“Allah ’a giden yollar nefesler adedincedir.” dusturunca bir insan, vakıf gonullu olmaya niyetli ise, hangi mesleği yaparsa yapsın onu hizmete cevirmesini bilip buradan Allah ’ın rızasına yol bulabilir. Boyle bir kimse icin butun mekĂ‚nlar ibadethĂ‚ne; gonlune girdiği, yarasına merhem olduğu her yurek de AllĂ‚h ’ın bir emanetidir. İşte boyle vakıf gonullu erlerden birisi, Doktor Gulhan Cengiz hanımefendi...MutevĂ‚zî ve mutedeyyin bir doktor olarak, Musluman hanımların annelik seruveninde onlara rehberlik eden maddî-mĂ‚nevî onları yonlendiren, doğumuna yardımcı olduğu her bebeği kucağına aldığında AllĂ‚h ’ın bir mûcizesine şĂ‚hitlik ettiği icin Rabbine şukreden bir gonul dokturu… Memur bir babanın kızı olan Dr. Gulhan Cengiz, ilkoğrenimini Erzurum Aziziye İlkokulu ’nda, Orta eğitimini Elbistan, lise eğitimini de İskenderun ’da bitirdi. 1974 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakultesi ’nden mezun oldu.
Cerrahpaşa Tıp Fakultesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı ’nda ihtisasını tamamladı. Bir yıl baş asistanlık yaptı. HEKVA, HIKDE gibi sivil toplum kuruluşlarında bulunan Dr. Gulhan Hanım, “Kadın ve Âile” adlı dergide de sağlıkla ilgili yazılar yazdı. Evli ve 3 cocuğu olan Dr. Gulhan Cengiz, Kadın Sağlıkcıları Dayanışma Derneği (KASAD-D) ve Kadın Sağlıkcılar Eğitim ve Dayanışma Vakfı'nın (KASAV) kurucularındandır. HĂ‚len KASAV ’ın başkanlığını yapmaktadır.
“Allah ’a giden yollar nefesler adedincedir” dusturunca bir insan, vakıf gonullu olmaya niyetli ise, hangi mesleği yaparsa yapsın onu hizmete cevirmesini bilip buradan Allah ’ın rızasına yol bulabilir. Boyle bir kimse icin butun mekĂ‚nlar ibadethĂ‚ne; gonlune girdiği, yarasına merhem olduğu her yurek de AllĂ‚h ’ın bir emanetidir. İşte boyle vakıf gonullu erlerden birisi, Doktor Gulhan Cengiz hanımefendi… Onun bu mukaddes seruvenine sozlerle ve satırlarla eşlik edeceğiz. Buyurun insan mûcizesinin şĂ‚hitlerinden biri olmaya..
DR. GULHAN CENGİZ KİMDİR? “Doktor Gulhan Hanım kimdir, nasıl bir Ă‚ilede yetişti?” diye başlayacak olsak sohbetimize… Bizim icin bu soru cok muhim… İnsanın yetiştiği Ă‚ile ve cevresi, onun secimlerinde ve hizmet alanındaki hassasiyetlerini şekillendirmesinde cok onemli rol oynuyor zira…
Evet, bu soru cok onemli… İnsan ne gorurse, ne yaşarsa, onu hayatına ister istemez yansıtıyor. Onun icin yetiştiğimiz cevre gercekten cok muhim…
Benim babam, Toprak Mahsulleri Ofisi ’nde kontrolor idi. Bu sebeple devamlı seyahat ederdi. Biz de babamla beraber seyahat ederek buyuduk diyebilirim. Turkiye ’nin bircok yerini gorme ve insanlarını tanıma imkĂ‚nımız oldu. Babam cok okuyan ve okuduklarını paylaşan bir kişiliğe sahipti. Bu arada ben “Ă‚ile” deyince, size daha cok dedemden bahsedeceğim. Cunku biz babamdan cok dedemi gorurduk. Babam kontrolor olması sebebiyle surekli bizden uzakta olurdu.
Memleketimiz, Kahramanmaraş ’ın kazası Elbistan… Dedemizin, Elbistan ’ın 7 kilometre dışında bir ciftliği vardı. Biz de yılın dort-beş ayını dedemizin yanında gecirirdik. Okullar kapanmadan babam bizi oraya bırakır, okullar acıldıktan sonra da donerdik. Yani okulun ilk haftalarını ve karne alma torenini hic gormedim diyebilirim.
Dedem, Peygamber Efendimizi cok seven bir zĂ‚ttı. Akşamları gelinlerini, torunlarını, cocuklarını etrafına toplar; Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in hayatını okurdu. Okurken de ağlardı. Bu manzara, bana cocukken cok tesir eden manzaralardan biriydi.
Âilem, misafiri cok severdi. Ciftliğimizden hic misafirin eksik olduğunu bilmem. Cok comerttiler. Dedem sabahları işe giderken romorka meyveleri yukler, şehre varana kadar bahcelerde calışan işcilere dağıta dağıta giderdi. İnsan ayrımı yapmazdı.
Ciftliğimizin bir tarafında Alevî koyu, bir tarafında Sunnî koyu vardı. Mahsullerimiz cıkınca Alevî-Sunnî ayırmaz, herkese bu mahsullerden ikram ederdi. İstanbul ’da yaşamayı cok arzulamış, ama babaannemizi ikna edememiş. İstanbul ’a ticaret vesîlesi ile gelir, buradaki camilerde hep duĂ‚ eder:
“YĂ‚ Rabbi, beni buradaki sevdiğin kullarla haşreyle!” dermiş.
Hakikaten son nefesini İstanbul ’da verdi. Şu an Eyup Sultan Mezarlığı ’nda medfun…
Biz kardeşimle iki yıl dedemlerin yanında kaldık. O sırada ortaokula gidiyordum. İki yıl dedemin terbiyesi altında buyumemiz bize cok şeyler kattı. Namaza, buyuklerimin vesilesi ile başladım. Sabahları erken kalkma alışkanlığını kazandım. Cok temiz bir sevgi yumağı icinde buyuduk. Tıp fakultesinde okurken dedem bir kaza neticesi kısmî felc oldu, hastahanede yattı. Her gun onu ziyaret eder, kollarına, bacaklarına masaj yapardım. Dedemin hic kızı olmadığı icin:
“-İnsanın kızının olması ne kadar guzelmiş!..” derdi.
Tıbbiye ’yi bitirince ilk işim, dedemin Eyup ’teki kabrini ziyaret etmek oldu. Nişanlandığım zaman eşimle ilk ziyaret ettiğim yer de yine dedemin kabri idi.
