
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi ile Yuzakı hakkında mulÂkat...Osman Nûri Topbaş Hocaefendi ile yapılan Yuzakı hakkında mulakatı:
Yuzakı:–Muhterem Efendim! Yuzakı Dergimiz, sizin eseriniz. Şu an 156 ’ncı sayımızdayız. ElhamdulillÂh, isminden muhtevÂsına kadar rehberliğiniz var. Bizlere, Yuzakı hakkında neler soylemek istersiniz?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:–AllÂh ’ın lutfuyla Yuzakı ’mız, İslÂmî neşriyÂtımızda adı gibi yuz akı bir yere sahip.
Yuzakı ’mız, elhamdulillÂh, rûha ayrı bir ferahlık veriyor. Gonullere inşirah verici bir edebî akışla buyuk bir vazife gercekleştiriyor. 14 senedir şevkle devam eden bu gayret, bir Âhiret sermÂyesi.
Yuzakı ’mızın guzel bir farkı, yuce hakikatleri dile getirme uğrunda en guzel sozleri arz etmek icin koştururken bunu en guzel ozleri yetiştirmek husûsunda da sergiliyor.
ElhamdulillÂh, bunun neticesinde en guzel sozlerle yoğrulan en guzel ozlerin yetiştiği bir nesil geliyor arkadan.
Yuzakı ’mız; 14 yıl once Bağlarbaşı ’nda kucuk bir yerde mutevÂzı bir calışma olarak başladı. CenÂb-ı Hak bereket ihsÂn etti, buyuk inkişaflar oldu elhamdulillÂh. AllÂh ’ın lutfuyla daha da inkişÃ‚f edecek inşÃ‚allah.
HÂsılı şukur vesilesi olarak ifade edelim ki; Yuzakı ’mız; hem neşriyÂtıyla, hem de guzîde hocaları ve «Âsım ’ın nesli» kıvÂmında ehl-i Kur ’Ân talebeleriyle, Âdet bir îman ve irfan mektebi oldu elhamdulillÂh. Nezih bir tasavvuf neşvesiyle yeşermiş bir edep mektebi.
O mektepte neşredilen butun İslÂmî eserler, hic şuphesiz hem hÂle hem istikbÂle gonderilen mektuplardır.
Cunku bu edep mektebinde, en muhim husus, Kur ’Ânî hakikatlerin beyÂn edilmesi ve oğretilmesidir. Kur ’Ânî hikmetlerin hem satırlarda hem de gonullerde sergilenmesidir.
Yuzakı:–Muhterem Efendim! Mu ’min bir toplumun akıl ve gonul dergÂhını îman ve Kur ’Ân ile ihy ve inşÃ‚ etmek bakımından neşriyÂtın ehemmiyeti mÂlûm. Fakat bu husus, herkes tarafından gerektiği kadar idrÂk ediliyor mu? Hakkıyla idrÂk icin nasıl bir bakış acısı lÂzım?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: –Hepimiz goruyoruz:
Karşımızda globalleşen bir dunya var. Biz de o dunyanın tam ortasında yaşıyoruz. İnternet ve televizyon, kıtalardan kıtalara, şehirlerden koylere, en ucr koşelere kadar ulaşıyor. Dunyanın bir ucunda yaşayan bir insan dahî, internet ve televizyonda kendisine sunulan Âlemin icine giriyor. O kişinin ahlÂkı, seyrettiği televizyonun ahlÂkı oluyor. O kişinin karakteri, takip ettiği internetin karakteri oluyor. O kişinin fikir dunyası da okuduğu kitapların ve dergilerin fikriyÂtı oluyor.
Bu sebeple;
Tebliğ vasıtası olan İslÂmî eserleri ve neşriyÂtı on plÂna almak, selÂmetimiz icin zarûrîdir. HÂl-i hazırdaki gencliğimize ve istikbaldeki gencliğimize; İslÂm ’ın muhtevÂsını, hayat nizÂmını ve dunya goruşunu her turlu vasıta ile tÂlim ve tebliğ etmemiz gerekmektedir.
Kur ’Ân-ı Kerim ’de 11 yerde «emr-i bi ’l-mÂruf ve nehy-i ani ’l-munker / iyiliği emretmek ve kotulukten sakındırmak» mevzuuna temas edilmektedir.
Âl-i İmrÂn Sûresi ’nin 110 ’uncu Âyet-i kerîmesi bu Âyetlerden biridir. Rabbimiz bize bir vazife tevdî ederek şoyle buyurmaktadır:
“Siz, insanların iyiliği icin ortaya cıkarılmış en hayırlı ummetsiniz; iyiliği emreder, kotulukten sakındırırsınız…” (Âl-i İmrÂn, 110)
Evvel mu ’min, kendisini inşÃ‚ edecek. Kendisi «hayırlı bir insan» bir «rahmet insanı» olacak. Dînin bir temsilcisi olacak. İslÂm ’ın şahsiyet ve karakterini sergileyerek, «emr-i bi ’l-mÂruf ve nehy-i ani ’l-munker»de bulunacak.
SahÂbe sozde değil, ozde ve fiilde sahÂbeydi. HÂlleri ve davranışlarıyla îmanlarını ortaya koyuyorlardı. CenÂb-ı Hak da bizlere; «Onlara tÂbi olan ihsan sahipleri» yani ashab gibi olmamızı emrediyor. (Bkz. et-Tevbe, 100)
İşte bizleri bu kıvÂma ulaştıracak gayret ve vazifelerin gercekleştirilmesinde en yaygın vasıta; gonul sohbetleri ve o sohbetlere kaynak olan dergiler, kitaplar, yazılı, sesli, goruntulu yayınlar, yani neşriyattır.
