
Halime Demireşik, Şebnem dergisinin 185. sayısında vaaz ve sohbetleriyle binlerce insana ulaşmış guzel bir gonul insanı Fatma HĂ‚le Sağım Hanımefendi ’yle bir roportaj gercekleştirdi.Roportaj: Halime Demireşik
Bu ayki roportaj koşemizde, dergimiz baş yazarlarından Fatma HĂ‚le Sağım Hanımefendi ’yi misafir ettik.
Anadolu ’nun temiz mecrĂ‚larından birinde nezih bir Ă‚ile icinde ve hĂ‚lis bir baba duĂ‚sıyla buyumuş; yokluk, yetimlik gibi binbir turlu imtihanla yoğrulmuş, buna rağmen hayatın med-cezirlerine karşı dengesini muhafaza etmiş, bu hususta da gunumuz genclerine cok guzel canlı bir numûne olabilecek kıvamda bir hanımefendi…
Cok zor şartlarda elde ettiği ilmini irfĂ‚nıyla suslemiş, vaaz ve sohbetleriyle binlerce insana ulaşmış guzel bir gonul…
Biz de dergimizde cıkan bazı yazılarında hayatından ilgi cekici kareleri bizimle paylaştıkca kendisini tanıdık. Ancak uzun boylu bir roportaj vesilesiyle kendisini daha yakînen tanımak istedik. Sizin de bu roportajdan cok şey oğreneceğinizi duşunuyoruz.
Hassas bir kalbin, ummetin derdiyle dertlenmiş bir insanın pırıl pırıl parlayan gonul dunyasına buyurun.
Fatma HĂ‚le Hocahanım kimdir? Nasıl bir cevrede buyudunuz?
BismillĂ‚hirrahmĂ‚nirrahîm.
Konya ’da doğdum. Biz aslen Konyalı değilmişiz. Yavuz Sultan Selim Han, Mısır ’ı fethettiğinde, bizleri oraya asker yetiştirmemiz icin Sipahioğulları olarak yerleştirmiş. 18. yuzyılda Mısır ’da yaşanan siyĂ‚sî surec neticesinde padişahın izni ile Konya ’ya yerleşilmiş. Dedelerimiz Mısır ’da nasıl bir hayat yaşadılarsa artık, Konya ’da cok gurbet cekmişler.
Akrabalarımızla aynı mahallede ic ice yaşardık. Dedemin evi, onun yanında dedemin kız kardeşinin evi, onların yanlarında da dedemizin erkek kardeşlerinin evi vardı. Gelinler, torunlar hep bir arada yaşanırdı. Evlerin hepsi buyuk bahceler icindeydi. Bizim ev de onların yanındaydı. Cocukken sabah kalktığımızda arka bahcelerin arasında duvar olmadığı icin bahceden bahceye gecerek butun akrabaları gezebilirdik. Butun akraba cocukları hep beraber oynar, hep beraber okula giderdik.
Bahceler, uzum bağları ve sebzeliklerden oluşurdu. Cocukken uzum bağlarında pekmez yapılmadan evvel bağlara kuşlar konmasın diye teneke vururduk. Kuşlar halamların bağına giderdi, onlar teneke vururdu. Amcamların bağına giderdi, onlar teneke vururdu. Tekrar bizim bağa gelirlerdi. Oyle guzel ve renkli bir cocukluk gecirdik. Mahallemiz Konya ’nın biraz dışında idi, carşılara cok yakın değildi.
Babam sadece namaz kılar, ama Kur ’Ă‚n okumayı bilmezdi. Cok kucuk yaşta calışmaya başlamış, Kur ’Ă‚n oğrenmeye fırsatı olmamış. Bu yuzden kucukken bizi Kur ’Ă‚n oğrenmek uzere mahallemizin sĂ‚kinlerinden Ahmet Ağa ’ya gonderirlerdi. Kur ’Ă‚n ’ı mahallede en iyi bilen o dede idi. Ebeveynim, bize namaz-ibadet anlatıp oğretmedi. Buna vakitleri de yoktu. Annem yirmi yaşında gelin gelmiş. On beş yıl babamla birlikte yaşamışlar. Peş peşe altı cocuğu olmuş ve babam, genc yaşında vefat etmiş. Annem, Kur ’Ă‚n okumayı bilmezdi, yıllar sonra Artvin ’de vazife yaparken ben oğrettim.
Akrabalarımızla ic ice olmanın avantajları coktu. MeselĂ‚ halam bizi toplar, Hazret-i FĂ‚tıma Annemizi anlatırdı. Amcamın gelini Hediye Yengemiz, Hazret-i Yûsuf ’u cok anlatırdı. Tum akraba cocukları birbirimize imrenerek oruc tutar, beraberce terĂ‚vihe giderdik.
