
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi ile Yuzakı dergisinin gercekleştirdiği “ Kur ’Ân Ve Sunnet Ekseninde Bir Eğitim” uzerine roportaj…Tarihler şahittir: Din ve vatan yolunda yapılan savaşlarda hicbir zaman sayı ve maddî kuvvet, tek başına muhim olmamıştır. Asr-ı saÂdetteki mucadelelerin tamamında da mu ’minlerin fazla bir sayısı yoktu. Fakat;
O az sayıdaki mu ’minlere, CenÂb-ı Hakk ’ın yardımı geldi. Hemen hemen butun gazvelerde boyleydi. Huneyn hÂric, butun harplerde mu ’minler hep duşmanlarından sayıca az idiler. Harp edevÂtı, teknik imkÂn bakımından da geride idiler. Fakat dÂim CenÂb-ı Hak; o îmanlı orduları melekleriyle, gorunmez ordularıyla te ’yîd eyledi. En imkÂnsız gorunen zaferler kazanıldı. Kendilerini din ve vatan yolunda kurban eden yiğit mu ’minler, asırlar boyunca nice destanlar yazdılar.
Yuzakı:–Muhterem Efendim! Îmanlı bir neslin eğitim ve tahsili husûsunda kıymetli goruşlerinizi lutfeder misiniz?
Peygamber Efendimiz Kur ’Ân-ı Kerîm ’i nasıl oğretirdi? Kur ’Ân eğitimine gosterdiği hassÂsiyet ve ihtimam nasıldı?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:–Fahr-i KÂinÂt Efendimiz; ashÂbını cok severdi. FedÂkÂr muhÂcirleri de, îsar sahibi ensÂrı da cok severdi.
LÂkin O ’nun en buyuk gayesi ve gayreti, arkasından gelecek ideal bir nesil yetiştirebilmek idi.
Bu sebeple;
Zamanının en buyuk kısmını; insan yetiştirmeye, nesilleri hazırlamaya vakfetti.
Mekke ’de DÂru ’l-Erkam ’da; Mus‘abları, İbn-i Mes‘ûdları yetiştirmeye başladı.
Medine ’de de Ebû Hureyrelerin, Eneslerin, MuÂzların yetiştiği «AshÂb-ı Suffe»ya cok zaman ayırır ve ihtimam gosterirdi. Onlara hem ders verir hem de hÂliyle canlı bir misal olurdu.
Peygamber Efendimiz; ashÂbına once on Âyet oğretir, sonra da onun tatbikatını tÂlim buyururdu.
Mesel infÂk Âyetleri inerdi. Bu Âyetlerde;
“Bollukta ve darlıkta infÂk ederler…” (Bkz. Âl-i İmrÂn, 134) buyurulduğu icin, ashÂb-ı suffe hemen dağlara cıkarlardı. Odun keserlerdi. Satıp, bedelini Allah Rasûlu ’nun onune koyarlardı.
Yani İslÂm ’ı sadece sozle değil; fiille, tatbikatla tÂlim ederlerdi.
Bu hususta cok cileler cekerlerdi. Yokluklara tahammul ve sabır icinde yaşarlardı.
Ebû Talha -radıyallÂhu anh- şoyle anlatmaktadır.
“Bir gun Hazret-i Peygamber ’in yanına gittim. O Rasûller SultÂnı, aclıktan iki buklum olan belini doğrultmak icin karnına taş bağlamıştı. O, bu hÂliyle ayakta durmuş ve ashÂb-ı suffeye Kur ’Ân oğretiyordu.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 342)
Suffe ashÂbından Ebû Hureyre -radıyallÂhu anh- suffedeki gunlerini şoyle anlatırdı:
“–MuhÂcir kardeşlerimiz ticaretle ve ensar kardeşlerimiz de ziraat ve hurmalıklarıyla meşgul olurken; ben yarı ac yarı tok, Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in yanından ayrılmaz, onların bulunmadıkları zamanlarda Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in yanında bulunur ve onların ezberleyemediklerini hıfzederdim.”
Abdullah İbn-i Mes‘ûd -radıyallÂhu anh- da diyordu ki:
“Biz (Peygamber Efendimiz ’in terbiyesinde oyle bir rûhÂniyet, vecd ve rikkat-i kalp hÂlindeydik ki) boğazımızdan gecen lokmaların tesbihlerini duyar hÂle gelmiştik!” (Bkz. BuhÂrî, MenÂkıb, 25)
İşte onların Kur ’Ân tedrîsi boyle idi.
