
Altınoluk Dergisi, Canakkale Zaferi ’nin 100. yılı munasebeti ile “Canakkale Mahşeri” kitabının yazarı Mehmet Niyazi Ozdemir ile Canakkale uzerine ozel bir mulakat gercekleştirdi. Sizler icin alıntıladık…Mehmet Niyazi Ozdemir, birbirinden değerli tarihi romanları ile dunu bugune taşıyan, muhtelif rahatsızlıklarına rağmen, tarihimizi kaynaklara inerek en doğru bir şekilde gunumuze, genclerimizin gundemine taşımanın derdinde olan gayretli bir mutefekkirimiz. Kaleme aldığı 448 sayfalık ‘ ’Canakkale Mahşeri ’ ’ romanı bugun 62. baskısını yapmış. Canakkale Zaferi ’nin 100. yılı munasebeti ile soğuk bir Şubat gununde Mehmet Niyazi Bey ’in kapısını caldık, hocayı İSAM ’da, yakın bir zamanda yayınlanacak yeni romanı ‘ ’Kut ’ul Âmmare Zaferi ’ ’ uzerine calışırken bulduk. Hem bir nebze soluklansın hem de Canakkale ile ilgili heybesindeki hazineleri bizlerle paylaşsın istedik. Yorgun sesine rağmen Canakkale ’yi anlatırken ki o dipdiri heyecanına bizzat şahitlik ettik.
Konuşan: Selahaddin Kocaarslan
Altınoluk: Efendim bu sene imanla yazılan bir destan olan Canakkale Destanının, Canakkale Savaşlarının 100. sene-i devriyesi… Biz de bu vesile ile Altınoluk Dergisi olarak sizinle bir mulÂkat yapmak istedik. Canakkale ile alÂkalı yaptığınız bir konuşmada ‘ ’Canakkale, medeniyetimizin dirilişinde bir kapıdır. ’ ’ diyorsunuz. Oncelikli olarak bu cumlenizi biraz acmanızı rica etsek ve buradan yola cıkarak bizim medeniyetimizde Canakkale ve Canakkale Savaşları neden bu kadar onemlidir? N ’oldu ki Canakkale de, Canakkale bizim icin bu kadar onemli oldu? sorularına cevap arasak…
Mehmet Niyazi Ozdemir: Şimdi efendim Canakkale ’de 3 Kasım 1914 senesinde, ucu on gece muttefikler buraya hucum ettiler ve bizimkiler ayağa kalktı.
Orada bir iman dirilmesi oldu. O iman dirilmesini biz, daha sonra medeniyete tahvil edebilseydik gercekten ustun bir medeniyet ortaya koyabilirdik. Ama daha sonra ki olaylar bizi Avrupa ’nın kuyruğuna takmış oldu. Onun icin oradaki havayı, bir iman hamlesini medeniyetimize donuşturemedik. Mesela biz o zaman Darulfunûn ’dan bugunki adıyla İstanbul Universitesi ’nden zannediyorum 2300 talebenin bir kısmı askere gitti fakat İstanbul ’da 10.000 civarında medrese talebesi var, bunlar da gitti ama hic kimse bu medrese talebelerinden soz etmiyor. Benim kanaatim Canakkale ’de muspet ilimlerle bizim manevi ilimler mecz edildi, bu da bizim medeniyetimizin mihrak noktası olacaktı.
Altınoluk: “Canakkale ’de bir iman dirilmesi yaşadık fakat ne yazık ki bunu medeniyete donuşturemedik.” dediniz. Peki bu iman dirilmesini medeniyete donuşturemeyişimizin sebepleri…?
M. Niyazi Ozdemir: Şimdi tabii ben kimseyi suclamak istemiyorum ama millî mucadele daha sonraki inkılap hareketleri... Biz Avrupa ’nın cok ileri gittiğine kaniydik. Acaba Avrupa ’ya benzeyerek bir noktaya gelebilir miyiz duşuncesi devrin idarecilerinde hÂkimdi. Mesela İsmet Paşa diyor ki: “Biz inkılaplarımızı mÂziyi unutmak icin yaptık!” Yani bizi biz yapan temel değerlerden, milleti top yekûn kucaklayan gelenek ve goreneklerimizden uzaklaşıldı. Sonra inkılap hareketleri oldu. Avrupa ’nın buyuk medeniyet olduğunu onun arkasından gitmemizin gerekli olduğunu bizim adamlarımız bize aşıladılar. Bunlara karşı cıkanlar vatan hainleri olarak goruldu. Kendi kulturlerimizi ayağa kaldırmamızı onceleyen insanlarımız hapishanelerde surundu yani...