Babam matbaa işcisi idi. Asgarî ucretle calışırdı. Biz de annemle bağ ve bahcemizde urunler yetiştirerek ev ekonomisine destek olurduk. Ben ilkokulu bitirince babam:
“-EvlĂ‚dım, benim hicbirinizi okutacak maddî imkĂ‚nım yok!” dedi.
İlkokul oğretmenim bunu duyunca babamı okula cağırıp:
“-Bu cocuğa yazık etmeyin, mutlaka okutun!” dedi.
Babam durumu akrabalara anlatınca amcam, babama:
“-Ağabey, izin ver, Fatma HĂ‚le ’yi ben okutayım!” demiş.
Babam izin vermiş. Bu yuzden ben ortaokulu, amcamların yanında kalarak okudum. Babam vefat edince lise yıllarımda da oğretmenlerimin yardımı ile okudum. Butun eğitim hayatım boyunca okul masraflarımı, sağ olsunlar oğretmenlerim karşıladı. Kitap-defter, kıyafetlerimin kumaşı, montlarımın hepsini oğretmenlerim temin ederdi. Butun kıyafetlerim başkalarının kullandığı ikinci el kıyafetlerdi. Bana ait tek kıyafetim, amcamın diktiği kışlık bir monttu. Onu uzun yıllar cok severek giydim. Bayramlarda gucumuz yeter de kumaş alınabilirse, annem bize elbiseler dikerdi. O zamanlar cok sevinirdik. Etekleri işlemeli pembe eteğim, yeşil elbisem, siyah puantiyeli kravat yaka elbisem, hic unutamadığım bayramlıklarımdır. Onları sadece ben giydim, sadece bayramlarda giydim.
GUCUM YETMİYOR, ALAMAM Son donemlerde cocuklara surekli yeni eşyalar alındığı icin yokluğu pek bilmiyorlar. Bazen Ă‚ileleri istediklerine “Gucum yetmiyor, alamam!” dediklerinde isyan bayrağını cekiyorlar. Eskiden hemen herkes yokluk cekmiş, ama Ă‚ilelerine isyan bayrağı cekmemişler. Şimdi ne oldu da bu cocuklar merhamet ve anlayıştan uzaklaştı. Âilelere boyle durumlarda neler tavsiye edersiniz?
Bence isyan bayrağını cekiyorlarsa, bu anne-babanın duruşuyla alĂ‚kalı olabilir. Cunku cocuklara hicbir sorumluluk yuklenmeden buyutuluyor. MeselĂ‚ ben dort-beş yaşlarındayken kardeşlerimin sorumluluğunu yuklenmiştim. Peşpeşe doğduğumuz icin annemi surekli bez yıkarken hatırlıyorum. Annem iş yaparken ikiz kardeşlerimle oynardım. Annem, en kucuk kız kardeşim doğunca onun butun sorumluluğunu bana verdi. Kardeşimi benim sırtıma bağlardı. Ben kardeşimi bağlarda-bahcelerde gezdirirdim. Sırtımda uyurdu.
Biz ilkokula giderken babamız kırtasiye malzemelerimizi en azından alabilirdi. Boya kalemlerimiz altılı ve kısa boy olurdu. Bizi karşısına oturtup:
“-Yavrularım bir yıl icin alabileceğim tek boya kalemi bu… Başka alamam, buna gucum yetmez. Bu kalemleri temiz, idareli kullanın!” derdi.
O hayatın şartları, yokluk vardı ve bu hissediliyordu. Ama şimdi var, her butce icin ihtiyacı gorecek malzeme var. Şimdi varlığın icinde “Yok, alamam!” deyince anlamakta gucluk cekiyorlar, deliriyorlar.
İlkokula giderken başıma bir tane tac toka alındı. Arkadaşım onu cekti kırdı. Babamın o kadar sıkıntısı var, bir daha alma imkĂ‚nı yok. Ben şimdi kurdelemi nereye takıp okula nasıl gideceğim diye gunlerce ağladım. Hayat şartları şimdi yine oyle olsa, eminim o zaman da cocuklar ona ayak uydurur. Bakın Suriye cok mureffeh bir ulkeydi; savaş cıktı, buraya geldiler. Yokluğun icine duştuler, mecburen alıştılar. Allah mecbur ettirmesin, hayatın bazı iniş-cıkışları olunca alışırsınız. Tabi, onemli olan, her turlu şarta hazır olmak, bunun icin de nefis terbiyesi şart!..