İhlÂs ile, samimiyetle, gonul ve lisan tenÂsubu, kalp ve zihin Âhengi icerisinde bir Kur ’Ân tahsili…
Peygamber Efendimiz ashÂbını boyle yetiştiriyor ve onları dunyanın dort bir tarafına İslÂm ’ı tebliğ icin gonderiyordu.
Demek ki eğitim, bir gonul hÂdisesidir. Gonulden gonle bir cereyan hattıdır. Efendimiz ’in fedÂkÂrlığı ashabda akis buluyordu.
Yuzakı:–Muhterem Efendim! Peygamber Efendimiz icin ashÂb-ı suffe herkesten once geliyordu ve nesil yetiştirmek derdi, her dertten daha ehemmiyetliydi diyebilir miyiz?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:–Peygamberimiz ’in ashÂb-ı suffeye gosterdiği ihtimam fevkalÂde idi. Evine bir ikram gelince kendisi yemezdi, Kur ’Ân talebelerine gonderirdi…
Peygamber Efendimiz ’in mubÂrek kızı FÂtıma cok zayıf ve nahifti. Hazret-i Hasan ve Hazret-i Huseyin ’in cocukluk yılları da cok hareketliydi. Bu sebeple FÂtıma Annemiz, Peygamber Efendimiz ’den kendisine bir hizmetkÂr talep etti. Ancak Efendimiz;
“‒Ey kızım FÂtıma! Bedr ’in yetimleri ve ashÂb-ı suffe ac vaziyette iken sana bir yardımcı veremem.” buyurarak onun hizmetci talebini kabul etmedi.
Kendisine bir vird oğretti ve;
“‒(Kızım her gece bu virde devam edersen, Allah sana yardım eder.) Bu senin icin hizmetkÂrdan daha hayırlıdır.” buyurdu. (Bkz. Ebû DÂvûd, Harac, 19-20/2988; Ahmed, I, 106)
Demek ki;
Efendimiz, suffe ashÂbının ihtiyaclarını ve sıkıntılarını ailesinden de onde tutuyordu.
Peygamberimiz ’i en cok mahzun eden husus da, Kur ’Ân talebelerine karşı kurulan tuzaktı. Şahsına yapılan hicbir zulum karşısında beddu etmeyen Hazret-i Peygamber, Bi ’r-i Maûne hÂdisesinde Kur ’Ân talebelerine karşı yapılan katliÂm uzerine bir ay boyunca beddu etti.
Demek ki Kur ’Ân eğitimine cok buyuk bir ihtimam gostermeliyiz ve Kur ’Ân eğitimini her turlu tehlikeden ve zarardan butun gucumuzle muhafaza etmeliyiz. Bu, Allah Rasûlu ’nu seven bir mu ’min icin en mÂnidar bir misaldir.
Zira Fahr-i KÂinÂt Efendimiz;
اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (BuhÂrî, Edeb, 96) buyuruyor.
Kur ’Ân-ı Kerim hakkında gayretler, hizmetler ve onu hakkıyla yaşayış;
Allah Rasûlu ile yakınlığımızı gosteren en muhim olcudur.
Peygamber Efendimiz; Kur ’Ân ’ı ezberleyen ve onu mÂnen hazmedenlere, yani yaşayıp yaşatanlara imtiyaz tanırdı. Seferlerde sancağı vereceği kişiyi secerken, Kur ’Ân ahkÂmını en iyi bilen ve yaşayanları tercih ederdi.
Uhud ’da şehidleri defnederken dahî, ehl-i Kur ’Ân olanları tercih etti, kabre onları daha once koydurdu.
Bu misaller bize dÂim Kur ’Ân ehlini tercih etmemiz gerektiği telkininde bulunmaktadır.
«Allah Rasûlu bizi de tercih etsin, evlÂtlarımızı da tercih etsin, O ’na yakın olalım.» istiyorsak, biz de Kur ’Ân ehli olmalıyız, Kur ’Ân tahsiline ihtimam gostermeliyiz. Kendimiz ve nesillerimiz Kur ’Ân ve Sunnet ’te derinleşmeliyiz.
