Biri beş, biri de bir yaşında kucağımda.. Karşımızda da cok yaşlı bir dede, cÂminin onune oturmuş. Yanımızda yiyecek bir şeyler vardı. Oğlum Şemseddin ’e:
“-EvlÂdım, bu yiyeceklerin bir kısmını şu dedeye gotur, ikrÂm ediver.” dedim. Oğlum kendisine doğru yaklaşınca dede:
“-Gel bakalım Mehmet Şemseddin!..” dedi.
Oğlumu ismiyle yanına cağırınca, bu dedenin boş olmadığını, mubarek bir insan olduğunu anladım. Dedenin yanına vardım, nereden geldiğini sordum. O da Diyarbakır Cizre ’den Emir Sultan Hazretleri ’ni ziyarete geldiğini soyledi. Ama o kadar cok yorgun gorunuyordu ki, ayakları şişmiş, bankta iki buklum olmuştu. Ben de:
“-Dedeciğim, nerede kalacaksın!” diye sordum. O da kalacak yerinin olmadığını soyledi. Bunun uzerine:
“-Hadi o zaman bize gidelim, biz de kalın!” dedim. Dede:
“-Ya efendin kızarsa?!” dedi.
“-Senin gibi misafire niye kızsın ki?!” diye karşılık verdim. O da kabul etti. Hep birlikte evin yolunu tuttuk. İki-uc gun onu evimizde misafir ettik. Eşim de bu dedeyi cok sevdi. İsmi, Osman Yavuz Efendi idi. O sıralar cocukluğumdaki koy odaları aklıma geldi. Bursa ’mızda boyle misafirlerin kalacağı yerlere ne kadar ihtiyac vardı?! Duşunsenize Emir Sultan Hazretleri ’nin yanında bir misafirhanemiz olsa… Yeryuzunde Emir Sultan Hazretleri ’nden bir tane… Allah Rasûlu ’nun kıymetli torunu; kendisini cok sevenler ve uzak yerlerden ziyaretine gelenler var.
“AllÂh ’ım, şu misafirin hurmetine bize boyle bir kapı acsan, biz de bu kapıda hizmet etsek!..” diye du ettim. Osman Yavuz Dede de bizde kaldığı sure boyunca hep du etti. Ayrılırken bana şoyle dedi:
“-Evladım, sana Rabbim ecdÂdının han kapıları gibi kapılar acsın. KıyÂmete kadar bu kapılar kapanmasın; icinde corbalar kaynasın. İcinde yaşlıların ve cocukların olsun. Dilrûb evlerin olsun!..”
Bu duÂ, bugun tahakkuk etti işte… Bu olaydan uc-dort yıl sonra, yine Emir Sultan ’ın bahcesinde iki ayağı kesik bir dede ile tanıştık. Allah gani gani rahmet etsin; bu hizmetin kurucusu o oldu. Kendisi kurr hÂfızdı. Beş evladı varmış; cocuklarının coğu ilahiyatcıydı. Ama dede, evinde yalnız yaşıyordu. Evinin ici anlatılamayacak bir şekildeydi. O zaman eşi de hayattaydı. İkisi de yaşlı ve bakıma muhtac… Amcanın zaten iki ayağı da yok! Afedersiniz, bu dedenin yanında iki kova var; birisine kucuk abdestini boşaltıyor, diğerine de buyuk abdesti… Yaşlı nine, o kovaları tuvalete goturemeyecek durumda… Biz gideceğiz ya da birisi ziyaretine gidecek de gonlu olup onu tuvalete boşaltacaklar. Bazen gittiğimizde iki kova da dolu olurdu. Bazen cok işimiz olup da gidemezdik; gittiğimizde kurtlanmış olurdu pislikler... Ve iki yaşlı, bu pislik dolu kovalarla aynı odada yaşıyordu. İşin garibi de butun vakıf ve derneklerin bu dededen haberi vardı. Ama herkes gelip sadece erzÂk bırakıp gidiyordu.
Ben bir arefe gunu, evlerine temizliğe gittim. Evi temizlerken evinde bir torba dolusu para gordum. Meğer etraftan yardım olarak gelen paraları koymuşlar oraya… Bir şizofren hastası oğlu vardı. Kapıyı, pencereyi kırar; ellerindeki parayı alıp giderdi. O zaman vakıfların ve derneklerin yaptıklarının yanlış ya da eksik olduğunu gozlerimle gordum. İyi niyetle erzak goturuyor, parayı da veriyor, ama o kimselerin ne o erzakla yemek yapacak, ne de parayı harcayacak gucu var!.. Bu insanlar birebir bakıma muhtac!.. “Bu insanlar icin bir dernek kurulmalı!..” diye duşundum. Benim annem o durumda olsa, ona erzak veya para verip kendi hÂline bırakmam; alır, evimde bakarım diye duşundum.
