Rıhle Dergisi Genel Yayın Yonetmeni Ebubekir Sifil, son zamanlarda neş ’et eden ve İslam ’ın ozune zarar veren dini oluşumları islamveihsan.com ’da analiz etmeye devam ediyor. Kur'an ve sunnet yolundan sapan tasavvufî akımların İslam'ın ozune verdiği zararı anlatan Sifil, gunumuzdeki bazı İslÂmi akımların, kavram uretemediği icin İslam'ı, Batı'nın urettiği kavramlarla yeniden yorumladığını vurguladı. İslam'ın, Batı'nın urettiği kavramlara ihtiyacı olmadığını soyleyen Sifil, Muslumanların algı ameliyatına ihtiyacı olduğunu, bunun da tıpkı zamanında Oryantalistlerin yaptığı gibi kendi kavramlarımızı uretmekten gectiğini belirtti.Roportajın birinci bolumunu okumak icin tıklayınız.
Roportaj: Furkan Hasdemir - Omer Faruk Yasin
Tasavvuf, kendisini hangi cizgide konumlandırırsa, gerek cağdaş, gerekse tarihten tevarus edilen bir takım sapkınlıklardan kendisini koruyabilir?
Sorunun cevabı, asleyndir. Asleyn, Usulu'd Din ve Usul-u Fıkıh ’tır.
Tarih icinde de buyuk tasavvuf ehlinin, tasavvufu farklı yapılanmalar, yonelişlerden korumak icin vurguladığı şey Kur ’an ve sunnet merkezli, şeriat merkezli bir tasavvuftur. Vurgunun buraya yapılması da aslında asleyne yapılan bir atıftır. Cunku şeriat dediğinizde bir sure sonra bunun da gunumuzde tartışma konusu yapılabilindiğini unutmayalım. Bu iddialarla ancak asleyn zemininde mucadele edebilirsiniz.
Bakın enteresan bir şeydir; Turkiye'de cumhuriyeti kuran irade resmi olarak Elmalılı Hamdi Efendi merhuma bir tefsir sipariş etmiş ve yazdırmıştır ki cok da guzel bir tefsir. Ahmet Naim merhuma resmi olarak hadis kitabı sipariş ettirmiştir. Tercumesi ve şerhi cok da muazzam bir eser. Allah hepsine rahmet eylesin. Burada bir tutarsızlık, bir celişki yok mu? Bir taraftan medrese kapatacaksınız, Âlimleri asacaksınız, sureceksiniz; bir taraftan da tefsir ve hadis sipariş edeceksiniz. Nasıl bir şey bu?
MUSLUMANLARIN ZİHİN KODLARINI DEĞİŞTİRDİLER Asleyn olmayınca, tefsir de hadis de fıkıh da boşlukta yuzen şeylerdir. Bu tefsirler ve kitaplar hayatımızda yoktur. Cunku bizim zihin kodlarımız değişti. Oyle olunca da bunlar bizim icin cok fazla bir şey ifade etmez hale geldiler.
Muslumanların zihin kodlarını, reflekslerini bahsettiğimiz asleyn yani Usulu ’d-Din ve Usul-u Fıkıh ilimleri inşa ediyor. Bunlar hayatlarımızdan cıkınca dış gorunuşumuz, retoriğimiz ne kadar Muslumanca olursa olsun, hepimizin bilincaltı dunyasını bir kurcaladığımızda orada cok buyuk karmaşalar, kor noktalar, kara delikler olduğunu goruruz.
KUR'AN SADECE İNDİĞİ TARİHE HİTAP EDER DİYEN DEİSTTİR Bir Musluman duşunun, yaşadığı herhangi bir hadise karşısında “Bu zamanda boyle bir şey olmamalı!” gibi cumleler kuruyorsa, o Musluman ’ın bilincaltında kara delikler var demektir. Bu zamanı kutsayan, idealleştiren bu zihin yapısı Darwinizm ’dir. Darwin biyolojik bir evrimi savundu, bu da Darwinizm ’in sosyolojik bir versiyonudur. Sosyal Darwinizm ’dir. Oysa bizim zihin yapımız hep geriye doğru gider, Asr-ı Saadet ’e atıf yapar.