Yuzakı:–Muhterem Efendim! Anlıyoruz ki Kur ’Ân-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz, eğitimin ozu… Bu iki husus etrafında ayrıca neler soylemek istersiniz?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:–Bu iki husus;
Nesillerimizi goz nûru edecek iki buyuk dusturdur. Dunyada da Âhirette de ciğerpÂrelerimizi goz nûrumuz olarak mÂmur edecek, bizleri de ebedî mesut ve bahtiyar edecek bir hakikattir.
Cunku bu;
En oz mahiyette yegÂne kurtuluş recetemizdir. Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in bizlere cizdiği hayat rotasıdır. Her mu ’minin hayatındaki yegÂne hedefidir. Bizzat Hazret-i Peygamber ’in yaşayarak omur boyu gosterdiği bir hedeftir bu.
Zaten samimî bir mu ’min isek;
–O bize, ne oğretti?
–Nasıl oğretti?
–Ne hÂsıl etti? ise… bizim icin gaye odur.
DÂimÂ;
O ’nun oğretmekteki sabrı, cilelere tahammul azmi ve şevki; bize şiar ve dustur olmalıdır. TÂif ’te nÂdanlar tarafından taşlandığı vakit, Efendimiz buyurmuştu ki:
“Ey merhametlilerin en merhametlisi! Eğer bana karşı gazaplı değilsen, cektiğim mihnet ve belÂlara aldırmam!” (İbn-i HişÃ‚m, II, 29-30; Heysemî, VI, 35; BuhÂrî, Bed‘u ’l-Halk, 7)
Yani AllÂh ’ın dînini yaşama ve yaşatma gayretlerimizde, aşkımız, vecdimiz ve heyecanımız ne kadar kuvvetli olursa; o yolda cekilecek cileler o nisbette unutulur, hissedilmez olur.
SahÂbe-i kiram Cin ’e gitti. Semerkant ’a gitti. Yorulmadılar, uşenmediler; «Of!.. Uf!..» demediler.
İşte onlar;
Goz nûru bir Kur ’Ân nesliydi.
Peygamber Efendimiz ’in goz nûru talebeleriydi.
Yuzakı:–Muhterem Efendim! Goz nûru tabiri ne kadar guzel bir ifade…
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:–Cunku goz ve nur bir araya gelince; ilÂhî manzaraları, sırları ve hikmetleri temÂşÃ‚ya başlıyor.
CÂlib-i dikkattir;
Goz nûru tabiri; hem kıymetli eşler icin kullanılmıştır hem değerli nesiller icin hem de ibÂdetlerin şÃ‚hı olan namaz icin…
Demek ki;
Yuvalarımızın da nesillerimizin de goz nûru olabilmeleri icin goz nûru bir namaz kılmaları zarûrî. Namaz niye goz nûru? Cunku AllÂh ’ı goruyormuşcasına ed edilmesi emredilmiş. Yani AllÂh ’ın nûruyla buluşan gozlerle namaz kılınması ferman buyuruluyor. Boyle olunca; namazdayken gozler, guneşlerden daha nûranî bir vasıf kazanmış oluyor.
Zira CenÂb-ı Hak;
“…Secde et ve yaklaş!” (el-Alak, 19) buyuruyor. Kulun CenÂb-ı Hakk ’a en yakın hÂli, secdede gercekleştiği icin; hakkıyla kılınan namaz, goz nûru bir vasıf kazanmış oluyor.
Goz nûru namaz kılabilenlere ne mutlu!
İşte namazı boyle olanlar;
Âhirzamanda Peygamberimiz ’e kardeş olma şerefine nÂil olan goz nûru bir Kur ’Ân nesli olurlar.
Namaza cok ihtimam gostermek lÂzım. Peygamber Efendimiz;
“Benim kıldığım gibi namaz kılın!” buyuruyor. (Bkz. BuhÂrî, EzÂn, 18)
Yani namaz; Allah Rasûlu ’nun kıldığı namazdan, hic değilse o namazın eşiğinden bir nasîb alma gayreti icinde ed edilecek. Boylece Kur ’Ânî ifade ile;
س۪يمَاهُمْ ف۪ي وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَرِ السُّجُودِۜ
“…Onların nişanları yuzlerindeki secde izidir…” (el-Fetih, 29) Âyeti tecellî edecek. Yuzlere, secdenin getirdiği nûrÂniyet ve huzur hÂli yansıyacak.