Eşiniz, “Benim mehrim hizmet yapabilmek!..” dediğinizde, “Ne hizmeti? diye sormadı mı?
Hayır, sormadı. Ben evlenince once mahallemizdeki yaşlılara hizmet ederek başladım. Hatt cocukluğumda da mahallenin yaşlılarına hizmet ederdim. Elim ilk supurge tutmaya başladığında, ben kendimi yaşlıların evini temizlerken buldum. Mesel babam, 17 Eylul surgununde şeriatten dolayı yargılanmış ve Gediz tarafına surgune gonderilmişti. Oraya bir gittik; herkes depremden sonra ya İzmir ’e ya da Almanya ’ya taşınmış. Buyuk binaların yanında kucuk kucuk kulubeler var; orada da yaşlılar yaşıyor. O bolgenin ahÂlisi, yaşlıları evlerine almamışlar; yaşlıların hepsi de bu kucuk kulubelerde bakımsız bir şekilde yaşamaya calışıyor.
Ben henuz ucuncu sınıftayım. Okuldan gelince hemen o yaşlıların evlerini temizlemeye giderdim. Ne tuvaletleri var, ne de kulubelerde ceşmeleri… Ben onlara dışarıdan su taşırdım. İcimde onlara karşı muthiş bir merhamet duygusu vardı. Duşunsenize, şu Fatma Nine ’nin (106 yaşındaki Fatma Nine) kulubede yalnız yaşadığını… Hepsi boyle yaşlılardı. Yani yerlerinden kalkıp bir şey yapamayacak kadar Âciz durumdaydılar. Ama hic kimse onların o bakımsız hÂllerinden rahatsız değildi. Cunku herkes yaşlısına oyle baktığı icin hepsine normal geliyordu. Olusunu bulunca gomuyorlardı. Hicbirisi de bu olen ac mı oldu, soğuktan mı oldu diye sormuyordu. Ben kucucuk cocuğum. Evde annemin yaptığı yemeklerden bu yaşlılara yiyecek gotururdum. Bu yuzden annem bana kızardı.
“-Yine Hınbıl Nine ’ye gidip bitlendin!..” der ve doverdi.
Sizin icin hizmet ne demektir?
Toplumumuzda hizmet anlayışı cok farklı... Oncelikle dinden ayrı bir şey gibi algılanıyor. Ben sağlıklı olayım, dinimi yaşayayım. Muhtacların acziyeti bana bulaşmasın!.. Annem, ben bitlenip geldiğimde kızardı; hÂlbuki benim cocuğum aynı şeyi yapsaydı, ben ona kızmaz, her defasında cocuğumun bitini temizlemeye calışacağıma once gider o yaşlıları temizler, sonra cocuğumu temizlerdim. Tabiî burada annemi de yargılamak niyetinde değilim! O da onları gorunce oyle olacağını zannetmiştir. Bir de hizmet, icten, yurekten gelen bir şey!.. Birisinin itip kakmasıyla olacak bir iş değil!.. O koyun coğu, bir cemaate bağlı kimselerdi. Onların yaşlılarına tavrını gorunce, bana gore “Din bu değil!..” dedim. “Ben buyuyunce Allah bana imkÂn verirse, elimle, dilimle, malımla mulkumle uzanabildiğim kadar herkese yardımcı olacağım!” diye niyet etmiştim.
Niyetiniz, eşref saatine denk gelmiş; bugunku hizmetleriniz o gunku niyetinizin bereketi olsa gerek!..
Elhamdulillah, Rabbim hep o aşkla buyuttu beni... Bu niyet ve duÂ, her gecen gun daha da arttı. Evlendikten sonra da once eşimin akrabalarından başladım işe… Eşim de sağ olsun destekledi; muhtac olanlara evden erzak goturuyorduk. KayınvÂlidem de kızıyor, ama kotu niyetinden değil!.. Muhtaca verince evdekinin azalacağını zannediyor.
“-Ya, evde on yumurtan var; sen gidip beşini başkasına veriyorsun. Once coluğunu cocuğunu duşunmelisin!. Cocukların buyuyor, onlar icin birikim yapmalısın. Vermenin sonu yok!..” diye nasihat ederdi. Ama beni, ne annem-babam, ne de eşimin Âilesi vazgeciremedi.
Cevreden bu kadar baskı varken, eşiniz hic etkilenmeden size yardım etmeye devam ediyor muydu?
