
Halime Demireşik'in Şebnem dergisinin mayıs sayısı icin yaptığı roportajın konuğu, mĂ‚hir elde yetişmiş ilk hizmet neferlerinden olan Solmaz Ozkul Hanımefendi...Kıymetli okuyucularımız; Nurhayat Eryılmaz Hanımefendi ile yaptığımız uzun roportajımıza kısa bir ara veriyoruz. Devamını, inşĂ‚allah Temmuz sayımızda neşredeceğiz. Bu sayımızda Ramazan iklimine cok uygun başka bir roportaja başlıyoruz. Hayır ve hidayetlere vesile olması duĂ‚larımızla…
“Surda bir gedik actık, mukaddes mi mukaddes…
Ey kahpe ruzgĂ‚r, artık ne yandan esersen es!”
Merhum Necip FĂ‚zıl Kısakurek ’in mısralarında bahsettiği surlarda mukaddes gedikler acılmaya devam ediyor. 1990 yılında kutlu bir el uzandı Azerbaycan ’a… Komunizm ’in kirlettiği her bir kalbi, mĂ‚hir bir madenci gibi cakıl taşları arasından secti aldı. Gonlundeki îman ve merhametin tezahuru olan hizmetle yıkadı onları... Koklerinde var olan îman incilerini cıkardı gun yuzune… O ’nun gelişi ile Azerbaycan cicek actı.
İşte o mĂ‚hir elde yetişmiş ilk hizmet neferlerinden olan Solmaz Ozkul Hanımefendi, bugun roportaj sayfalarımızın konuğu... Kıymetli, Hak Ă‚şığı, firĂ‚setli bir babanın sadaka-i cĂ‚riyesi olan kardeşimize bircok hizmetin ilk tohumlarını atmak nasip olmuş. Once Azerbaycan, sonra Afrika kıtasının ortasındaki Tanzanya, ardında Turkiye, şimdi de Suriye ’de muhterem beyi Talha Ozkul ile beraber hizmetleri devam ediyor.
Azerbaycan ’da konservatuvar okurken bir anda hayatı değişen, kemanı ile şarkılar bestelerken ilĂ‚hiler bestelemeye başlayan, Solmaz kardeşimin hayat ve hizmet yolculuğunu okurken gozyaşlarınız hic dinmeyecek; hizmet ve îman aşkınız tazelenecek. Dinlerken ağladım, yazarken ağladım.
“-Gonullerimiz, gozyaşlarımız ve dualarımız birbirine karışsın!” diyerek buyurun başlayalım.
Efendim, bize kendinizden, Ă‚ilenizden, Azerbaycan ’da İslĂ‚m ’dan habersiz gecen yıllarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Ben Azerbaycan ’ın en guzel şehirlerinden biri olan Şeki ’de doğmuşum. Âilem ziyĂ‚lı (aydın, okumuş, munevver) bir Ă‚iledir. Babam doktor, annem ise oğretmendi. HĂ‚lbuki annemin genclik zamanlarında kız cocukları pek okumazmış. Ama Ă‚ilesi şuurlu bir Ă‚ile oldukları icin kendisini okutmuşlar.
Anne ve babamın ilimle meşgul olması, tabi bizim terbiyemiz uzerinde de cok etkili oldu. Guzel, ornek bir Ă‚ileydik. Ama biliyorsunuz, Azerbaycan halkı, Rusya ’ya bağlıyken yetmiş yıl komunizmin baskısını yaşamış bir millet… Bu sebeple ne bizim Ă‚ilemizde ne de halkımızda dînimiz İslĂ‚m ’la ilgili hicbir bilgi veya İslĂ‚m ’ı yaşama alĂ‚meti kalmamıştı. Sadece adımız muslumandı. CĂ‚mi ve medreseler ya yıkılmış ya muze olmuş ya da kutuphane olarak kullanılıyordu. Hic kimsenin evinde Kur ’Ă‚n dahî yoktu. Musluman olduğumuzu da dedelerimizden duymuştuk.
