
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, 23 Nisan 2021 tarihinde Erkam Radyo ’da yayınlanan “Aile Medeniyetimiz” programında Munir Arıkan'ın konuğu oldu ve sorularını cevapladı...
Âile Medeniyetimiz Programı Ozel MulĂ‚kĂ‚tı (23 Nisan 2021) Munir ARIKAN: Aziz dostlarım, can dostlarım!
Erkam Radyo ’nun, Erkam TV ’nin değerli gonuldaşları!
Erkam TV, Erkam Radyo ortak yayınıyla -elhamdulillĂ‚h- Rabbimiz ’in lûtfuyla, yepyeni bir programla sizlerle beraberiz. Hepinizi sevgiyle, saygıyla, duayla, muhabbetle, hurmetle selĂ‚mlıyorum.
Rabbime sonsuz şukurler olsun; mubĂ‚rek bir ayda, boylesine mubĂ‚rek bir gunde, kadim geleneğimizin, kadim değerlerimizin cok onemli bir konusunu, bizlere lûtfeyledi, emĂ‚net eyledi. Ve boyle mubĂ‚rek bir ayda, değerli UstĂ‚dımızla birlikteyiz.
Efendim, cok teşekkur ederiz, kabul buyurdunuz.
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: Estağfirullah, estağfirullah...
Munir ARIKAN: Aile Medeniyetimiz programımızın ilk konuğusunuz. ŞerefyĂ‚b olduk. Allah rĂ‚zı olsun!
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: Teşekkur ederiz...
Munir ARIKAN: Vaktiniz icin, teveccuhunuz icin…
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: Estağfirullah...
Munir ARIKAN: Cok teşekkur ediyoruz. Muhterem Efendim. Hepimizin mĂ‚lûmu, butun dunyada en sağlam kalemiz, en son elimizdeki burcumuz, “Ă‚ile”mize karşı buyuk bir saldırı var, topyekûn bir saldırı var.
NikĂ‚hsız birlikteliklerin inanılmaz bir şekilde arttığı, fuhşiyĂ‚tın normal, evliliğin -hĂ‚şĂ‚- delilik kabul edildiği bir cağdayız. Medeniyetimizde “Ă‚ile”nin değeri nereden geliyor?
Aile bizim medeniyetimiz icin, nicin bu kadar cok onemli ve değerli ki, saldırılar buraya yapılıyor? Buyrun efendim.
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: Peki efendim. Cok muhterem kardeşlerimiz!
Aile insanlığa Ă‚it bir keyfiyettir. Diğer mahlûkatta boyle bir keyfiyet yoktur. Onlar serbesttir.
Ailenin duzgunluğu, toplumun şahsiyet ve haysiyetidir. Toplumlar daima faziletli ailelerle terfî etmişlerdir. CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rızĂ‚sı takvĂ‚ya bağlıdır.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz her hususta zirve bir ornek olduğu gibi, aile hayatında da zirve bir ornektir. “Usve-i hasene” buyuruluyor.
Rasûlullah Efendimiz, insanlıkta bir Ă‚bideydi. Butun insanlığa ornektir. Rasûlullah Efendimiz ’in ailesine bir nazar ettiğimiz zaman; o ailede huzur vardı, merhamet vardı, fazilet vardı, fedakĂ‚rlık vardı. En mustesnĂ‚ zevc, Rasûlullah Efendimiz ’di. O muhteşem Ă‚ilede luks, gosteriş ve bencillik yoktu. O ’nun hanesinde bazen gunlerce yemek pişmediği olurdu. Fakat Efendimiz ummetin huzuru ile gıdalanırdı. En muhimi o. Yani O, acları doyurmakla doyardı.
Aile o kadar muhim ki:
İlk insan ve ilk peygamber, aynı zamanda insanlık ailesinin babası. Âdem -aleyhisselĂ‚m- bir baba olarak geliyor.
İnsanlık; evrimci ve materyalist nĂ‚danların iddia ettiği gibi, yarı vahşî, avcı bir topluluktan değil, mukaddes bir aileden neş ’et etmektedir.
Aile o kadar muhim ki:
Kur ’Ă‚n-ı Kerim ’de;
رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا
(“(Ve o kullar): «Rabbimiz! Bize gozumuzu aydınlatacak eşler ve zurriyetler bağışla ve bizi takvĂ‚ sahiplerine onder kıl…” [el-FurkĂ‚n, 74]) buyuruyor. Yani:
“Rabbimiz! Bize gozumuzu aydınlatacak eşler…”
Gozumuzun nûru olan eşler ve zurriyetler, gozumuzun nûrunu aydınlatacak
وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا
(“…Ve bizi takvĂ‚ sahiplerine onder kıl…” [el-FurkĂ‚n, 74]) Toplum da takvĂ‚da onder olacak.
Yani zevc-zevce goz nûru olacak. Onlardan yetişen evlĂ‚tlar da goz nûru olacak. Toplum da takvĂ‚da bir numûne olacak. Bu, zaman zaman, asr-ı saĂ‚detten beri, zaman zaman bu yaşandı. Hakikaten toplum, takvĂ‚da ornek oldu. Osmanlı ’da bunu en bĂ‚riz şekilde goruyoruz.
Hakikaten huzurlu bir aile yuvası, gelecek nesillere İslĂ‚m şahsiyetinin kazandırıldığı bir mektep vazifesi icra eder. Bu sayede toplum; temiz, iffetli ve nezih bir hĂ‚le gelir.
İnsanı yetiştiren ailedir.
Ana-baba, evlĂ‚tlar, akraba arasında saygı ve muhabbet bağları kurulur. Hem de hak ve mes ’ûliyetleri meydana getiren bir aile hukuku tesis edilmiş olur.
Hadîs-i şerîfte buyruluyor:
“Kişi evlendiği zaman dininin yarısını korumuş olur. Geri kalan yarımı icin de AllĂ‚h ’a karşı gelmekten sakınsın!” buyuruyor Rasûlullah Efendimiz. (Heysemî

Aile o kadar muhim ki:
“–Ben hic evlenmeyeceğim, kendimi ibadete daha cok verebileceğim.” diyen sahĂ‚bî­lere, Peygamber Efendimiz musaade etmiyor. “Evlenmek ve aile kurmak benim sunnetimdir.” buyuruyor. (Bkz. BuhĂ‚rî, NikĂ‚h, 1; Muslim, NikĂ‚h, 5)
Rasûlullah Efendimiz ’in omrunde evlilik ve aile hayatı ile alĂ‚kalı uc safha goruyoruz:
Birinci safha;
Efendimiz ’in 25 yaşına kadar tertemiz, iffetli, pırıl pırıl bir bekĂ‚r hayatı yaşaması.
Peygamberimiz ’e o yaşına kadar imkĂ‚nı olmadığı icin, fakir ve yetim olduğu icin, evlenmek nasîb olmadı. Tabi bu da ummete guzel bir misal. Fakat cĂ‚hiliyyenin normal gorduğu butun o cirkinlerden tamamıyla kendini korudu. Bu hĂ‚liyle bekĂ‚rlara en guzel bir ornek oldu.
İkinci fasıl:
25 yaşıyla 53 yaşları arasında Hazret-i Hatice ile mes ’ud bir evlilik.
Hazret-i Hatice ’nin vefatına kadar devam eden huzur ve sukûn icinde, numûne-i imtisal bir aile oldu.
O ailede huzur vardı, sadĂ‚kat vardı, iffet vardı, infak vardı, comertlik vardı, huzur vardı.
Peygamberimiz ’in, oğlu İbrahim hĂ‚ricindeki evlĂ‚tları, bilhassa ehl-i beytin annesi Hazret-i FĂ‚tıma, bu mubĂ‚rek yuvalarında yetişti.
Ucuncu fasıl:
Hicretten sonra siyasî ve benzeri bircok gaye ile evlilik.
Şehevî sebeple değil, tamamen siyasî ve mĂ‚nevî sebeple.
İslĂ‚m ’ın aile modelini gostermek icin her biri birer numûne.
Uc gun ust uste yemeğin pişmediği, fedĂ‚kĂ‚r hĂ‚neler. O hĂ‚nelerde zenginlik, konfor yoktu, fakat infĂ‚kın huzuru vardı, tevekkul ve kanaatin getirdiği saĂ‚det vardı.
Bilhassa Hayber ’in fethinden sonra, gelirler ve ganimetler arttı. Fakat Rasûlullah Efendimiz, gelen ganimetleri fukarĂ‚ya dağıtıyordu. FukarĂ‚nın doymasıyla, onun hazzıyla kendisi doyuyordu.