Biraz da annemden bahsetmek isterim. Annem, zengin bir Ă‚ilenin kızı olmasına rağmen babamın memuriyet hayatına cok iyi uyum sağlamıştı. Babama cok saygılıydı. Babam evde olmadığı hĂ‚lde nerede olursa olsun saat 17:00 ’den once evde olmaya gayret ederdi. Biz biraz daha dışarıda kalmak istesek:
“-Bu saatten sonra babanız bizim dışarıda olmamızı istemez!” derdi.
Babam cok yanımızda bulunamadığı icin bizimle fazlasıyla ilgilenmeye calışırdı. Bize:
“-Ben sizin her birinizle bir fakulte bitirdim.” derdi.
Cok disiplinli idi. Babama saygı duymamız icin elinden geleni yapardı.
Ben liseyi bitirene kadar babamı cok katı kuralları olan, sert birisi olarak tanıdım. Boyle tanımamızın sebebi de annemdi; bize babamı oyle anlatırdı. HĂ‚lbuki babam oyle değilmiş, ama annem disiplin ve terbiye icin boyle yaparmış.
TERBİYE, KİTAPLARDAN OĞRENİLMEZ! Ben universiteye başlayınca babamı tanıdım. O zaman emekli olmuş ve ancak bizimle ilgilenme imkĂ‚nına sahip bulunmuştu. Gercekten hem annenin tutumu, hem buyuk Ă‚ilenin icinde buyumenin terbiyeye cok tesiri var. Nerede, nasıl konuşacağınızı, nasıl oturup kalkacağımızı, kalabalık Ă‚ilede gozlemleyerek oğreniyorsunuz. Bu, kitaplardan okunarak oğrenilecek bir şey değil!.. HĂ‚lĂ‚ buyuklerimin yanında rahat oturamam. Bir gun Gulsen Ataseven Abla ve Meliha Yalcıntaş Hanımefendilerin de bulunduğu bir toplantıdayız. Genc hanımlar da var. Ben, onlar benden buyuk diye mahviyetle oturmaya dikkat ederken genc hanımlar bacak bacak ustune atıp gayet rahat oturup konuşmaya başladılar. Bu manzaradan buyuk hicap duydum. HĂ‚lbuki onlar benden de yaş itibariyle kucuktuler.

Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de bazı hanımları ebelik oğrenmeleri ve yapmaları uzere teşvik etmiştir. Sizin bu mesleği secmenizin ozel bir sebebi var mı?
Ben ilkokulu Mersin ’de okudum. Evimiz, Devlet Hastahanesi ’nin yanındaydı. Hastahanenin cok guzel bahcesi vardı. O bahcede doktor ve hemşireler, beyaz onlukleri ile dolaşırlardı. Cocuk gozu ile cok etkilenmiş olmalıyım ki, bana, “Ne olmak istiyorsun?” diyenlere hep:
“-Doktor olacağım.” derdim.
Akrabalarımdan da doktor olanlar vardı. Onlara devamlı, “Doktor olmak icin ne yapmak lĂ‚zım?” diye sorardım. Onlar da:
“-Cok okumak lĂ‚zım!..” derlerdi.
Ortaokulu bitirince babaannem:
“-Bizim Ă‚ilemiz tanınmış bir Ă‚ile… Biz kızlarımızı pek okutmayız. Buraya kadar okuduğun yeterli!..” dedi.
Babam da annesinin sozunden hic cıkmayan bir evlĂ‚ttı. Bu yuzden ben cok korktum bundan sonra okuyamayacağım diye… Ama dedem devreye girerek babaanneme:
“-Sen kendi cocuklarına karışabilirsin. O bizim torunumuz… Onun annesi de var, babası da...” dedi. Babama da:
“-Oğlum, Gulhan sizin evlĂ‚dınız… Onun hakkında karar sizindir!..” diyerek bizi serbest bıraktı.
Boylelikle liseye başladım. İskenderun ’da okuyordum. Orası kozmopolit ve farklı bir ortamdı, fazla serbestti diyebilirim. Herkes kısa giyinirdi. Ben dedemin ve babaannemin tutumunu bildiğimden, babamı onlara karşı mahcup etmemek icin hicbir zaman kısa giyinmedim. Yazın dahî uzun giyindiğim icin arkadaşlarım bana:
“-Senin kollarında, bacaklarında yara mı var; nicin hep uzun giyiniyorsun?” derlerdi.
Tek hedefim vardı. O da doktor olmak!.. Sadece ona odaklanmış calışıyordum. Genclerin başka meşguliyetleri, benim ilgi alanımda değildi. O zamanlar Bugun Gazetesi ’nde Şule Yuksel Şenler ’in yazıları cıkıyordu. Ben bu yazıların mudĂ‚vimi olmuştum, benim fikir dunyamı cok etkiliyordu. Allah ondan rĂ‚zı olsun! Şule Yuksel Hanım, bir makalesinde bir Mevlid Kandili ’nde bir eve gittiğini, burada kandil programı faaliyeti olarak duvara Peygamber Efendimiz ’in doğduğu evin resmini asıp arkasına ışıklar yerleştirildiğini anlatmıştı. O arkası aydınlatılmış resim, Peygamber Efendimizin kĂ‚inatı aydınlattığını temsîl ediyordu. Bu yazı beni cok etkilenmişti. Orada olmayı arzulamıştım.
Liseyi bitirince Cerrahpaşa Tıp Fakultesi ’ni kazandım. Okula başladığım zaman Fen Fakultesi FKB salonunda, tıp, biyoloji, fizik, kimya, eczacılık, diş hekimliği oğrencileri birlikte ders goruyorduk. Hepimiz aynı anfide ders goruyorduk. Bu anfi, en az ikibin kişilikti. Baktım, anfide uc tane başortulu hanım var. Ben de başımı ortmek istiyorum, ama basında Hatice Babacan ’ın başortusu mucadelesi ve okuldan atılışı hararetle anlatılıyor. Bu yuzden okuldan atılmak korkusu ile cekiniyordum.
Ben uc tane başortulu arkadaşı gorunce hemen onlarla tanışıp arkadaş olmak istedim. Anfiye erken gidiyordum; o başortulu arkadaşlar gelince onlara yer gostereyim, bu da tanışma vesilemiz olsun diye... Gercekten de bu vesile ile onlarla tanıştım. İlk başortulu arkadaşım Eczacı Fevziye Abla ’nın kızkardeşi Dr. Gulten Deniz ’di. Onu ve arkadaşlarını yanıma cağırdım, oturdular.
“-Siz boyle başortulu olunca, okulda hocalarınız problem cıkarmıyor mu?” dedim.
“-Oluyor, ama biz idare ediyoruz.” dediler. Gulten:
“-Ben seni Fevziye Ablamla tanıştırayım!” dedi.
Sozleştik, okul cıkışı onların evine gideceğiz. Âilem henuz İstanbul ’a taşınmamıştı ve ben İstanbul ’a gelirken de bana sıkı sıkı, “Başkasının evine gitme!” diye tembihlemişlerdi. Korka korka, okuya okuya arkadaşımın evine gittim. Beni misafir odasına aldılar. Arkadaşım Gulten:
“-Ben ablama haber vereyim.” diyerek odadan cıktı.
