
Şebnem dergisi yazarlarından Halime Demireşik ’in Nurhayat Hanımefendi ile yapmış olduğu roportajdan bir kesit… Buyurun, hizmetin, fedakÂrlığın ve muritliğin aşkla nasıl yaşanacağına şÃ‚hit olmaya…Roportaj: Halime Demireşik
Bir rivayette:
“Evlatlarının hayırlı olmaları icin onlara yardımcı olan anne-babalara Allah rahmet eylesin!” buyrulmuştur.
Bu ay okuyacağınız roportajımızı yaparken bu ifadelerin doğruluğunu cok hissettim, eminim ki, sizler de okurken aynı duyguları hissedeceksiniz. Bizim toplumumuzda “hak” deyince, hep anne-babaların evlÂtları uzerindeki hakları anlatılır, anlaşılır. Belki bu cok gundeme getirildiği ve cocukların, anne-babaları uzerindeki haklarından hic bahsedilmediği icin yeni nesle nasihat etmek istediğimizde:
“-Başlamayın yine, anne-baba hakkı anlatmaya! Biz bunları biliyoruz. Ama anne-babamız da bizim hakkımıza giriyor! Dînimizde buna dÂir bir şey yok mu?” diyorlar, haklı olarak…
MÂlum, bir hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz:
“EvlÂdınıza ikrÂm edin! Ana-babanızın sizde hakkı olduğu gibi, evlÂdınızın da sizde hakkı vardır!” buyruluyor. (Heysemî, VIII, 268)
İşte bu ayki roportajımızda evlÂtlarını, gelinlerini, damatlarını birer emÂnet olarak gormuş ve onları, kendi guzel ahlÂkının tesiri ile yetiştirmiş buyuklere, onların bu guzel ahlÂkına bîgÂne kalmamış ve kendilerine, hayırlı bir evlÂt olmak icin zevkle hizmet eden fedakÂr evlÂtlara cok guzel numûneler bulacaksınız. Belki defalarca altı cizilip okunacak bir hazine kıymetinde yaşanmış nasihatleri hayatımıza taşıyacağız.
Muhterem Nurhayat Eryılmaz Hanımefendi ile tanışıklığımız yirmi yılı aştı, artık… Bu sayfalarda anlattığından daha gayretli ve hizmet ehli bir hanım ablamız olarak kendisini gorduk, tanıdık. Allah, ihlÂs ve hizmetini dÂim eylesin. Biz her seminerinde ve ikili sohbetlerimizde kendisinden cokca istifade ettik. Bu kıymetli ablamızdan ve hatıralarından, butun kardeşlerimizin de istifade etmesini istedik.
HİZMET, FEDAKARLIK VE MURİTLİK AŞKLA NASIL YAŞANIR? Buyurun, hizmetin, fedakÂrlığın ve muritliğin aşkla nasıl yaşanacağına şÃ‚hit olmaya…
Kıymetli Nurhayat Hanımefendi, sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Kayseri doğumluyum. Cok mutlu bir cocukluk gecirdim. AllÂh ’a binlerce şukur olsun İslÂm ’ı yaşayan bir Âile icinde buyudum. Şimdiye kadar hep geniş bir Âile icinde yaşadım. Şimdi burada sizlere anlatacağım her şey, geniş Âile icinde bulunmanın bereketi olan bir miras… Ben de o mirası kullanacağım inşÃ‚allÂh.
Yaklaşık on bir yaşıma kadar alt katımızda bulunan anneannemin yanında yattım. Burası, benim icin mÂnevî bir okul gibiydi. Anneannem, M. Sami (Ramazanoğlu) Efendimiz ’e intisÂbı olan, hÂl ehli bir hanımdı. Dedem, ben beş yaşındayken vefat etmişti. Ben, geceleri seherlerde uyanması, du ile yatması, mutfakta her işini besmeleyle yapması gibi bircok guzel hasleti anneannemden gorerek buyuyordum.
Ablam evlendiğinde on beş yaşındaydı, ben de henuz on yaşındaydım. O zamanlar toplumda akrabalar, komşular birbirinin cocuklarına sahip cıkardı. Bir genc kız buyuduğunde, komşu teyzeler, anneye bile fırsat vermeden o kıza ne nasihat edilecekse uygun bir dille anlatır, oğretirlerdi. Ben on yaşındayken komşumuz bana:
“-Nurhayat, ablan evleniyor. Artık evin genc kızı sensin, kızım!” dedi.
Ben de o zamanki mesûliyet duygusu ile kaygılanarak ablamı izlemeye, neler yapıyor diye takip etmeye başladım. Ablam erkenden cayı ocağa koyardı. Ablam evlenip gidince ben de o sabah heyecanla kalktım ve cayı hazırlayıp ocağa koydum. Anneannem kalkınca bana:
“-Ne yaptın Gul Nurhayat!” dedi.