Hazret-i Âişe, Ă‚lime idi. Ummetin muctehide bir annesiydi. İbn-i AbbĂ‚s buyuruyor ki:
“Aişe ’nin diyor, ictihadlarından faydalanmayan hicbir muctehid yoktur.” diyor.
Daima Efendimiz ’in yanındaydı. Efendimiz, onu yetiştirdi. Kendisinin 300 tane talebesi vardı.
Hazret-i Zeyneb ve bircok annemiz, deri tabaklıyorlardı, gelirini de infĂ‚k ediyorlardı.
Aile o kadar muhim ki:
Peygamberimiz ’e nubuvvetin başlangıcında en buyuk desteği Hazret-i Hatice Validemiz veriyordu. HattĂ‚ Fahr-i KĂ‚inat Efendimiz ’in Hira ’da inzivĂ‚ya cekildiği bazı gunlerde, O ’nun yanına, o yuksek tepelere, kendisi yemeği goturuyordu.
İlk îman eden o oluyordu. Efendimiz endişelenerek:
“–Kim bana inanır Hatice?” dedi.
Guzel tavsiyelerle izĂ‚le etmeye calışıyordu. Muslumanlara eziyet başlayınca, servetini bu yolda da fedĂ‚ etti. O ambargo konulduğu uc sene zarfında.
Efendimiz ’e o kadar buyuk bir destekti ki, onun vefĂ‚t ettiği seneye, “huzun senesi” denildi.
Efendimiz ’in hayatında nice zorluklar yaşandı.
“En cok cile cemberinden gecen peygamber benim.” buyurdu. (Bkz. Tirmizî, KıyĂ‚met, 34/2472) Ummete numûne.
Bir Uhud ’u duşunun, bir Tebuk ’u duşunun. Fakat onlara Huzun Senesi denmedi, Hazret-i Hatice VĂ‚lidemiz ’in vefat ettiği seneye Huzun Senesi dendi.
Yine Âile o kadar muhim ki:
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de; aile saĂ‚deti uzerine sayfalarca tĂ‚limat var. Nur Sûresi, AhzĂ‚b Sûresi, NisĂ‚, TalĂ‚k, Tahrim, MucĂ‚dile Sûreleri ekseriyetle aile saĂ‚deti ve Ă‚ile hukuku, hanımlara dair talimatlar ihtivĂ‚ etmekte... Kur ’Ă‚n-ı Kerîm; aileyi ıslah ediyor, erkeği terbiye ediyor, hanımı terbiye ediyor. Hakları ve vazifeleri tĂ‚lim ediyor.
Aile, anne-babadan başlar. Anne-babaya ihsan var. CenĂ‚b-ı Hak, “قَوْلًا كَرِيمًا” buyuruyor. “Anne-baban yaşlanır, onlara sakın hĂ‚ uf deme! Onlara “قَوْلًا كَرِيمًا” ikramkĂ‚r olarak konuş!” buyuruyor. (Bkz. el-İsrĂ‚, 23) Onları incitmemek, onlara uf bile dememek, onlara guzel, gonul alıcı sozlerle hitĂ‚b etmemiz emrolunuyor.
Yine buyruluyor:
“Husn-i muĂ‚şeret” yani “Hanımlarınızla guzel gecinin!” emri var. Yine; “Haksızlık yapmayın!” tĂ‚limatı var. Aksi hĂ‚lde CenĂ‚b-ı Hak, “Ben ’den korkun!” buyuruyor “haksızlık yaparsanız.”
“Sulh hayırlıdır!” tĂ‚limatı var. (Bkz. en-NisĂ‚, 128)
Yine Efendimiz buyuruyor ki:
“Hanımının eğer bir huyunu beğenmiyorsan, diğer beğendiğin huyunu duşun, o şekilde muhabbetini devam ettir.” (Bkz. Muslim, RadĂ‚, 61)
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de, peygamberlerin duĂ‚ları bildiriliyor. Bircoğunda zurriyet, yani aile ve evlĂ‚tlar hakkında endişeler ve niyazlar var.
Yusuf kıssası; bir ailede başlıyor, evlĂ‚t sevgisi, kardeşlik hukuku ve iffetin muhafazası...
Hazret-i Meryem ve Firavun ’un hanımı Âsiye gibi numûne hanım şahsiyetler var Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de.
Buna mukabil, tersine, zıddına, fĂ‚sık; Lut ve Nuh ’un ikinci karısı, Ebû Leheb ’in karısı gibi menfî, sakındırılan ornekler var.
Aile yine bu kadar muhim:
Cunku vahdĂ‚niyet / teklik, CenĂ‚b-ı Hakk ’a mahsustur. O eşten ve evlĂ‚ttan munezzehtir.
İnsan ise yalnız yaşayamaz. Ayrıca fıtrî olarak, imtihan olarak, erkekte ve kadında karşı cinse karşı bir temĂ‚yul vardır. Bu temĂ‚yulun nikĂ‚h ile tanzim edilmemesi hĂ‚linde, toplumda buyuk felĂ‚ketler başlar.
NikĂ‚hla İslĂ‚m, nefsĂ‚nî arzuları idealize eder. Dînimiz bir şeyi yasaklarken, onun temiz bir alternatifini de getirir. Yani zinĂ‚yı yasakladığı kadar, nikĂ‚hı emreder. KĂ‚tilliği yasakladığı gibi, gaziliği emreder. Faizi yasakladığı gibi, ticĂ‚reti emreder.
Muharref Hristiyanlık bu hususta buyuk bir gaflet icine duşmuştur. Evlenmemek bir fazilet gibi takdim edilmiş, manastır hayatı teşvik edilmiş, fakat gayr-i fıtrî bu talimat, cok cirkin neticeler vermiştir.
Ortacağ Avrupa ’sında, dindar hristiyan kadın, “vaftizimi bozmayacağım” gibi ahmakca bir tavırla yıkanmazdı. Maalesef hayat kadınlarına rağbet arttı. Bu şekilde bir ifrattan bir tefrite gidildi.
HĂ‚lbuki dînimiz, eşler arasında muhabbet ve beraberliği, bilĂ‚kis sevap vesîlesi saymıştır. Aile saĂ‚detini, dunyevî ve sakınılması gereken bir nefsĂ‚niyet gormemiştir.
Şoyle de diyebiliriz:
İslĂ‚m; insanda zaten mevcut olan nefsĂ‚nî ve fıtrî temĂ‚yulu nikĂ‚h ile idealize etmiş, mĂ‚nevîleştirmiştir. Evliliği; İslĂ‚m ’ın saĂ‚detle yaşandığı bir yuva, mustakbel nesillerin yetiştirildiği bir mektep hĂ‚line getirmiştir.
Şu hadîs-i şerif guzel bir misaldir.
Efendimiz buyuruyor ki:
“Geceleyin kalkıp namaz kılan, hanımını da kaldıran, kalkmazsa yuzune su serperek uyandıran kimseye Allah rahmet eylesin!
(Yine aynı şekilde) geceleyin kalkıp namaz kılan, kocasını uyandıran, uyanmazsa yuzune su serpen hanıma da Allah rahmet eylesin!” buyuruyor. (Ebû DĂ‚vûd, Tatavvû 18, Vitir 13)
Burada iki tane husus var:
Birincisi; guzel bir Ă‚ilede takvĂ‚ hayatı var, takvĂ‚ hayatı.
Bir de samimiyet var ki yuzlerine su serpiyorlar.
Yine buyruluyor:
“Sizin en hayırlınız zevcenize karşı iyi davranandır.” (Bkz. Tirmizî, RadĂ‚, 11/1162)
Dînimiz, ictimĂ‚îleşmeyi emreder. Ailenin otesinde, cemaat olmayı, kardeşlik hukuku ile birlik ve beraberlik icinde İslĂ‚m ’ı temsil etmeyi ve cihĂ‚d etmeyi emreder.
Yani sadece cekirdek aile değil, akrabalarla beraber geniş aileye karşı sıla-i rahimi emreder.
Komşularla guzel gecinmeyi, onlara eziyet etmemeyi emreder.
HattĂ‚ kul hakkına dikkat etmek; balkondan, aşağı balkona halının tozunun gitmemesini… Yine yolda trafikte giderken butun arabaları sollayıp one gecip bir kul hakkını yememeyi…
Butun bu birlik beraberliğin mayası, emr-i bi ’l-mĂ‚ruf ve nehy-i ani ’l-munker ’dir. Yani aile, mahalle, şehir ve butun ummet, birbirine hakkı tavsiye eder, sabrı tavsiye eder, merhameti tavsiye eder. Yanlış yaparlarsa mĂ‚nî olur. Koluna girer, muhafaza eder.
