Zahitliğin en onemli alameti nedir? Dunya ve ahiret dengesini nasıl sağlamalıyız? Modern dunyada zÂhidÂne bir hayatın olcusu nedir? Peygamberimizin “Benim dunya ile ne işim var” sozunu nasıl anlamalıyız? Prof. Dr. Necdet Tosun, Altınoluk dergisinin 404. sayısı icin cevapladı.Prof. Dr. Necdet Tosun ile yapılan “Zahitliğin en onemli alameti comertliktir” başlıklı roportajın tam metni.
Altınoluk: Bu sayımızda Selman-ı FÂrisî Hazretlerinin dilinden “yuku az olan kurtuldu” dedik. Sizce yuk nedir?
Prof. Dr. Necdet Tosun: Yuk, dunya malıdır. CenÂb-ı Hak Kur ’Ân-ı Kerim ’de: “Sonra o gun nimetlerden sorguya cekileceksiniz” (et-TekÂsur, 8) buyuruyor. Demek ki Âhirette hesap gunu dunyadaki mal ve mulkumuzden, bize verilen nimetlerden hesaba cekileceğiz. O malı nereden kazandık, nereye harcadık, doğru yolda kullandık mı, zekÂtını verdik mi? Mal ve mulk cok ise, sorgu ve hesabın da uzun sureceğini ifade etmek icin bir hadis-i şerifte: “Fakirler, zenginlerden 500 yıl once Cennet ’e girecektir” (Tirmizî, Zuhd, 37) buyurulmuştur. Selman-ı FÂrisî hazretlerinin “Yuku az olan kurtuldu” sozunu de boyle anlamak lÂzım. Ancak zenginin hesabı uzun sureceği icin Cennet ’e gec girse bile, sevapları cok ise Cennet ’te bircok fakirden daha ustun bir makamda bulunması da mumkundur.
VEREN EL ALAN ELDEN HAYIRLIDIR Ote yandan “Veren el, alan elden hayırlıdır” (BuhÂrî, ZekÂt, 18) şeklinde bir hadis-i şerif vardır. Veren el olabilmek icin kişinin bir miktar mal varlığı olmalıdır. Bu da aslında kader meselesidir. Bircok kişi vardır ki calıştığı halde zengin olamaz. Bazıları da kısa surede mal mulk sahibi oluverir. Varlıklı insanlardan bazıları malının zekÂtını verip şukrunu ed eder, bazıları ise para ile olan imtihanı kaybeder, kibre, gurura, lukse, konfor ve israfa savrulur. Aslında zenginlik de imtihandır, fakirlik de imtihandır. Eskiler: “Varlığa sabır, yokluğa sabırdan daha zordur” demişler. Parası olmayan kişi evinde oturmayı tercih eder. Ama para coksa nefs insanı lukse, dunyevî lezzetlere, israfa, hatt harama doğru ceker. Bu daha zor bir imtihandır.
DENGEYİ NASIL SAĞLAMALIYIZ? Altınoluk: Artan konfor duzeyi ve refah seviyesinin dunya ile ilişkilerimizde hasarlar verdiği acık. Dengeyi nasıl sağlamalıyız?
Prof. Dr. N. Tosun: Bugunun benzeri bir durum Asr-ı SaÂdette ve HulefÂ-i RÂşidîn doneminde de olmuş. Mekke ve TÂif ’in fethinden sonra ganimet malları sayesinde bir zenginleşme olunca Hz. Peygamber ’in (a.s) hanımları gelip: “YÂ Rasûlallah! SahÂbe kadınları guzel elbiseler giyiyorlar, guzel evlerde oturuyorlar. Biz de oyle şeyler istiyoruz” dediklerinde, Peygamber Efendimiz: “Eğer dunya malını istiyorsanız hepinizi boşayayım, gidin mal mulk icinde rahatca yaşayın. Ama benimle kalacaksanız eskisi gibi sÂde, mutevÂzı, kıt kanaat, zÂhidÂne bir hayat sureceğiz” demiş ve bir ay boyunca hanımlarıyla goruşmemişti. Bu donemde AhzÂb sûresinin 28 ve 29. Âyetleri nÂzil olmuş ve tum hanımları Hz. Peygamber ’in yanında kalmayı tercih etmişlerdi.