(Rahmetli, bana hep “Gul Nurhayat!” diye seslenirdi.)
“-Cay koydum, anneanneciğim!” dedim. Anneannem:
“-Peki, cayı ocağa koyarken abdestin var mıydı?” dedi. Ben:
“-Yoktu.” diye cevapladım. O zaman:
“-Kızım, ısıttığın bu su ile bulaşık yıkayalım.” dedi.
Ben de bulaşık yıkadığımız plastik leğeni alıp getirdim.
“-Buna suyu koyarsak cabuk soğur. Tekrar ısıtmak icin başka kaba koyarsak zaman israfı olur. Bakır kap getir, onda soğusa bile hemen ocağa koyar, ısıtırız.” dedi.
Ayağından terliğini cıkarıp ayağını pıt pıt yere vurarak:
“-Mutfağa asl abdestsiz girmeyeceksin, kızım!” diyerek Âdeta kalbime bir muhur basar gibi, bana birkac dakika icinde abdestsiz mutfağa girilmeyeceğini, zamanın israf edilmemesi gerektiğini oğretmişti. Ben gidip abdest aldım. Cayı ocağa abdestli koydum, gune abdestli başladım. Biz zannederiz ki, on yaşındaki cocuk, kucuk!.. Oyle değil işte… Yapılan, soylenen her şey kalbine ilmek ilmek nakşoluyor. İleriki yaşlarında o nakşettikleri hep karşısına cıkacak. Mesel yatarken ettiğim duÂlar, ondan oğrendiğim duÂlardır ve ben hÂl bu duÂları okuyarak uyuyorum:
“Yattım sağıma, dondum soluma,
Melekler şÃ‚hid olsun, dînime, îmÂnıma…
Ayağımla başım, her ne kadar yaşım,
Hatalarım icin tevbe estağfirullah, tevbe estağfirullah!
Ayağımla gittiğime, bilir bilmez ettiğime,
Her ne gunah işlediğime, tevbe estağfirullah, tevbe estağfirullah!”
Bunları soyledikten sonra FÂtiha, İhlÂs, FelÂk, NÂs Sûreleri ’ni ve Âyetu ’l-Kursî ’yi okur, sağ tarafımıza donerek zikrede zikrede anneanneciğimle uyurduk…
Huzur icinde yattığım bu yatağı, bir hatam sebebi ile kaybettim. Az once de soylediğim gibi, biz Âile apartmanında otururduk. Babam, kalp hastası olduğundan annem ona hic kıyamazdı. Bu yuzden kaloriferi kendisi acıp kapatırdı. Anneannem bir gun oksurdu. Annem de anneanneme:
“-Anneciğim, eğer gece uşuyorsan geceleri kaloriferi sondurmeyeyim!” dedi. Ben de henuz on, on bir yaşlarındaki bir cocuk aklı ile:
“-Anneannem geceleri kalkıp cok du edip oturuyor. Ondan uşuyordur.” dedim.
O an anneannem hiddetli bir şekilde bana donup:
“-Nerede gordun beni!” dedi. Sonra anneme donup:
“-Kızım, Nurhayat geceleri cok ustunu acıyor. Artık yukarıda sizin yanınızda yatsın!” dedi.
İşte anneannemin ibadetini ifşÃ‚ etmemden dolayı ust kata cıkarıldım. Bu hÂdiseyle de sır saklayamamanın cezasını odemiş oldum.
Yıllar sonra anneannemi olmeden once ziyarete gitmiştim.
“-Anneanne beni sen neden ust kata gonderdin. HÂlbuki ben seninle kalmayı cok severdim. HÂl buna uzuluyorum!” deyince benden helÂllik aldı.
“-Yavrucuğum hakkını helÂl et. Zerre kadar bir ibadetimiz var. O da ifşÃ‚ olursa Rabbime hangi ihlÂslı ibÂdetle varacağız diye duşunerek Rabbimin rızÂsını kaybetmemek icin o an refleksle soyledim.” dedi.
İşte oyle hÂl ehli, mahfî bir hanımdı. Belki bu yuzden insanlar uzerinde sozuyle hÂliyle cok tesir uyandırırdı. Mesel Kayseri ’de gelin dÂveti olsa veya bebek mevlidi olsa yahut bir yemek daveti verilecek olsa hemen anneannemi cağırırlar:
“-Vesile Hanım Teyzeciğim, yemeğe senin elin değince lezzeti, bereketi başka oluyor!” derlerdi. O da mahcup bir şekilde:
“-Yavrum, yemeğe lezzet veren ne yağıdır, ne de eti… Ona lezzet veren, yemeği abdestli, besmele ile başlayarak, ihlÂs okuyarak ve Rabbimiz ’in verdiği nîmeti tefekkur ederek yaparsanız cok lezzetli olur.” derdi.