Cunku; “Suruden ayrılan kuzuyu kurt kapar.”
İşte bugun toplumumuzun, en kucuk parcası olan aileyi kurtlar kemirmeye başladı.
Mehmed Akif ne guzel der:
Biz ki her mevcûdu yıktık, gĂ‚yesiz bir fikr ile;
Yıkmadık bir şey bıraktık… SĂ‚de bir şey: Âile.
Ona goz dikenlerin olduğunu da soyleyerek sakındırmıştı. Bugun o sakındırdığı gunler geldi maalesef.
Munir ARIKAN: Maalesef.
–Allah rĂ‚zı olsun, ozellikle muhterem efendim, Rabbimiz tarafından cok izzetli bir şekilde yaratılan insanın gayet medenî, gayet insanî ustun vasıflarla dunyaya geldiğini, hayvanattan turemediğini, ilkel bir hayat yaşamadığını, Allah ’ın kendi kılavuzluğunda, kendi oğretmenliğinde, terbiyesinde, guzel bir hayatla dunyada imtihan olduğuna vurgu yaptınız.
Ozellikle dînimizin yarısının tamamlanması aile ile, evlilikteki infaka cok vurgu yaptınız, fedakĂ‚rlığa belki îsar makamı olarak. Bir filozof oyle soyluyor:
“Hayat diyor, kazandığını harcayarak devam ettirme sanatı değil, verdiklerinle yepyeni hayatlar başlatabilme sanatı.”
Ama burada en onemli olan şey herhĂ‚lde, bir birine o muhabbetle bakabilmek.
Hira donuşu eve ilk gidiyor Rasûlullah Efendimiz. Hani KĂ‚be ’yi gecerek evine gidiyor. Demek ki hani, en sağlam kale. Aile sağlam hĂ‚le gelmeden, KĂ‚be korunamıyor. İlk tasdikin eş tarafından yapılması, ona vurgu yaptınız Allah rĂ‚zı olsun.
Eşlerimizin evlerde destekcimiz olması. Boylelikle herhĂ‚lde goz aydınlığı hĂ‚line geliyor. İki gonul bir olduğunda da onların İslamî anlamda yetiştirdiği nesiller, geleceğimizi kurtarıyor, toplumsal mĂ‚nĂ‚da. Bu tur ailelerin birleşerek sıla-i rahimle, akrabalık bağlarıyla toplumu da inşa ettiğine vurgu yaptınız. Allah rĂ‚zı olsun cok teşekkur ediyoruz.
Bizim medeniyetimizde -anlattığınız kadarıyla- bu kadar kutsal olan kaleye karşı, sizin risk olarak gorduğunuz ilk uc tehlike desem, Muhterem Efendim, buna karşı ne yapabiliriz?
Hani medyadaki fuhşiyat, LGBT sapkınlıkları, kadın iş gucunun boyle, sanki boyle bir, masum bir ifadenin arkasında gizlenerek onun somurulmesi, koleleştirilmesi, onun ayaklar altına alınan izzeti, İstanbul Sozleşmesi, bu tur unsurları kastederek sordum.
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: Efendim, ilk başta, İstanbul Sozleşmesi buyurdunuz. Benim en cok ağrıma giden de bu.
Niye?
EvvelĂ‚ şunu duşunmemiz lĂ‚zım ki:
İstanbul, Rasûlullah Efendimiz ’in hadîs-i şerîfinde fethini mujdelediği bir şehir, mukaddes bir şehir. FĂ‚tih Sultan Mehmed ’in emĂ‚neti. Asırlar boyu muslumanların hilĂ‚fet merkezi, pĂ‚yitahtı olmuş bir şehirdir. Yani İslĂ‚m ’ın ve muslumanların muazzez ve mukaddes bildiği bir şehirdir.
HattĂ‚ tarihimizde Kuzey Afrika ’dan, Orta Asya ’dan hacca gidecekler, baştan İstanbul ’u ziyaret ederler, DĂ‚ru ’l-HilĂ‚fe ’yi; İstanbul ’da huzur bulurlar, ondan sonra KĂ‚be ’ye devam ederlerdi.
Toplumsal cinsiyet eşitliği adı altında, kadını ve erkeği kimliksiz hĂ‚le getiren, eşcinselliğe kapı acarak toplumun mĂ‚neviyĂ‚tına zehir serpen ve aile kalemizi zedeleyen İstanbul Sozleşmesi, Aziz İstanbul ’un ismini lekeleyen bir sozleşmeydi. Hamdolsun bu yanlıştan donulup kaldırıldı. Bunun kaldırılmasına emeği gecen herkese cĂ‚n u gonulden teşekkur ederiz.
Efendim, buyurduğunuz gibi, sorunuza cevap vermeye gayret edeyim:
Her medeniyetin de bir aile tasavvuru vardır. İctimĂ‚î hayatı ona gore tanzim eder.
Her medeniyet, kendi insan tipini meydana getirir. Bugun batı medeniyetinin aile tasavvuru, yok hukmundedir.
Berlin ’de imamlık yapan bir kardeşimiz; orada dedi, kilisenin papazıyla sohbet ediyorduk, ona sordum, dedim ki:
“–Bu sene kac nikĂ‚h kıydınız -bir sene zarfında-?”
“–İki nikĂ‚h kıydık.” dediler.
EvlĂ‚t muhabbeti yok. 18 yaşına girdiği zaman cocuk, olmuşsa eğer cocuğu, onu ya deport ediyor yahut da şu kadar para vereceksin diyor. Boyle nasıl bir aile olur?!. Tasavvur edelim… Mumkun mu?
Bakıyoruz, Batı medeniyetinin temelinde uc unsur var:
Birinci, “Hristiyanlık” var. Kadın onlara gore bir gunah vasıtası. Cunku HavvĂ‚, Âdem ’i kandırmıştır diyorlar. Onun icin doğanlar gunahkĂ‚r doğarlar. Ancak vaftize battıktan sonra temizlenir diyorlar. O zaman dunyanın, bir imtihan olmanın mantığı ortadan kalkıyor.
İkincisi, “Yunan felsefesi” var. O filozoflarda da aile tefessuh etmiş vaziyette. Cinsî sapıklık normal goruluyor, ovuluyor ve kadın aşağılanıyor.
Ucuncu olarak, “Roma kulturu” var. O da ahlĂ‚kî tefessuh... İşte Pompei… Nasıl bir rezillikler olduğu sergileniyor.
Bunlara ilĂ‚veten olcusuz serbestlik, nefsĂ‚nî hurriyet, cıplaklık, sekulerlik ve lĂ‚-dînîlik…
Fransa ’da 15-20 sene evvel gittiğim zaman bir kilisenin onunde rahibeler bir şeyler satıyordu. Onlara dedim ki:
“–Bak sizler kısmen ortulusunuz. Hristiyanların bir kısmı acık, bir kısmı tamamen acık. Nedir, hukum nedir dedim Hristiyanlık ’ta?”
Kadın durdu durdu:
“–Herkesin vicdanî durumudur.” dedi.
Boyle toplum olabilir mi?
Yani nasıl suslerlerse suslesinler, soyledikleri dĂ‚imĂ‚, insanlık icin zararlıdır. Cunku onların kafasındaki insanlığın, diğer hayvandan farkı yoktur.
HattĂ‚ gecen senelerde bir hanım gazeteci/muharrir dedi ki:
“Bizim dedi, hayvanlar gibi hakkımız yok mu dedi. Onlar serbest, biz niye serbest değiliz?” dedi.
Garaudy vardı, meşhur, eski Komunist Partisi Genel Sekreteri. O bir konferans verdi Yıldız Sarayı ’nda. O zaman ben de gitmiştim konferansa. Buyukelciler vardı. Ona sorular soruyorlardı, cevap veriyordu. En muhim, yani:
“–Nicin muslumansınız?” diye sordular. Onu izah etti, nicin musluman olduğunu izah etti.
“Siz sağlamsınız dedi, fakat sağlamlığınızın farkında değilsiniz dedi, siz hastayı taklit ediyorsunuz.” dedi.
İzzet Begovic de şoyle onun guzel bir sozu var:
“Savaş, harpte yenilince değil; duşmana benzeyince kaybedilir.”
İşte bugun de bu aynı buyurduğunuz İstanbul Anlaşması, işte aynı duşmana benzemenin durumu. HattĂ‚ bazı duşman devletler bile bunu kabul etmedi. Onlara bile bu ağır geldi.