Biz babamıza kıyamazdık, bir şey almasını istediğimizde alamayacaksa sessizce boynunu eğerdi. Biz onu oyle uzgun, caresiz gorunce dayanamazdık. Babam bizi hic dovmezdi. Her akşam iş donuşunde babamı kapıda karşılar, kardeşlerimle ona koro hĂ‚linde karşılama şarkıları soyler, boynuna sarılırdık. Babamın bir mobileti vardı; her sabah babam işe gitmeden sırayla onu siler parlatırdık. Yine sırayla sefer tasına yemek hazırlardık. Butun bunları cok severek yapardık. Cunku babamın sevgisini cok hissederdik. Hicbir isteğimiz karşısında “Yeter!” demedi, sessizce boynuna bukunce biz zaten erir biterdik. Hep kırmızı topuklu ses cıkaran bir ayakkabım olsun isterdim, akrabaların kızlarının vardı. Bir gun babam:
“-Ben sana bot alacağım!” dedi.
Ben kırmızı hayal ediyorum tabiî… Akşam eve elinde botla geldi, bir de baktım lastik bot… İcim burkuldu, “Olsun, bu da guzel!” dediğimi hatırlıyorum. “Bu da guzel!” demek hayatı katlanılır kılar, kanaat mutlu ederdi.
BABAM VEFAT ETTİĞİNDE Babanızın sizin ve Ă‚ilenizin uzerinde tesiri cokmuş. VefĂ‚tından sonra onun yokluğuna nasıl adapte oldunuz?
Babam vefat ettiğinde ben on iki yaşındaydım. En kucuk kardeşim uc yaşındaydı. Babam kronik kalp hastasıydı. Ara ara hastanede yatar, biz onu gunlerce hasretle beklerdik.
Tabi vefatı hepimizi cok etkiledi ama en cok annemi etkiledi. Babamın vefatından sonra annem uzuntusunden sık sık kalp spazmı gecirirdi. Surekli annemi Ă‚cile yetiştiriyorlardı. Doktor, en sonunda:
“-Sen nasıl bir uzuntu yaşıyorsun da bu kadar sık spazm geciriyorsun?” diye sormuş.
Annem, babamı cok seviyordu. Kendisi annesiz buyumuş. Uvey anneden de sevgi gormemiş. Butun sevgi ve ilgiyi de babamda gormuş. Onu da kaybedince annem travma gecirdi, kendisini toparlaması, goz yaşının dinmesi aylar yıllar surdu.
O gunlerde annem surekli ağlayıp duruyor, hic konuşmuyordu. Yaptığı tek şey, uzum bağımızın ortasında bulunan kayısı ağacına sırtını yaslayıp bahcemizden gorunen, babamın defnedildiği kabristana bakmak ve ağlamaktı. Annemi de kaybederiz diye altı kardeş cok korktuk, bu acıyı butun iliklerimize kadar hissettik. Babam 2 Eylul ’de vefat etti. 14 Eylul ’de okullar acılacak. Benim okul onluğumun dikilmesi lĂ‚zım. Kumaşı anneme getirdim:
“-Anne, onluğumu diker misin?” dedim. Annem:
“-Ben dikemem. Mahalledeki Şukriye Hanıma gotur, o diksin.” dedi. Ben orada:
“-Yeter artık anne! Bunu sen dikmezsen okula da gitmeyeceğim. Bir daha babamın mezarına da bakmayacaksın! Bizim babamız oldu zaten… Boyle giderse sen de oleceksin! Biz ne yapacağız? Kardeşlerim ne yapacak? Kendini toparla!..” diye saatlerce bağırıp ağladığımı hatırlıyorum.
Sonra anneniz kendisini nasıl toparladı?
Annemin mahallede cok yakın bir arkadaşı vardı. Annemi dînî sohbetlere goturmeye başladı. Mahmud Efendi cemaati o zamanlar mahallelerde kucuk kucuk medreseler acar, Ă‚deta her mahalleyi sohbet halkasına katarlardı. Annem, oraya gittikce acıldı, duzelmeye başladı.
MAHALLE KURSLARININ TOPLUM UZERİNDEKİ TESİRİ Buradan mahalle kurslarının toplum uzerindeki tesiri goruluyor, oyle değil mi?
Evet, tabiî ki etkisi sadece annem uzerinde olmadı. Hepimizin dînî hayatının şekillenmesinde onemli bir payı olmuştur, bu kursların… Annem, once ablamı, onların yatılı kursuna verdi.
Ben de her yaz o medreselerde kalmaya başladım. Kışın liseye devam ediyorum, yazın medreseye… Carşaf bile giymeye başladım. Orada Muşerref Hocahanım vardı. Bana sık sık:
“-Sen cok kabiliyetlisin. Kışın da bizimle kal!” diyordu, ben de “Hayır!” diyordum.
Carşafı da cok sevmiştim, burnuma kadar ortuyordum. Kışın okula giderken carşafı cıkarır, kırmızı bir ceketim vardı, onu giyerdim. Sonra lise ikiye giderken pardosu aldık ucuzundan… Ondan sonra da pardosu ile tanışmış oldum.
Duz liseye gittiğim icin okulda namaz kılacak bir yerimiz yoktu. Namazlarımız aksıyordu. Bir arkadaşım vardı. Bana:
“-Okul idaresine gidelim, namaz kılacak yer isteyelim.” dedi.