Altınoluk: Canakkale Mahşeri olmasaydı, o destansı mucadele verilmesiydi ne olurdu? Bizi ne bekliyordu?
M. Niyazi Ozdemir: Canakkale olmasaydı, Rusya komunizme yuvarlanmazdı. İngiltere ve Fransa da Osmanlı ’ya karşı daha cok askerî durumu yuksek olan Rusya ’yı kendine cekip ittifak yapacaktı. Tabiî, Rusya ’da komunist ihtilÂli başlayınca, “Rusya elimizden gidiyor” diye İngiliz ve Fransızlar, Rusya icin bizden gecerek Rusya ’daki ihtilÂli onlemek istiyorlardı. Enver Paşa, o zamanın İstanbul ’unun en buyuk meydanı olan Beyazıt ’ta, arada bir halka nutuk atıyordu. Bu nutuklarında diyordu ki, “Biz Canakkale ’de oluyoruz, ama Rusya ’yı da kızıl cehenneme gomeceğiz, buradan nur topu gibi bir Turk dunyası doğacak.” Artık bilmiyorum, oradan nur topu gibi bir Turk dunyası doğdu mu, doğmadı mı? Ve bu mahşer ile Fransa ve İngiltere, Canakkale ile İstanbul ’u istil ettikten sonra Rusya ’da carın ayakta durmasını sağlayacak idi. Onun icin Canakkale ’de Anadolu ’nun tam mÂnÂsıyla işgal edilmesinin onune gecilmiştir. Bu cok muhim bir hadisedir. Ote yandan, Rusya ’daki Muslumanlar ve Turklerin de umidi biziz. Bakmayın, onlar belki dillendirmiyorlardı, ama herkesin icinde bir umit vardır. Bu umitle, milletler asimile olmaktan, dinini terk etmekten kendilerini alıkoydular.
Altınoluk: Hocam, yazdıklarınızdan ve soylediklerinizden Canakkale ’nin tarihte cereyan etmiş herhangi bir harp olmadığını anlıyoruz. Buradan yola cıkarak Canakkaleyi olumsuzleştiren ruh nasıl bir ruh idi? Yeni neslin bu ruh ile tanışması ve bu ruha sahip olması adına neler soylemek istersiniz?
M. Niyazi Ozdemir: Samimi olarak itiraf etmem gerekirse bugunki neslimiz maalesef kendi tarihinden bîhaber. 1914 ’ten sonra bizim devlet arşivlerimiz yok. Yılmaz Oztuna ’nın tarihine bakın 1. Dunya harbi tek sayfa. ‘ ’Butun arşiv olmadıktan sonra ben bunu yazamam ’ ’ diyor. 7. Cilde bakın. Tabii biz daha sonraki tarihlerimizi de 1914 ’e gore ayarlamış bulunuyoruz. Boyle olunca da biz tarihin cocukları değiliz. Biz tarihimizi kendi kafamıza gore uyduruyoruz.
Altınoluk: Peki hocam, şimdilerde 62. baskıya ulaşan Canakkale Mahşeri kitabınızı hazırlarken Canakkale Savaşları ile alÂkalı farklı okumalar yaptığınızı, kaynaklara indiğinizi biliyoruz. Bu calışmalarınız esnasında varlık – yokluk mucadelesinin verildiği, imanla yazılan bu muhteşem destanda sizi en cok etkileyen sahneler neler oldu?
M. Niyazi Ozdemir: Canakkale ’de aşağı yukarı 253 bin insanımız şehit oldu. Biz tabii Canakkale ’yi yoğurarak romanlarımıza katmıyoruz. Herkes daha onceki romanları onune alıyor, birkac tane onlara ilave yapıyor, kendi romanını ortaya koyuyor. Halbuki biz 253 bin mehmetciğimizin her birini incelesek oradan 253 bin roman cıkar.
Mesela Canak­ka­le ’de bir Palulu Ali var… Size onun hi­k­ye­sini oğlunun dilinden anlatayım:
“Babam Birinci Dunya Har­bi ’nde teğmendi; Canakka­le ’nin Seddulbahir ’inde bulunuyordu. Yirmi Altıncı Alay ’ın, Ucuncu Taburu ’nun kumandanı Binbaşı Mahmud Sabri ’nin kenarında saf tutmuşlardı. Kıran kırana savaş cereyan ediyordu. Bir ikindi uzeri, bir top mermisi gelir, babamın sağ tarafını goturur. Boyle olumcul yaralarda insan korkup telaşa kapılır. Tabur komutanı Alman Binbaşı koşarak yanına gelir; babamı teskin etmek icin “Olmeyeceksin Ali” der. O anda babamın gozleri tepedeki ikindi guneşindedir; gulumseyerek Alman komutanına şoyle soyler:
“Bak, Peygamberimiz beni kucaklamak icin bana doğru geliyor; ben de O ’na gideceğim. Palu ’nun Mahman koyunde dort yaşında bir oğlum var; o sana emanettir kumandanım.” Bunlar, babamın son sozleridir.”