Uc madde dediniz. Sayalım onları:
Birinci Tehlike: İffetsizlik empozesi maalesef.
Bizim genclik zamanımızda fakirlik belki tutuyordu. Bir de aile sağlamdı. Anne bir mektepti.
Kişi, nefsine uysa, ancak 15 gunde bir sinemaya giderdi. O gunku filmler de bugunku kadar deforme olmuş filmler değildi. Bunların coğalmamış olması, sokaktaki insanı korurdu.
Sokak ve mahalle ise, mĂ‚zîden gelen bir kulturle bir muhafaza hĂ‚linde idi.
Yani yaramazlık yapacak bir genc, kendi mahallesinde bunu yapamazdı. Bir boş mahalle arardı kendisine.
HayĂ‚ ve iffet, dindar olmayan ailelerde dahî bir orf hĂ‚linde devam ediyordu.
Bugun ise, maalesef televizyon, internet, cep telefonlarına girmiş vaziyette. 24 saatini dolduracak kadar maalesef mĂ‚lĂ‚yĂ‚nî ile dolu. Şeytanî vitrinlerle dolu. Buradan dĂ‚imĂ‚ iffetsizlik aşılanıyor. Artık gunahlar, normal bir mûsıkî gibi hoş gelmeye başlıyor.
Bu zamanın en buyuk fitnesi, bu.
Caresi?
EvlĂ‚tların tek başına internet kullanmaları mumkun mertebe ertelenmeli. Kullanmak zorunda ise, yanında olunmalı. Yalnız bırakılmamalı. İrade eğitimi verilmeli. Yanlışlığı ve cirkinliği oğretilmeli.
İkinci Tehlike bugun: Kadın, teşhir ve istismar durumda...
Kadın bir vitrin malzemesi durumunda. Ve bu cok hazin. Yani bir cop tenekesine duşen bir pırlanta ne kadar talihsizdir! Maalesef bu kaldırımda acan cicekler gibi ayaklar altında ezilmeye mahkûm oluyor.
Bizim medeniyetimiz fıtrîdir, yani temiz fıtratı, Allah ’ın bizi yarattığı hususiyetleri esas alır, muhafaza eder.
Kadın ve erkek biyolojik olarak farklıdır. Allah katında birer kul olarak aralarında bir fark yoktur.
اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْ
(“…Allah indinde en keremliniz takvĂ‚ sahibi olanınız...” [HucurĂ‚t, 13]) Ustunluk takvĂ‚dadır. Fakat kadın ve erkek, fıtrat olarak farklıdır.
Erkek ekseriyĂ‚ daha guclu, daha dışa donuk, daha soğukkanlıdır. Fizikî vucudu nĂ‚rin değil, daha dayanıklıdır.
Kadın ise neredeyse tamamen ziynettir. Duygu tarafı ağırlıklıdır. Daha şefkatli, daha merhametlidir. Vucudu nĂ‚rin ve erkeğe gore dış dunyanın psikolojik ve maddî yuklerine daha az dayanıklıdır.
Rûhu ’l-Beyan tefsirinde:
“Bir sel olsa diyor, cocuk sele duşse diyor, baba kendini sele atmaz. Anne kendini sele atar.” diyor. “تَرَائِب” kelimesi onden gelen bir merhameti ifade ediyor.
İşte dînimiz de bu fıtrî farkı gozeterek, vazife paylaşımında farklılık vardır:
Bizim medeniyetimizde:
–Kadın, en başta değerli bir kız evlĂ‚dıdır. Kız evlĂ‚tlarını guzelce yetiştirene Cennet vaad edilmektedir.
–Sonra sevgi dolu sĂ‚liha bir hanımdır. SĂ‚liha hanım, sahip olmakla sevinilecek en kıymetli varlıktır.
Rasûlullah Efendimiz:
“Dunyanızdan uc şey sevdirildi (buyuruyor):
Namaz, gozumun nûru.
Guzel koku ve
SĂ‚liha hanım.” buyuruyor. (NesĂ‚î, İşretu'n-NisĂ‚, 10)
Yani “sĂ‚lih erkek” buyurmuyor Efendimiz. Cunku hanımdan bir nesil gelecek. Anne “اَلْأُمُّ مَدْرَسَةٌ” (anne mekteptir)” olacak.
–Eğer Allah zurriyet nasip etmişse, kadın sĂ‚liha bir anne olacak.
–Zurriyet nasîb etmemişse, Âişe VĂ‚lidemiz gibi, ummetin annesi olacak.
Bir mu ’min icin, Cennet ’in yolu, sĂ‚liha annenin ayakları altından gecer, buyruluyor. (Bkz. Ahmed, III, 429; NesĂ‚î, CihĂ‚d, 6)
“–Kime iyilik edeyim?” suĂ‚line, Efendimiz uc sefer;
“–Annen.” Dorduncusunde
“–Baban.” buyuruyor. (Bkz. Muslim, Birr, 2)
Onun icin;
SĂ‚liha anneler omurluk bir teşekkure lĂ‚yıktır.
İşte bunu tarihimizde dĂ‚imĂ‚ goruyoruz:
Eğer bir Ebû Hanîfe varsa, onun arkasında bir onun annesi var.
Bir BahĂ‚eddin Nakşibend Hazretleri varsa:
“–Benim kabrimi baştan annemin kabrini ziyaret edin.” diyen, BahĂ‚eddîn Nakşibend ’in annesi var.
Bir eğer Abdurrahman CĂ‚mî Hazretleri varsa:
“–Ben annemi nasıl sevmem; o bir muddet beni cisminde, bir muddet kollarında, hayat boyu da beni kalbinde taşıyor.” buyuruyor.
Anneler, ihtiyarladıkca sĂ‚liha anne, buyukanneler, anneanneler, babaanneler olarak yine ailenin buyukleri olurlar. Onlar, rûhĂ‚nî bir rehberliğe devam ederler.
Batı ise, kadının bu fıtrî ve ulvî vazifelerini, birer esaret gibi gosterir. Kadının hurriyeti, kadının calışması, kadının tahsili... der. Bu suslu sozler, aslında kadının aileden koparılması, kadının annelikten uzaklaştırılması mĂ‚nĂ‚sına gelmektedir. Onu ısrarla iş ve tahsil dunyasına cekenler, aslında onu hurleştirmek değil, onun ziynet olan fizikî varlığını istismar etmek, onu vitrine etmek istemektedirler.
Memleketimizde maalesef evlilik dışı beraber yaşamayı, zinayı, iffetsizliği bir hak ve hurriyet olarak savunan, bu yuzden de aile muessesesine saldıran bir kesim var.
Bunlar ÂmiyÂne bir tÂbirle;
“‒Bizim kĂ‚ğıt uzerinde şeklî bir imzaya ihtiyacımız yoktur.” diyorlar. Ve nikĂ‚hsızlığı bir insan hakkı imiş gibi savunuyorlar.
HĂ‚lbuki nikĂ‚h, sadece kĂ‚ğıda atılan bir imza değildir. Onun buyuk bir mĂ‚nĂ‚sı vardır. NikĂ‚h, iki tarafın Allah adına soz vererek birbirine helĂ‚l olmasıdır.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- VedĂ‚ Hutbesi ’nde;
“Allah adına soz vererek, helĂ‚l edindiniz.” buyuruyor. (Sahih-i BuhĂ‚rî Muhtasarı, X, 398)
Bu soz; bir fĂ‚nî adına değil, CenĂ‚b-ı Hak adına oluyor. Ağır bir mes ’ûliyet taşıyor.
Bu sağlam soz neticesinde pek cok hak, hukuk ve vazifeler terettup ediyor.
Gunumuzun modern cahiliyesinde ise bu hukuk ve vazifeleri reddeden, Ă‚deta diğer mahlûkat gibi, -affedersiniz hayvanlar gibi- hur ve başıboş olmayı medeniyet zanneden bir guruh ortaya cıktı.
HĂ‚lbuki iffet, edep, hayĂ‚ ve namus gibi hususiyetler, insanı hayvandan ayırt eden meziyetlerdir. İşte bu insanlık vasfının korunacağı mukaddes kale, ancak nikĂ‚hla kurulan bir ailedir.