Benim de o zamanlar aykırı ve muhĂ‚lif bir yanım vardı.
“-Tamam, gidelim, ısrar edelim.” dedim. Mudure cıktık, namaz kılacak yer istedik. Ne cesaretliymişiz! Seksenli yılların sonları, sıkıntılı zamanlar… Mudur bize:
“-Mustahdemin bodrumda supurgeleri koyduğu kucuk oda var. Girin, orada kılın namazınızı…” dedi.
Bodrum, felaket rutubetli bir oda… Kucucuk; icerde supurge, bezler vs. var. Duşunun bize mescit olarak orayı lĂ‚yık gorduler. Oğlen teneffusu gelince koşa koşa gider, orada namazımızı kılardık. Orası benim gonlumde farklı bir kapı acılmasına vesîle oldu. AllĂ‚h ’ın dini icin gayret edilmesi ve dinin gĂ‚lip gelmesi icin mucadele edilmesi gibi… Bunu bana oğreten olmadı. O kucuk odada kalbime iniyordu bu duşunceler…
Bizim evde ise boyle bir gundem yoktu. Tek gundem, gecim derdi… Kim hastalandı, bahcede nasıl calışılacak, yetti-bitti dertleriyle meşguldu herkes… Lisede babam vefat ettiği icin amcamlardan ayrılıp annemin yanına geldim. O donemde amcamın faydası olmadı, okuldaki oğretmenlerimin yardımı ile okuyordum. Universite sınavlarına kadar bu boyle devam etti.
Ankara Hacettepe Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bolumu ’nu kazanıp Ankara ’ya gittim. Giderken “Burada Allah, oğretmenlerim vasıtası ile beni okuttu; orada da yardımını gonderir!” diyordum.
Amcam, kayıt zamanı beni Ankara ’ya goturdu. Orada bir tanıdığının evine bıraktı, geldi. Bir daha git-gel masrafı olmasın diye… Bir ay boyunca o tanıdığın evinde ev işlerine yardım ettim. Benim hayatım boyle hep garip gecti, elhamdulillĂ‚h!
Ondan sonra yurt acıldı. Bu yurtta Mehmet ZĂ‚hid Kotku -rahmetullĂ‚hi aleyh- ’e bağlı bir yurttu. Esad Coşan Hocaefendi de her ay bir gun hadis sohbetleri yapmaya gelirdi. Benim gonul dunyamın temelleri işte burada atıldı. Demetevler ’de cemaatin bir sitesi vardı, oraya duzenli olarak hadis dersleri almaya giderdik. Yurtta, vakıfta aktif bir şekilde hizmet etmeye başladım. Tesettur şuuru da orada oluştu.
İkinci yılımda oğrenci başkanlığına sectiler beni... Bir yıl başortusu sıkıntısı yaşamadık, ama ucuncu yıl sıkı bir şekilde başortusu yasağı geldi. Ben yıllarca başortusunu acıp okumuşum, tekrar acabilirdim. Annem bir beklenti icinde… Bir an once okuyup para kazanmaya başlamamı ve kardeşlerimi kanatlarımın altına almamı bekliyor. Ama bizim icimize vakıfta şuur iyice yerleşti. Artık acar mıyım?
Başortulu giriyorum derslere… Dersin birinde karın masajı oğretiliyor. Hoca, ben başortuluyum diye zaten mimledi. Benim ismimi okudu:
“-Masaya yat, karnını ac. Masajı senin uzerinde gostereceğiz bu derste…” dedi.
“-Ben de kalkamam, karnımı da acamam.” dedim.
Kadın hocahanım bana:
“-O zaman sen buraya niye geldin? Sınırların varsa okuma!” dedi.
Sınıf, hocahanımın soylediklerinden rahatsız olmuyor, benden rahatsız oluyordu. Bana:
“-Cık dersten! Ders, senin yuzunden kaynıyor.” diyorlardı. Ben de:
“-Dersten cıkmıyorum. Sizin bunu oğrenmeye ne kadar hakkınız varsa, benim de o kadar hakkım var!” diyordum.
Hoca, bana ağzına geleni sayıyordu. Sınıfta Suriyeli bir erkek arkadaş vardı. Ayağa kalktı:
“-Onu rahat bırakın. Ben geleyim, benim uzerimde anlatın dersi!..” dedi.