İşte bu zihin yapısını var kılan, orneğin; Allah rızasını aramayı sağlayan şey Usulu ’d-Din ’dir ama bunun cok farkında değiliz. Akaid metinlerini okurken goruyoruz ki Cenab-ı Hak insanları yarattı ve onlara bir takım emirler verdi, bir takım şeyleri yasakladı. Bu bizi belli bir istikÂmete yonlendiriyor. Bugun siz din, Kur'an, sunnet tarihseldir dediğinizde farkında olmayarak bir Deizm yapıyorsunuz. KÂinatı yaratmış ve kenara cekilmiş bir tanrıdan bahsetmiş oluyorsunuz.

- Biz Sosyolog Eyup Taşoz ile bir roportaj yapmıştık. Kitlesi İslamî hayattan uzak olan insanlardan oluşan kitapcıların cok satanlar listesindeki ilk on kitaptan altısının Allah lafzını taşıyan isimlerle raflardaki yerini aldığından bahsetmişti, "Allah de otesini bırak" gibi. Ve bunun İslamsız bir Tanrı inancı olduğunu vurgulamıştı. Aslında bu durum dediklerinizi olcumlenebilir olarak da tasdiklemiş oluyor değil mi?
Evet. Tasavvuf alanında da bu tarz yapılanmaların olduğunu biliyoruz. Mevlana ’yı Yunus Emre ’yi kopurterek ve bunların carpıtılması uzerinden suya sabuna dokunmayan, akmayan, kokmayan, bulaşmayan bir Muslumanlık, bir tasavvuf ya da bir Kuran ve sunnet anlayışı, algısı oluşturulmaya calışılıyor.Tehlikeli olan bu ve bunun cozumu, caresi, başka şansımız yok, Usulu ’d-Din ’dir.
"BENİM İSLAM DERDİM VAR" DİYEN BU ACİLİYETİ GORMELİ Mecelle ’den bu yana İslam dunyasında fıkıh alanında orijinal bir tek uretim yok. Hadis kitapları, fıkıh, tarih, tasavvuf kitapları yazıyoruz fakat Usul-u Fıkıh alanında Mecelle ’den bu yana orijinal bir uretim yoktur. Ve Mustafa Sabri Efendi ’den bu yana da Usulu ’d-din alanında orijinal bir uretim yoktur. Turkiye ’de durum cok daha acıdır. “Ben Usulu ’d-Din okumak istiyorum” diyen bir insan, Allah yardımcısı olsun, hoca bulamaz. HÂlbuki Usulu ’d-Din dediğimiz şey akidedir, akide de işin temelidir. Dolayısıyla bunlar ust yapı meseleleridir. Altyapıda kaybettiğimiz o şeyi fark edip yeniden onun tahakkukuna, elde edilmesine yonelik ciddi, uzun soluklu calışma yapılmadığı surece bunları konuşmaya devam ederiz.
Bir taraftan Selefilik, bir taraftan ılımlı İslam, diğer taraftan sapkın tasavvuf akımlarını bir taraftan Şiilik konuşuruz.
Bunları hep konuşuruz cunku bu yapı hastalıklı bir yapı ve bunları uretmekle yaşıyor. Dışarıdan bu hastalıkları, virusleri, mikropları ureterek kendini devam ettiriyor.Bunlarla sivrisinek oldurerek baş edemeyiz. Zihniyeti ameliyat masasına yatırmamız lazım. Bu memlekette benim İslam diye bir derdim var diyen ve elinde imkÂn bulunduran herkesin bu aciliyeti bir an evvel fark edip buraya yatırım yapması lazım. Yoksa yetiştirdiğimiz urun bir sure sonra genetiği değiştirilmiş yapılar olarak karşımıza cıkacak.
1978-79 yıllarındaki Washington Uzlaşmaları'ndan sonra Kapitalizm dunya geneline yayıldı. Akabinde Anti-kapitalist Muslumanlar yapılanması zuhur etti. "İslam icin masum insan oldurulur" diyen "Aşırı cihatcılar" cıktı. Ardından ılımlı İslam fikrine şahit olduk. Teknik olarak yeni bir akım ortaya cıktığı zaman yahut dunya değiştikce, konjonkture gore İslam ’ın yanına bir olguyu eklemek zorunda mıyız? İslam bu protezlere muhtac mı?