Yuzakı:–Muhterem Efendim! Nasıl bir namaz?..
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:–Bu; sadece seccadede ve halıda kalan bir namaz değil. Secdede goklerle buluşan ve;
Butun hayatı Kur ’Ân ile kuşatan bir namaz bu.
Omru Hazret-i Peygamber ’in yaşayışı ile de dolduran bir namaz bu.
Namazlarını boyle kılanlar gorurler ki:
Rasûlullah Efendimiz ’in omru boyunca uc gunluk bir tatili bile yoktu. Ne kadar yorulursa yorulsun, Peygamber Efendimiz, ancak ibÂdetlerle dinleniyordu. En ağır yorgunlukları da uzerinden ancak namaz ile atıyordu.
Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Ey îmÂn edenler! Sabır ve namazla Allah ’tan yardım isteyin… (AllÂh ’a iltic edin.)” (el-Bakara, 153)
Bu Âyeti omru boyunca en guzel şekilde yaşayan Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, en dar durumlarda bile ancak en mukemmel muÂmelÂt ve en guzel ahlÂkı neşretmekle rahatlıyordu. İnsanlığın hidÂyetine ve ummet-i Muhammed ’in takvÂsına vesile olmakla huzur buluyordu.
Bir gun Afrika menşeli bir talebe geldi. Benden du istedi. Umumiyetle genclerin du talepleri; iş, tahsil veya evlilik gibi hususlarda olur. LÂkin bu delikanlının talebi şuydu:
‒Efendim du edin, Allah bana namazı cok sevdirsin!
İlk defa boyle bir taleple karşılaşmıştım.
Demek ki bu genc; namazda derinleşiyordu, bir mÂnevî lezzet icindeydi ve namazı daha fazla bir aşk ve huşû hÂlinde ed etmeyi, yani Hazret-i Peygamber ’in tarif ettiği ve sÂlih gonullerin kıldığı kıvamda bir namaz kılabilmeyi candan istiyordu.
Hazret-i MevlÂn da kıldığı namazdan duyduğu vecdi herkesin tatmasını istediği icin şoyle bir tavsiyede bulunur:
“Oyle bir abdest al ki, hic bozulmasın! Oyle bir namaz kıl ki, hic bitmesin!”
İşte o genc boyle bir namazın peşinde, derdinde ve aşkındaydı.
Yuzakı:–Muhterem Efendim! Gunumuzde muslumanlar ferdîleşti. Buyurduğunuz gibi, Allah Rasûlu ’nun hic tatili yoktu. Fakat gunumuz insanı, ferdî bir hayat yaşamak istiyor. İki gun koşsa, uc gun bomboş ve Âtıl şekilde oylesine zaman gecirmeyi bir ihtiyac gibi goruyor. Bu hususta neler soylemek istersiniz?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:–Bunlar zamÂne ruzgÂrları. MÂnÂsız ve hakikatsiz.
İcleri virus dolu.
Cunku o tur zaman gecirmek, sadece vakti oldurmektir. Oysa hayat bize; «onu boşuna tuketelim, vakit oldurelim» diye verilmedi. Kendisiyle, bugunleri ve yarınları ihy ederek ebedî bir dirilik ve dirlik kazanalım diye verildi.
Şunu da gormekteyiz ki;
Tatil yapmaya gidenler, gidişlerindekinden daha yorgun vaziyette geriye donuyorlar. Toparlanıp da gayrete gelmeleri epey zaman alıyor.
Niye Allah Rasûlu tatil yapmadı?
Cunku;
O ’nun gercekleştirdiği her gayret, yaptığı her ibÂdet ve sohbet; O ’na yorgunluk değil, aksine huzur ve ferahlık sebebiydi. Aynı şekilde gelen ganîmet ve hediyeleri fukarÂya, ashÂb-ı suffeye ikrÂm etmekle kendi aclığını unuturdu.
Gece-gunduz terlese de rûhen ve kalben huzurlu ve ferah bir gonlun, tatile ne ihtiyacı olur? İnsanlar tatili işte o huzura ve ferahlığa ermek icin yapıyorlar aslında; fakat, yanlış bir metotla.
HÂlbuki bilmeli ki metafizik hakikat, fiziğin ustundedir. Gonul Âlemi huzurluysa bedenler yorulmaz. Eğer ruhlar huzursuzsa, bedenleri gece-gunduz yatırsak da ne care! Hicbir ferahlık oluşmaz.