Bir de yemeğini yaptığı evin sahibesine:
“-Yağını, etini sen koy, ben karıştırayım!” derdi. Ev sahibleri:
“-Yok, Vesile Hanımteyze sen koy!” derlerdi.
O, ısrara rağmen koymaz, malzemeleri ev sahibine koydurur, kendisi sadece karıştırırdı. Bir gun eve gelince sordum:
“-Anneanne, sen malzemeyi neden koymak istemiyorsun? HÂlbuki cok ısrar ediyorlar.” Anneannem de:
“-Kızım bilmeyerek ev sahibinin koymak istediğinden fazla yağ veya et koyarsam gonulsuz olur. O zaman ben de vebÂle girerim diye endişe ediyorum, o yuzden kendilerine koyduruyorum. Yemeğe lezzetini, insanların ağzına tadı ben vermiyorum. Hepsini Rabbim veriyor!” demişti.
Az bilgisi ile cok takvÂlı yaşamaya gayret ederdi. Bize de surekli hayır telkinlerde bulunurdu. Biz yeni evli genclerken, tabi, biraz dunya susune duşkunduk. Bazen bizim kıyafetlerimizi pek takvÂya uygun bulmaz:
“-Bunları giymeyin!” derdi. Biz:
“-Beylerimiz boyle istiyor.” dediğimizde ise, anneannem:
“-Siz isteseniz beylerinize her şeyi kabul ettirebilirsiniz!” derdi.
“-Nasıl olacak bu?” dedim.
Bir hÂtırasını anlattı: Dedem, mÂlî muşÃ‚virmiş. Tabi, o zamanlar evlerde misafir gelince kadın-erkek karışık, aynı odada oturulurmuş. Annem de bir gun eve gelen misafirler sebebiyle:
“-Karışık oturulacaksa, beni boşa! Ben kendi hÂlimde Rabbimle baş başa yaşayayım.” demiş. Dedem:
“-Vesîle, sen benim dort cocuğumun anasısın. Ben senden rÂzıyım. Bir bu sebeple ben seni hic boşar mıyım?” demiş ve bir daha karışık ortamda oturulmasına hic musaade etmemiş. Bazen yÂveriyle evin ihtiyaclarını alıp gonderse tesbihini yÂvere verirmiş. YÂver, kapıdan tesbihi gosterince anneannem kapıyı acarmış. Eğer gelen erkek, bir tesbih gostermezse, kapıyı yabancı bir erkeğe acmazmış. Şimdi hatırlıyorum; kapıya tesbihle gelen yabancı erkekle konuşurken tulbentinin bir ucunu ağzına alarak konuşurdu.
“-Anneanne, neden ağzına tulbent alıp konuşuyorsun?” diye sormuştum.
“-Kızım, adam sesi ne guzelmiş diye icinden gecirirse, Rabbime nasıl hesap veririm!” demişti.
Bize dunyaya duşkun olmamayı anlatırken:
“-Dort tane kız evlendirdim. Carşıya cıkıp dort metre kumaş alıp giymedim. Rabbim bundan bana sormayacak!” derdi.
Carşı işini hep dedem gorurmuş. Dedem carşıya gider, kumaşcıda biraz oturur, hanımlar en cok hangi kumaşları beğenip alıyorsa ondan alır gelirmiş. Anneannemin cok guzel, kendi eliyle işlediği nakışlarla suslenmiş, dikili elbiseleri vardı.
“-Nereden aldın?” diye sorunca:
“-Deden, en guzelinden bana da, kızlarıma da alır getirirdi kızım!” derdi.
Anneannem, Hacı BayrÂm-ı Velî Hazretleri ’nin soyundanmış. Her şey soydan olmuyor. Anneannemin kardeşleri de vardı, onlar oyle değildi, daha dunyevî yaşarlardı. Ama anneannem, takvÂyı hayatına gecirmişti sanki… Biz omru boyunca yere ayağının abdestsiz bastığını hic gormedik. Ezan okunduğu zaman elinde mantı hamuru bile olsa bırakır, hemen namazını kılardı. Hayatında zaman israfı diye bir şey yoktu, elinden Kur ’Ân duşmezdi.
Annemin gunune gelen bazı eş-dosttan fakir olanlar vardı.
“-Giderken aşağıya bana uğrayın.” derdi.
Asl parayı yanına alıp ust katta vermezdi, kimse gormesin diye… Onlar giderken alt kata gelirler, anneannem de fark ettirmeden ceplerine sıkıştırırdı. O gizli bir hazineydi. Bize veya etrafındakilere her zaman hayırlı oğutlerde bulunurdu. Ben ilk sozlendiğimde bana:
“-Kızım, «KayınvÂlidemle arama anne-kız muhabbeti ver!» diye AllÂh ’a du et.” dedi.