KAVRAMLARI BİZ URETMELİYİZ Dikkat ederseniz bunların her biri birer kavram. Ilımlı İslam, Protest İslam, Antikapitalist İslam, Siyasal İslam, MuhafazakÂr İslam… Tam da soylemeye calıştığım şeyin onemini vurgulayan bir noktaya geldik. Tarih boyunca İslam alimleri hep İslami kavramları canlı tutan, guncelleyen calışmalar yapmışlar. Seyyid Şerif Curcani, Muhammed Ali Tehanevi gibi Âlimlerin bu ıstılahatı canlı tutmak ve hayatın icine sokmak gibi dertleri var. Kavram uretecek zemininiz varsa zihniyeti, duşunce tarzını dolayısıyla fikriyatı siz belirleyebilirsiniz. Kavram uretecek mekanizmanız yoksa başkalarının urettiği kavramları kullanmak zorunda kalırsınız.
ILIMLI İSLAM VATİKAN KONSİLİ'NİN URUNUDUR Ilımlı İslam dediğimiz şey 1962-65 yılların arasındaki 2. Vatikan Konsili'nde kotarılmış kavramlardan birisi. Orada dort tane temel kavram belirlediler. Biz şu an farkında olmadan bu kavramlar ekseninde konuşuyoruz. Bu kavramdan birisi “İnkulturasyon” kavramıydı. "Artık klasik misyonerlik calışmaları tepki goruyor. Bunu değiştirelim insanları illa Hristiyan olmaya zorlamayalım. Onun yerine hangi dine ve kulture mensup olursa olsun, toplumlar, bizim urettiğimiz kavramları kullansın ve zihin dunyaları bunları kabul etsin"dediler.
Şunun farkındalar; kavramlar duşunceleri oluşturuyor, duşunceler kanaatlere donuşuyor ve bir sure sonra kanaatler inanclara donuşuyor, inanclar imana donuşuyor. Zihnin işleme sureci boyle.
KALKINMA KAVRAMINI SORGULAYAN MUSLUMAN GOREMEZSİNİZ Kavramı siz belirlediğiniz anda insanın zihnini siz kontrol ediyorsunuz. “Ben kalkınma denen şeyi sorgulamak istiyorum” diyen bir Musluman goremezsiniz. Sultan Abdulhamit Han, buyuk bir dirayet orneği gostererek, Osmanlı ’nın yıkılışını her turlu riski ve tehlikeyi goze alarak 30 sene geciktirmiştir. Fakat birkac istisna dışında donemin butun alimleri ve aydınları amansız Abdulhamid duşmanlarıydılar. Abdulhamid Han icin, “Yıldız Sarayı ’nı işgal etmiş olan mustebit” diyorlardı. Bugun Başbakan'ımıza da dedikleri gibi.
O gunun gazetelerini okuduğumda bu mustebit, istibdat lafzını okuduğumda ilk genclik yıllarımda, hedefte kim var diye merak etmiştim. Sonra anladım ki hedefte Sultan Abdulhamid Han varmış. Sebep ise batıdan esen uhuvvet, musavat, adalet, hurriyet vs. gibi kavramlar. Bu kavramlar eşliğinde İslam ’ı yeniden duşunup takdim etmeye başladığınızda, karşınıza istibdat, saltanat, padişahlık cıkıyor. Burada iki onemli soru kafamızı meşgul etmeli: Bugunun sapkın akımlarına, gidişatına itiraz ederken biz İslami kavramlar kullanarak mı itiraz ediyoruz? Bu kavramları hangi zemin uretir İslam ’da?
İslam ’da hayata birebir vaziyet eden, dahli olan kavramları daha once de bahsini ettiğimiz iki ilim dalının vucut verdiği Fıkıh, Hadis, Tefsir, Akaid gibi ferdi ilimler uretir. Bunların temelinde Usulu ’d-din ve Usul'u Fıkıh vardır.