Nitekim başında bin bir iptil olan kişiler, en rahat yataklarda bile olsalar, gozlerine sabahlara kadar uyku girmez. Bu bakımdan asıl huzur ve onun nasıl tecellî edeceğini Hazret-i Peygamber ’in hayatından etraflıca oğrenmek ve tahsil etmek lÂzım. O huzuru, para kazanmak icin cÂzip tatil teklifleri oluşturanların boş reklÂmlarından elde edebileceğini ummak sadece nÂfile bir aldanıştır. Onların tuzağına kanmamak ve huzuru ancak Hazret-i Peygamber gibi yaşamakta aramak iki cihan icin de zarûrîdir.
Yuzakı:–Muhterem Efendim! Buyurduğunuz gibi, ten rahatı peşinde koşulurken gonul huzuru kaybediliyor. Gercek gonul huzuruna erişmek icin, nasıl bir hayat yaşamalı?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:Bizim icin de huzurun yolu; şeriatı yaşamak, Kitap ve Sunnet ’i takv ile yaşayarak, yaşatarak emr-i bi ’l-mÂruf ve nehy-i ani ’l-munkerde bulunmaktır.
Siyer-i Nebî ’de bey‘atlar vardır. Yani sahÂbenin Allah Rasûlu ’ne verdiği sozler ve yeminler vardır:
Akabe ’de; Efendimiz ’i canlarından daha cok korumaya, emÂnetine sahip cıkmaya, İslÂm ’ı yaşamaya bey‘at ettiler.
Bedir ’de bey‘at ettiler;
“–Denize girsen arkadan biz de denize gireriz y RasûlÂllah!” dediler.
Efendimiz ’i Uhud ’da mahzun gorduklerinde şehîd olmaya bey‘at ettiler.
Hudeybiye ’de;
“–Gonlunde ne varsa y RasûlÂllah!” diye tam teslîmiyetle bey‘at ettiler.
Biz de bir musluman olarak, ashÂbı ornek almalı, onlar gibi Efendimiz ’e bey‘at etmeliyiz. Onlar nasıl yaşadılar, Efendimiz ’in hissiyÂtını kalplerinde nasıl duydular, nasıl hissettiler ise biz de aynı hissiyattan hisse almaya calışmalıyız. Onlar nasıl fedÂkÂrlık icinde yaşadılar ise, biz de oyle yaşama gayreti ve azmi icinde olmalıyız.
Bize duşen;
Bu bey‘atlerle kendimizin Efendimiz ’e olan bağlılık ve aşkını test etmeliyiz. Acaba biz de aynı bey‘at hÂlinde miyiz? Yoksa kalplerimiz dunyaya meylediyor da nefsimiz, bilip bilmeden başka başka şeylere mi bey‘at ediyor?
Butun mesele;
Kendimizi boyle muhasebelerle ihy etmek ve arkamızdan İslÂm karakter ve şahsiyetini temsil edecek ve bu istikamette ancak sahÂbeyi ornek alacak bir nesli, sadaka-i cÂriye olarak bırakabilmektir.
Yuzakı:–Muhterem Efendim! Bu hakikatlere rağmen hayatın turlu telÂşları arasında yığınla hedefler insanı kuşatıyor ve bahsettiğiniz bu muhim mesele; yani Kur ’Ân ile yoğrulmak, şuurlu muslumanlarda bile bazen neredeyse onemsenmez bir noktada kalıyor. Bazen de ehemmiyet sırası cok gerilere atılıyor ve ecel geliyor da ona sıra gelmiyor.
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:–HÂlbuki insan hayatında en muhim mesele bu.
Muslumanlığın en muhim şiÂrı ve alÂmeti de bu:
Kur ’Ân ’ı birinci plÂna almak.
Daha doğrusu;
Bu hayatı canlı bir Kur ’Ân olarak yaşayabilmek. Bu; CenÂb-ı Hakk ’ı nasıl sevdiğimizin alÂmetidir, RasûlullÂh ’ı nasıl sevdiğimizin aynasıdır. Dolayısıyla canlı bir Kur ’Ân olarak yaşamadığı hÂlde onları sevdiğinden bahsetmek; ancak lÂfladır, riy cumlesindendir. Kendini kandırmaktır. Yani canlı bir Kur ’Ân olarak yaşanmazsa; hayatta her şey angarya, her şey boş.