Ben tabiî cok tedirginim. Duvara bakarken Peygamber Efendimizin doğduğu evin resmini gordum. Aynı Şule Yuksel Abla ’nın yazısında anlattığı gibi… O esnada Fevziye Abla ’yla Gulten iceri girdiler. Ben:
“-Bu resim, Şule Yuksel ’in anlattığı resim mi?” dedim, “Evet.” dediler.
O toplantı bizim evimizde olmuştu. Tabiî ben cok mutlu oldum. En cok etkilendiğim o yazı ve yazarının arkadaşları ile beraberdim, gonlum rahatladı. Ve hemen yeni arkadaşlarımdan aldığım cesaretle başımı orttum. Hemen Ă‚ileme mektup yazıp başımı orttuğumu soyledim. İlk tepki annemden geldi:
“-Eğer babandan once benim haberim olsaydı, ben senin başını kapattırmazdım!” diyordu.
Annem, tahsilimi tamamlamamı cok istiyordu. Sonumun Hatice Babacan gibi olmasını istemiyordu. İlk defa başortulu memlekete gittiğim zaman annem:
“-İnsanlar İstanbul ’a gidince daha modern olurlar, sen ne hĂ‚le geldin?” demişti.
Annemin eczacı bir amcası vardı. Arkadaşlarımla onun eczahanesinin onunden gecerken beni gormuş, tesetturlu olduğum icin benden cok utanmış. Aslında annem de, Ă‚ilesi de cok temiz, guzel huylu insanlardı. Ama İslĂ‚m ’ı tam bilmedikleri icin beni anlamıyorlardı. O amcamızın bir kızı vardı. Allah, bana akrabalarım arasındaki akranlarıma ornek olmayı nasîb etti. Tıbbiye ’yi bitirdiğimde annemin eczacı amcası bana:
“-Gulhan kızım, inşĂ‚allah benim kızım da senin gibi ahlĂ‚klı ve îmanlı olur.” dedi.
Onu kucuk yaşta Kur ’Ă‚n eğitimine verdiler. O da şu an cok guzel tesetturlu bir oğretmen... Tıbbiye ’yi beş bucuk senede bitirdim. Babam bana branş sececeğim esnada:
“-Kızım, inşĂ‚allah kadın-doğum bolumunu secip musluman hanımlara hizmet et!” deyince hem babamın isteği yerine gelsin, hem de o zamanlarda bu alanda cok ihtiyac bulunması sebebiyle kadın hastalıkları ve doğum bolumunu sectim.
Tıbbiye ’de okurken de başortum sebebi ile cok sıkıntı cektim. Bugunku nesiller ne zorluklardan gecerek bugunlere geldiğimizi anlasınlar diye birkac ornek vermek isterim. Ucuncu sınıftayım. Kadın Doğum dersindeyiz. Ziya Bey diye bir hocamız vardı. Yaşlı bir beyefendiydi. Başortum sebebiyle bana birtakım lĂ‚flar etti. Ben sustum, hic cevap vermedim. Cevap versem iş buyuyecek… Benim duşuncemde anfide zaten cok az sayıda insan var, bana tepki verebilirler. Benim sebebimle cirkin bir tablo ortaya cıksın istemedim. Ben onun lĂ‚flarına cevap vermediğim icin bana:
“-Dersten cık!” demedi.
Eğer cevap versem, dersten cık diyebilirdi. Ama benim orada kalıp bir kelime oğrenmem bile kĂ‚r... O yuzden susardım. Konuşmam gerekiyorsa, dersten sonra hocanın odasına gider, birebir konuşurdum. O Ziya Hocamla hastanede tek şeritlik bir koridorda karşılaştık. Ben koridorun ortasına gelmiştim ki, başımı kaldırdım, baktım karşıdan hocam geliyor. İkimiz aynı anda gecemeyeceğimiz icin geri geri cıkıp hocama yol verdim. Hoca gecince tekrar yurumeye başladım.
“-Doktor hanım!” diye arkamdan seslendi. Dondum:
“-Buyurun efendim…” dedim. Ziya Hoca da:
“-Kızım, o gun derste ben sizi cok mu uzdum?!” dedi. Ben de:
“-Yok, estağfirullah! Siz benim hocamsınız. Merak ettiğiniz şeyler olabilir.” dedim. Hocam:
“-EvlĂ‚dım, ben sizden ozur diliyorum. Ben sizi tanıyamamışım!” dedi.
Hocalarım ne yaparsa yapsın ben onlara hicbir şekilde saygısızlık yapmadım. Bazı hocalarım dersten cıkardı, bazıları vizitlerde ağlatırdu. (Vizit, oğretim gorevlisi hocalarımızın, asistan ve oğrencileri alıp sabahları hastaları gezmesi demek…) Ama ben yine de İslĂ‚m ’ı guzel temsil etmek icin ve bana bir şeyler oğretiyorlar diye nĂ‚zik olmaya gayret ediyordum. Bu arada her sabah anne-babamın elini oper, duĂ‚larını alır, abdestsiz sokağa cıkmazdım. Dr Humeyra Oktem ablam, Gulsen Ataseven ablam istişare ettiğim değerli insanlardı.

Okul bitince kadın doğum uzmanlığı sınavlarına girdim. Ancak beni başortumden dolayı almadılar. Daha sonra Cerrahpaşa Universitesi ’nin actığı sınava girdim. Asistan alınmamda dekan olan solcu bir hocam yardımcı oldu. Okuduğum universitedeki hocalarımla calışacaktım. Onların bircoğu da başortumden dolayı bana tavırlı olan insanlardı.
İlk başladığımda rektorumuz:
“-Bu kıyafetle bir daha gelirsen seni iceriye aldırtmam!..” dedi.
Ben de benim mĂ‚nevî ablam olan, bana ufuk acan Dr. Gulsen Ataseven Hanıma gittim. O da beni İstanbul muftusu olan Abdurrahman Şeref Guzelyazıcı Beyefendi ’ye yonlendirdi:
“-Ona gidip bir sor, belki bir cıkış yolu gosterir!..” dedi.
Ben de gittim başımdan gecenleri ağlayarak anlattım. O başortumu cıkarmama cevaz vermedi tabiî ki… Bana:
“-Yurt dışında ihtisas yapma imkĂ‚nın var mı?” diye sordu. Ben:
“-Yalnız olarak yurt dışına cıkmam cĂ‚iz mi?” dedim. O da:
“-CĂ‚iz değil.” dedi.
İstihare yapmaya karar verdim, ama uc gun uyuyamadım. Uc gunde uc kilo verdim. “AllĂ‚h ’ım, bana bir cıkış kapısı ac!” diye dua ettim hep… Sonunda bir ruya gordum ve Abdurrahman Guzelyazıcı ruyayı dinledi:
“-Kızım, sen işe başlamışsın. Git başla!..” dedi.