Bunlar da emr-i bi ’l-mÂrûfu gercekleştirme vasıtalarıdır. Bu gayretlerin icerisinde bulunan, bu neşriyÂtı hazırlayan, teknik olarak hizmet eden, abone olan, yayılmasına hizmet eden ve temsilcilik yapan herkes bu hizmetin icindedir. Bu dÂvÂnın icindedir. HÂl ve istikbaldeki muhataplarına bu tebliğ mektuplarının ulaşmasında emeği gecen herkes, AllÂh ’ın izniyle sonsuz ecir ve mukÂfatlardan nice nasipler alır.
Birisi mesel Yuzakı Mecmûamız ’dan bir spot okusa, bir makale okusa da istifade etse, bu fayda, emeği gecen herkes icin cok buyuk bir nimet ve ecirdir.
Efendimiz buyuruyor:
اَلدَّالُّ عَلَى الْخَيْرِ كَفَاعِلِه۪
“Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir.”(Tirmizî, İlim, 14)
Her turlu hizmete vesile olan, vesile olduğu kadar ecre nÂil olur.
Yuzakı:–Muhterem Efendim! Bahsettiğiniz cercevede hizmet veren mecmûalarımız ve neşrettikleri İslÂmî eserler, elhamdulillÂh sizin istişÃ‚relerinizle hayli zenginleşti. Bu durum karşısında, hayat yoğunluğundan dolayı acaba hangisini okusak, hangisini okumasak diye duşunulebiliyor. Ne dersiniz?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:–Her derginin fonksiyonu ayrıdır. Her dergi kendisine gore, uslûbuna gore kitlelere hitÂb eder.
Biz; Kur ’Ân ve Sunnet muhtevÂsında olmak şartıyla, neşredilen butun mecmûaları takdir ederiz. «Allah hepsinden rÂzı olsun, hepsine hayırlı hizmet omurleri versin!» diye du ederiz. Doğru tavır budur.
Buna gore; «Acaba hangisini okusak, hangisini okumasak!» diye bir değerlendirme yersizdir. Cunku bunun ardından yanlış kıyaslar devreye girer, bu da fitneye sebep olur Allah korusun.
İslÂmî şuur ile başkalarını uyardığımız mevzuları kendimiz hakkında da tenbihkÂr olup unutmamalı ki:
Îman kardeşleri arasında en kotu şey fitnedir. Cunku Âyetlerde;
“Fitne, (kotuluk itibarıyla) adam oldurmekten daha şiddetli (bir gunah), daha buyuk (bir suctur)!” (el-Bakara, 191, 217) buyurulmuştur.
Bilmeli ki;
Her mecmûayı neşreden topluluk, kendi istîdÂdına gore cıkarır. Kitap ve Sunnet muhtevÂsında olduğu icin, biz hepsini takdir eder, hepsine du ederiz. Birbirinden ayrı tutmayız. Bu cercevede;
Ruhlarımıza ferahlık veren ve şahsiyetli bir neslin yetişme zemini olan Yuzakı Mecmûamız da bizimdir; kez yıllardır takdire şÃ‚yan hizmetleri ve gayretleri olan Altınoluk Mecmûamız da bizimdir. İkisi de, İslÂmî hakikatleri tevzî ediyorlar, gonul dunyalarımıza ikramlarda bulunuyorlar. İkisi de, bir butunun parcaları. İkisi de ayrı ayrı luzumlu, ikisi de ayrı ayrı ihtiyac. Vucudumuzun nasıl muhtelif vitaminlere ihtiyacı varsa, rûhumuzun ve kalbimizin de ihtiyacları ceşit ceşit. Yani Yuzakı ’mız elzem bir vitamindir. Altınoluk ’umuz da elzem bir diğer vitamindir. İkisi de, ayrı ayrı ihtiyac. Biri olmasa olur mu, diyemeyiz.
Olcumuz şu Âyet-i kerîmeler olmalı:
“Ey insanlar! Doğrusu Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız icin sizi kavimlere ve kabîlelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en değerli olanınız, en muttakî (en cok takv sahibi) olanınızdır. Şuphesiz Allah; bilendir, her şeyden haberdardır.” (el-HucurÂt, 13)
“Gokleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin farklı farklı olması, O ’nun varlığının delillerindendir. Doğrusu bunlarda, bilenler icin dersler vardır.” (er-Rûm, 22)
“…Allah dileseydi sizleri bir tek ummet yapardı; fakat size verdiği husûsiyetlerde sizi denemek icin (boyle farklı farklı yaptı). Oyleyse hayırlı işlerde birbirinizle yarışın! …” (el-MÂide, 48)
Bunun icin;
Rûhumuzun; yuce hakikatleri, sır ve hikmetleri ve sohbetleri okumaya ihtiyacı var. Tarih şuuruna ihtiyacı var. Gonulleri aşk ile yoğuran muessir na‘t-ı şerifleri okumaya ve dinlemeye ihtiyacı var. Kez yorulan dimağların hikmetli sozlerle, kıssalarla, nuktelerle ve şiirlerle dinlendirilmeye ihtiyacı var. Evlerimizde ailelerimizin, cocuklarımızın gonul dunyasına acılan boyle pencereler mutlaka olmalı.
Elbette siz herkese ulaşıp da soyleyemezsiniz, fakat masanızda duran mecmûa en guzel şekilde konuşur. Siz belki gerektiği gibi anlatamazsınız, fakat hediye edeceğiniz Yuzakı bir kitap en guzel şekilde anlatır. Siz de vesile olmanın sevÂbına -biiznillÂh- nÂil olursunuz.