Tabiî, etkilendiği zamanlar oldu. Birkac kırılma noktası da yaşadık. KayınvÂlidemlerle aynı evde oturuyorduk. Ortak iş yapılıyordu. Ve cok gerildiğimiz zamanlar olup da kopma noktasına gelince kayınvÂlidemle kayınpederimin onune diz cokup oturur:
“-Sizi cok iyi anlıyorum.” der, ozur dileyip alttan alırdım. Onlara:
“-Biliyorum, beni anlamak cok zor!.. Ama siz de beni anlayın. Ben de boyle yaşayınca mutlu oluyorum…” deyince sağolsun, onlar hemen yumuşarlardı. Mutlu olurlardı onlerinde oturup ozur dilememden… Sonra sil baştan başlardık. Sonra imkÂnlar elverdi; evimiz, işimiz ayrıldı. Tabiî, bu beni daha da rahatlattı. Bir deprem olsa kendi kendime hemen kermes yapar; eşimi, dostumu bir araya getirir, hemen yardım gonderirdik.
Bundan dokuz yıl once Ramazan yaklaşırken “Bu Ramazan ’da ne hizmeti yapsak?” diye duşunuyordum. O zaman aşevleri cok yaygın değil!.. Aklıma sahur ve iftarda boyle duşkunlere sıcak yemek yapıp dağıtmak fikri geldi. Cok sevdiğim bu hizmetlerde finansmanım olan “Nur Kuyumculuk” var. Onlara gittim:
“-Abi, bu Ramazan ’da hayır olarak ne yapacaksınız?” diye sordum. O da:
“-Erzak dağıtacağız.” dedi.
“-Abi, şu erzak dağıtma işini bırakın artık...” dedim. Bana merakla:
“-Neden?” diye sordu. Bunun uzerine uzun uzun “yaşlıların o erzakla yemek yapamadığını, hatt bizim HÂfız Dede ile hanımının durumunu” onlara anlattım.
“-O erzaklar kurtlanıyor; onu koşeye atan, sevmediği evlatları gelip o erzakları alıp gidiyor. Sizin hayırlarınız da tam mÂnÂsıyla yerini bulamıyor!..” dedim. O da:
“-Peki, bunun yerine ne yapalım o zaman Hatice Hanım?” diye sordu. Ben de bu fırsatı bekliyordum:
“-Abi, sen dağıtacağın erzakları bana getir. Ben onlarla yemek yapıp dağıtayım!..” dedim.
“-Sen nasıl dağıtacaksın?” diye sorunca:
“-Bulurum bir yol!..” demekle yetindim. Bunun uzerine, o:
“-Olur mu hic oyle şey?!.. Ben sana şoforle araba da vereyim!” dedi, sağolsun…
GELMESEYDİNİZ ORUC TUTAMAYACAKTIK
Oradan cıkıp muhtarlıklara gidip gercekten yemek yapacak durumda olmayan insanları tesbit ettik. O zaman bu durumda 57 tane yaşlı buldum. Hepsine tek tek gidip iftarlık ve sahurluk getireceğimizi haber verdim. Hic unutmuyorum, bir eve gittim. Nine felcli, dede ÂmÂydı. Nine dedi ki:
“-Biz hic bu yaşımıza kadar orucumuzu bırakmamıştık. Fakat bu sene tutamayacaktık. Rabbim sizi bizim duÂmızla yola cıkardı.”
Bu insanların ust katında oğlu ile gelini var. Ama kus olduğu icin bir kap yemek vermiyorlar. İnsanlığımız bu hÂlde işte!..
Bu arada yemek yapacak yer de arıyoruz. Birisi soz vermişti, Ramazan ’da bizim yemekhaneyi kullanırsın diye… Tabiî, bize sozunu unutup “Personel nasıl olsa oruc!” diye yemekhaneyi kırdırıp tÂdilÂta başlamış. Ramazan ’a bir gun kaldı ve hÂl yer bulamadık. Nur Kuyumculuk sozunde durdu; butun erzakı benim evime indirdi. Araba hazır, şofor hazır... Aşcıyı da buldum, sadece yer yok!..
“Y Rabbi, ben bu insanlara soz verdim, bizi mahcup etme!..” diye du ediyorum durmadan… Sonra eşime dedim ki:
“-Muratcığım, salondaki koltukları bodruma indirsek, doğalgaz borularından iki uc cektirip odaya iki buyuk ocak koysak da evde pişirsek yemekleri… Hem evde cocuklarıma bakarım, hem de dışarı cıkmadan hizmetimi yapmış olurum. Hem bir ay gelir gecer. O insanlara soz verdim, kapıya bakarlar!..”