CÂlib-i dikkattir:
1839 Tanzimat ’la birlikte medeniyetimiz, maddî ve manevî sarsıntılar gecirmeye başladı. Fransa ile yakın temas icinde olup oraya giden ust ricĂ‚l, apoletleri Osmanlı, kalpleri Fransız olarak memlekete donduler. O hengĂ‚mede hakikaten her şeyde bir bozulma başladı, bir yıkım başladı. Bu tufandan ancak aile kurtulabildi. O aile sayesinde Canakkale ve İstiklal harpleri ve 15 Temmuz mucadelesini kazanıp yurdu kurtarmak nasîb oldu.
Bunun icin gunumuzde milletimizi dize getirmek isteyenler tarafından aileye saldırılar artmış bulunmaktadır. Cok buyuk bir felĂ‚kettir.
Diğer taraftan, kadında yine nefsĂ‚nî bir temayul olarak, kendini gosterme meyli vardır.
Baştan ayağa ziynet olarak yaratılan kadın, eğer terbiye edilmemiş ise, gaflet icinde kalmışsa; arz-ı endam etmek, yani ziynetiyle ovulmek, takdir edilmek ister. Bu duygu onu oyle bir sarhoş eder ki, bunun istismarla, tacizle neticelenebileceğini de duşunemez.
HĂ‚lbuki İslĂ‚m, kadına, ziynetini şifreli tutmasını emir ve tavsiye buyurur.
Kadın tahsil yapamaz mı? Calışamaz mı?
Hazret-i Âişe, ilim ehliydi. Muctehideydi, fıkıh Ă‚limesiydi. 300 talebe yetiştirdi. Fakat bugunku ilim ile o gunku ilim arasında dağlar kadar mĂ‚hiyet ve niyet farkı var.
Bazı vĂ‚lidelerimiz, ticaret, imalĂ‚t gibi işlerle meşgul olup, kazancıyla infakta bulunurlardı. Makyaj malzemesi yapmazlardı! Onlar, tesetturden, hayĂ‚ ve iffetten asla taviz vermezlerdi.
Hanımlar, ailevî vazifelerinden, annelik ve hanımlıktan arta kalan zamanlarda insanlığa faydalı olmak istiyorsa, aile butcesine destek olmak istiyorsa, yahut bunda ihtiyac ve zaruret varsa, ihtilĂ‚t ortamında calışmayacak, evden calışacak, sırf hanımların olduğu yerde calışacak. Hanımlara ait hizmetleri gorecek. Hanımlara ait irşadlarda bulunacak.
Ucuncu tehlike, en muhimi bu: Bu da cinsî sapıklık bugun. Ucuncu tehlike.
Kur ’Ă‚n-ı Kerim, onceki kavimlerden bahsediyor.
Âd, Semud, KeldĂ‚nî, Firavun, Nemrut ve diğerleri...
Bunların her biri, birtakım isyanlar sebebiyle helĂ‚k edildiler. Bunlardan biri de Sodom Gomore idi. Bunlar “livĂ‚ta / eşcinsellik” denilen gunaha dûcĂ‚r oldular. Hazret-i Lût bunlara peygamber olarak gonderildi. Fakat inkĂ‚r ettikleri gibi, onlar o kadar bir cĂ‚hilliğe duştuler ki:
“–Lût dediler, sen temizsen buradan cık dediler, bizi rahat bırak!” dediler.
Bugunku eşcinselliğin durumu aynı. Bizi rahat bırakın diyorlar. Aynı. “Sizler temizseniz buradan cıkın!” dediler. Demek ki aynı şey tarihen tekerrur ediyor.
Sonunda Allah bu kavmin helÂki icin melekleri gonderdi.
Fıtratı ters yuz eden bu kavmin altı ustune gecirildi. Uzerlerine balcıktan pişmiş tuğlalar yağdırıldı. HĂ‚lĂ‚ o kavmin enkazı uzerinde, Lût Golu ’nde hicbir canlının yaşamadığı gorulmektedir.
Bugun toplu helĂ‚k olmuyor. Rasûlullah Efendimiz ’in duĂ‚sı bereketiyle. Fakat mevziî felĂ‚ketler dĂ‚imĂ‚ tahakkuk ediyor. İşte bu Korona hastalığı da butun insanlığı sarstı.
İşin zĂ‚hiren tedbiri alınacak. Bu zarûrî. Bu dînî bir emirdir. Fakat daima burada, bu Korona ’da, bir Ebrehe ordusunu duşunmemiz lĂ‚zım. EbĂ‚bil kuşları kendi kendine gelmedi. Ağızlarındaki o ufacık taşların isabetini kendisi almadı.
Bugun demek ki Korona, bu kuresel guclerin getirdiği merhametsizlik, gasp, zulum, bunların getirdiği bir neticedir.
Ve bircok insanların, temiz insanların ulkesi mĂ‚tem ulkesi hĂ‚line geldi. Merhamet kazındı. İşte Suriye, bu insanların ne gunahı var? Myanmar ’da, Yemen ’de… Ne gunahı var bu insanların?
Demek ki bunlarda bu Korona ’dan alacağımız ibretler:
–Burada temiz insanlar da vefat ediyor. Efendimiz ’in buyurduğu gibi bunlar şehiddir inşĂ‚allah.
–Hasta olanlar var, onlara da CenĂ‚b-ı Hak inşĂ‚allah mukĂ‚fat verir.
–Fakat bu cezĂ‚yı hak edenler vardır. Onların da ibret alması lĂ‚zım. O da maalesef olmuyor.
Tek yapılacak, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de, peygamberlerde; bol bol istiğfar etmek lĂ‚zım. CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rahmetine sığınmak lĂ‚zım.
Efendim, bugun Batı dunyası bu eşcinselliği tervic hattĂ‚ onu himĂ‚yesine alıyor. Karşı cıkana, yanlıştır diyene; “Nefret sucu işledin!” diye saldırıyor. Tıpkı Sodom Gomore gibi.
Bu uc tehlikeye karşı, hak ve hakikati anlatmak, bizim vazifemiz. Toplumu kemiren uc mĂ‚nevî kanser olmuş oluyor.
Munir ARIKAN: Allah rĂ‚zı olsun muhterem efendim. Ozellikle hayĂ‚ya cok dikkat buyurdunuz, iffete. Cocukluğumdan hatırladığım kadarıyla her mahallede bir tane ya var ya yok, siyah–beyaz televizyon vardı. Aileler akşam bir arada film izlemek uzere ya da ajans dinlemek uzere giderdi. O Amerikan filmlerinde bir-iki tane de sahne olurdu, uygun olmayan bir-iki tane sahne. Bir tanesi olduğunda birisi hemen atılır koşar televizyonu Ă‚nî bir şekilde kapatır, odadaki herkesin yuzu kıpkırmızı olur, odaya bir sessizlik coker, hayĂ‚ yayılır her tarafa; “Biz bunu nasıl izliyoruz, nasıl actık.” dercesine ve beş-on dakika, film istediği kadar heyecanlı olsun, hic kimse onu acmaya -uzaktan kumandalar da yoktu mĂ‚lumunuz- cesaret edemezdi. Acaba bizi alıştırdılar mı, ne buyuruyorsunuz?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: Munir Bey o filmin tesiri olurdu. MeselĂ‚ kovboy filmleri olurdu ekseriyetle. O kovboy filminde bir de Kızılderililer olurdu. Kızılderililer, o memleketin sahibi. Fakat burada Kızılderililer vahşî gosterilirdi. Onların hakkını gasp eden kovboylar haklı gosterilirdi.
Munir ARIKAN: Bir de boyle beyin yıkadılar.
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: Bir de boyle… Bugun meselĂ‚ bircok tarihî hakikatler de oyle. MeselĂ‚ bugun; Amerigo Vespucci, Kristof Kolomb, Macellan, bunlar eşkıya. Afrika ’dan kelle başı topluyorlar, terminallerde bekletiyorlar, kurek mahkûmu olarak Amerika ’ya taşıyorlar. Yolda gık diyeni “YĂ‚hu ne yapıyorsunuz biz insan değil miyiz?” diyeni, okyanusun ortasına atıyorlar. Yahut underground ’larda calıştırıyorlar. Yine “gık” diyeni betonun icine atıyorlar.
Maalesef yani! Onun icin; Batı budur.
Bir de şunu ben soylemek isterim. Yani Batı ’ya bugun medeniyet deniyor vs. şu bu deniyor.
Aşağı yukarı -tahmin ederim- birinci dunya harbinde, ikinci dunya harbinde yuz milyon insan oldu. Kim oldurdu bunları? Kim oldurdu bunları?.. Batı oldurdu! Bu nasıl medeniyettir?!.
Bugun oyle bir medeniyet ki; -gerci belki mevzunun dışına cıkıyoruz ama-
Munir ARIKAN: Estağfirullah.