Yuzakı:–Muhterem Efendim! Kimi sukûtu secmiş kimi yazmayı. Susanlar mı, yazanlar mı daha kıymetli? «Bazıları sırlar soylenmez!» deyip geciyor. HÂlbuki emr-i bi ’l-mÂruf ve nehy-i ani ’l-munker soz ile ve oz ile. Bu hususta neler soylemek istersiniz?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:–Once şunu gormek lÂzım:
Kitap olmasaydı, din olmazdı. Din bahsinde AllÂh sukûtu secmemiş, kelÂmı secmiş butun insanlık icin. Bu itibarla;
Gercek ehl-i din olan Hak dostları, muhataplarının kabiliyetlerine gore, hakikat ve hikmetleri mecburen lisÂna dokmuşlerdir.
Sukût, tefekkur icindir. Tefekkurun butun zemini de kelimelerdir, kelÂmdır yani hakikatle yoğrulan sozlerdir. CenÂb-ı Hak bu bakından;
“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (el-Alak, 1) buyurmakla insanı kelimelerle tefekkure davet etmektedir. Bu mÂnÂda; kelimeler olmasa tefekkur de olmazdı, hikmetlerin kapılarını aralayan bir sukût da olmazdı.
Nitekim Hazret-i Âdem ’in yaratılışında; onun meleklerden ustun tarafı, ilÂhî isimlere, onlardan daha fazla mazhar oluşudur. Yani yuce hakikatleri idrak ve beyÂn etme kabiliyetidir.
Hazret-i MevlÂn buyurur:
“Benim beytim; beyt değil, bir mÂn cihanıdır. Hezlim de hezl değil, te ’dîbdir (terbiye etmek maksadıyladır.) Kıssalarım; basit ve sıradan sozler değil, tÂlimdir. Sırları îzah ve idrÂk ettirmek icindir.”
Anlayışlar, istîdatlar ve kabiliyetler her insanda farklı olduğu icin zaman zaman Hazret-i MevlÂnÂ, hezl vadisine de girer. Yani basit gibi gorunen kıssalarla; insanın derûnundaki mucadeleyi, nefsÂnî ve rûhÂnî temÂyullerin esrÂrını, inceliklerini ve hassÂsiyetlerini değişik tarzda îzÂh eder.
Feriduddîn AttÂr, SÂdî-i ŞîrÂzî, Molla CÂmî ve Muhammed İkbal gibi zÂtlar da benzer meşreptedirler. Onlar; dile getirdikleri temsiller, teşbihler ve kıssalarla hakikatleri ifade ettiler.
Kimisi; Ahmed Yesevî, Yûnus Emre, Aziz Mahmud HudÂyî ve Es‘ad Erbilî Hazretleri gibi yaşadıkları buyuk mÂnevî hÂl ve makamları şiir lisÂnıyla terennum ettiler.
Kimisi gece-gunduz yazdı, kimisi gece-gunduz derin sohbetlerle ilÂhî sırları dile getirdi. Hicbiri de susmadı, hatt bazen sukûtu bile bir lisan yaparak neler neler anlattılar. Tıpkı BahÂeddin Nakşibend Hazretleri gibi hikmet dolu gonul sohbetleri ile muhataplarına feyiz ve rûhÂniyet naklettiler. Onun şu dusturu pek mÂnidardır:
«‒Bizim yolumuz sohbetledir.»
Yuzakı:–Muhterem Efendim! Gunumuzde yeni nesillerde teknoloji kaynaklı «okumaya alÂka» husûsunda bir zaaf olduğu dile getirilmekte. Bu hususta okumanın ehemmiyeti hakkında neler soylemek istersiniz?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:–Evet, maalesef bugun televizyon ve internet gibi goruntulu yayınlar; zihnî melekeleri tembelleştiriyor. İnsan okumakla alacağı bilgiyi, seyrederek alamaz.
Dahası bunlarda seyrettirilen ekseriy şeytÂnî vitrinler oluyor. Bunun kalbe in‘ikÂsı da; seyredilen gafillerin ve fÂsıkların hÂline burunme, onlar gibi olma neticesini meydana getiriyor.
Haram goruntuler olmasa da bu sefer, mÂlÂyÂnî oluyor. Seyredeni oyalamış, meşgul etmiş ve yapması gereken hayırlı faaliyetlerden alıkoymuş oluyor. HÂfızayı yoruyor. Zihnî melekeleri koreltiyor.
Gunumuzun ne kadarı, hangi vitrinlerin karşısında geciyor? Bunun muhasebesini her mu ’minin yapması lÂzım.
Kac dakikamız Kur ’Ân okuyarak gecti; kac saatimiz televizyon, cep telefonu vb. ekranların karşısında gecti? Hangisi bizim Âhiretimiz icin bize ne kazandırır?
Bu sebeple, bir mu ’minin vakit disiplini kazanması ve «beşikten mezara faydalı ilim» tahsilini dustur edinerek, başta Kur ’Ân olmak uzere, dÂim faydalı eserleri okumaya ve dinlemeye zaman tahsis etmesi elzemdir.
Bu televizyon ve cep telefonları bilhassa genc nesillerin yureğini alıp sokup goturuyor. Bir robot hÂline getiriyor. Selde akan kutukler gibi mechul bir Âkıbete surukluyor. Bu hÂlden kurtarabilmek icin Kur ’Ân kulturunu yaşatan neşriyat şart.