Dort halife doneminde, ozellikle Hz. Omer ve Hz. Osman ’ın halifelik donemlerinde İslam ulkesi genişlemiş, Mısır ve İran fethedilmiş, uzak diyarlardan gelen vergi ve ganimet malları sebebiyle Hicaz ’da bir zenginleşme olmuştu. Bu donemde sahÂbeden Ebû Zer GıfÂrî lukse ve konfora yonelen, ikram ve infÂkı ihmal eden kişileri vaazlarında şiddetle tenkid ediyordu. Hz. Peygamber ’in eşi Hz. Âişe de şoyle demişti: “Eğer Rasûlullah (a.s) bugun hayatta olsaydı ve kadınların (moda hÂline getirdikleri) bu giyim kuşamını gorseydi, onları namaz icin mescide gitmekten men ederdi.”
Demek ki eskiden de konfora, lukse yoneliş olmuş. Ama bu durum son yıllarda daha da arttı. Maddiyata yoneliş insanların dinî duygularını zayıflatıyor. Dunyevî isteklere yonelip ulaştıkca daha fazlası talep ediliyor. Bir kısır dongu, bir sarmal oluşuyor. Cunku insan kazandıkca, yiyip tukettikce mutlu olacağını zannediyor. Oysa yedirip ikram ettikce gercek huzura kavuşabilir.
Eskiden sÂde ve zÂhidÂne bir hayat yaşamak daha kolaydı. Cunku televizyon ve internet yoktu. İnsanlar farklı hayat tarzlarını pek gormuyorlardı. Komşularına bakıyor, onların da aşağı yukarı kendisi gibi yaşadığını gorup kanaat ediyordu. Luks hayat gormuyordu ki ozensin. Mesel eskiden koylerde elektrik yoktu. Bizim koyumuze de elektrik sanırım 1976 ’da geldi. Ben 5-6 yaşlarında kucuk bir cocuktum. Ondan once herkes gaz lambası yakardı. Koyun en zenginleri de aynı durumdaydı. Onlar da akşam olunca gaz lambası ışığında otururdu. Toplumda zengin ile fakirin hayat standardı arasında buyuk ucurumlar yoktu. Ama bugun buyuk ucurumlar var. Ayrıca televizyon ve internet gibi iletişim aracları sebebiyle dunyanın bir koşesindeki luks ve konfor, başka bir koşedeki fakir insanların ekranlarına yansıyor ve bir ozenti başlıyor.
Eskiden buyukler: “Ayağını yorganına gore uzat” derlerdi. Şimdi kapitalist sistem ve reklamlar: “O yorganı at, yenisini al” diyor. Reklam bombardımanı altında, ozendirilmiş, nefsÂnî duyguları koruklenmiş yeni bir nesil oluştu. Bir futbolcunun transferde aldığı buyuk meblağ, bir şarkıcının bir gecede kazandığı bir cuval para, ya da zengin bir iş adamının israfa varan luks hayatı gazeteleri doldurmaya, toplumun ve ozellikle genclerin değer yargılarını altust etmeye başladı. Yuksek idealleri ve manevî hedefleri olmayan kalabalıklar AVM ’lerde kendilerini alış verişe vurdu. Kendi yaşlanışını ve tukenişini unutmak icin tuketim cılgınlığına sarıldı, huzuru orada arar oldu.