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: Yani bu, şimdi, silah fabrikalarına dĂ‚imĂ‚ sermĂ‚ye arıyor, buyuk trostler, karteller...
Bugun yani şu var; tam dunya bugun cĂ‚hiliye devrine dondu. Modern cĂ‚hiliye...
Yani bir, ne fark var, gardırop farkı var, geometri farkı var, maalesef.
Munir ARIKAN: Ama zihniyet olarak oyle…
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: Zihniyet olarak aynı. Aynı şey.
Bir de Munir Bey, kast sistemine dondu. Nasıl Hindistan ’da bir kast sistemi goruluyor, bu cĂ‚hiliye devrinde de kast sistemi vardı.
Hind dedi ki, Ebû SufyĂ‚n'ın karısı:
“–Boyle din mi olur dedi, ben koleyle bir mi olacağım? Kole talihine kussun!” dedi.
Bugun de kuresel gucler onu soyluyor:
“–Talihine kussun!” diyor,
“–İhtiyarlar olsun!” diyor...
Yani bu -af edersiniz- bu vahşet değildir de nedir?!. Bu bir cĂ‚hiliyye devri değildir de nedir?!.
Munir ARIKAN: Kesinlikle... Muhterem Efendim, bunu şu acıdan da sordum; bu iffet ve hayĂ‚ vurgunuzu, hani bizi alıştırıyorlar mı derken, siz internetin kontrollu olmasına, cocuklara belli bir yaşa kadar verilmemesine; şimdi diyecekler:
“Hocamız boyle bunu yasaklıyor.”
İnterneti bilgisayarı icat edenlerin başında gelen Bill Gates kendi cocuklarına yirmi bir-yirmi iki yaşına kadar yarım saatten fazla gunluk oynatmadı. Bilgisayarı oynatmadı internet yok iken bile oynatmadı. Dolayısıyla boyle bir kontrolun luzumu cok Ă‚şikĂ‚r.
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: Bir de şu var Munir Bey, yani bu, bugun, tabi bu, şahısların kuracağı bir iş değil. Devlet internet siteleri kurmalı... Burada doğrudan doğruya, dolaylı olarak; meselĂ‚ şu kĂ‚inattaki manzaralar. Bunları kim yarattı nasıl yarattı?!. Bir atom fiziği, bir atomun icindeki hikmetler... Bir astrofiziğin icindeki hikmetler... Bir toprağın icindeki hikmetler... Bu şekilde Yaratıcı ’ya, yani eserden Muessir ’e, sanattan SanatkĂ‚r ’a... Bu şekilde cocukların zihinlerini bu şekilde doldurmak zarûrî. Tabi bu, buyuk bir sermaye işi. Yani boyle bir sitelerin kurulması da zarûrî. Aksi hĂ‚lde -af edersiniz- bu siteler, yamyamların elinde kalmış oluyor.
Munir ARIKAN: Maalesef. Muhterem efendim bu haricî riskleri, duşmanları -Allah rĂ‚zı olsun- cok şumullu bir şekilde îzah ettiniz. İcten zarar veren, uc dĂ‚hilî tehlike nedir, desem.
Son donemde biliyorsunuz, cocuklarımız okul ve kariyeri, hani Araplar ekmek yapıyorlardı put diye, put şeklinde; acıkınca da yiyorlardı. Bizim de kariyer putumuz -hĂ‚şĂ‚- var gibi, evliliğin onunde bir mĂ‚nî, akraba ilişkilerinin onunde bir mĂ‚nî. Yani hocam cocuklar şoyle ilkokula başladığında akraba ziyaretleri bitiyor. Cunku odevleri var, cunku sınavları var, cunku kariyerleri var… Bu anlamda; luks ve israf kulfetinin artarak zorlaştırılması, duğunlerin ekonomik olarak. Okulda da aile ile alĂ‚kalı hicbir şeyin verilmemesi… Bu anlamda, bu benzeri unsurları kastederek sordum?
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: Cok doğru soyluyorsunuz Munir Bey. Yani cocuklar pragmatist olarak, hodgĂ‚m olarak yetişiyor. Menfaatperest olarak yetişiyor.
Bunun icin de, yani, bizde LĂ‚le Devri ’nden once Osmanlı, guzel bir şeydi, yani dort yuz atlıyla kuruldu. CenĂ‚b-ı Hakk ’ın yardımıyla uc asırda 24 milyon kilometrekare oldu.
Fakat LĂ‚le Devri ’nde bir rehĂ‚vet coktu, bir atĂ‚let başladı. Sonradan da, Batı hayranlığına bir dûcĂ‚r olundu.
Osmanlı; toprak cok genişti, onu muhafaza etmek durumundaydı. Kucuk sanayiye giremedi. Gec girdi vs… Bircok kayıplar oldu.
Bunun icin ailede de tabi Batı ’yı taklit başladı.
Birinci tehlike: İslĂ‚m ’ın Yaşanmaması
İslam cok buyuk kulturdur. Ondan buyuk kultur olamaz. Cunku CenĂ‚b-ı Hakk ’ın lûtfettiği bir kulturdur. Bu kultur 23 senede tamamlandı.
اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ
Bir tefekkur ufku...
“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (el-Alak, 1)
23 sene sonra;
اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ
(“…Bugun size (dîninizi) tamamladım…” (el-MĂ‚ide, 3])
Dînin tamamlandığı bir Ă‚yetle -AllĂ‚hu a ’lem- tamamlandı.
Bu kulturu Rasûlullah Efendimiz yaşayarak tattırdı. Kendisi yaşadı, usve-i hasene... AshĂ‚b-ı kirĂ‚ma o muhabbeti verdi. AshĂ‚b-ı kiram da bu kulturu yaşadı. Yaşamakla, mazisi yarı vahşî insanlardan bir asr-ı saĂ‚det medeniyeti meydana geldi.
Efendim, bu birinci tehlike: İslĂ‚m ’ın yaşanmaması...
Rasûlullah Efendimiz ’in tĂ‚limĂ‚tı:
“Hepiniz cobansınız ve hepiniz guttuklerinizden mes ’ûlsunuz…
Her baba Ă‚ilesinin cobanıdır ve surusunden mes ’ûldur.
Her anne evinin cobanıdır ve surusunden mes ’ûldur.” (BuhĂ‚rî, VesĂ‚yĂ‚, 9)
Coban ne yapar?
Mes ’ûliyeti altındaki o canları, kuzuları korur, doyurur, besler, kaybolmaktan, dağılmaktan korur. Ucurumlar gibi tehlikeli yerlerden uzak tutar. Onları kurtlardan, canavarlardan muhafaza eder.
O hĂ‚lde, bir anne-baba da, evlĂ‚tlarını insin ve cinnin şeytanlarından muhafaza etmeli. Onları Cehennem ucurumlarından korumalı. Onları sadece maddî değil, mĂ‚nevî olarak da beslemeli, muhafaza etmeli, himaye etmeli.
Bugun evlĂ‚tlarımızı, tahsil, iş vs. adı altında canavarların kucağına atmak, bir anne baba icin korkunc bir vebal!
CenĂ‚b-ı Hak, Ă‚yet-i kerîmede “Yaklaşmayın!” tĂ‚limatı veriyor.
Eğer yaklaşırsan ucurumdan aşağıya gidersin.
“ZinĂ‚ya yaklaşmayın!..” (el-İsrĂ‚, 32)
Yani daha o tehlikeye girmeden onluyor İslĂ‚m. “Yaklaşmayın!” buyuruyor.
Yine, diğer, En ’Ă‚m Sûresi ’nde;
“Acık olsun, gizli olsun hicbir gunaha ve kotuluğe yaklaşmayın!” (el-En‘Ă‚m, 151) buyruluyor. İşte bugun maalesef toplum bu gunaha yaklaşıyor.
“Bunlar (ilĂ‚hî tĂ‚limatlardır) Hudûdullah ’tır. (Gecilmesi yasak ilĂ‚hî sınırlardır) Onlara yaklaşmayın!” (el-Bakara, 187) buyruluyor.
Yani sadece “İşlemeyin!” değil, “Yaklaşmayın!” buyruluyor.
Bugun ulkemizde maalesef dinden uzak yaşayan bir kesim var. Onların birkac nesil evvelki dede ve nineleri, Osmanlı toplumunda gayet dindar insanlardı. Arada birtakım ihmaller, birtakım gafletler, birtakım bĂ‚tıl cevrelere yaklaşmalar oldu ki, o dedelerin torunları, bambaşka bugun bir yola girdiler.