Yuzakı ’mız bu vazifeyi yerine getirmeye calışan bir dergi, gencliğe İslÂmî eğitimde rehberlik eden bir dergi, yetiştirici bir dergi, iki kanatlı bir eğitim harmanı, hem dunya hem Âhiret, medeniyetimizin aynası bir dergi, lisan olarak da aslî lisÂnımız kullanılıyor. Bu eserleri nesillerimizle buluşturmak cok muhim…
MÂlûm; lisandaki tahribin hedefi, İslÂm ’ı tahripti. Bu da, İslÂm kulturunden gelen kelimeleri devre dışı etmekle başladı. Yerine uydurukca, nesebi gayr-i sahih kelimeler kondu. Halk, dînini gercek kaynağına uygun şekilde anlayamaz hÂle geldi. Tahripler neticesinde İslÂm kulturunde ve fikriyÂtında da kargaşalar meydana geldi. Bu itibarla Yuzakı ’mız bu hususta İslÂm kulturunden kelimeleri yaşatma gayretindedir elhamdulillÂh.
Yuzakı:–Muhterem Efendim! Neslin şekillenmesinde tasavvufun irfÂnî yonu ve bu irfÂnın ifadesi de cok muhim. Hak dostlarının soz vadisinde en usta kalemler olmasının hikmeti nedir?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:–Yûnus Emre Hazretleri ’nin mısralarıyla cevap verelim:
Okumaktan mÂn ne?
Kişi Hakk ’ı bilmektir.
Cun okudun bilmezsin,
Ha bir kuru emektir!
CenÂb-ı Hak da bu şekilde hakikatten uzak gayretler icin;
عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌ
“Calışmış, (boşa) yorulmuşlardır!” (el-ĞÂşiye, 3) buyurmaktadır.
Demek ki; sadece zÂhirî ilmi bilmek kÂfî değildir. ZÂhirî ilmi bildikten sonra, yaşanacak takv neticesinde ilmin hikmet tarafına Âşin olmak, hakikî ilim ve irfandır. Bu şekilde hikmet tarafına Âşin olmak, ilmin şahsiyetlenmesidir. Bu da ilmin; insanın kendi nefsinde tatbikata gecirilmesiyle, yani o ilimle Âmil olunmasıyla gercekleşir.
Gercek ilim ve irfÂnın, tasavvufun en guzel numûnesi, asr-ı saÂdettir.
Tasavvuf, Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in ashÂbını yetiştirdiği terbiye ile şekillenmektir.
Şerîatın, îmÂnın kemÂle ermesidir. Kemal sahibi bir îmÂna kavuşabilmektir.
İnsanın kendisini inşÃ‚ etmesidir. Bunun akabinde kendisinin dışındakilere, muhtaclara yardımcı olmasıdır. Tasavvufu şoyle tarif etmişlerdir:
Tasavvuf, kotu huyları terk etmek ve guzel ahlÂkı benimsemektir.
Tasavvuf, nefs tezkiyesi ve kalp tasfiyesidir. İnsan fıtratında var olan kotuluk meyillerini (fucûru) kontrol altına alıp «takv» tohumlarını yeşertebilmek icin girilen mÂnevî bir terbiye ve mukaddes bir eğitimdir.
Tasavvuf, «takv»ya erebilme sanatıdır.
Tasavvuf, istikamet uzere yaşayabilme dirÂyetidir. İstikamet ise; Kitap ve Sunnet ’e sımsıkı sarılmak, ilÂhî ve nebevî tÂlimatları kalbî derinlikle idrÂk edip onları hayatın her safhasında vecd icinde yaşayabilmektir. Kitap ve Sunnet ’in rûhÂniyeti icinde yaşamanın, kalpte en buyuk lezzet hÂline gelmesidir.
Tasavvuf, rız ve teslîmiyettir. Hayatın med-cezirlerine takılmama, değişen şartlar karşısında gonul muvÂzenesini/dengesini koruma, her turlu şikÂyeti unutup dÂim AllÂh ’ın takdîrinden rÂzı olma olgunluğudur.
Tasavvuf, «Muhabbetullah ve MÂrifetullÂh»a ulaşarak AllÂh ’a sÂlih bir kul olabilme maharetidir.
Tasavvuf; maddî ve mÂnevî bakımdan kendini ikmÂl etmiş olan mu ’minlerin, diğergÂm bir gonulle mahlûkāta yonelerek onların noksanlıklarını telÂfiye calışma mes ’ûliyetidir. Yaratan ’dan oturu yaratılanlara; şefkat, merhamet, muhabbet ve hizmetin, tabiat-ı asliye hÂline gelmesidir.
Tasavvuf, kulu hakikî muhabbet ve dostlukla AllÂh ’a vÂsıl eden mukaddes bir yolculuktur.
Tasavvuf; esas hayatın Âhiret hayatı olduğu idrÂkine ererek, dunyanın gelgec nefsÂnî arzularına gonul bağlamaktan kurtulmaktır.
Tasavvuf; Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in mubÂrek hayatıyla zÂhiren ve bÂtınen butunleşerek, engin bir muhabbetle kaynaşmaktır. Tasavvuf, Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in zÂhirî ve bÂtınî tecellîleri, yani «hÂl»idir. Onun icindir ki tasavvuf, Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in rûhÂniyetinden hisse alabilme gayretinden ibarettir.
Yuzakı:–Muhterem Efendim! Tasavvuf sahasında, bazı insanların itiraz ettikleri; «RÂbıta ve Tevessul» gibi bazı hususlar var. Bunları acıklar mısınız?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:–RÂbıta, muhabbeti taze tutmaktır. Asla şirke kapı aralamak değildir. Herkes Âcizdir.
Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in işaret ettiği; cennetle mujdelediği kişiler hÂricinde hic kimsenin, son nefes ve Âhiret hususlarında kesinlikle bir teminatı bulunmamaktadır.