Ondan başka beni orada kimse savunmadı. Belki bugun Suriyelileri sevmemin altında yatan sebep bu olabilir. Başortusu yasağından sonra okula başortulu olarak ilk girdiğimde uyarı cezası, ikinci girişimde kınama, ucuncu girdiğimde uzaklaştırma cezası aldım. Cezaları peş peşe veriyorlardı ki, en son nokta bir an once konsun ve yuksek oğretim kurumu ile ilişiğimiz tamamen kesilsin istiyorlardı. Tekrar cezĂ‚ almamak icin okula devam etmedim. İki yıl ust uste devam edemeyince de hemen okul ile ilişiğimi kesti, okul idaresi…
Ne yapacaktım şimdi? Annem bunu aslĂ‚ kabullenemezdi, cok sert bir kadındı. Okul hayatım bitmişti. Bana vakıftan o surecte yurt mudîreliği teklifi geldi. Rabbim, beni yine zĂ‚yi etmemişti. Ben vazifeme başlamıştım. Annemin okuldan atıldığımdan haberi yok tabiî… Fakat okul, eve atıldığımla ilgili resmî evrakı gondermiş. Bu surecte butun başortu eylemlerinin en başındayım, surekli gazetelerde resmim cıkıyor. Amcam gazetede resmimi gormuş, anneme getirmiş. Annem:
“-Bu, HĂ‚le olamaz! Benim kızım okuyor.” diyormuş.
Ben kendimden bilerek derim ki; gurbette okuyan cocuk her şeyi yapabilir, iyi takip etmek lĂ‚zım. Guvenilir Ehl-i Sunnet vakıflara, yurtlara teslim etmek lĂ‚zım... Ben Ankara ’da İslĂ‚m karşıtı bir cĂ‚mianın yurtlarında olsaydım, şimdi bambaşka yerde olurdum. Hele Anadolu ’dan ilk defa buyukşehirlere gelmiş, kız-erkek fark etmez, butun gencleri iyi takip etmek, en onemlisi de onları sĂ‚lih-sĂ‚liha ortamlarla buluşturmak gerekiyor. Bugun cinsiyet değiştiren universiteli genclerin coğu, Anadolu ’dan gelmiş saf gencler… Bunlar, kandırılıyor, ozendiriliyor, ceplerine para da kondu mu her yere kayabiliyorlar.
ElhamdulillĂ‚h, biz hadis halkaları ve baba duĂ‚sı hurmetine kayıp gitmekten muhafaza edildik.
O sıralarda vakıftaki ablaların birisi:
“-Dil Tarih Coğrafya Fakultesi ’nde okuyan, İslĂ‚m Dergimizde calışan, temiz bir genc var, seni onunla evlendirelim!” dediler.
Esad Coşan Hoca da o zamanlar genclerin harama bulaşmamaları icin evlenmelerini cok tavsiye ederdi. Ben annemin yanına, okuldan atılmış olarak bir de tĂ‚libimle geldim. Zor bir şey bence, bir anne icin... Annem bu tĂ‚libi hemen kabul etti; okuldan atılmışım, yapacak bir şey yok diye duşundu galiba...
Evlilik sureciniz nasıl oldu, biraz duruldu mu hayatınız?
Maalesef evlenmemizle birlikte cok buyuk zorluklarla mucadele ettik. Yaşamam gereken bir imtihan varmış. Beyim işinden cıkarıldı, sonra da okuldan atıldı. Yıllarca doğru-durust iş bulamadı. Bu arada bir kızımız olmuştu. Ben cok hastalandım, yıllarca hastalıktan kurtulamadım. Otuz sekiz kiloya kadar duştum, artık evlĂ‚dıma bile bakamıyordum. İki sene boyle imtihanlarla gecti. Ve biz ailelerimizin isteği ve ısrarı ile ayrıldık.
O donemlerde bazıları şoyle soylemişti:
“-AllĂ‚h ’ın emri icin mucadele ettin, karşılığı bu muydu?!”
Biz İslĂ‚m ’ı şereflendirmeyiz, İslĂ‚m ’la şerefleniriz. AllĂ‚h ’ın hangi amelimizin karşılığını bu dunyada veya ukbĂ‚da vereceğini bilemeyiz. Ya da AllĂ‚h ’ın boyle zorlu imtihanlarla nice daha buyuklerini defettiğini... Yahut yaşadıklarımızın hangi daha buyuk nimetlere basamak olduğunu bilemeyiz. Bunu zaman gectiğinde, yaşayarak oğreniriz.
Eşinizden ayrıldıktan sonra nasıl toparlandınız?
VĂ‚ize olmamız sebebi ile bize danışmaya gelenlerde muşĂ‚hede ettiğim bir şey var ki, bazıları boşanınca her şeyin duzeleceğini duşunur. Hic de oyle olmuyor. Hele kucağınızda bir bebek varsa, daha da zor... Bu yuzden boşanmak icin bizimle istişĂ‚reye gelenlere, “En az yuz kere duşunun!” derim. Gelecek yeni surecteki imtihanlara sabredebilecek yurek varsa, en son olarak o cıkışı tercih etmek lĂ‚zım.