Bugun biyolojik anne-baba olmak kĂ‚fî değil. Cunku evlĂ‚tları, sokaklar, mektepler ve ekranlar şekillendiriyor.
Dolayısıyla, evlĂ‚tlarımızı, AllĂ‚h ’ın yasaklarının işlendiği mekĂ‚nlardan, onları haramlara yaklaştıracak cevre ve muhitlerden koruyamazsak, onları gafletin icine atmış oluruz. Bu, anne-babanın en ağır mes ’ûliyetidir.
İslĂ‚m bir recetedir. Receteyi aldın, kabul ettin, ama onda yazılı olan tedavileri, perhizleri tatbik etmiyorsan, bir şifĂ‚ bulamazsın.
Dînimiz, kıyĂ‚mete kadar şifĂ‚ ve devĂ‚ receteleriyle dolu. Fakat tatbik edilirse netice gorulur.
EvlĂ‚tlar, anne-babalarının ne soylediğine değil, ne yaptığına bakarlar. Bu da muhim.
Yani anne-babalar, İslĂ‚m ahkĂ‚m ve ahlĂ‚kını yaşayan numûne anne-babalar olurlarsa, evlĂ‚tlar da o izden yururler. Sessiz-sedĂ‚sız bir tebliğdir bu ve belki de sozlu olandan daha tesirlidir.
Zira Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- bir gun dedi ki:
“‒Siz, susarak da İslĂ‚m ’ı tebliğ edin.” dedi.
“–YĂ‚ Halîfe!” dediler. “Susarak nasıl tebliğ edilir?”
“–HĂ‚liniz ve ahlĂ‚kınızla.”
Onun icin Fatih Sultan Mehmed Han, Bosna ’yı fethettikten sonra oraya Anadolu ’nun temiz ailelerini yerleştirdi. Onların ahlĂ‚kıyla “bu din ne guzel bir dindir” dediler.
İkinci Tehlike: Evliliğe Mahsus Hatalar:
–Evliliğin Geciktirilmesi.
Rasûlullah Efendimiz:
“Ey gencler topluluğu, sizden evliliğe gucu yetenler evlensin!” buyuruyor. (Muslim, NikĂ‚h, 1)
Mehir, nafakaya gucu yettiği andan sonra evliliği ertelemek, doğru değil. Bugun; universite bitsin, mastır bitsin, doktora bitsin, staj bitsin, askerlik aradan cıksın, para biriktirsin, denilerek evlilik yaşı erteleniyor. Ondan sonra problemler başlıyor.
Ve evlilik ertelendikce, muşkulpesentlik artıyor, evlenme ihtimali de zayıflıyor. BekĂ‚rlığın yayılması, bekĂ‚rların artması, kıyĂ‚met alĂ‚metidir. Toplum icin hayırlı ve sağlıklı bir husus değildir.
Bu sebeple, munasip gorulen kişileri evlendirmek cok sevap ve sĂ‚lih bir ameldir.
Efendimiz buyuruyor:
“En fazîletli şefaatlerden (yani teşvik edilen aracılık gayretlerinden) biri, evlilik hususunda iki kişiye aracı ve yardımcı olmaktır.” (İbn-i MĂ‚ce, NikĂ‚h, 49)
Fakat burada da MevlĂ‚nĂ‚ ’nın dediğine dikkat etmek lĂ‚zım. “Kufuv” diyor MevlĂ‚nĂ‚:
“Ayakkabının diyor, biri ayağına buyuk veyahut kucuk gelirse, diğeri de bir iş gormez.” diyor.
Bunun icin “kufuvv”e de dikkat etmek lĂ‚zım.
Yine Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri:
“En ustun sadaka-yı cĂ‚riye, evliliğe vesîle olmaktır. Onların neslinden gelen kimselerin yaptıkları her iyilikten, vesîle olana da bir ecir vardır.” buyuruyor. Sebep olduğu icin. Yeter ki denkliğe, yani birbirlerine kufuv olmalarına riĂ‚yet edilsin.
Efendim yine; Namzedin Belirlenmesi:
-SallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Bir kadınla dort şeyden dolayı evlenilir:
Malı, Soyu, Guzelliği Dîni (yani takvĂ‚sı). Siz takvĂ‚sı olanı tercih edin…” buyuruyor. (BuhĂ‚rî, NikĂ‚h, 16)
Maalesef bugun, ihtilĂ‚t ortamında veya internet uzerinden gencler birbiriyle samimî oluyorlar. Evlenmeye karar veriyorlar. Fakat anlık fizikî hissiyatlarla hareket ettikleri icin, bunlarda boşanma fecaatinin yuksek olduğunu goruyoruz.
Zira genclikte tecrube eksiktir. Dış dunya ve sosyal medyada insanlar gercek yuzlerini gostermezler. Daha ziyade, gorunmek istedikleri gibi gorunebilirler.
Bunun icin eskilerde, babalarımızda gorucu usûlu vardı. İki taraf birbirine kufuv mudur, denk midir, uygun mudur, yapıları birbirine munasip midir? Yani onlarda boşanma, yok kadar azdı.
Hatt bugun maalesef gonderirken anne;
“–Ben seni okuttum kızım. Nasıl olsa sen muhtac değilsin diyor. Onun icin fazla diyor, yuz verme!” diyor. Bir catırtı başlıyor.
HĂ‚lbuki bizim cocukluk zamanımızda yahut da genclik zamanımızda, evden cıkarken denirdi kıza anne-baba:
“–Bak kızım, bembeyaz bir gelinlikle cıkıyorsun. Hic lekesiz, yine bembeyaz bir kefenle girdiğin evden cıkacaksın.”
DÂmÂda da denirdi:
“‒Bu sana AllĂ‚h ’ın emĂ‚netidir. Hukukuna dikkat et!” denirdi. Boyle bir yapı vardı. Bu yapı koptu.
Tabi bu, maalesef, neticesinde ne oluyor?
Evlendikten sonra bir hodgĂ‚mlık başlıyor, bencillik başlıyor, sabırsızlık başlıyor, tahammulsuzluk başlıyor. HattĂ‚ hattĂ‚, cocuk bile istemiyor. “Aman kurtaja gitsin diyor, ben diyor, hayatımı diyor, bu cocuğa mı vereceğim!” diyor, vs... HĂ‚lbuki duşunmuyor ki, yarın bu cocuk belki ona yarın baston olacak.
Efendim tabi, şimdi, ne vardı evlilikte?
–Muhabbet vardı. SadĂ‚kat vardı. Karşılıklı saygı vardı.
–Samîmiyet olacak, lĂ‚ubĂ‚lîlik olmayacaktı.
–Vakar olacak, kibir olmayacaktı.
–TevĂ‚zu olacak, zillet olmayacaktı.
–Evlilikte gonul Ă‚hengine daima bir îtinĂ‚ edilecekti.
–Sabır olacaktı: Bir hayat arkadaşlığı başlıyordu. Mutlaka tahammul gerektiren zamanlar olacak, sıkıntılı zaman olacak. Taraflar, boyle zamanlarda birbirlerinin guzel huyunu duşuneceklerdi.
–Mes ’ûliyet olacaktı: Taraflar, birbirlerine karşı olan vazifelerini ihmĂ‚l etmeyeceklerdi.
Bozmak, yıkmak kolaydır. Fakat yapmak ve korumak zordur.
Yine bu, ibretli bir tarihî bir şeydir. RivĂ‚yete gore bir adam, Halîfe Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- ’a gelir. Hanımını şikĂ‚yet icin geliyordu. Halîfe ’nin kapısına geldiği zaman, hanımının Hazret-i Omer ’e yuksek sesle bağırdığını duydu. Adam kendine şoyle dedi:
“–Ben dedi, hanımımı şikĂ‚yete geldim ama, ama onun da başındaki dert, aynı dert.” dedi.
Munir ARIKAN: Hem de Hazret-i Omer ’in.
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: Evet… Tam donerken Hazret-i Omer onu fark etti, yanına cağırdı. Meseleyi oğrenince şoyle dedi:
“–Onun bende bazı hakları var, onun icin soylediği şeylerin hepsine ben aldırış etmiyorum.
O, ateşle aramda bir perdedir. (Yani iffetsizliğe, zinĂ‚ya perdedir.) Kalbim onunla sukûnet bulur, onun sayesinde ben harama duşmem.”