«RÂbıta»nın en guzel ifadesi; en ust seviyede baktığımız zaman, Rasûlullah Efendimiz ile Hazret-i Ebûbekir -radıyallÂhu anh- arasındaki muhabbettir. Bu oyle bir muhabbet idi ki, Ebûbekir Efendimiz, Allah Rasûlu ’nun yanında dahî O ’na hasretti.
Efendimiz ’in irtihÂlinden sonra da oyle bir hasret icindeydi ki, Âişe-radıyallÂhu anhÂ- babasının vefÂt Ânında, Hazret-i Peygamber ’e duyduğu vuslat heyecanını şoyle ifade eder:
“Babam Ebûbekir -radıyallÂhu anh- olum hastalığında;
«–Bugun hangi gundur?» diye sordu.
«–Pazartesi.» dedik.
«–Eğer bu gece olursem beni yarına bekletmeyiniz! Zira benim icin gun ve gecelerin en sevimlisi Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’e en yakın olanıdır. (Yani O ’na bir an evvel kavuşacağım andır.)» dedi.” (Ahmed, I, 8)
Unutmamalı ki; bir kelp bile sÂlihlerle beraberliğinden ve onlara gonul bağından dolayı Kehf Sûresi ’nde Kur ’Ânî bir ifade kazanmıştır.
Fakat;
Lût -aleyhisselÂm- ’ın karısı ve Nuh -aleyhisselÂm- ’ın ikinci karısının fÂsıklarla kalbî bir beraberliğe kapıldıkları icin cehennemlik oldukları Tahrîm Sûresi ’nde bildirilmektedir.
Gercek îman; «lÂyıkına muhabbet, mustehakkına ise nefret»tir.
İnsanın nabzını cunku nefret ve muhabbetler yonlendirir. Nefrete en guzel ornek «Tebbet Sûresi»ndeki îkazdır. Ebû Leheb ’in putlara olan gonul rÂbıtası ve kalbî bağı, Peygamber amcası olduğu hÂlde onu şirkin girdabında ilÂhî azÂba dûcÂr etmiştir.
Buna mukabil; gonul rÂbıtasını Hazret-i Peygamber ’e bağlayan BilÂl-i Habeşî misÂli koleler bile îmanda zirve hÂline gelmişlerdir.
Biz de; o rahmet tecellîlerine mazhar olmuş sahÂbe gibi Peygamber Efendimiz ’le gonul rÂbıtası hÂlinde olabilirsek ve bu istikamette O ’nun yolundaki sÂlih kulları ile gonul bağımızı sağlam kurarsak, onların emsalsiz şahsiyetleri ic dunyamıza akseder ve aynı yuce karakterden bir nasîbe mazhar oluruz inşÃ‚allah. İşte o zaman;
“Yemen ’deki yanımda, yanımdaki Yemen ’de…” gerceği zÂhir olur.
Aradaki asırlar kalkar, mu ’min gonuller o gun yaşıyormuşcasına bir îman vecdine nÂil olurlar.
İşte bunun adı rÂbıtadır.
Bu da, muhabbeti taze tutmakla mumkundur. Daha oteye gidip şirke kapı aralamak «hakikî rÂbıta»nın muhtevÂsında asla yoktur.
Bir de bilgisiz kimseler şoyle avÂmî iddialarda bulunuyorlar:
“Benim şeyhim mahşer yerinde benim elimden tutar! Beni bırakmaz. Beni cennete goturur.”
HÂlbuki ifade ettiğimiz prensip sebebiyle; şeyhinin de durumu mechuldur, murîdin de durumu mechuldur.
Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-; şefaat-i uzm sahibi olduğu hÂlde, kızına ve halasına şoyle buyurmuştur:
“–Ey Rasûlullah Muhammed ’in kızı FÂtıma! Ey (halam) Safiyye! Allah katında makbul ameller işleyiniz! (SÂlih amelleriniz yoksa benim peygamber olmama guvenmeyin!) Cunku ben (kulluk yapmadığınız takdirde) sizi AllÂh ’ın azÂbından kurtaramam!” (İbn-i Sa‘d, II, 256; BuhÂrî, MenÂkıb, 13-14; Muslim, ÎmÂn, 348-353)
VelhÂsıl, Âyet-i kerîmede buyurulduğu uzere;
“Bilsin ki insan icin kendi calışmasından başka bir şey yoktur!” (en-Necm, 39)
İnsan icin kendi gayretiyle takvÂsı vardır. CenÂb-ı Hak, Kur ’Ân-ı Kerim ’de 258 yerde takvÂyı telkin buyurmaktadır. İnsana gereken, kendisini takv disiplinine almasıdır.
TakvÂdan ve kulluktan uzak bir hayat yaşayıp da; «Beni şeyhim kurtarır!» beklentisiyle avunmak, gercek tasavvufun asla kabul etmeyeceği bir gaflet ve nÂdanlıktır. Tasavvufu tahriptir. Rabbimiz;
“…Cok kandırıcı (şeytan) sizi AllÂh ’ın affediciliği ile kandırmasın!” (LokmÂn, 33; FÂtır, 5) buyuruyor.
Gaflete dalıp AllÂh ’ın affına guvenmek bile, «şeytanın kandırmacası» diye tarif edilir iken; nerede kaldı murşidin kurtarmasına itimat edip gevşeklik gostermek?!.
İşte Kārûn ’un misali:
Bulunduğu yuce makama rağmen kalbini dunyaya kaptırıp gonul rÂbıtasını nefsÂniyete sapladı, neticesinde yerin dibine gecti, helÂk olup gitti.