Bizi namaz kılarken gorunce:
“-Yavrum, siz daha gencsiniz. Sizin gunahınız cok az. DuÂlarınız daha makbul. Ne olur bize de du edin!” derdi.
Yolda bir bina inşaatı gorse, durur:
“-AllÂh ’ım! Yapanlara kolaylık ihsan eyle. Oturacak olanlara da hayırlı mubarek eyle!” diye du ederdi.
Evimiz, cÂmiye yakındı. CÂmiden bir cenÂze kalksa:
“-Kızım, not al. 52. gecesinde okuyalım.” derdi.
Yani bizim hic 52. gunumuz bitmezdi.[1] O gece o cenÂzelerin rûhuna mutlaka okurdu. Tanımadığı o cenazeler icin ağlayarak:
“-Y Rabbi, ilk gecelerini onlara kolay eyle!” diye du ederdi.
Sabah seherde cocuğunun elinden tutmuş namaza giden baba-oğlun arkasından da şukur gozyaşı ile ağlayarak du ederdi.
O zamanlar boş erkeklerin gittiği kahvehaneler vardı. Şimdi adı cafe oldu, kadın-erkek herkes gidiyor artık... Anneannem bir kahvehanede boş boş oturan erkekleri gorunce:
“-AllÂh ’ım, bunlara akl-ı selîm nasip eyle! Evlerinde eşleriyle cocuklarıyla beraber huzurla otursunlar, buralardan onları kurtar!” diye du ederdi.
Bugun cafelerde erkek ve kadınların boş boş saatlerce oturduklarını gorunce ben de anneannem gibi cok uzuluyorum. Boş, mÂlÂyÂnî şeyler bunlar… Şimdi evlerimizde fincanlarımız, tabaklarımız tertemiz dururken kahvehÂne koşelerinde, (ben onlara cafe demiyorum), demir sandalyelerin uzerinde insanın bir kahvaltı parasını plastik bir bardakta ictiği bir fincan kahveye vermesini hem anlamıyorum, hem de cok uzuluyorum. Anneannem hanımların da boyle kahvelerde boş vakit gecirdiklerini gorseydi, uzuntuden kahrolurdu herhalde... Bizim zamanımızdaki o hassas insanlar, o guzel hÂlleri de alıp gittiler sanki.
Anneciğimle babacığımdan bahsedecek olursak…
Babam cok merhametli idi. Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in sunneti diye anneme yeri geldiğinde yardımcı olurdu. Cok duzenli ve tertipli bir insandı. Yatarken bile terliklerini giyilecek şekilde cevirerek duzgunce bırakırdı. Sabah abdest almaya kalktığında bile hemen yorganını duzeltirdi.
“-Annem, namazdan sonra gelip yatmayacak mısın, efendi?” dediğinde:
“-Gelmeye senedimiz mi var hanım!” der, sanki gelmeyecek gibi her şeyi duzenli bırakırdı.
Camaşır yıkamanın, kurutmanın zor olduğu o gunlerde bile hanımların ve erkeklerin havluları mutlaka ayrı olurdu. Bize hayatımızda iktisadlı olmamızı, îtidÂl uzere hareket etmemizi tavsiye ederdi. Bizi ozellikle fakir fukarayla ic ice bulundururdu. HÂlbuki bizim maddî durumumuz iyiydi. Ama toplumun hÂlinden anlayalım isterdi.
“-İşlerin nasıl gidiyor?” diye sorulsa, her zaman:
“-Elhamdulillah, şukur!..” der, en zor zamanlarda bile şikÂyet etmezdi.
Bizim evde, “Akşama ne pişireceksin?” sorusunun her zaman cevabı aynıydı:
“-Allah ne verdiyse!..”
“-Sofrada neden şu yok, bu yok!” denmezdi. Onumuze gelen nîmete hurmet vardı. Babam:
“-Şukrun, zikrin, hamdin kadar zenginsin!” derdi.
Bazen eve gelirken yanında bir fakir getirirdi. Annem de hazırlıksızsa, dara duşmesin diye bir de kıyma alır:
“-Bunu kavurun, misafirin onune koyun.” derdi.
Sofrayı da bize kurdurur, yine bize toplatarak insana hizmet etmeyi oğretirdi. Ayrıca bir lokma ekmeğe insanların nasıl muhtac olduğunu gormemizi isterdi herhalde...
Dipnot:
[1] Vefat etmiş birinin ardından belli gunler konulmaksızın hayır, hasenat ve duÂda bulunulur. Ancak yedinci, kırkıncı, elli ikinci gun gibi belli gunlere mahsus bir ibadet şekli, dinimize dayanmamaktadır.
Roportaj: Halime Demireşik, Şebnem Dergisi, Sayı: 192
İslam ve İhsan