Kimileri fÂnî bir mevzûya yıllarını gomuyor ve yine de az goruyor, diyor ki:
“–Bu işte usta olabilmek oyle kolay değil. Yirmi yılımı verdim, bir yirmi yıl daha vereceğim. O zaman bambaşka olacak!”
Mesel bir yabancı lisan icin bile;
“Uc-beş yıl geceli gunduzlu kendini vermezsen, dil meselesini kokunden hÂlledemezsin!” diyor ve oyle yapıyor.
Ustelik;
Bunu yapmak icin batılı ulkelere gonderiyor, yığınla masraf ediyor, uzun zamanlar harcıyor. Gaflet ikliminin icine itmiş oluyor. Ne bunlar gozune gorunuyor; ne ayrılıklar ne de başka Ârızalar.
Fakat;
Sıra Kur ’Ân ’a gelince;
Maalesef kimileri sadece yaz aylarında uc-beş haftayı yeterli goruyor. EvlÂdından ayrı kalamayacağından dem vuruyor. Koklu bir Kur ’Ân eğitimine gondermemek icin turlu turlu bahaneler ileri suruyor. Diğer taraftan da Kur ’Ân kurslarını kucuk goruyor. Kendi kulturunu cok zengin bir şey zannediyor ve diğer eğitimleri cok ciddî, olmazsa olmaz kabul ediyor, ancak Kur ’Ân eğitimini olsa da olur olmasa da şeklinde basit goruyor.
Allah muhafaza bu yaklaşım, yuce kelÂmı hafife almak olur.
Allah kelÂmı ki;
Onun kelimelerini hakkıyla ifadeye; deryÂlar murekkep, ağaclar kalem olsa bile yetmez.
Peygamber Efendimiz, ashÂbına İslÂm ’ı 23 senede tahsil ettirdi.
Bu bakımdan;
Her mu ’minin omru, baştan sona Kur ’Ânî bir hayat olmalı. Boyle olmadan fÂnîlerin kitaplarına gomulen hayatlar, kıyÂmet gunu eyvah olacak! Ancak ilÂhî kelÂm ile yaşanan hayatlar, olumsuz bir mazhariyet icinde olacak.
İşte bu itibarla en muhim mesele;
Hayatı, canlı bir Kur ’Ân olarak yaşamak…
İşte;
Kur ’Ân neslinin en buyuk ozelliği bu. Zaten;
İnsan icin va‘dolunan dunya ve Âhiret saÂdeti, ancak Kur ’Ân ’a rÂm olabilmek mukabilindedir.
Cunku;
Her hakikat Kur ’Ân ’da gizli, her saÂdet îmanda zÂhirdir. Cihanın en hayırlı ve mesut insanları; Kur ’Ân golgesi altında toplanan, onun hayat nûru ile nurlanan ve onda fÂnî olanlar, yani canlı bir Kur ’Ân hÂline gelebilenlerdir. Âyet-i kerîmede Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- hakkında buyurulan:
“(Ey Rasûlum!) Şuphesiz ki Sen, yuce bir ahlÂk uzeresin!..” (el-Kalem, 4) beyÂnındaki hakikati anlamak icin Hazret-i Âişe ’ye;
“–Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in ahlÂkı nasıldı?” diye sorduklarında mu ’minlerin annesi, bu yuce ahlÂkı şoyle ifade etmiştir:
“O ’nun ahlÂkı Hazret-i Kur ’Ân idi…” (Muslim, KitÂbu ’s-salÂt, 746)
Rabbim hepimize bu ahlÂkı ihsan eylesin! Âmîn…
Canlı Kur ’Ân olarak yaşamak icin iki husûsiyet şarttır:
LÂfzın, kıraatin temizliği,
Kalbin takv ile tertemiz olması.
Yani takv olmadan kÂmil bir ehl-i Kur ’Ân olabilmek, mumkun değildir.
CenÂb-ı Hakk ’a yaklaştırmayan bir ilim, insanın ayağını kaydırabilir. EnÂniyete sevk edebilir. Âyet-i kerîmelerde; «ثَمَنًا قَل۪يلًا» yani «az bir bedel» karşılığında AllÂh ’ın Âyetlerini satan, dalÂlete duşmuş ehl-i kitap Âlimleri hatırlatılmakta ve boyle olmamamız îkaz edilmekte.