Dedem, gizli gizli evde namaz kılardı. Ama ne evlĂ‚tlarına ne de bize hic oğretemedi korkusundan... Son zamanlar dedem gizli de olsa, az cok İslĂ‚m ’dan bahsetmeye başlamıştı. Dedemin dayısı, Dağıstan Ă‚limlerindenmiş. Az da olsa dedemde İslĂ‚m ’dan kırıntılar kalmış. Dayısından oğrendiği Kur ’Ă‚n ’ı okurdu. Cok guzel ve serî bir Kur ’Ă‚n okuyuşu vardı.
Dedeciğim, bazen Rus komunist askerlerin baskın yapıp butun evlerden Kur ’Ă‚n ’ları ve din kitaplarını toplayıp yaktıklarını, namaz kılan ve Kur ’Ă‚n ’ı bilen herkesin idam edildiğini, dîni bilen hicbir Ă‚lim bırakılmadığını anlatırdı. Bu, oyle bir baskı imiş ki, İslĂ‚m adına hicbir eser veya İslĂ‚m ’ı hatırlatacak hicbir şey kalmayana kadar devam etmiş. Yetmiş yıl suren bir zulum…
O kadar dînimizden habersizdik ki, ne gusul abdesti, ne namaz abdesti, ne Ramazan Ayı, ne oruc, ne de kurban… Bunların hicbirinden haberimiz yoktu. Babam cok îmanlı-inanclı bir insandı, fakat namaz kılmayı bilmiyordu. Cunku dedemiz, askerler gelip basacak korkusu ile hic oğretememiş. Bu yuzden babam, namazı kırk beş yaşında oğrenip başlayabildi.
Peki, din adına neler vardı hayatınızda?
-Sadece bid ’atler vardı. MeselĂ‚ koylerde pîr mezarları ziyaret edilir, adak adanır. Onun icin kurban kesilir. O pîrden istenir. Duğun yapan, cocuğu olmayan herkes orayı ziyaret eder, orada kurban keserdi. İslĂ‚m ’ın Kurban Bayramı ’ndan haberimiz yoktu ama... HattĂ‚ az da olsa bunlar şimdi yine de var. Bir de cenaze arkasında yas merasimleri vardı. Din yok, bolca Ă‚det ve gorenekler vardı. Rus Ă‚detleri okullarda oğretilirdi. Yılbaşı kutlardık. Bunlar, hayatımıza o kadar yer etmişti ki, hic yabancılık cekmiyorduk.
Babacığım, sadece yureğini doldura doldura bir sevincle:
“-Biz muslumanız!” derdi.
Babam, bilmediği İslĂ‚miyet ’i aşılayamadıkca bizi ilimle doldurmaya calıştı. Kendisi cok iyi bir hekim olmanın yanında, edebiyata duşkun, ince ruhlu bir insandı. Bize bunu aşılamaya gayret ediyordu. Hepimizin ilim ve edebiyatla yoğrulup insanlığa faydalı olmamız icin nasihat eder ve bunun icin cok gayret gosterirdi.
Bu gayretlerinin neticesinde ağabeyim ve erkek kardeşim doktor oldular. Benim yolumu ise, onlardan farklı cizdi, beni sanata yonlendirdi. Ben konservatuvar mezunuyum. Piyanoyu cok severdim. Azerbaycan ’da piyano cok yaygındır. Piyano calmayı oğrenmek istediğim zaman babam:
“-Ben piyano istemem! O Rus Ă‚leti... Sen Azerbaycan ’ın millî calgı Ă‚leti olan kemenceye (kemana) yonel, kendi bestelerini yap.” demişti.
Sekiz sene konservatuvar okudum.
Tam yetmiş sene sonra, Rabbimiz bize tekrar İslĂ‚m ’ı ve muslumanlığı nasip etti. Bu yuzden biz cok şanslı bir nesiliz. Bizi bu gaflet uykusundan uyandıran kıymetli ustĂ‚dımız Osman Nûri Topbaş Efendi ’nin gayretleri oldu. Rabbim, kendilerine uzun ve sağlıklı omurler nasip etsin. Onun yurt dışı olarak ilk tohum attığı yer, Azerbaycan ’dır. Bugun mubarek elleri, kıtalar otesine kadar uzanıyor, elhamdulillĂ‚h!..
Osman Hocamız ’ın Azerbaycan ’dan haberdar olma hikĂ‚yesinden de bahsedebilir misiniz?