Birinci Dunya Savaşı sona erince Alman Binbaşı, Palu ’ya gider. Ali ’nin evini bulur; Huseyin ’i evlat edinir, uc kızıyla birlikte dorduncu cocuğu olarak Almanya ’nın Munih şehrine yerleşirler. Almanya ’nın butun okullarında din dersi mecburidir, Huseyin, Musluman bir anne-babanın evladıdır, o yuzden Papaz ’ın din eğitimine tabi tutulması doğru olmaz. Bu sırada Kazan ’dan multeci olarak gelen Musluman hocaların birini Alman Binbaşısı, cumartesi ve pazar gunleri Huseyin ’e dinini oğretmesi icin tutar.
Diğer yandan normal eğitimini de surduren Huseyin, Siyasal Bilgiler Fakultesi ’ni bitirince Alman Binbaşı babası ona: “Oğlum Huseyin, vatanına git, o guzel milletine hizmet et.” O donemde bizden cok ileri olan Almanya ’yı bırakır, Turkiye ’ye gelir. Mesleği dış politika olduğu icin de Dışişleri ’ne girer. İstanbul ’da mes­leğine başladıktan kısa bir sure sonra Yahudi bir kızla tanışır; evlenmeye karar verirler. Alman babasına da nikÂh davetiyelerinden bir tane gonderir. Alman binbaşı, davetiyeyi alır almaz Turkiye ’ye gelir; Huseyin ’i karşısına alır, ona şunları soyler:
“Huseyin, biliyorsun ben bir Alman ’ım; lutfedip bana baba diyorsun. Aslında sana cok hizmet etmem gerekirdi. Cunku yaralı babanın bana oyle bir bakışı vardı ki, bu dunyada kucuk bir yetim bırakmanın zorluğunu gozlerim babanda gordu. Ama Allah şahittir ki seni uc kızımdan ayırmadım; şimdi bir Yahudi kızıyla evleniyorsun, ben sana evlenme diyemem. En kucuk kızım Gisela sana Âşıktı; annesi ve ben; belki bir şukranlık duyabilirsin diye, kızımızla evlenebilirsin umuduyla Gisela ’ya aşkını belli etmemesini rica ettik. Belki bilmiyorsun ama Gisela senden dolayı yataklara duştu. Şunu bil ki; tarihi sebeplerden dolayı fakirliğe duşmuş olan milletinin senin gibi munevverlere cok ihtiyacı var; bu guzel milletine hizmet edecek bir insansın sen. Bir yabancı milletin kızı sana ayak bağı olabilir. Tabii karar senindir. Ama şunu da bil ki, bir Yahudi ’yle, bir İngiliz ’le, bir Alman ’la evlenirsen, artık ben senin Alman baban değilim. Sana Musluman, kendi toprağından bir kız lazımdır. Biliyorsun bana kesinlikle borclu değilsin; zira ben babana olan sevgimden dolayı sana her şeyi yaptım.”