Ben de başladım. İhtisasımı cok calışarak; arkadaşlarım hastaneden akşam saat 4-5 ’de ayrılırken 7-8 ’e kadar calışarak tamamladım. Babam bana hep pozitif mesajlar verdi. Cesaret kaynağım oldu. Ailemin desteğinin başarımda rolu buyuktur.
Başkaları icin kulfet olan bu calışma, benim icin nimet oldu. İki yıl boyunca ucretsiz orada calıştım. Oğrenci kadrosuyla girenler ucret alamıyordu. Girerken nasıl zorlukla girdiysem, iki yıl sonra oradan aynı zorlukla cıktım. Hocalarım:
“-Burada kal, biz seni docent olarak gormek istiyoruz!.. Sen cok yıprandın, haklısın. Sana biraz dinlenme izni verelim, donunce yine burada başla!...” dediler.
Elhamdulillah, bunları duyarak cıkmak da nasîb oldu. Hemen Dr. Gulsen Ablam ’a gidip mujdeyi verdim. O da:
“-Gulhan, şu andan itibaren omuzlarına binen yukun ne kadar ağır olduğunu biliyor musun? Cok buyuk bir vebal altındasın ve sana muhtac olan insanlardan mes ’ulsun. Bunların hakkını vermelisin.” dedi.
O yıllardan beri omuzlarımıza yuklenen o yukun hakkını vermeye gayret ediyoruz.
Daha sonra nereye gittiniz?
Memleketimize gittim. O sene de orada kadın doğum uzmanı yokmuş. Bana dediler ki: “-Hastalar cok perişan… Gelip yardımcı olur musunuz?”
Aslında cok yorgundum ve memlekete dinlenmeye gitmiştim. Ama ihtiyacı gorunce “tamam” dedim. Başhekim akrabamızdı. Boylece orada hasta bakmaya başladım. Sabahtan oğleye kadar hasta bakıyordum. Ben ucret almadan calışıyordum, ama hastahĂ‚ne o donemde sayemde bir hayli kazandı. Akşamları da ameliyat yapıyordum. Eve gelince de akrabalarımızdan ihtiyacı olanlara bakıyordum.
Evliliğinizle hizmet hayatınızın dengesini nasıl kuruyorsunuz?
Otuz yaşındaydım. Eşimle dostlar vasıtası ile evlendik. Matematik muhendisidir, kendisi… Otuz yaşında iken evlendim. Evlenme arefesinde aramızda anlaştık. Ona:
“-Ben kadın doğum uzmanıyım, benim gecem gunduzum belli olmaz. Cağrıldığım her vakit doğuma gitmeliyim! Bana mesleğimi icrĂ‚ etmede yardımcı olman gerekir.” dedim.
O da:
“-Tamam.” dedi. “Yalnız ben de memurum. Cumartesi-Pazar evde olurum; siz de o gun muayenehĂ‚neye gitmeyin!”
Ben de, “Tamam.” dedim. Ve aramızda kendi doğrularımızla değil de İslĂ‚m ’ın doğrularıyla, yani Kur ’Ă‚n ’ın ve sunnetin doğrultusunda hareket etme hususunda anlaştık. Dışarıda doktordum, ama eve girince o huviyetimi dışarıda bırakmaya ve evimde sadece “eş” ve “anne” olmaya gayret ettim.
Âilece sabah namazından sonra uyumayız. Cocuklarımı altı aylık bebeklikten itibaren o vakitlerde uyandırmaya başladım. Hem erken uyanmaya alışsınlar, hem de ben muayenehaneye inene kadar benimle beraber olsunlar; rahat rahat kahvaltı yapalım derdim. Ben muayenehaneye inince onlar kaylûle uykusuna yatarlardı. Âileyi ihmal etmememde muayenehane hekimliğinin buyuk rolu oldu. Muayenehanem, evimin alt katındaydı. Bu da cektiğim sıkıntıların ardından Rabbimin bana en buyuk ikramıdır diyebilirim. İki kız, bir erkek evladımız var. Kızım şu an psikiyatrist, ikinci kızım da genel cerrĂ‚hî ihtisĂ‚sı yapıyor. Oğlum da babasının mesleğini tercih etti. Zorlu mesleğim, arka arkaya olan cocuklarım, topluma karşı olan vazifelerimde beyimin desteğini hep arkamda hissettim. Allah ondan rĂ‚zı olsun.
Doktor hanım, bildiğim kadarı ile bazı fıkıh hocalarıyla da «Hanımlara Mahsus HĂ‚ller» uzerine calışmalarınız olmuş. Bu calışmalarınız hangi vesile ile başladı?
Ben bir kitapta okumuştum; her meslek sahibi, kendi mesleği ile ilgili fıkhî meseleleri oğrenmesi, o kişi uzerine vĂ‚cipmiş diye… Muayenehanemi actıktan sonra birtakım vak ’alarla karşılaşmaya başladım. Tıbbî yonunu biliyordum, ama dînî yonu hakkında pek bilgim olmadığı icin bu beni duşunduruyordu. Ben fıkıh hocalarına telefon acıp oğrenir, ona gore hareket ederdim. Ama bu sadece benim değil, inanclı hekim arkadaşlarımın da derdi idi.
Eşimle evlenirken bazı şartlarımız olmuştu, karşılıklı… Eşim dışarılarda cok gezmemi istemedi. Cocuklarımı ihmal etmeden hizmet etmemi istemişti. Zaten Rabbim, bize dort yıl icinde arka arkaya uc evlĂ‚t ikram etmişti. İstesem de ben dışarıda vakit geciremezdim, ama arkadaşlarımla ayda bir benim muayenehanemde toplanır; tıptaki yeni gelişmeler uzerine tartışırdık. Doktor olarak hepimizin surekli yenilenmeye ihtiyacı vardı.
Bir toplantımızda arkadaşlarıma:
“-Mesleğimizin fıkhî boyutunu oğrenmek uzere fıkıhcı hocalardan seminerler talep etsek; bu hususta kendimizi geliştirsek nasıl olur?” dedim. Hepsi, “Evet, cok iyi olur.” dediler.

Boylece bazı hocalarımızdan yardım aldık. Faruk Beşer, Hayrettin Karaman, Cevat Akşit gibi… Once karşılaştığımız hususlarla ilgili soruları arkadaşlarımızla tesbit ettik. Hocalarımızı muayenehaneme davet ettik; bazı hocalarımız iki-uc defa geldiler. Bize birtakım fıkıh bilgileri verdiler, ardından sorularımıza cevap verdiler. Hepsinden Allah rĂ‚zı olsun.