1990 yılında Sovyetler Birliği yıkılınca Azerbaycan, Rusya ’dan ayrılıp bağımsızlığına kavuştu, sınırlar acıldı. O zamanki Şeki muftusu Selim Efendi, Allah kendisine rahmet eylesin, hemen Turkiye ’ye gelmiş. Bir kuruma giderek:
“-Ben Azerbaycan ’dan geldim. Biz cok acız!.. Bize yardım edin, bize İslĂ‚m ’ı anlatacak hocalar gonderin!” demiş.
Oradaki yetkililer:
“-Biz seni Aziz Mahmud HudĂ‚yî Vakfı ’na yonlendirelim. Onlar comert insanlardır, size yardım ederler!” deyip HudĂ‚yî Vakfı ’na gondermişler.
Selim Efendi, HudĂ‚yî Vakfına gelmiş:
“-Ben Azerbaycan ’dan geldim. Şeki ’nin muftusuyum. Peygamber Efendimiz, «Komşusu acken tok yatan bizden değildir!» buyuruyor.[1] Biz yetmiş senedir acız. Bize yardım edin!” deyince, ona:
“-Tamam, istediğiniz kadar erzak, gıda ve kıyafet gonderelim!” demişler. Muftu Selim Efendi de:
“-Biz oyle ac değiliz! Bizim yemeğimiz, iceceğimiz var. Biz Kur ’Ă‚n ’ın ve İslĂ‚m ’ın aclığını cekiyoruz.” deyince onu Osman Efendimiz ’e yonlendirmişler.
Osman Efendimiz ’e her şeyi anlatmış ve onu İslĂ‚m ’ı anlatmak uzere Azerbaycan ’a davet etmişti. İşte o gun, orada Azerbaycan ’ın kaderi değişmiş, yeniden İslĂ‚m ’a kavuşması icin ilk tohumlar atılmış.
Bir ay sonra bizzat Osman Efendimiz Azerbaycan ’a geldi. Onun gelmesi ile Azerbaycan Ă‚deta cicek actı ve Azerbaycan yeniden doğdu. Tabî, bu aclığı hisseden cok az insan vardı Azerbaycan ’da… Cunku halkın coğunluğu dîni hic bilmiyor. Bizim dedemiz olmasaydı, gizli olarak da olsa namaz kılan kimseyi biz de hic gormeyecek; belki musluman olduğumuzu bile unutacaktık.
Osman Efendimiz ’in bu ilk gelişinde Şeki ’de onu karşılayan uc kişiden birisi babamdır. Daha sonra Osman Efendimiz, Turkiye ’ye doner donmez babamı İstanbul ’a davet etmiş. Babam da zaten Turkiye-İstanbul Ă‚şığı… Hemen gitti. Bir ay Osman Efendimiz ’in misafiri oldu.
Azerbaycan ’da ilk hizmet tohumları atılırken merhum babanız Efendi Doktor ’un da ismi cok gecer. Biraz da babanızdan bahsedebilir misiniz?
Babam İstanbul ’a gidince merhum MûsĂ‚ Topbaş Efendimiz ’le tanışmış, ona hayran kalmış, hemen bende olmuş. O gunlerden itibaren Osman Hocamızla cok samimî dostlukları başlıyor. Hocamıza:
“-Osman Abim!” derdi. Osman Hocamız da babacığıma:
“-Doktor Abi!” diye hitap ederdi.
Osman Hocamız, bu arada Turkiye ’den Azerbaycan ’a gidip hizmet etmek uzere beş tane hocahanım hazırlamış ve Azerbaycan ’a gondermiş. Babam bize İstanbul ’dan telefon actı:
“-Turkiye ’den beş tane hocahanım gelecek, onları karşılayın, guzelce misafir edin!” dedi.
Başlarında Muammer Hoca, hanımıyla… Onların yanında da dort hanım Kur ’Ă‚n hocası... Biz ev ayarladık. Misafirlerimizi getiren araba, bahceye girdi. Misafirlerimiz inince annem, ben ve yanımızdaki insanlar oyle şaşırdık ki anlatamam.
“-Bu insanlar nasıl giyinmiş?!” diye fısıldaşıyoruz.