Beyim cok kızdı:
“-Delirdin mi sen? İki kucuk cocuk var; annemleri annenleri iftara alacaksın. Onlara ne deriz?! Akıllı insan bunu yapar mı?!” diye bana bağırdı, cağırdı. Kapıları carpıp dışarı cıktı. Bizim evden cıkıp koşeyi donunce mahallemizde meczup bir cocuk var, onunla karşılaşmış. Bu meczup cocuk, 17 yıl boyunca yatalak annesine bakmıştı. Bu cocuk, eşime o hicbir şey demeden:
“-Murat abi, ya otuz gun… Gelir gecer. Ben annemi on yedi yıldır sırtımda taşıyorum!..” demiş.
Bizimki beş dakika sonra geri dondu. Ben ağlıyordum.
“-Hanım sen ne istiyorsun?” diye sordu. Ben de:
“-Salondaki koltuklar bodruma inecek!.. İki tane de buyuk ocak istiyorum.” dedim.
Duşunun, evim 70 metrekare… Salonumda iki kocaman ocak… Kocaman tencereler… Aşcı kızımız da başladı. İlk hafta huzurla hizmetimizi yaptık. Bir hafta gecmeden aşcı kızımız geldi:
“-Hatice abla, Askeriye ’ye aşcı alınacakmış. Ben sana soz vermeden evvel oraya başvurmuştum. Şimdi de beni cağırıyorlar. Seni yuzustu bırakmak da istemiyorum, ne yapayım?” diye sordu. Ben de:
“-Yavrum, senin paraya ihtiyacın var. Benim sana vereceğim iş, bir aylık… Sonra sana nereden iş bulayım?! Sen o işi kabul et, ben başkasını bulurum.” dedim.
Kızcağız gitti. Biz başka bir aşcı bulduk. Emekli aşcı amca eve geldi. Salondaki ocakları gorunce:
“-Vallahi, benim hanım boyle bir şey yapsa, onu hemen boşarım. Sana izin veren adam da adam mı?!” dedi.
Aşcımız sabredilecek gibi değil, beni her gun azarlıyor.
“-Sen deli misin? Bunun karşılığında para alıyor musun?”
“-Amca, ben bunu hayır icin yapıyorum!” dedikce daha da hiddetlendi. Uc gun sonra eline parasını verdik. Hediye paketi de hazırladım.
“-Amca, Allah rÂzı olsun!.. Ben hayır yapmak istiyorum, ama sen benim hayrıma engel oluyorsun. Cok sağol!..” dedik ve yol verdik. İş başa kaldı.
“-YÂ Rabbi, aşcı kıza yemeği yaptıran da Sensin. Bu aşcı SÂbit Bey ’e yaptıran da Sensin! Ben de Senin kulunum. Benim onlardan neyim eksik, bana da yaptırıver. Bu, Senin icin cok kolay!..” dedim.
YAPTIKLARI DUALARI DUYSAYDINIZ NEDEN VAZGECMEDİĞİMİ ANLARDINIZ Bu kadar engele rağmen hic bırakmayı duşunmediniz mi?
Hayır, hic duşunmedim. O sıcak yemeği goturduğumde o insanların gozlerindeki sevinci gorseydiniz... Duşunun, tam iftar vakti, sıcacık yemeklerle kapısını acıyorsun. Bu arada o muhtaclar bana hep evlerinin anahtarlarını verdiler. Kapıyı acıp giriyorum, onlerine kuruyorum sofrayı, kirlilerini alıp cıkıyorum. O sevinci gormeniz lÂzım!.. Yaptıkları duÂları da duysaydınız neden vazgecmediğimi cok iyi anlardınız.
Beni taşıyan şofor de goruyordu olup biteni… O da cok etkilendi ve cok haz aldı. O Ramazan, benim en sevdiğim Ramazan ’dı ve biz dort yuz kişiye iftar dağıtmıştık. Meğer sıcak yemeğe muhtac ne kadar insan varmış?! Bunlar bizim ulaşabildiklerimiz, bir de ulaşılmayanlar var. Zorlukları yok muydu? Vardı. Gunlerce sularım kesildi. Koca koca tencereler, kucucuk mutfağımın tezgÂhında yıkandı, ama hizmetin lezzeti yanında zorluklar silindi gitti. Arefe gecesi topladık salonu; sildik, supurduk, yerleştirdik. Bayrama huzur icinde kavuştuk, elhamdulillah!
Bu arada evlere yemek vermeye devam ediyorsunuz, değil mi?
Tabiî, onu hicbir zaman bırakmadık. 365 gun, uc oğun yemek dağıtma işimiz devam ediyor. Yani aynı evde yaşlılara bakıyoruz, yemek yapıyoruz ve Âilece bu evde kalıyoruz. Bir de anaokulu ihtiyacı hÂsıl oldu. Biz de anaokulu actık.
Kaynak: Halime Demireşik, Şebnem Dergisi, 108.sayı
İslam ve İhsan