Yeri gelmişken size hem tıbbî, hem de dînî yonden en doğru cevabı alacağımı duşunerek hocalar arasında en cok tartışılan bir soruyu sormak istiyorum. Hanımların gunluk akıntısı abdesti bozar mı? Tıbbî olarak bu gelen akıntı, “necis” hukmundeki bir akıntı mıdır?
İhtisas yaparken TûbĂ‚ Kız Kur ’Ă‚n Kursu ’nda da doktorluk yapıyordum. Orada da en cok bu soru sorulurdu. Munakaşalı bir konu... Bu akıntı, insanın iradesi dışında gelen bir akıntıdır. Hormonların cıkış donemlerine gore akıntı şekil değiştiriyor. “Gozyaşı dokuyorsunuz, burnunuz akıyor, abdest bozulmuyor. Ama akıntı, abdesti bozuyor!” deniyor. Biz de gelen fıkıhcı hocalarımızın hepsine bu soruyu sorduk. Faruk Beşer Hocamız ve Cevat Hocamız cevap vermedi. Yani “bozar” veya “bozmaz” demediler. Hayrettin Hoca ’mıza cok ısrar ettik. MeselĂ‚ munĂ‚kaşalı konulardan birisi buydu. Hayrettin Hoca, en son bize:
“-Bu gelen akıntının enfeksiyonla alĂ‚kalı olup olmadığından emin olabilir misiniz?” dedi. Bir kısım arkadaşlar, “olabilir” dedi, bazı arkadaşlar “olamayız” dedi.
İşte cevap burada gizli… Eğer orada bir enfeksiyon (hastalık) soz konusu ise bu mikrobik bir akıntı oluyor, o zaman abdesti bozuyor. “Kişi, enfeksiyon (hastalık) olduğunu nasıl anlar?” Bu akıntı, normalde yumurta akına benzer, kokusuz, kaşıntı yapmayan bir akıntıdır. Enfeksiyonda ise kokulu olur; rengi değişir ve kaşıntı veya yanma yapabilir.
Eğer kişi gercekten enfeksiyon olmadığına inanıyorsa; bu, gunluk akıntı ise, Hayrettin Hocamıza gore abdesti bozmaz. Biz hekimler olarak şoyle diyoruz: Mecburî durumlarda abdest almanın zor olduğu zamanlarda enfeksiyon olmadığınızdan eminseniz bu fetvĂ‚yı kullanabilirsiniz. LĂ‚kin evinizdesiniz veya gittiğiniz yerlerde abdest alma imkĂ‚nınız varsa, bu fetvĂ‚yı kullanmayın, yeni abdest alın. Şimdi imkĂ‚nlar da cok rahat… Başka durumlarda imkĂ‚nları sonuna kadar kullanıyoruz. O zaman ibadet hususunda da gerekli titizliği gostermeliyiz.
Gebelik onleyici haplar veya spiral hususunda hem dînî, hem de tıbbî yonuyle ilgili goruşunuz nedir?
Muayenehanemi ilk actığımda, hocalara sorduğum ilk soru buydu. “Takılabilir.” diyorlardı. Ama benim gonlum mutmain değildi.
“-Spiral hakkında ne duşunuyorsunuz?” dediğimde, bir hoca, Sadreddin Yuksel Hocaefendi:
“-Doktor hanım; once bana spiralin mekanizması hakkında bilgi vermelisiniz.” demişti.
İşte bu, şimdiye kadar sorduğum hicbir hoca tarafından bana sorulmamıştı.
“-İşte fetvĂ‚ alacağım hoca bu!” demiştim.
Spiralin fonksiyonu iki şekildedir: Rahme yerleştirilen bu spiral, yumurta hucresi ile sperm hucresinin buluşmasını engelliyor. Dolayısıyla hamilelik olmuyor. Bunda problem yok. Ama bunca tedbire rağmen sperm hucresi geciyor, yumurta hucresini dolluyor, ancak dollenen yumurta hucresi, rahme yerleşemiyor olabilir. Boyle olunca beş gunluk, on gunluk duşukler olabiliyor. Bunu ne doktor olarak ben bilebilirim, ne de anne onun dollenmiş, on gunluk bebek olduğunu bilebilir. İşte risk burada!.. Ben bu risk olabileceği ihtimali uzerine spiral takmayan hekimlerdenim. Tabiî bazen istisnĂ‚lar olabiliyor. O taktığım kimselere, mutlaka ikinci bir korunma yolunu da kullanacakları sozunden sonra takıyorum. Onlara diyorum ki, “Bu işin vebĂ‚lini ne siz yuklenin, ne de ben yukleneyim!..” Şunu da unutmayalım ki, spirale rağmen olan gebelikler de var. Yuz kişiden iki tanesi spirale rağmen hamile kalıyor. Boyle her şeye rağmen gebeliklere de hicbir zaman son vermemek lĂ‚zım!...
Doğum kontrol haplarına gelince; bu haplar, hormon ilĂ‚clarıdır. Bu ilĂ‚cların bir taraftan yapıcı, bir taraftan dengeyi bozucu tesirleri de vardır. Bu hapları kullananlarda kilo, sinirlilik, baş ağrısı, mide bulantısı gibi şikĂ‚yetler olabilir. İllĂ‚ hap kullanmak isteyenlere; yılın altı-yedi ayında siz, kalan kısmında eşiniz korunsun, diyorum. Bu esnada hanımın vucudu dinlenip kendi kendini tamir etsin.
İdrar kesesi sarkması icin nelere dikkat etmelidir?
Lohusalık donemini dinlenerek gecirmelidir. Anadolu ’da lohusalık, kırk gundur. Anne kırk gun yatar, istirahat eder. Etrafındakiler ona hizmet eder. Şimdi maalesef bunlar ortadan kalktı. Lohusaya yeteri kadar dikkat edilmiyor, hizmet edilmiyor. İdrar kesesi sarkmasını engelleyen jimnastik hareketleri var, onlar da faydalı olur. Hanımlar ağır bir şey kaldırmamalıdır. Comelerek iş yapılmamalıdır.
Cocuğu olmayan bircok kimsenin, sıhhat acısından hicbir problemi yokken, cevresinden psikolojik baskı gormesi onların anne-baba olmasını geciktirir mi?