Huseyin, Alman babasının bakışları arasında davetiyeyi yırtar; ondan sonra Musluman bir Turk kızıyla evlenir. İnşallah mesut olmuştur…
Mesela Arıburnu ’nda İngilizler cekiliyor 19 Aralık 1915 ’te… Fakat orda yaralı bir İngiliz askeri var. Bu asker kıvrılıyor. Bizim Turk bakıyor bu asker canlı bir adam. O askeri alıyor nasıl oluyorsa Samsun ’un bir kazasına goturuyor, yıllarca ona hizmet ediyor. Diyor ki ‘ ’Sen hristiyansın, sana burada kız ve mesken vermezler, ama musluman ol ben de yardım edeyim ihtiyacın olanları verdirteyim diyor. İngiliz askeri ‘ ’Valla Ali Cavuş, sen beni memleketime gonderirsen iyi edersin ’ ’ diyor. Ali Cavuş ta memleketindeki mandalarını vs. satıyor bu İngiliz askerine yuk bileti alıyor ve İstanbul ’dan memleketine gonderiyor. Meğer bu asker, Avusturalya ’nın en zengin iş adamının evladıymış. Bunlar tabii Ali Cavuş ’a bol miktarda para vs. yardımlar gonderiyor. 90 ’lı yıllarda bu Avusturalya ’nın oğlu buraya, Samsun ’a geliyor. Ali Cavuş ’un da Ali isminde bir oğlu var onu buluyor. Ve yanındaki tercuman vasıtasıyla diyor ki ‘ ’Ey Ahali! Benim babamdan dolayı ben sizin belediyenize 300 bin dolar yardım ediyorum. Bu tamam. Ama Ali ’yi belediye reisi yaparsanız bunun gerisi gelecek. Ben ve ailem sizi her bakımdan ihy ederiz. Bunun uzerine Ali, Demokrat Parti ’den aday oluyor, yuzde 95 oyla seciliyor. Daha sonra Belediye Reisi olan Ali ’nin oğlu ise dedesinin cephedeki merhameti ve insaniyetinden sebep ailesine ve kazasına yapılan tum yardımları satıp daha sonra bir galeri acıyor. Ben gittim o galeriyi gordum. Bak onlar Canakkale ’de gordukleri iyiliğe karşılık dededen toruna her turlu imkanı seferber ediyorlar ama bizim Ali Cavuş ’un torunu zamanla oz kulturunden, dedesinin ruh dokusundan uzaklaştığı icin tum bu birikimleri carcur ediyor, kıymetini bilmiyor.
Altınoluk: Son olarak Asım ’ın nesli olarak buyumesi, yetişmesi arzu edilen genclerimize Canakkale ’yi ve oradaki olumsuz ruhu daha iyi anlayıp tanımaları icin neler tavsiye edersiniz?
M. Niyazi Ozdemir: Şimdi şunu soyleyeyim ben… Enver Paşa o zamanki butun yazar cizer takımını Canakkale ’ye goturdu. İngilizlerin kalemşorleri var siz de yazın diye. Oraya gidip gelen birkac adamımızın tek tuk yazdıkları haricinde kimse bir şey yazmadı. Ahmet Haşim Canakkale ’de mesela o bile bir şey yazmadı. Fakat Canakkale ’yi hic gormeyen Mehmet Akif o sıralarda Arap Colleri ’nde idi. Canakkale ’den gelen zafer haberlerini duyduktan sonra o muhteşem şiirini kaleme aldı. Cunku ozunde Canakkale ’yi yaşayan, hisseden dertli bir şairdi Akif.
Bir gun vapura bindim. Uskudar ’dan Eminonu ’ne geciyorum. Gencler oturuyordu yanımda. Canak­ka­le ’de yangın cıkmış oraya yardıma gitmişler, ağacları dikmişler. Baktım genclerden biri diğer bir gence Mahmud Sabri Bey diye hitap ediyor, oteki Lutfi Bey diyor filan… Şaşırdım tabii… Bunlar genc adam birbirlerine bey diye hitap etmezler merak edip sordum ‘ ’Afedersiniz siz nerden geliyorsunuz? Hakikaten Mahmut Sabri Bey misiniz? ’ ’ diye sordum. ‘ ’Yok dediler. Biz Canakkale ’de bir yangın cıktı, oraya gittik, birkac gun yardım ettik. Bu zaman zarfında birbirimize devamlı Canakkale ’nin buyuk kumandanlarının ismi ile hitap ettik. İstanbul ’a gelince de bunu devam ettiriyoruz. ’ ’
Şimdi bu cocuklara gerek sinema, gerek tiyatro, gerekse de romanlar vasıtası ile Canakkale ruhunu ve tarihi birikimimizi yuklemek lÂzım. Ama az evvel soylediğim gibi biz aşiret tarihciliği yapıyoruz. Bizim Turkiye tarihciliği aşiret tarihciliğidir. Bu durum biraz da bizim entellektuellerimizin dalkavukluğundan kaynaklanmaktadır. Tabii burada kimseyi kucumsemiyoruz. Milli Mucadele ve sonrasında Turkiye Cumhuriyeti ’nin kurulması bayağı bir iştir o ayrı bir şey ama butun tarihi bir kişinin sırtına yuklemek, o yoksa biz hicbir şey değiliz demek bu millete buhtandır. Diyeceğim bu…
Altınoluk: Vermiş olduğunuz bu kıymetli bilgiler icin cok teşekkur ederiz.
M. Niyazi Ozdemir: Ben teşekkur ederim. Altınoluk Dergimize de yayın hayatında muvaffakiyetler dilerim.
Kaynak: Altınoluk Dergisi, Mart 2015, 349. Sayı
İslam ve İhsan