Hayatımızda ilk defa tesetturlu insanlar gormuştuk. Uzerlerinde siyah carşaf falan da yok! Cok guzel beyaz pardosu ve beyaz başortusu... Diğer hocahanımlar da renkli başortuler takmışlardı. Ama bize sanki onlar başka bir dunyadan gelmiş gibi gorunuyorlardı, o kadar şaşkındık. Onlar sonra bir cĂ‚mide hemen vazifeye başladılar.
Hocalar gelince siz insanlara duyuru yaptınız. Peki, halktan bu ilk dĂ‚vete nasıl bir rağbet oldu?
İnsanlar oyle buyuk bir aşkla cĂ‚milere koştular ki, cĂ‚miler cıvıl cıvıl cocuklarla, genclerle dolup taştı.
Tekrar babamı anlatmaya donecek olursak… Babam da Turkiye ’den geldi, ama tamamen bambaşka bir insan olarak geldi. Biz Ă‚ilesi olarak Ă‚deta onu tanıyamıyorduk. Ben hayatımda bir insanın bu kadar kısa surede, bu denli değişebileceğine ilk defa şĂ‚hit oluyordum.
Babam gelir gelmez butun Şeki halkına faydası olacak şekilde hizmet mekĂ‚nları actı Allah ondan rĂ‚zı olsun, mekĂ‚nını Cennet eylesin! Pek cok insan, babamın vesîlesi ile îmĂ‚na geldi. Kendisini o kadar din hizmetine adadı ki, bir keresinde annem, babama:
“-Sen doktorluğu bıraktın mı?” diye sormuştu.
Gozune ne muĂ‚yenehĂ‚ne, ne hastahĂ‚ne gorunuyor; oralara cok az uğruyordu. Hemşireler, doktor arkadaşları, babamı cok sever, cok saygı duyarlardı. Onu kaybetmek istemiyorlardı. HastahĂ‚neye gelmesi icin dĂ‚vet ederlerdi. Babam gittiği her yerde, gelen hastalarını tedavî ederken bile İslĂ‚m ’ı anlatırdı. Hastaları:
“-Biz senin sohbetinle şifĂ‚ buluyoruz.” derlerdi.
Etrafındaki doktor arkadaşları, akrabalarımızın coğunluğu, babamın sohbetleri ile İslĂ‚m ’a geldi, elhamdulillĂ‚h! Babamın artık dilinden dokulen sadece İslĂ‚m ’a dair sozler, kaleminden kĂ‚ğıda akan şiirleri de hep Allah-Peygamber aşkıydı. KĂ‚inat mûcizesini, Ă‚yetler ve bilim ışığında anlatan ilmî seviyesi yuksek bir kitabı cıktı. Bircok kitap calışması da vardı, yarım kaldı. Omru vefĂ‚ etmedi. Bana, “Tamamla!” diye vasiyet etti, ama ben onun kitabını tamamlayacak seviyede gormuyorum kendimi…
Babam eskiden yorgun olarak hastahÂneden gelir, dinlenmek icin:
“-Kızım, hadi kemanını al, cal biraz, ben dinleneyim!” derdi.
Beni, kendi bestelerimi yapmam icin teşvik eder, bestelediklerimi zevkle dinler:
“-Sen cok başarılı olacak, guzel besteler yapacaksın!” derdi.
İşte beni bu kadar muziğe teşvik eden babam gitmiş, Turkiye ’den bambaşka birisi gelmişti.
“-Gel keman cal!” demek şoyle dursun, “Kemanın nerede?” diye bile sormadı.
Ben uzuluyorum tabi, “Babama ne oldu?” diye…
Gelirken İstanbul ’dan bircok ilĂ‚hî kasetleri getirmiş. Bunları teybe koydu, hep beraber dinlemeye başladık ve bir şok daha yaşadık. Cunku şarkılarda, “Allah” adı geciyor ve Allah icin şarkılar yazılmış diye şaşırıyoruz. “İlĂ‚hi nedir?” bilmiyoruz tabi... Ama Ă‚ilece zevk ala ala dinlemeye başladık. Ninem, “Allah adı, Peygamber adı geciyor bu şarkılarda!” diye dinlerken eriyordu Ă‚deta... Babam bu ilĂ‚hi kasetlerini dinlerken bana:
“-Kızım, bak! Bu hayatta her şey boş. Azerbaycan ’ın ilk ilĂ‚hîlerini sen bestelemelisin.” dedi.