Evet, psikolojik baskı gercekten buyuk bir faktordur. Gencler, evlenirken birtakım plĂ‚nlar yapıyorlar. İki-uc yıl cocuk istemiyorlar. Sonra, hadi cocuğumuz olsun, diyorlar. Bu defa hemen olmuyor. Cevre baskısı sebebiyle telaş başlıyor. Tabiî, bu telaş ve psikolojik baskı; anne-baba adayına cok tesir edebiliyor. Hormon sistemi bozuluyor. Tedbirler onemlidir. Ama ben tevekkul etmenin de cok onemli olduğuna inanıyorum. Az once de soyledim; bizim dort yıl icinde, uc cocuğumuz oldu, elhamdulillah…
Bu bana bırakılsa, boyle mi plĂ‚nlardım? Hayır, boyle plĂ‚nlamazdım. Rabbimin verdiğine sevindim, rĂ‚zı oldum. Şimdi geriye donup baktığımda, benim icin en iyisi boyle imiş, diyorum. Cocuklarımı hic kreşe vermedim. Benim terbiyem altında buyusunler istedim. Ucu birbiriyle arkadaş oldu, hic arkadaş ihtiyacı hissetmediler. Dort yaşında Kur ’Ă‚n oğrenmeye başladılar. Evde sekreterlik gorevini yuklendiler. Tavsiyem, AllĂ‚h ’a ve O ’nun kaderine teslim olsunlar.

Cocuğu olmadığına kanaat getiren bir cift, tedaviye ilk olarak nereden başlamalıdır?
İnsanlar maalesef panikle en son yapılacak şeyden başlayarak direk tup bebek merkezlerine gidiyorlar. Bu doğru değil! Once merdivenin birinci basamağından başlamak lĂ‚zım… Once doktora gidilmeli… Ceşitli aşamalardaki tedaviler cevap vermezse ve yaş cok gecse, ancak o zaman hekimin kararı ile buraya yonelebilirler.
Mutedeyyin (dindar) bir doktor olarak kurtaj yaptırmaya gelenleri nasıl ikna ediyorsunuz?
Maalesef cok gelen oluyor. Eskiden ultrason yoktu. Gelenler:
“-Ben bu bebeği istemiyorum, nasıl olsa daha et parcası veya kan pıhtısı!” dediklerinde; onlara benim burada altı haftalık, sekiz haftalık, on haftalık duşen bebekleri sakladığım cenin kavanozlarım var, onları gosteriyordum. (bu sayfada verilen fotoğraflardan olacak)
“-Bak, bu, seninki ile aynı haftada… Gorduğun gibi bir kan pıhtısı veya et parcası değil!..” diyordum.
Bu kavanozdaki ceninleri gorenler, hemen gozyaşları icinde kalıyorlardı. Şimdi ultrasondan kalp atışlarını gosteriyoruz. Altı haftalık bebeğin kalp atışı gorunuyor. Bircok hanım, bebeğinin kalp atışını gorunce annelik duyguları harekete geciyor. Şimdi bilgisayarlardan daha kolay; gun gun ceninin gelişimini gosterebiliyoruz.
Şimdi insanların kurtaj olma sebepleri biraz daha değişti. MeselĂ‚ bebekler “ozurlu” diyerek kurtaj yaptırmak isteniyor. Boyle durumlarla karşılaşıyor musunuz?
Evet, cok karşılaşıyorum. Bu durumdaki anne-baba adaylarını cevreden de bana yonlendiriyorlar. İnsanlarda şoyle bir duygu gelişti, son zamanlarda... “Her şeyin en mukemmeline sahip olmalıyım!” Bu mumkun değil!.. Cunku imtihan dunyasındayız. Bu elbette zor bir imtihan… Rabbim yardımcıları olsun. Biz AllĂ‚h ’a elimizi acıp:
“-YĂ‚ Rabbi, bana hayırlı evlĂ‚t ver!” diye duĂ‚ ettiysek, O da bize ozurlu bir cocuk verdiyse, bu, bizim icin en hayırlısı demektir. Başımızı eğip teslim olmalıyız. Bazen de istenilen cinsiyetin olmadığını oğrenen hanımlar cok buyuk telĂ‚şa kapılıyor.
Bu hususta yaşadığım bir hadiseyi sizinle paylaşmak isterim. Ultrasonun olmadığı zamanlarda ellerimizle kontrol eder, bebeğin vucudunda bir eksiklik olup olmadığını anlardık. Altı aylık bir gebeyi muayene ederken bebeğin başının normal olmadığını hissettim. Bir kereye mahsus batın filmi cektirme hakkımız vardı, cektirdim. Tahmin ettiğim gibiydi, bebeğin beyni yoktu. Hanıma dedim ki: “-Yarın gelin, gebeliğe son verelim!”
Cunku Cerrahpaşa ’da okurken boyle oğrendim. Ama hanım gidince “Acaba ben doğru mu yapıyorum, dînen bunun hukmu nedir?” diye duşunmeye başladım. Akşam hastalarımı bitirince bildiğim butun fetva mercîlerine telefon actım. Hepsi de “AllĂ‚h ’ın verdiği canı, Allah ’tan başka kimse alamaz. Ozurlu de olsa o bebeğin canına kıyamazsınız!” dediler.
“-Ama…” dedim, “Bu bebek ya anne karnında olecek ya da doğup birkac saat sonra olecek!.. Yani bu cocuğun yaşama şansı yok.”
Hocalardan birisi:
“-Siz bitkisel hayata girenlerin hayatına, nasıl olsa olecek diye son veriyor musunuz?” diye sordu.
“-Hayır!” dedim.
“-O zaman bu bebeğe de dokunamazsınız!” dedi.
Tabiî, bu cevaplar beni perişan etti. Yarın o anneye ne diyeceğim diye… Sabah hastahaneye gittim, o hanım geldi. Dinledik, bebeğin kalbi durmuştu. Rabbim, beni ona karşı mahcup etmedi. Ama yine de “Niye boyle cocukların kurtajına, duşurulmesine fetva yok! Zaten olecekler diye duşundum hep…” Rabbim, benim kalbime şoyle ilham etti:
“Bu bebekler, anne karnında buyuyor. Doğmadan olse de anne-babasına sabrettikleri icin, hĂ‚le rızĂ‚ gosterdikleri icin sevap kapısı oluyorlar. Doğup iki saat sonra olse, aynı şekilde cenĂ‚ze namazları kılınıyor. Cennete girerken anne-babalarına şefaat edecekler. Yani Rabbimiz, kullarının sabrına ve şukrune sebepler halk ediyor.”
Bir hatıram daha var ki, cok buyuk ders mahiyetinde… Bir ebeveyn geldi. Hanım, altı aylık hamile… Fransa ’da yaşıyorlarmış. Orada bir doktora gitmişler. Doktor:
“-Bu bebek anomali (sakat, kusurlu); alınması lĂ‚zım!..” demiş.
İkinci bir doktora gitmişler. O doktor da:
“-Ben katolik bir doktorum. Ben aslĂ‚ bu cocuğun alınmasına musaade edemem!” demiş.
Ucuncu bir doktora gitmişler. O doktor da:
“-Bu cocuk sizin… İsterseniz aldırırsınız, isterseniz aldırmasınız. Kimse size karışamaz, siz bilirsiniz!” demiş.