Peki, cozum ne? Kanaat, şukur takv gibi ahlÂkî erdemler evde, okullarda, medyada topluma hatırlatılmalı, benimsetilmeli. Maddî yonden bizden daha altta ve zor durumdaki insanları duşunup şukretmek ve kanaat etmek tavsiye edilmeli. Haberlerde toplum icin faydalı işler yapan, ahlaklı ve erdemli kişiler ornek şahsiyet olarak sunulmalı. Calıp cırpmayan, evine helal rızık getirmek icin terleyen baba, ornek bir şahsiyet olarak takdim edilmeli. Toplum yararına hayır kurumları acan, malını fakirlerle paylaşan comert insanların hayat hikÂyeleri okunmalı, okutulmalı, filmleri yapılmalı, ornek olarak gosterilmelidir. Sadece tarihten guzel orneklerle yetinmeyip gunumuzdeki sÂlih insanların hayatı da gundeme getirilmeli. İnsanlara dinî, millî, manevî yuksek değerler oğretilmeli, hedefler sunulmalıdır. Dunyanın fÂni olduğu, toplayıp yiyenlerin değil, ikram edenlerin dunya ve Âhiret saadetine ulaşacağı anlatılmalıdır.
ZAHİDANE BİR HAYATIN OLCUSU Altınoluk: Modern dunyada zÂhidÂne bir hayatın olcusu sizce nedir?
Prof. Dr. N. Tosun: Bir donem luks sayılan bir eşyÂ, zaman geliyor normal, hatt aslî ihtiyac olarak kabul edilebiliyor. Mesela 1980 ’li yıllarda merdÂneli camaşır makinaları yeni îcad edilip piyasaya cıkmaya başlayınca bazı yaşlı teyzeler: “Ne gerek var masrafa, biz camaşırı elle daha iyi yıkarız” demişlerdi. O zaman coğu evde camaşır makinası yoktu ve luks sayılıyordu. Bugun ise aslî ihtiyac sayılıyor. Camaşır makinası alınmazsa evlilik iptaline bile sebep olabilir. O halde toplumdaki genel kabul gormuş ortalama hayat standardını tum bireyler icin sağlamak, gelir dağılımını dengeli hÂle getirmek oncelikle devletin gorevidir. Devletin bunu başaramadığı durumlarda vakıflar, dernekler, hayır kurumları devreye girmelidir.
Diğer taraftan insanlar harcama yaparken reklamların tesiriyle ve ozentiyle hareket etmemeli, komşu ve arkadaşlarıyla rekÂbete girişmemeli, butcelerini aşmamalı, kanaat etmelidir. Bugun toplumda, ozellikle yeni evlenecek gencler arasında şoyle bir cumle duyuyoruz: “Bir defa olacak, en iyisi olsun”. Bu cok tehlikeli bir sozdur. En iyi ve en pahalı ev eşyalarını, toplumdaki en zengin kesim alacak. Biz ise kendi butcemize gore orta hallisini tercih edeceğiz. Aksi takdirde borc yuku altında huzursuz aileler kurulur ve cok gecmeden dağılır. Henuz calışmayan ve uretmeyen on yaşındaki bir cocuğa “arkadaşlarında gormuş, istiyor, ne yapalım” bahanesiyle cok pahalı bir cep telefonu almamalıdır. İsraftan kacınmak, tutumlu olmak oğretilmelidir.
Mahmud SÂmi Ramazoğlu Efendi hazretlerine Adana ’da babasından cok geniş araziler, dukkÂnlar miras kalmış olmasına rağmen “Belki kul hakkı karışmıştır” diye duşunerek bu mirası almamış, İstanbul Tahtakale ’de bir nalbur dukkÂnında muhasebe tutarak gecimini temin etmişti. İşte bir Allah dostunun zuhdu, takvÂsı, istiğnÂsı. Merhum Musa Topbaş Efendi ’ye bir yemek masasında buyukce ve kaliteli bir pecete verilmişse onu ikiye bolup yarısını kullanır, diğer yarısını cebine koyup bir sonraki yemekte kullanırmış. Bazen kırık pirincten pilav yaptırıp yemiş ve: “Nicin kaliteli pirinc kullanmıyorsunuz, tasarruf icin mi?” diye soranlara: “Fakir Âileler pahalı pirinc alamıyor. Biz de onların yediğinden yersek onların hÂlini anlarız” diye cevap vermiştir. İşte bir Allah dostunun gonul dunyası. Servetinin ucte birini fukar ve talebeler yararına vakfa bağışlayan merhum Abdullah Tivnikli bey de 21. Yuzyılda hem zengin, hem de zÂhit nasıl olunacağını gostermiş bir babayiğittir. Hem zengin hem de comert olan insanlar, gercek mucÂhidlerdir.