Bizim evlilik mevzuu ilk başladığında, merhum Esad Coşan Hoca ’nın babası merhum mubarek Necati Amca ’yla istişare etmiştim. Kendisi:
“-Kızım, Allah iki kişinin evlenmesini murĂ‚d ettiyse, iki cihan onları ayırmak isteseler ayıramazlar. Onun kaderinde de iki kişi ayrılacaksa, butun dunya onları birleştirmek istese kimse de birleştirmez!” demişti. Gercekten oyle oldu. Ama takdir bu kadarmış.
O sene ben universite sınavına tekrar hazırlandım, ama cok zorluklarla… Kucuk kızım var, bunalımdayım. Tek tercih yaptım Selcuk Universitesi İlahiyat Fakultesi ve orayı kazandım. Universiteye başladığımda kızım iki yaşındaydı. Ben yirmi dort yaşındaydım. Amcam okumama karşı cıktı:
“-Sen dul bir kadınsın, nasıl okursun?” dedi.
Ama benim hayatımı devam ettirmem, gecimimi temin etmem icin okumam şarttı.
O surecte annem, kızımla ilgilendi. Annem bazen bir yerlere giderdi o zamanlarda, kızımı bırakacak yer olmadığı icin yanımda okula derse getirirdim. Onunla sınava girdiğimi bile hatırlarım. Okul bitene kadar da cok imtihanlar yaşadık. Fakulte bitince benden bir donem once mezun olanlar direk oğretmenliğe başlıyordu. Ben mezun olunca bir de KPSS cıktı. Benim bir an once calışmam, evi gecindirmem gerekirken surekli engeller cıkıyordu. AllĂ‚h ’a sığınıyordum.
DÎNÎ VECİBELER HUSUSUNDA DEMOKRASİYE İNANMAM Fatma HĂ‚le Hanım, okuyucularımız sizi Şebnem dergisinin başyazarlarından olduğunuzu biliyor ve yazılarınızı zevkle okuyorlar. Ama sizin asıl mesleğiniz vĂ‚izelik… VĂ‚ize olma surecinizden ve nicin vĂ‚ize olmayı tercih ettiğinizden biraz bahsedebilir misiniz?
Babam sosyal demokrattı ve onlara oy verirdi. Amcam Millî SelĂ‚met Partisi ’ne oy verirdi. Belki benim yol ayrımım buradan başlamış olabilir. Yoksulduk, ama evimize her gun gazete girer, babam o gazeteyi sonuna kadar okurdu. Matbaacı olduğu icin de evimize cok kitap getirirdi ve okumayı cok sever, bizim de okumamızı teşvik ederdi. Biz babamızı hep okurken gorurduk. Amcamın evinde yaşadığım surecte bir hatıram var, cok ilginc… Onu da sizinle paylaşmak isterim. Amcam Millî SelĂ‚met Partisi ’nin cıkardığı bir gazeteyi alırdı, ben de o gazeteyi her gun okurdum. Bir gun o gazetede şoyle bir haber vardı:
“Adanalı Mahmud Sami Ramazanoğlu vefat etmiştir.”
Yanında da resmi var. Ben o resimden gozlerimi alamadım, dakikalarca o resme baktım. Henuz ortaokula giden bir cocuktum, ama Ă‚deta ondan gonlume bir muhabbet akışı olmuştu.
Babamdan adĂ‚let, doğru sozluluk ve kanaatkĂ‚r olmayı oğrendim. KanaatkĂ‚r olmaya o kadar onem verirdi ki, bize surekli:
“-AslĂ‚ başkasının malına goz dikmeyin, AllĂ‚h ’ın size verdiğine rĂ‚zı olun!” derdi.
Cok dindar değildi. Bir namaz kılardı, bir de bizim başortu takmamızı emrederdi. İlkokulu bitireceğim sırada babam bana:
“-Kızım Fatma, ablan ilkokulu bitirir bitirmez başını orttu. Sen de okul bitince başını orteceksin.” dedi.
Ben hemen gidip babamı oğretmenime şikĂ‚yet ettim. Cunku okulda oğretmenim beni oyle kemalist yetiştirdi ki, 10 Kasım geldiğinde ağlamaktan gozlerim şişerdi. Oğretmen başımı orttureceklerini duyunca:
“-HĂ‚le, aslĂ‚ başını ortemezsin; sen bir cumhuriyet kadınısın!” dedi.
Babamı cok seviyorum, ama oğretmenin uzerimdeki tesirine bakın! Koşa koşa eve geldim, babama:
“-Baba, ben aslĂ‚ başımı ortmeyeceğim. Cunku ben bir cumhuriyet kadınıyım!” dedim.
Babam bana cevÂben:
“-Ben sana ortecek misin diye sormadım. Oğretmenine de sormadım. Orteceksin dedim, sen de orteceksin!” dedi.
Ben de bu cevaptaki kararlılık karşısında ve yıllardır kalbime attığı sevgi sebebiyle olsa gerek:
“-Tamam.” dedim.