Turkiye ’ye gelince de bizi tavsiye ediyorlar. Geldiler. Muayenehanemde ciftle goruştuk, durumu anlattılar. Ben:
“-Siz ne duşunuyorsunuz?” dedim. Beyefendi masamdaki kalemlerden birisini alıp:
“-Doktor hanım, bu kalemi size bir arkadaşınız hediye etse ve siz de bu kalemi hic beğenmeseniz, arkadaşınıza, «Ben bu kalemi hic beğenmedim. Bu kalemi al da git!» der misiniz? Diyemezsiniz. Bu bir kalem, ister atarsınız, ister saklarsınız… Ama arkadaşınıza bir şey diyemezsiniz. İşte bu bebeği bize Rabbimiz hediye etti. Biz, Rabbimizin bize verdiği hediyeyi nasıl beğenmeyiz?! Biz kimiz ki bu hediyeyi kabul etmiyoruz!..” dedi.
Ben de o beyefendiye:
“-Siz sorunuzun cevabını verdiniz, ben de bunu soyleyecektim! Ben, bu bebeğin nasıl bir hastahanede doğması gerektiği, buyutulurken nelere dikkat edilmesi gerektiği uzerine konuşmalıyız.” dedim.
Bazen de ozurlu olacak zannediliyor, ama sapasağlam doğabiliyor. Bu tur vak ’alarla da karşılaşıyoruz. Anneden alınan kanla, bebeğin anomali ihtimali var mı, o tesbit ediliyor. Bu tahlilde ihtimali olanlar da ellide bir olarak cıkıyor. Ama sapasağlam olarak doğan da cok oluyor. Ben bu testleri yaptırıyor muyum? Ben hanımlara şunu soyluyorum:
“-Sizin icin AllĂ‚h ’ın emirleri mi onde, nefsĂ‚nî istekleriniz mi?!”

Allah rızĂ‚sı on plĂ‚nda ise, “Ben Allah ’tan gelen her şeye rĂ‚zıyım!” diyorsa, yaptırmasına gerek yok!.. O tahlili yaptırdığında netice, “Evet, sakat olma ihtimali var” cıktığında, butun gebeliği mutsuz ve depresyonda geciyor. Bebeği aldırmayacak îmĂ‚na sahipse, gerek yok!..
İslĂ‚m, cenneti, annelerin ayakları altına sermiştir. Halk arasında da; «Anne olmak, doğum yapmak, kadını gencleştirir.» derler, sizce?
Allah TeĂ‚lĂ‚, kadını, bir “insan”, bir “eş” ve en onemlisi de “anne” olsun diye yaratmıştır. Kadının en onemli vasıfları bunlardır. Kadının onceliği, iş kadını olmak değildir, olmamalıdır. Âilenin gecimi erkeğe aittir. Zaman ve zemin musait olur, calışabilir. Fakat birinci vazifesi, eş ve anne olmaktır.
Allah, kadını yaratırken anne olmaya uygun bir şekilde yaratmıştır. Annenin hĂ‚mile kalmasıyla butun vucut ve hormonlar, anneliğe uygun olarak hareket ediyor ve anneyi buna hazırlıyor. Bu esnada sargılanan hormonlar, hem annelik duygusunu guclendiriyor, hem de mutluluk hormonunu vasıtasıyla kadının mutlu olmasını sağlıyor.
Ancak bugun kişinin anne olmasına bizzat kendisi değil, cevresi karar veriyor. Biz her şeyde olduğu gibi burada da Batı ’ya bakıyoruz, maalesef… Bazı hanımlar kontrole geliyor; ikinci veya ucuncu cocuklarının olacağının mujdesini veriyorum. Birden huzunlenip ağlama krizlerine giriyorlar.
“-Niye ağlıyorsunuz, sevinin! Bu bir ikrĂ‚m…” diyorum.
“-Ben şimdi bunu anneme nasıl anlatacağım. Annem veya kayınvĂ‚lidem bana kızar!” diyenler oluyor.
Ben oturup onları tesellî ediyorum, aldırmasınlar diye ikna etmeye calışıyorum. Anne adayı annesinden, kayınvĂ‚lidesinden, hattĂ‚ arkadaş ve komşusundan neden korkuyor?! Hic unutmuyorum; bir kayınpeder gelip:
“-Doktor hanım, bu işe bir «final» diyelim… Bakın caresine!..” diyenleri gordum.
Anne veya kayınvĂ‚lide ya da kayınpeder bu işe niye karışıyor, anlamış değilim.
“-Buna hic kimse karışamaz!.. Bu evlĂ‚dı, Allah veriyor. AllĂ‚h ’ın verdiğine de şukredilir. İsyan etmek olur mu?!” deyince tesellî olup yuzleri guluyor.
Benim boyle ikna ettiğim hanımların sayısı az değil!.. O hanımlarla yıllar sonra karşılaştığımda bana teşekkur ediyorlar.
“-Doktor hanım, iyi ki sozunuzu dinledim; bebeğime kıymadım!..” diyorlar.
Bir Muslumanın en az kac cocuğu olmalı!.. Tabiî ki biz plĂ‚nlayamayız, ama en azını bilmek iyi olur herhalde?
En azı uc, dort… Beş de olsa iyi olur. Cocuğu, AllĂ‚h ’ın verdiği bir nîmet ve lutuf olarak gormeli…
Doğan bebeğin hangi yontemle doğduğunun bebek uzerinde bir tesiri var mıdır?
Tabiî ki var. Bu doğumla değil, gebelikle başlayan bir tesirdir. Hamilelik surecinde annenin psikolojisi bebeğe tesir eder. Bu yuzden hamilelik donemi cok onemlidir. Annelere hamilelikteki ilk tavsiyem, “Siz şu anda AllĂ‚h ’ın buyuk bir emanetini taşıyorsunuz. Bu emanete iyi bakmak zorundasınız. Bu bakmak, sadece yeme-icme değil, bulunduğunuz cevre, işittikleriniz, goruştuğunuz insanlar ve sizin kendi ic dunyanız… İbĂ‚detleriniz tam, yediğiniz gıdaların helĂ‚l olmalı!..” diyorum.
Anne, hamile kalınca maddî-mĂ‚nevî cok titiz davranmalı… Cevresi de ona yardımcı olmalıdır. Bu birinci kısmı idi.
Gelelim ikinci kısma… Cevresi normal doğumdan korkutuyor, onu sezaryene teşvik ediyor. Şunu aslĂ‚ unutmayalım: Hamile kalan her kadının bedeni, doğum yapmaya musait olarak yaratılmıştır. Siz duzgun bir gebelik gecirip tevekkul duygunuz da yoğun olursa, o zaman cok normal bir doğum yaparsınız. Ama hanım, cevresinin cok tesiri altında kalmış ve kafası karışıksa, bu hanımlar, kendilerini de, bizi de cok yıpratıyorlar. Bebek, cevresindeki insanları cok iyi tanıyor. Şoyle izah edebilirim: Bazı gebelikler cok problemli oluyor. Anne adayları ile sık goruşuyor, teselli etmek zorunda kalıyorum. Boyle bebekler doğar doğmaz benim sesimi bile tanıyor.