Bel‘Âm Baûra da, duÂları kabul bir Hak dostu iken peygamberlerle olan gonul rÂbıtasını bozarak şer‘î olculerin dışına cıktı ve ebedî bir husrÂna uğradı.
Yuzakı:–Efendim! Hak dostlarının hikmetli nasihatlerini okuduğumuzda goruyoruz ki, hem soz hem mÂn cihetinden cok guclu.
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: –Hak dostları, Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in irşad ve davranış mukemmelliğinin zamanlara yayılmış zirveleridir. Nefsî problemlerini halletmiş, kalben kat kat merhaleler kat etmiş, ilÂhî kameranın, yani ilÂhî muşÃ‚hedenin altında olduklarını kalpte idrak ve şuur hÂline getirebilmiş zirve şahsiyetlerdir.
Onlar gonulden soyledikleri icin tesir ediyor. Zihinden değil, o sozlerinin terkîbi aynı zamanda yurekten de geliyor. Kalp ve zihin Âhengi ile o sozleri ifade ettikleri icin muhataplarının da gonlune ulaşıyor.
Şu kudsî hadîs-i şerifteki sır tecellî ediyor:
“…Kulum Bana (farzlara ilÂveten işlediği) nÂfile ibÂdet­lerle de durmadan yaklaşır; nihayet Ben onu severim. Kulumu sevince de Ben onun (ÂdetÂ); konuşan lisÂnı, akleden kalbi, işiten kulağı, goren gozu, tutan eli ve yuruyen ayağı olurum…” (BuhÂrî, Rikāk, 38; İbn-i MÂce, Fiten, 16)
CenÂb-ı Hak; ZÂtına dost olan kullarına, fÂnî hayatlarından sonra da kıyÂmete kadar mÂnevî bir omur veriyor. İnsanlar onlardan mustefîd olmaya devam ediyor. FÂnî bedenleriyle yaşadıkları hayattan sonra da Âdet gonullerde yaşıyorlar; eserleriyle, kıssalarıyla ruhlara huzur veriyorlar. AshÂb-ı kiramdan başlayarak butun Hak dostlarında bu husûsiyeti goruyoruz. Onlar gonullerde devam ediyorlar. Gonuller onların eserleriyle, menkıbeleriyle huzur buluyor. Onların oğutleriyle istikametleniyor.
Bunlar, CenÂb-ı Hakk ’ın dostlarına dunyadaki lutfudur. Âhirette ise, onları korkudan ve huzunden emîn kılacağını beyan buyuruyor. Âyet-i kerîmede buyurulur:
“İyi bilin ki, AllÂh ’ın dostlarına asla korku yoktur, onlar uzulmeyeceklerdir.” (Yûnus, 62)
Yuzakı Dergimizde de arzu ve hedefimiz; Hak dostlarının bu samimî nasihatlerini, hayat dusturlarını, hikmetli tavsiyelerini ve ibretlerle dolu menkıbelerini okuyuculara aktarmaktır.
Yuzakı Mecmûamızda; «Hazret-i MevlÂn ’nın Gonul DeryÂsında Sır ve Hikmet İncileri» serlevhası altında da bunları aktarmaya gayret ediyoruz.
Yuzakı:–Muhterem Efendim! Gunumuzde İslÂmî eğitimin onunde gecmişteki gibi yasaklar yok. Fakat başka problemler var. Bu hususta neler tavsiye edersiniz?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: –Gunumuzde İslÂmî tedrîsÂtın onunde uc tane fitne var:
Birincisi: İctihadları ve mezhebleri luzumsuz gostererek, herkesi kendi kendisinin muctehidi hÂline getirmeye calışıyorlar. Bu telkinlerin neticesinde herkes, nice cÂhiller bile; «Bana gore…» diyerek kendi rotasını oluşturmaya kalktı. Bu ise Allah muhafaza dînin zayıflayıp ortadan kalkması demektir.
HÂlbuki mezhebler, sahÂbe efendilerimizden itibaren hakkıyla muctehid olan Âlimlerin en sahih goruşlerinin bir araya getirildiği fıkıh ekolleridir. Bunlardan birini secmek zarûrettir. Hepsini birden terk etmeye cevaz yoktur. Cunku hepsi Kur ’Ân ve Sunnet ’in uzerine bin edilmiş hukumlerdir.
İkincisi: Sunnet-i Seniyye ’ye bakışa, şuphe ilkā etmeye calışıyorlar. Bunu da Kur ’Ân ’ı on plÂna cıkarmak icin yapıyormuş gibi bir hileye saparak gercekleştiriyorlar. HÂlbuki Kur ’Ân-ı Kerim, Peygamber Efendimiz ’in mubÂrek kalbine indirilmiştir. Kur ’Ân ’ın tebliği de, beyÂnı da, tÂlîmi de Efendimiz ’e aittir. Kur ’Ân ’ın en salÂhiyetli tefsiri, Fahr-i KÂinÂt Efendimiz ’in sunnetidir. Sunnet, Kur ’Ân ’ın tatbikatıdır. Ondan ayrı bir şey değildir. Ondan koparılabilecek bir şey de değildir. Kitap ve Sunnet; İslÂm ’ın iki ana damarıdır, iki temel delilidir. Ucuncusu: Kur ’Ân ’ın hukumleri var, Rabbimiz ’in bizlere tÂlimatları. Bunlardan nefislerine zor gelenleri, emekliye ayırmaya calışıyorlar. Adına tarihselcilik deniyor. «Bu Âyetler o zamanı bağlar.» diyerek Kur ’Ân ’ın hukmunu iptal etmeye kalkışıyorlar. Bu da tıpkı şeytanın CenÂb-ı Hakk ’a karşı cidÂle girmesi gibidir. MÂlûm; CenÂb-ı Hak, Hazret-i Âdem ’i yarattığında, Meleklere emretti:
“Âdem ’e secde edin!”