Ben bu yuzden dînî vecibeler hususunda demokrasiye inanmam. Bırakılırsa henuz cok tecrubesiz bir cocuk olduğumuzdan nefis, şeytan ve cevre gĂ‚lip gelir. Ben cocuksam o da baba… Dînî mevzular ise iki dunyamızın selĂ‚metini oluşturan bel kemiği gibi, bu yuzden benim keyfime bırakılamazdı, oyle değil mi?
NEFİS, HAYIRLI VE İYİ OLAN HER ŞEYE ZORLANARAK ALIŞIR Tabi, nasıl cocuklarımız hasta olduklarında ilac icmeyi onların keyfine bırakmıyorsak ya da «Okula istediğin zaman git, istemediğin gun gitme!» demiyorsak, Ă‚hiret selĂ‚metlerini de onların keyfine bırakamayız. Nefis, hayırlı ve iyi olan her şeye zorlanarak alışır. Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de emir siygası ile “Cocuklarınıza yedi yaşına geldiklerinde namazı oğretin!” (Ebû DĂ‚vûd, SalĂ‚t, 26) buyurmuştur.
Evet, cok doğru soyluyorsunuz. Cocuk henuz onun onemini kavrayamaz. Rahmetli babamın oradaki tĂ‚vizsiz duruşu, benim ebedî saadetim icindi. Babam namazını cok îtinĂ‚lı kılardı, bu yuzden namazı uzun surerdi. Zaten vefĂ‚tı da bir ikindi namazı sonrası olmuş. İkindi namazını kılınca matbaanın başına gecmiş, henuz işine başlamadan orada kalp krizi gecirip vefat etmiş. Şehid olduğunu umuyorum.
Bir baba olarak bize cok duĂ‚ ederdi. Bugun AllĂ‚h ’ın dîni icin hizmet etmeye gayret eden birisiysem, bence bu babamın hĂ‚lisĂ‚ne duĂ‚ları sebebiyledir. Bunu yaşadığım bir hatıram ile anlatayım:
Ben babamın isteğiyle başımı orttum, amcamlara gittim. Ertesi gun okula giderken başımı acayım, babam nereden gorecek diye duşundum. Okula yakın bir sokağa gelince hemen başımı actım. Ama icime oyle bir urperti geldi ki, anlatamam. Hemen tekrar orttum. İşte orada icimdeki cumhuriyet kadını oldu. Neydi bu urperti ya da bir daha acmamak uzere ortmem. Bu, babamın duĂ‚sı vesilesi ile gelen hidĂ‚yet! İşte bu hidĂ‚yete cok inanıyorum; eğer babamın duĂ‚sı olmasa, ben savrulmuştum. Cunku orada kimse goremezdi beni zaten… Babam da kısa zaman sonra vefat edecekti, uzerimde otoritesi de kalmayacaktı. Bu yuzden anne-baba duĂ‚sı ve ozellikle baba duĂ‚sı cok onemli…
Benim İslĂ‚mî hizmetlere yonelişimin ilk halkası da babamın vefĂ‚tı ile başladı. Babam vefĂ‚t etti, cenazesi bizim evin avlusunda yıkandı, kefenlendi. Amcam bana:
“-Babanı gormek, vedalaşmak ister misin?” dedi. Ben de:
“-Olur.” dedim.
Babamı gordum, cenazesini tabuta koydular, goturduler. Gorduğum ilk cenaze, babamın cenazesiydi. Hocaefendi, amcama:
“-MevtĂ‚nın Kur ’Ă‚n okumayı bilen bir evlĂ‚dı var mı?” diye sormuş. Amcam:
“-Ben biliyorum, ben okuyayım.” demiş. Hocaefendi:
“-Olmaz, evlĂ‚dı okumayı biliyorsa evlĂ‚dı okusun!” diye ısrar edince beni cağırdılar. İcim yana yana babamın arkasından okudum. Sonra amcam, hocaefendiye:
“-Neden illĂ‚ evlĂ‚dı okusun diye ısrar ettiniz?” diye sormuş. Hocaefendi de:
“-Senin okuduğun ona cok da fayda etmez, ama evlĂ‚dının okuduğu bir besmele, ondan evvel gider; onu kabrinde bekler!” demiş.
Bunu duyunca benim dunyamda bambaşka ufuk acıldı. Babam olse de ona faydalı olabilecektim demek ki…. Bu dunyada ona cok faydam dokunmadı, fakat şimdi ona bir şeyler gonderebileceğimi duyunca cok sevindim. Artık her yaz kendimi Kur ’Ă‚n oğrenmeye ve okumaya adamıştım.
Az evvel anlattığım surecleri yaşadıktan ve Selcuk Universitesi İlĂ‚hiyat Fakultesini bitirdikten yaklaşık bir yıl sonra Diyanet İşleri Başkanlığı, on uc adet vĂ‚ize almak icin kadro actı. KPSS puanım yuksek, ama seksen civarı başvuran var ve torpilimiz de yok! Oradan da umitli değildim. Ama Allah lutfetti, oldu. Ruyamda anneannemi gordum. Bana:
“-Artvin ’e gel kızım!” dedi.