Gelelim sezaryene… Ben sezaryeni, doğum şekli olarak gormuyorum. Anne veya bebeğin, hayatını tehlikeye atan bir durumu ortaya cıkarsa, o zaman biz sezaryeni “kurtarıcı bir operasyon” olarak kullanıyoruz. Sezaryen, bir ameliyattır. Doğum yontemi değil…
Peki, ilk bebeğini veya iki bebeğini sezaryenle dunyaya getirmiş birisi, ucuncu bebeğini normal doğurabilir mi?
İki sezaryenden sonra normal doğum riskli… Ancak ilk sezaryenden sonra normal doğum yapabilir. Boyle bir gebeyi de hamilelik doneminde takip ediyoruz. Hayatî tehlikeye sebebiyet verecek bir durum yoksa yaptırıyoruz. Varsa, yine sezaryen tercih edilir.
“Epidural” veya “spinal anestezi” ile olan doğum nedir?
Tekrar soyleyelim; mumkun olduğu muddetce normali tercih edelim. Bunların hepsi mudĂ‚haledir. MudĂ‚hale, mudĂ‚haleyi getirir.
“Epidural”de belden aşağısı uyuşturulur; anne ağrıyı hissetmez. Bizim verdiğimiz komutlarla doğum gercekleşir. Ama “Epidural”lerden sonra sezaryen ihtimali artar.
“Spinal” de sezaryen gibi ameliyattır. Bolgesel, yani lokal anestezidir. Sezaryen ameliyatında spinal veya genel anesteziden faydalanılır.
İlk doğum yaptırdığınızda, bebeği ilk kucağınıza aldığınızda ne hissettiniz?
İlk doğum yaptırdığımda, Cerrahpaşa ’da talebeydim. O zaman yaşadığım heyecan ve mutluluğu her doğumda yaşıyorum. Her doğumda îmanım tazeleniyor. AllĂ‚h ’ın bir damladan en guzel varlığı ortaya cıkarması, bu guzelliği ilk avuclarınıza almak, mukemmel bir şey!.. Bu, anlatılamaz!.. Bu sebeple ben ateist (AllĂ‚h ’a inanmayan) hekimlere cok şaşarım. Bu kadar mûcizeye şahit oluyorsun… İnsan bedeninin her safhası mukemmeldir. Bunu hic kimse yapamaz ve kendi kendine de meydana gelmez!.. Bunları goruyorsun, fakat inanmıyorsun!.. Bu, cok garip ve acı...
Son zamanlarda doğumhanelere babalar da girmeye başladı. Hatta sadece baba değil, “doğum fotoğrafcısı” diye bir meslek bile var. Bunları doğru buluyor musunuz?
Ben ne babanın, ne fotoğrafcının, ne de başka birisinin doğumhaneye girmesini uygun bulmuyorum. Baba, doğumhaneye gecene kadar annenin yanında olmalı, ona destek vermeli, varlığını hissettirmeli… Ancak doğumhaneye gecilince mahremiyete daha da cok riĂ‚yet edilmeli …
Bu meslek, devamlı kendimizi geliştirmemiz gereken bir meslek… Gecen yıl İstanbul Doğum Akademisi ’nden yenilenmek adına bir yıl ders aldım. Bize İngiliz bir doktor hanım da ders verdi. O hanım derste:
“-Doğum hĂ‚disesi bir mahremiyettir, buna dikkat edin! Eğer dikkat ettiyseniz, doğumlar genelde hep geceye denk gelir.” dedi.
Benim dinim, mahremiyete onem veren bir din... Ne yazık ki, bunu bir İngiliz hanım soyluyor. Ben de doğum yapacak hanımlara bunu soyleyince kabul goruyor. Uzuluyorum tabiî…
MeselĂ‚ hayvanlar Ă‚leminde hicbir hayvan gelip ortada doğum yapmaz. Gizli bir kuytuya cekilir, orada doğum yapar. Her yerde edep onemlidir. Bu da doğumun edebidir.
Kadın Sağlıkcılar Derneği ’nin kurucususunuz. Bu derneği kurma fikri nasıl ortaya cıktı?
Daha evvel de bahsettiğim gibi, 1986 yılından beri her ay benim muayenehanemde doktor arkadaşlarla toplanıyorduk. Dr. Gulsen Ablam, her geldiğinde:
“-Gulhan, bu calışmalarımızı dernek catısı altında yapalım!” diyordu.
Başortumuz sebebi ile kongrelere gidemiyorduk. Kendi kendimize burada calışmalarımızı yapıyor, ceşitli derneklerde de halka eğitimler veriyorduk. Gulsen Ablamızın teşviki ile 2005 yılında derneğimizi kurduk. Tabiî bize hep dernek merkezimizin yerini sormaya başladılar. Vakıflar Mudurluğu ’nden bir liste alıp araştırmaya başladık. Gittiğimiz yerlerde vakıf malları olan o mekĂ‚nların tĂ‚rumĂ‚r edilmiş hĂ‚lini gorunce cok uzuldum. En uzuntulu iki ayımdı diyebilirim.
Listemizin en sonunda Ahmet BuhĂ‚rî Tekkesi vardı, en son oraya baktık. Nalıncı Mehmet Efendi ’nin kabr-i şerîfinde duĂ‚ ettik, cıktık. Hemen yanındaymış Ahmet BuhĂ‚rî Tekkesi… Bizi burası cok etkiledi. Cunku Nalıncı Mehmet Efendi, icki icenlerin maddî ve mĂ‚nevî sıhhatleri icin uğraşırmış, eşi de yardımcı olurmuş. Ahmet BuhĂ‚rî Hazretleri de sağlıkla meşgul olurmuş. İki guzel zatın arasında olmak, harika bir şey…
İşin ilginc tarafı, biz o zaman madde bağımlıları uzerine calışmalar yapıyorduk. Rabbim bize orayı nasîb etti. Dunyada hicbir şey tesaduf değil!.. Sekiz senedir restorasyon işleriyle uğraşıyoruz. HĂ‚lĂ‚ bitmedi, uc binamızdan sadece birisine girebildik. Arkadaşlarımla birlikte yoruluyoruz, ama cok guzel calışmalar yapıyoruz. Dernek ve vakıf kurmak, calışmalarımızı bereketlendirdi.
Kıymetli zamanınızdan bize de bir pay ayırıp sorularımıza sabır ve ictenlikle cevap verdiğiniz icin cok teşekkur ederiz.
Ben teşekkur ederim. İnşĂ‚allah hayırlara vesîle olur. Hayırlı calışmalar dilerim.
Kaynak: Halime Demireşik, Şebnem Dergisi, Mayıs 2015
İslam ve İhsan