ZAHİTLİK PARAYA SIRT CEVİRMEK DEĞİLDİR ZÂhitlik, fakir olmak, paraya sırt cevirmek değildir. Para cepte, kasada faydalıdır. Ama kalbe girerse zararlıdır. Para sevgisi kalbe girerse insan farz olan zekÂtını bile veremez, cimri olur. Hz. Osman (r.a) cok zengindi. İslam ordusu donatılırken: “300 deve benden orduya hediye olsun” diyebilmişti. Cunku o malı, mulku, parayı gonlune koymamış, kasaya hapsedebilmiş bir kahraman idi.
Zuhd, kalpte olan bir duygudur. Dunyayı terk etmek veya fakirlik değildir. İnsan hem zÂhit hem de zengin olabilir. Ya da bunun tam tersi, hem fakir hem de hırslı olabilir. Yıllar once, sanırım 1990 ’lı yıllardaki talebeliğimde İstanbul ’da Eminonu ’den vapura binmiş Uskudar ’a geliyordum. Hava yaz veya bahar olduğu icin geminin guverte kısmında acık havada oturuyor, temiz havayı icime cekip boğazı seyrediyordum. Yan tarafta oturan iki kişiden biri arkadaşına şoyle diyordu: “Şimdi bir arabam olsa, boyle vapura mı binerdim? Basardım gaza, kopruden giderdim.” Ben gayr-i ihtiyÂri kulak misafiri olduğum bu sozden hayret ettim. Boğazı seyredip oksijen alarak, huzurla Uskudar yakasına gecmek varken, kopru trafiğinde saatlerce eksoz dumanları arasında araba kullanmayı talep etmek akıl almaz bir şey gibiydi. Muhtemelen bu şahıs araba ozentisi icinde fakir ama hırslı bir kişiydi. Demek ki zuhd de bir nasip işi.
BENİM DUNYA İLE NE İŞİM VAR? Altınoluk: “Peygamber Efendimiz ’in “Benim dunya ile ne işim var” sozunu nasıl anlamalıyız?
Prof. Dr. N. Tosun: Peygamber Efendimiz dunyanın gecici olduğunu en iyi bilen kişi idi. Kendisini bu dunyada bir misafir olarak goruyordu. Aslında herkes bu dunyada misafirdir. Sahip olduğu mal ve mulk de bir devre mulk gibidir. Devre mulk satın alanlar senede sadece bir hafta veya onbeş gun o mulkun sahibidirler. Sonra başka aileler gelir, onlar kullanır. Tapusu tumuyle bize ait olan mulkler de aslında bir tur devre mulktur. Biz olunce veya satınca başkalarının olacaktır. ŞÃ‚irin dediği gibi:
“Mal sahibi, mulk sahibi, hani bunun ilk sahibi,
Mal da yalan, mulk de yalan, var biraz da sen oyalan”.