Zaten faydalı ilim sadece zihne bilgi depolamak değildir. Zihinle beraber, gonul de takv ile Âhenkli bir şekilde ilmiyle Âmil olacak… Kur ’Ân-ı Kerim ’de 258 defa takv hatırlatılıyor. İlimde derinliği sağlayacak asıl kuvvet de takvÂdır. Zira;
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُ
buyuruluyor. Yani:
“…Siz takv sahibi olun (ki) Allah size oğretir…” (el-Bakara, 282)
Buna bir misal:
Sahildeki bir insan yalnız denizin sathını gorur. Fakat guclu bir dalgıc, denizin derinliklerinde nice hÂrika manzaralar ve hakikatler temÂşÃ‚ eder.
Yuzakı:–Muhterem Efendim! Başarılı bir eğitim, Kur ’Ân istikametinde oz ile sozun butunluğunde gercekleşiyor demek ki. Gunumuz eğitiminde bu butunluk nasıl oluşturulur?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:–Bir suru madde saymaya gerek yok. Sadece;
Samimiyetle yaşayarak ve muhabbetle de yaşatarak bu gercekleşir.
Cunku yaşandığı zaman tesir artar. Muhabbet olduğu zaman tesir artar. Talebe hocasını sevecek, hoca da talebesini sevecek. Ne olursa olsun bu sevgi bağı kopmayacak. Ancak numûne bir hayat yaşanmazsa bu imkÂnsız. Şayet samimiyetle yaşanırsa, bu her zaman mumkun.
Bunun en guzel ve en zirve misÂli, ashÂb-ı kiramdır.
Fahr-i KÂinÂt Efendimiz, cÂhiliyye insanından zirve bir fazîletler medeniyeti meydana getirdi.
Peygamberimiz, ashÂbını; makam-mevkî, unvan vererek terbiye etmedi. Dunyevî bir hazine de vermedi. Elindeki maddî imkÂnlar da cok mahdut idi.
Onları Allah rızÂsı icinde yetiştirdi. Kalp ile yetiştirdi. Onlar kemÂle erdiler. Omur boyu Allah Rasûlu ’nu unutmadılar. Otelerde de O ’nunla beraber olmanın hasreti icinde yaşadılar.
SevbÂn -radıyallÂhu anh- ’ın hÂli buna en guzel misaldir. Onun dunyalık hicbir şeyi yoktu. Onu en cok teessure gark eden;
“Acaba ben Âhirette Allah Rasûlu ile beraber olabilecek miyim?” endişesi idi.
Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, bir gun SevbÂn -radıyallÂhu anh- ’ı cok mahzun ve solgun gordu. Huznunun sebebini sordu. Hazret-i SevbÂn dedi ki:
“–YÂ RasûlÂllah! Oyle bir lezzet icindeyim ki, eve gidiyorum, hasret icinde kalıyorum. Bu lezzeti kaybedeceğim diye korkuyorum. Siz Âhirette peygamberlerle beraber olacaksınız. Ben ise kim bilir nereye savrulup kalacağım!” (Bkz. VÂhidî, EsbÂbu Nuzûli ’l-Kur ’Ân, s. 170)
Peygamberimiz, SevbÂn gibi Âşık sahÂbîlerine şoyle dedi:
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (BuhÂrî, Edeb, 96)
Enes -radıyallÂhu anh- der ki:
“İslÂm ’a girmekten başka hicbir şey bizi (ashÂb-ı kirÂmı) AllÂh ’ın Nebîsi ’nin;
«Muhakkak sen sevdiğinle berabersin.» sozu kadar sevindirmemiştir.” (Muslim, Birr, 163)
Fakat sahÂbe-i kiram, Efendimiz ’le dunyada nasıl beraber oldular?
İbÂdette, nezÂkette, zarÂfette, muÂmelÂtta, ahlÂkta ve hak-hukukta, karda yuruyen bir insanın ayak izlerini takip eder gibi Efendimiz ’in sunnetini adım adım takip ettiler.