Bu ibÂdet değil, hurmet secdesi idi. İblis; kibirlendi, Âdem ’e karşı hasede kapıldı ve secde etmedi. CenÂb-ı Hakk ’ın emrine karşı geldi. Nicin secde etmediği sorulunca da;
“–Nefsime uydum. Bağışlanmamı dilerim y Rabbî!..” demedi de;
“–Ben ateştenim, Âdem topraktan. Ben ondan daha ustunum!” gibi mÂnÂsız kıyas ve akıl yurutmelerde bulundu. HÂlbuki Allah TeÂlÂ, iblise;
“–Sen mi ustunsun, Âdem mi ustun?” diye sormuş değildi. Ona secde etmesini emretmişti.
Boylece; CenÂb-ı Hakk ’a karşı ilk cidÂli iblis başlatmış oldu. İblis, bu kustahlığı sebebiyle ilÂhî huzurdan tard edildi. Ebedî kahra dûcÂr oldu. (Bkz. el-A ’rÂf, 12-13; SÂd, 71-78 vb.)
İşte tarihselciliğin cirkin hÂli!..
CenÂb-ı Hak; kıyÂmete kadar butun insanlığa, hidÂyet rehberi olan Kur ’Ân-ı Kerîm ’i lutfetti. KıyÂmete kadar başka peygamber gondermeyecek, başka kitap indirmeyecek. O kitabın icinde; hÂşÃ‚ mîÂdı dolacak bir hukum olduğunu iddia etmek, AllÂh ’a cok cirkin bir iftiradır. Sığ akılların sığındığı bir hamÂkattir.
Bugun maalesef ilÂhiyatın bircok sahasında, bilgi nÂmına, ilim nÂmına; Caetani (Kaytani), Goldziher ve emsÂli İslÂm duşmanı oryantalistlerin curuk ve asılsız iddiaları talebelere aktarılmaktadır. Bu da talebenin rûhÂnî hayatını allak bullak etmektedir. Bunları okutanların da ağır bir mes ’ûliyet ve vebal altında olduğunu unutmamak îcÂb eder.
Bahsettiğimiz bu uc fitne;
Mezhebleri red, Sunneti inkÂr ve AhkÂmı iptal…
Bunların cıkması, dînî ilimlere şupheyle bakışı artırmakta ve maalesef nesilleri «deizm»e doğru zorlamaktadır. İlÂhiyatlar bu uc fitneye karşı mucadele verirken, ferdî acıdan da ilmin mÂnevî tarafının ihmal edildiğini gormekteyiz.
Bugun mastır-doktora yapıp universitede hoca olmak, bircok gence cÂzip geliyor. Evet, universitede hoca olmak guzel bir şeydir. LÂkin maalesef bu hocalık, şekilde kalıyor. Okuyan da okutulan da satırların arasında kayboluyor.
Faydalı ilim yolunda, makam-mevkie fazla dalmadan, «emr-i bi ’l-mÂruftan ve nehy-i ani ’l-munker»den uzak kalınmaması îcÂb eder. Fakat maalesef bugun, tebliğ hizmetlerinin hakkı verilmemektedir. İlim adına unvan peşine duşulmektedir.
Bakıyorum genclere;
“–Ben mastır yapacağım, doktora yapacağım, universitede kalacağım.” diyorlar.
“–Tamam orada kal, guzel ama sen kendine ne vereceksin orada? Kendini nasıl yetiştireceksin? Kendini mÂnen nasıl ikmÂl edeceksin? Satırların arasında kaybolup gitmekten kendini nasıl muhafaza edeceksin?”
Muhammed İkbÂl ’in «Guve ve PervÂne» temsili gibi… O hikÂyede «Guve»; aşksız, ruhsuz bir ilim adamını temsil eder. «PervÂne» ise, Âşık bir Ârifi. Guve, PervÂne ’ye imrenerek şoyle der:
“–İbn-i Sîn ’nın kitapları icine yerleştim. FÂrÂbî ’nin eserlerini gordum. LÂkin bu hayatın felsefesini bir turlu anlayamadım. KÂbuslu cıkmaz sokakların hazin bir yolcusu oldum. Bir guneşim yok ki, gunlerimi aydınlatsın!..”
PervÂne ona şoyle cevap verir:
“–Ben bu aşk icin kanatlarımı yaktım. Hayatı daha canlı kılan, cırpınış ve muhabbetlerdir; hayatı kanatlandıran da aşktır!..”
Yine İkbal anlatır:
Biri toy, diğer tecrubeli iki ceylÂn sohbet etmektedir. Toy olan der ki:
“‒Ustad, her taraf tehlikelerle dolu. Ben bundan sonra Hicaz ’da huzur icinde yaşamak istiyorum.”
Tecrubeli ceylÂn da şu cevabı verir:
“‒Sen îmÂnını tehlikeler icinde test et! Cunku ancak sağlam îman seni kurtarır.”
Bir genc kendine sormalı:
Eğer senin gayen İslÂm ’a hizmet ise, ilim ve irfÂnı neşretmek ise, senin dershÂnen sath-ı vatan olmalı. Nicin sadece universite kursusu?
Sen sath-ı vatanda ders vermelisin!
ElhamdulillÂh Yuzakı, Altınoluk ve emsÂli dergiler, sath-ı vatanda emr-i bi ’l-mÂrufta bulunan mecmûalarımızdır.