Hem dunyada misÂfir olduğumuzu, malın bizde emanet olduğunu unutmayacağız, hem de dunyanın Âhireti kazanmak icin bir tarla olduğunu bilip o şuurla yaşayacağız. Dunya malına gonlu kaptırmamanın, zÂhit olmanın en onemli alÂmeti de “comertliktir”. Hz. Peygamber (a.s) son derece comertti. SahÂbeden bazıları gelip ondan bir şeyler istediğinde elinde avucunda ne varsa verirdi. Bir defasında yine bir kişi gelip talepte bulundu. Peygamber Efendimiz evine haber gonderip: “Evde verecek bir şey kaldı mı?” diye sordu. “Kalmadı” diye haber gelince ashÂbına donup: “Bana borc verecek kimse var mı? Şu adamı boş cevirmeyeyim” deyip borc alarak infak ve ikrama devam etmişti.
İTİBAR VE HAKLILIK GOSTERGESİ Altınoluk: “Guclu ve zengin olmanın itibar ve haklılık gostergesi sayıldığı bir zamanda fakr kavramını nasıl anlamalıyız?”
Prof. Dr. N. Tosun: Zenginliği, itibar kaynağı ve gostergesi olarak kabul etmek gÂfil insanların işidir. Kişi toplumda ilmi, irfanı, ahlÂkıyla itibar gormeli, değer bulmalıdır. Ama eskiden beri toplum genellikle insanların ilmine, irfanına, ahlakına, toplum icin urettiklerine değil de zenginliğine gore onlara değer vermiştir. Nasreddin Hoca fıkrasında anlatıldığı gibi, Hoca bir gun eski bir elbiseyle duğun ziyafetine gitmiş, iceri almamışlar. Gidip emanet bir kurk bulmuş, onu giyip geldiğinde ziyafette başkoşeye oturtmuşlar, yemek ikram etmişler. Nasreddin Hoca bunun uzerine: “Ye kurkum ye!” demiş. Yani eskiden de boyleymiş. Ama son yıllarda dunyevîleşme ve kapitalist duşunce arttığı icin durum daha vahim hÂle geldi. Bir bakkal, bir profesore: “Hoca! Sen ne kadar para alıyorsun ki? Ben senden cok kazanıyorum” deme cur ’etini gosterebiliyor. Buna rağmen boyle insanların sozleri dikkate alınacak şeyler değildir.
FAKR NE DEMEK? “Fakr”, fakir ve yoksul olmak değildir. Tasavvuf kulturune gore “fakr”, Allah ’a muhtac olduğunun farkında olmaktır. Dunyanın en zengin insanı bile nefes almaya, yemeye, icmeye, hasta olunca doktora gitmeye muhtactır. Yaşlanınca bir bastona, ya da yatalak hasta olunca bir bakıcıya muhtactır. HulÂsa insan Allah ’a muhtactır. Bu muhtac olduğu şuuruyla yaşayan, malım var diye kibirlenmeyen, tevazu icinde ve gonul zenginliği ile yaşayan insanlar “Fakr” hÂlinde yaşayan huzurlu ve bahtiyar kişilerdir. “Benim param var, kimseye muhtac değilim, mustağniyim” diyen ve kibirlenerek Allah ’ı unutan, Ona muhtac olduğunu aklına getirmeyen kişiler de gaflet icindedir. Kefenin cebi olmadığını, hic kimsenin mezara ve Âhirete para goturemediğini gorse bile bunu duşunmek istemez, ibret almaz.
HulÂsa zuhd, kalpte olan bir duygu ve bir hayat tarzıdır. Zenginlik veya yoksulluk ile ilgili değildir. Ote yandan bazı insanlar bu fÂni dunyada zenginlikle imtihan olur, bazıları da fakirlikle. Takdir-i ilÂhînin belirlediği bu imtihanlarda muvaffak olmayı ve zÂhidÂne yaşamayı CenÂb-ı Hak cumlemize nasip eylesin.
Altınoluk: Âmin. Teşekkur ederiz.
Kaynak: Altınoluk Dergisi, Sayı: 404


İslam ve İhsan
PEYGAMBER EFENDİMİZ ’İN EN COMERT OLDUĞU ZAMAN - VİDEO