Ben de tercihe Artvin yazdım ve Artvin ’e tayinim cıktı. Artvin cok guzel, guvenilir bir yerdi. Kızımla yeni hayatımıza orada başladık. Orada medrese usûlu ders veren bir hocamız vardı. Onlarla Arapca ve Tefsir dersine katıldım. Kendimi yetiştirmem icin guzel bir zemin oluştu. VĂ‚izelik mesleği, surekli yenilenmeyi îcĂ‚b ettiriyor cunku…
O yıllarda bir ruya gormuştum: Ben Konya ’daydım. Osman Nûri Topbaş Hocamız da Konya ’ya gelecekmiş. Merhum ZĂ‚hid Kotku Hazretleri, bizim evin bahcesinde… Bana:
“-Sen bizim kızımızsın, evlĂ‚dım!” diyor.
Bahcenin supurgelerini topluyor, bana vereceklermiş. Fakat supurgelerin kimisi kucuk, kimisi buyuk…
Bahcemizde bir bakıyorum Mahmud SĂ‚mi Ramazanoğlu Hazretleri de var. Onun topladığı supurgeler ise cok duzgun, hepsi muntazaman derlenip toplanmış. Sami Efendi Hazretleri yanıma geldi, o duzgun supurge demetini bana verdi:
“-Artık bizim evlĂ‚dımızsın kızım!” dedi.
Benim o donemde ne MûsĂ‚ Topbaş Efendi ’den haberim var, ne de bu yoldan… Yıl 1999… Ben bu ruyanın akabinde hemen intisĂ‚b ettim. Âdeta gencliğimde ZĂ‚hid Kotku Hazretleri yetiştirdi, Sami Efendi Hazretleri ’ne teslim etti. Allah gani gani hepsinden rĂ‚zı olsun.
İstanbul Beşiktaş ’ta uzun yıllar vĂ‚izelik yaptınız. Sizi oralarda cemaatiniz cok sevdi. HĂ‚lbuki Beşiktaş bolgesi biraz zor bir bolgedir. Biraz da oradaki hizmetlerinizden bahsedebilir misiniz?
Artvin ’de uc yılımızı tamamladıktan sonra Diyanet İşleri Başkanlığı ’ndan tayin icin bir yazı geldi. Biz de kızımla oturduk, haritayı actık, nereyi secelim diye bakıyoruz. Konya ’yı istemek hic aklımızdan gecmedi. Kızım o sıralar ilkokula gidiyordu. Parmağını İstanbul Boğazı ’nın oraya koydu. Yazdık, direkt İstanbul Beşiktaş cıktı. Bazıları araya ne torpiller koymuş İstanbul ’a cıkmamış, bizim torpilimiz yok! Yazdık, “Allah bilir!” dedik, cıktı. Şimdi anlatıyorum, bazıları inanmıyor.
Geldik, vazifeye başladık. Beni asıl pişiren yer, İstanbul Beşiktaş ’tır. CenĂ‚b-ı Hak, beni burada Ă‚deta feleğin cemberinden gecirdi. Cemaatimin coğu subay hanımları, oğretmen emeklileri… Son donemde sarayda hizmet edenlerin torunlarını dahî tanıdım. Anadolu ’dan İstanbul ’a yerleşen Anadolu kadınları... Gittiğim her cĂ‚mide durum boyleydi. Beşiktaş; ne Uskudar ’a benzer, ne FĂ‚tih semtine… Hicbir semte benzemez. Belirgin kabulleri ve birtakım sĂ‚bit fikirleri vardır. Seni dinlemeleri icin kabullenmeleri gerekir; değilse mumkun değil, kendinizi dinletemezsiniz.
Beşiktaş ’ta bir vesîle ile cok kıymetli Murşide Haydaroğlu Hanımefendi ile tanıştım. O beni, ben de onu cok sevdim. Derslerime, vaazlarıma katılırdı. Bizi cok sahiplendi, kol kanat gerdi. Bizi İstanbul ’da bir başımıza koymadı, Allah kendisinden rĂ‚zı olsun! Yolumuzu sevdiren, yol-yordam oğreten, mĂ‚nevî bir annem oldu. Daha sonra Murşide Teyzemiz beni dergimiz yazarlarından Ayşenur Vural Hanımefendi kardeşimle tanıştırdı. O da beni Şebnem Dergisi ve sizlerle tanıştırdı. Boylece Şebnem Dergisi seruvenimiz de başlamış oldu, elhamdulillĂ‚h…
Roportaj: Halime Demireşik, Şebnem Dergisi, Sayı: 185
İslam ve İhsan