İslÂm ’a ve Kur ’Ân ’a hizmet eden asıl muesseseler de; Kur ’Ân ve Sunnet ’i merkeze alan, oryantalist, modernist zehirli fikriyattan muhafaza edilen, sağlam eğitim ocaklarıdır.
Yuzakı:–Muhterem Efendim! Bu gayretler etrafında gonullerimizi irşÃ‚da vesile, yeni bir eser hazırladınız: «O ’nun Muhteşem AhlÂkı». Bu eser; her gonle, her hÂneye, her nesle lÂzım bir eser olarak Yuzakı ’mızın 14 ’uncu yıl hediyesi oldu.
MulÂkātımızın birinci faslını tamamlarken bu kıymetli eser vesilesiyle bizlere ve okuyucularımıza hulÂsaten birkac kelÂm daha arzu etsek…
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:–Hazret-i Âişe VÂlidemiz ’in buyurduğu uzere, Efendimiz ’in muhteşem ahlÂkı da Kur ’Ân-ı Kerim idi.
Kur ’Ân-ı Azîmuşşan, kelÂmda tecellî eden ilÂhî sanat hÂrikası… Rasûlullah Efendimiz, insanda tecellî eden ilÂhî sanat hÂrikası…
İkisi birbirini şerh etmekte:
➢ Kur ’Ân-ı Kerîm ’in beyÂn ettiği, mu ’min, muttakî, sÂlih, muhsin ve muhlis insan şahsiyeti, en zirve şekliyle Peygamber Efendimiz ’de temsil edilmekte.
➢ Efendimiz ’in yaşadığı îman ve sÂlih amel omru ve sergilediği mustesn ahlÂk da, Kur ’Ân ’ın ifade ve talep ettiği ebedî saÂdet haritası…
Unutmamalı ki;
Bizler, «O ’nun Muhteşem AhlÂkı»yla iki cihanda da aziz bir ummet, şerefli bir millet idik. Hem şahsiyetimiz, hem haysiyetimiz yuksek idi. Kıtalara adÂletle hukmettik. Gayr-i muslimler dahî İslÂm ’ın hak ve hakikat tevzîine hayran oldu. Merhamet ve şefkatin mucessem hÂle burunduğu bir vakıf medeniyetini inşÃ‚ ettik.
LÂkin;
Efendimiz ’in muhteşem ahlÂkından uzaklaşılınca, O ’nun fedÂkÂrlığından, İslÂm ’ı yaşama ve yaşatma iştiyÂkından taviz verilince, dunya muzafferiyetleri de muslumanların elinden kaydı gitti.
LÂkin bu ahvÂli de yanlış tefsir edenler oldu. «O ’nun Muhteşem AhlÂkı»na sarılmadığımız ve O ’na sahip cıkmadığımız icin geri kaldığımız hÂlde, tam tersi, cirkin bir anlayış yayıldı. İslÂm suclandı. Batı aklı ve cirkin ahlÂkı yuceltildi. Yabancılaşma hÂkim oldu.
Dolayısıyla;
Bugun, îmÂnın ve Rasûlullah Efendimiz ’in ne buyuk bir nimet olduğunu anlamamız ve anlatmamız, bir îman borcu hÂline geldi.
CenÂb-ı Hak buyurur:
مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَ
“Kim Rasûl ’e itaat ederse AllÂh ’a itaat etmiş olur…” (en-NisÂ, 80)
Her FÂtiha ’da niyÂz ettiğimiz SırÂt-ı mustakîm, CenÂb-ı Hakk ’a giden yoldur. O yolun rehberi de Peygamber Efendimiz ’dir.
Bilmeliyiz ki;
Allah Rasûlu ’ne vefÂsızlık, en buyuk vefÂsızlıktır.
Unutmamalıyız ki;
O ’nun Muhteşem AhlÂkı ’nı tanımak, okumak, yaşamak ve yaşatmak, O ’na vefÂdır. O ’nu Âlemlere rahmet olarak gonderen CenÂb-ı Hakk ’a vefÂdır, bu zirve nimetin şukrunu bir nebze edÂdır.
Bu bakımdan;
CenÂb-ı Hak ’tan bu nÂcizÂne eseri, bu vefÂnın ve şukrun îfÂsında mutevÂzı bir adım olarak kabul buyurmasını niyÂz ederim.
Yuzakı ’mız; gerek neşriyat ve matbuat, gerekse Kur ’Ân ve Sunnet ekseninde kıymetli eğitim faaliyetleriyle ve bilhassa O ’nun Muhteşem AhlÂkı ’nı yaşatma yolundaki gaye ve gayretleriyle dÂim ve mukÂfÂtı da ebedî olsun inşÃ‚allah.
Yuce Mevl ’mız;
Cumlemizi, her bakımdan Hazret-i Peygamber ’in Muhteşem AhlÂkı ’yla ahlÂklandırsın. Bir omur O ’nun Sunnet-i Seniyye ’sini yaşamaya ve yaşatmaya muvaffak kılsın!
Kur ’Ân ve Sunnet istikametinde boyle hizmetlerin devamını nasîb eylesin. Emek verenlere, destek olanlara muteselsil ecirler nasip buyursun!
Âmîn!..
Yuzakı: –Âmin Muhterem Efendim! Bu guzel duÂlarınız, rehberliğiniz ve her zaman ufkumuzu acan bilgilendirmeleriniz icin gonulden teşekkur ve duÂlar ederiz.
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:–Ben de sizlere teşekkur eder, bu sadaka-i cÂriye olan gayretlerinizin devamını CenÂb-ı Hak ’tan niyÂz ederim…
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yuzakı Dergisi, Yıl: 2018 Ay: Şubat Sayı: 156
İslam ve İhsan