Efendimiz de onlar hakkında buyurdu:
“AshÂbım (gokteki) yıldızlar gibidir. Onların hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz.” (MubÂrekfûrî, Tuhfetu ’l-Ahvezî, KÂhire, ts., X, 226, no: 3807; İbn-i Abdi ’l-Berr, CÂmiu BeyÂni ’l-İlm, II, 91)
Yuzakı:–Muhterem Efendim! EvlÂtlarımızı zamanımızın fitnelerinden; internet, televizyon, moda vesÂire mikroplu ruzgÂrlardan nasıl koruyabiliriz? Gunun şerrinden nasıl muhafaza edebiliriz?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:
En başta doğru bir eğitim muhim.
Cocuklar anne-babayı kopyalar. Sozlerini değil yaptıklarını model alırlar. SÂlih evlÂtlar istiyorsak, sÂlih anne-babalar olmak zorundayız. Bu mÂnevî eğitim, helÂl lokma yedirmekle t anne karnında başlar!..
Aileden sonra eğitim okulda devam eder. Kur ’Ân kursunda devam eder. EvlÂtlarımızın eğitim dunyasında da sÂlih ve sÂdıklarla beraber yaşayışını temin edebilmek lÂzım. Mektep ve arkadaşlık cevresi de bu esasa gore hazırlanmalı. Boylece onları takvÂya yonlendirmek mumkun olabilecektir.
Cocuğun terbiyesine cok ufak yaşlarda başlamak lÂzım. Mutlaka cocuklukta îmÂn aşısı verilmeli. Cocuk saf bir kaset gibidir. İcine ne doldurulursa onu yansıtır. Bir bakıma her ağac, ancak yaşken eğilir. Cocuklukta sağlam terbiye edilen karakterler, buyuduklerinde menfî temÂyullerin ruzgÂrlarında savrulmazlar.
EvlÂtlarımıza esas hayatın Âhiret olduğu şuurunu telkin edebilmemiz zarûrî… Boylece evlÂtlarımız varlık zamanlarında taşkınlık gostermesin, yokluk zamanlarında da isyana ve menfî duygulara kapılmasın!..
Cocuğun fıtratına ufak yaşlarda iken vicdan, şefkat, hak, adÂlet gibi hasletler iyice kazandırmalı ki şahsiyeti guclu olarak inşÃ‚ edilsin.
Cocuğa cicek, ağac ve hayvan sevgisi de verilmeli ki, onda merhamet ve şefkat duyguları yeşersin. Tefekkuru derinleşsin ve yaratan kudreti idrÂk etsin…
Namaza cok kucuk yaşlarda hazırlamak gerek. Cunku namazın koruyucu ozelliği vardır. Her turlu fahşÃ‚ ve munkerden gonulleri ancak namaz korur.
Siyer-i Nebî ’yi cok okumak ve okutmak. LÂkin kronoloji olarak değil, ashÂbın İslÂm ’ı nasıl yaşadığını temÂşÃ‚ ederek okumak… Rûhuna o muhabbeti, o fedÂkÂrlıkları zerk edebilmek…
Camilerle komşu olmak… EcdÂdın yaptığı gibi… Ezan sesleriyle yetişmelerini sağlamak…
Kabirlerin sessiz feryatlarını dinlemek, mezarlıklarda derin derin tefekkur etmelerini sağlamak… Tarihî eserlerde, muhteşem mÂzîyi hissetmelerini sağlamak ve onların izinde bir nesil olma azim ve heyecanlarını uyandırmak…
HÂsılı, muslumanca yaşamak, takv ile yaşamak…
Yuzakı:–Muhterem Efendim! Bu vesile ile sormak istediğimiz başka suallerimiz de var. LÂkin mulÂkātımızın devamını musaadenizle bir sonraki sayımıza bırakmayı arzu ediyoruz.
İki dunyada da goz nûrumuz olacak vatan ve memleketimiz icin hayırlı nesiller yetişmesi temennîleri ile sizlere kalbî teşekkurlerimizi ve duÂlarımızı arz ediyoruz.
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi:Yuce MevlÂ, cumlemizin evlÂtlarını goz nûru nesiller eylesin! Dînimizi, vatanımızı, bayrağımızı hur bir şekilde şan ve şerefle devam ettiren bahtiyar bir nesil eylesin. Hepsi de, Âhirette hem bizlerin hem kendilerinin yuz akı olsunlar inşÃ‚allah… Âmîn…
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Mulakatları, Yuzakı Dergisi, Yıl: 2018 Ay: Nisan Sayı: 158
İslam ve İhsan