Ne konuşursak konuşalım mevzu buraya gelecek. Bu aciliyeti bir an evvel farketmemiz lazım. İlahiyat fakultelerinde bu kadar talebelerimiz var, medrese dediğimiz yapılarda bu kadar calışmalar var. Ama olmuyor, olmuyor, olmuyor. Olmaz!
TEDAVİNİN DEVLET ELİYLE OLMASINI BEKLEYEMEYİZ Devlet eliyle mi olacak?
Devlete ihtiyacımız yok. Keşke mumkun olsaydı ama devlet eliyle olmasını beklersek kendimizi kandırırız. Turkiye ’deki sivil, İslami anlamda ciddi hizmetler ureten yapılar, devletten daha etkililer ve bunu yapabilecek durumdalar. Oncelikle bu aciliyeti fark etmeleri ve gundemlerine almaları lazım. Bu gercekleşirse, Oryantalistlerin bir ara yapmaya calıştıkları şeyi biz yapmaya başlayacağız. Oksidentalizm dediğimiz şey buraya da dayanması gereken bir şeydir. Siz kavram uretirseniz Batı'yı ve Batı'dan esen ruzgÂrları, Turkiye ’nin bugunku realitesini, vakıasını İslami kavramlar esasında izah ederseniz, zihin yapısı bu eksende donuşecektir.
BAKIN KAVRAMLAR NELERE YOL ACIYOR? Bakın bir enteresan ornek vereyim size. Biz soze başlarken klasik donem, "Modern donem, "Postmodern donem" dedik. (Roportajın birinci kısmı) Bunlar meseleyi anlatmak icin bize pratiklik sağlayan kavramlar. Ama dikkatli kullanmamız gerekiyor. Cunku bu kavramlar bize ait değil. Fakat bu kullandığımız kavram bize ait olmayan bir dunyayı anlatmak icin kullandığımız icin tehlikeli değil; fakat aksine bizim dunyamızı, kendi vakıamızı, batılı olan bu kavramlarla izah etmeye kalkıştığımızda asıl tehlike o zaman başlıyor.
Bu durumda ortaya “Cağdaşlık” ve “Geleneksellik” gibi iki farklı, karşıt kavram cıkıyor. Siz bir adam “Gelenekcidir” dediğinizde, “Bu adamın bugune dair soyleyecek cok fazla bir şeyi yok, kafası eskide dondu kaldı, bugunun dunyasına uyum sağlaması, cozum uretmesi mumkun değil” demiş oluyorsunuz ve bir kavramla yapıyorsunuz bunu. Fakat “Bu adam cağdaştır” dediğinizde “Bugunun dunyasında varlığını ortaya koymuş bir adam”dan bahsediyorsunuz.
Bunların bizim Turkcemizde doğru, durust bir karşılığı yok. Aklı başında Araplar bu kavramlara oyle bir karşılık bulmuşlar ki bu kavramların bizim zihnimizde oluşturdukları yapının 180 derece tersi cağrışımları oluşturuyorlar.
ARAPLAR GELENEKCİLİĞE "ASİLLİK" MODERNLİĞE "HADES" DEDİ Orneğin Araplar, modern olana “El hadÂse” diyorlar, yani kotu manada, koksuz, sonradan cıkmış, zıpcıktı anlamına geliyor. Peygamber Efendimiz buyurmuş ki “Kûllu muhdasin bid'ah ve kûllu bid'atin dalaleh”. Yani “her muhdes bidattir ve her bidat dalalettir.” Burada muhdes İslam ’da koku olmayan, sonradan ortaya cıkan manasına geliyor. Bakın cağdaşa zıpcıktı dediler ve onu etiketlediler. Bizim gelenekci, geleneksel dediğimiz şeye de onlar, “El asaleh” dediler. Bu kavramda hem asıl olmak hem de asil olmak manası var. Şimdi bir Arap ’ın zihninde bu kavramların etkisine, bir de bizim zihnimizdeki etkisine bakalım. Kavramları siz belirlerseniz kazanan, yonlendiren siz oluyorsunuz. Fakat kavramları uretecek mekanizmanız, altyapınız yoksa bunu başaramazsınız.
İslam ve İhsan