Ardından hanımının hizmetlerini saydı. Adam da;
“–Aynı durum benim icin de gecerlidir.” diyerek huzurla geri dondu. (Tenbîhu ’l-GĂ‚filîn)
Tarihimizde, Munir Bey, dergĂ‚hlar bu hizmeti goruyordu. Aralarına burûdet giren hanım ve bey, dergĂ‚hın kendilerine mahsus yerine giderler, nasihat dinlerler, sıkıntıdan kurtulurlar, huzurla ailelerine donerlerdi.
Dînen “boşanma” AllĂ‚h ’ın buğzettiği, Arş ’ı titreten bir tehlike olarak gorulurdu. Bu sebeple, hakikî mĂ‚nĂ‚da en son care idi. Evlenen kızlara demin bahsettiğim gibi, o şekilde bir telkinatta bulunulurdu. DĂ‚matlara;
–EvlĂ‚dım! Hanımın sana AllĂ‚h ’ın bir emanetidir. Ona karşı ne kadar hayırlı ve kerem sahibi olursan Allah katında o kadar hayırlı bir kul olursun.” diye telkin edilirdi.
Buna mukabil; gelinlere de, gelin gittiği aileler de kendi kızları gibi davranırlardı, onları incitmezlerdi.
Gunumuzde ise; maalesef nefsĂ‚nî tercihlerle en kucuk bir huzursuzluk yaşayan hanım ve beylere de gercek anne-babaları tarafından gerekse cevrelerinden daima; sabır yerine isyan, sebat yerine kararsızlık, ulfet yerine ayrılık telkin edilmektedir.
Maalesef gunumuzde kız evlĂ‚tlara;
“–Kendini kucuk duşurme! Altta kalma! Kendini ezdirme!..” gibi avĂ‚mî telkinlerde bulunulmaktadır.
Ucuncu Tehlike: En muhim tehlike bu. Bu bir cahiliyenin tehlikesidir.
عَنِ النَّبَاِ الْعَظِيمِ
(“Buyuk haberden.” [Bkz. en-Nebe, 2])
Âhiretin Unutulması:
Bu; nefsĂ‚nî arzular, Ă‚hireti unutturuyor.
Maalesef gunumuz cÂhiliyesi, Âhiretsiz bir dunya istiyor.
Evlilik ise zikrettiğimiz uzere, hepsi uhrevî duygular olan, muhabbet, sadĂ‚kat, iffet, sabır ve ihtimam istiyor.
Âhireti unutanlar ise; “Dunyamız, nefsimizin rahatı ve konforuyla gecsin.” diyor. Evliliğe tahammul etmek istemiyor. Maalesef.
Allah Ă‚kıbetimizi hayreylesin.
Munir ARIKAN: Âmîn, Ă‚mîn.
Muhterem Efendim, ozellikle Rasulullah Efendimiz ’in;
“Bir kadın dort şey icin nikĂ‚hlanır.” hadîs-i şerîfine vurgu yaptınız. ÂcizĂ‚ne bu aile kocluğunda 21 yıldan beri, bunu dunya capında muşahede ediyorum:
–Malı icin evlenenler bedbaht oluyorlar. Cunku mal araya girince -az evvel buyurduğunuz gibi- Alman ailesi tipinde, hani bir insan evlĂ‚dıyla, eşiyle, ailesiyle nasıl bir şey olabilir, yani mal-mulk araya girebilir?!
–Soyu sopu icin evlenenler, işte İngiliz kraliyet ailesinde oldu, Hollanda ’da oldu, İsvec ’te oldu, Japonya ’da oldu; felaketle sonuclanıyor. O da bir hayır getirmiyor.
–Guzellik icin evlenenler de en hızlı boşananlar onlar oluyor, Muhterem Efendim. Elde bir kalıyor; dîni icin. Elhamdulillah onlar da buyurduğunuz gibi…
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: Yarın guzellik gidiyor. Baştan bulutların ustunde yaşıyorlar. Sonradan, o uc ay sonra, o guzellik, her şey bitiyor; huy kalıyor.
Munir ARIKAN: Kesinlikle. Allah, korumamızı nasîb etsin.
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: Onun icin hakikaten bu aile cok muhim. Aile sağlam olmazsa toplum gider, toplum mahvolur. Nufus azalıyor, vesĂ‚ire oluyor. Yani maalesef…
Munir ARIKAN: Cok onemli olduğu konusunda -Allah rĂ‚zı olsun aydınlattınız bizi- bunda bir ihtilaf yok. Eğitim camiasında ama buna değinilmemesi konusunda ne diyorsunuz?
Yureğimiz yanıyor. Hani 4+4+4 bir de universitesi var; 16 yıl. ÂcizĂ‚ne, cocuklarımızın kitaplarına baktığımızda, eğitim hayatlarına baktığımızda, aile olmakla alĂ‚kalı -az evvel buyurduğunuz gibi- “Aman kızım ha; beş yıl, cocuk-mocuk!..” Evvelden hemen, cocuk olması... Buyurduğunuz zurriyetle ilgili, goz aydınlığı ile ilgili bir teşvikti. Şimdi “Aman ha temkinli olun, el Ă‚lem falan!..” Boyle bir korumacılıkla…
Bu konuda eğitim camiasına sozunuz ne olur? Tavsiyeniz ne olur? Yureğimiz yanıyor bu konuda.
Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi: Efendim; Tanzîmat ’ta, Medrese ve Mektep ayrımı başladı. Yani medrese, bir mĂ‚nĂ‚da oksuz bırakıldı. Medrese kapatıldı. Mektepte var olan dînî ve ahlĂ‚kî eğitim de yok edildi arkadan. Mektepler, dinden uzak bir mantıkta nesiller yetiştirmeye başladı.
Bugun normal eğitim sisteminde, haftada iki saat din dersi var. O da birtakım insanları rahatsız ediyor; onu da kaldırmaya calışıyorlar. HĂ‚lbuki haftada iki saatlik eğitimde bir şey verilemez. Efendimiz bu eğitimi 23 senede verdi.
Millet bu mahrumiyeti aşmak icin, talep ettikce İmam Hatipler acıldı. Ben de İmam Hatip mekteplerinin ilk mezunlarından biriyim. Fakat hususî gayretler olmazsa, İmam Hatipler de, bir Kur ’Ă‚n eğitimini dahî tam olarak veremiyor. Ayrıca en az bir yıl evlĂ‚tları Kur ’Ă‚n kursuna gondermek zarurî.
Bircok mefhumlarımızın ici boşaltılmakta ve yerine başka, yabancı şeyler doldurulmaktadır.
İslĂ‚m ’ın; okumak, oğrenmek ve ilim tahsili hususundaki teşvikleri gafiller tarafından yanlış değerlendiriliyor.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de;
“...Size ancak az bir ilim verdik.” (el-İsrĂ‚, 85) buyuruyor.
Bu az ilmin verilişinden gaye, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın azamet-i ilĂ‚hiyyesini idrak etmektir.
Zaten Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de -dikkat edersek- butun ilimlerin hikmet tarafı verilir. Hikmetten uzak kuru bir bilgi depo etmek, Kur ’Ă‚n ’ın değer verdiği bir ilim değildir. Cunku zihni arşiv gibi kullanmanın tek başına bir değeri yoktur. İlmi, kalben hazmederek hayata meyve meyve yansıtmak mumkundur. Bu da takvĂ‚ iledir.
CenĂ‚b-ı Hak:
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُ
“...Siz takvĂ‚ sahibi olursanız, Allah oğretiyor...” (el-Bakara, 282) buyuruyor.
MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri, -ben bu misali cok veriyorum- Selcuklu Medresesi ’nin dersiĂ‚mıydı, en buyuk hocasıydı. ZĂ‚hirî ilmin zirvesindeydi. Fakat bu hĂ‚lini; “Hamdım!” diye tarif ediyor. ZĂ‚hirî ilim yetmiyor cunku. Ruh sahipsiz olmamalıydı. Bu boşluğu Şems-i Tebrizî adlı bir derviş geldi doldurdu.
Onun, Şems-i Tebrîzî ’nin, MevlĂ‚nĂ‚ kadar zĂ‚hirî ilmi yoktu. Bir dervişti. Fakat gonlunden rahmet taşıran bir dervişti. MevlĂ‚nĂ‚ ’nın gonlune muhabbet ve kalbî derinlik kazandırdı. MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri, mĂ‚nen tekĂ‚mul edip takvĂ‚ ile yoğrularak muhabbet ateşinde kıvĂ‚ma geldi. “Piştim!” ifadesiyle anlatır. İlĂ‚hî azamet ve hikmet manzaralarını seyretmeye başlar. Hicliğini daha yuksek bir idrĂ‚k il