Yanında gelirken Yûnus Emre ’nin şiirlerinin bulunduğu “Guldeste” isimli kitabı bana hediye getirmiş.
“-Bak, burada Yûnus Emre ’nin şiirleri var. Al, bunları bestele... Azerbaycan ’da ilk ol, hem şarkı yerine bu ilĂ‚hileri soylersen Allah katında yucelirsin!” teşvikleri ile aslında beni yumuşak yumuşak muzikten ilĂ‚hiye doğru yonlendiriyordu. Bana direkt:
“-Muziği bırak!” deseydi, belki bırakmazdım.
Ben her zaman bir şeyin “ilkini yapmayı” cok severdim. Beni buradan yakaladı. Ben bu teşvikle ilk defa Yûnus Emre ’nin “Araya araya bulsam izini” şiirini besteledim. Babam dinleyince, yaptığı iltifatlarla beni goklere ucurdu. Boyle boyle yirmi tane ilĂ‚hi besteledim. Az once de ifade ettiğim gibi, babam edebî zevki olan ince ruhlu bir insandı. Anlatamadığı her duygusunu şiir yazarak anlatırdı. Osman Hocamıza olan muhabbetinin bir nişĂ‚nesi olarak bir şiir yazdı:
Allah, Sana şukur olsun, gorduk asıl musluman!
Kalpte îman, yuzunde nûr, ameli duz bir insan…
O, Osmanlı evlĂ‚dıdır; adı dahî Nûr Osman!
Bir AllĂ‚h ’a sevgisinden nûra dondu kalbimiz.
Biz de ona duĂ‚cıyız, kabul eyle, Rabbimiz!..
***
Rasûlullah toprağından, babasından nûr almış.
Meslekini, vucudunu bu nûr ile boyamış.
O dunyanın cennetini, bu dunyada kazanmış.
Bu insanın amelinden ışıklandı dinimiz.
Biz de ona duĂ‚cıyız, kabûl eyle Rabbimiz!
***
Siz geldiniz kendinizle bize îman getirdiz.
Dilinizde Peygamberin kelĂ‚mını yetirdiz.
Gonlumuzden karanlığı o nûr ile itirdiz.
Sizle birge namaz kılmak olaydı kısmetimiz.
Rasûlullah hurmetine KĂ‚bemizde, Rabbimiz.
Biz de ona duĂ‚cıyız, kabul eyle Rabbimiz!
***
Duşunmeyin, bu sevgimiz dilimizde, yuzdedir.
Bu saygılar tĂ‚ kadîmden hucremizde, gendedir.
Rasûlullah ummetiyiz, birliğimiz dindedir.
Bu birlikten asılıdır, bizim her zaferimiz.
Osman Hocam, kuvvet versin işinize Rabbimiz.
Biz de ona duĂ‚cıyız, kabul eyle Rabbimiz!
Siz de bilirsiniz, bu bestelediğim şiiri… Âzerî oğrenciler, Cuma akşamları kursta hep soylerdi. Babam:
“-Kızım, bu besteni Osman Abim Azerbaycan ’a gelince ona da soylersiniz!” dedi.
Ben de komşularımızın cocuklarından bir koro oluşturdum, iki ilĂ‚hiye calıştırdım. Daha sonra Osman Hocamız, Azerbaycan ’a geldiklerinde bizim eve de misafir oldular. Evimizin kocaman salonu, Baku ’den de gelen misafirlerle dolup taştı.
Babam cok heyecanlı… Tabi, hazırlıklara uc gun once başlandı. Akrabalar, komşular koca koca tencerelerde yemekler hazırladı. Sanki bir duğun, bir bayram havası… Yukarıda yemekler yendi.
Ben babamın İstanbul ’dan hediye getirdiği oyalı tulbenti başıma bağladım. Elimde kemanım, kucuk cocuklardan oluşan korom da yanımda… Ben de heyecanlıyım, ilk defa Hocamızı gorup tanıyacağım. Babam, Hocamıza:
“-Kızımızın size hazırladığı kucuk bir surprizi var. Kızım keman calacak!” demiş.
Hocamız da gulumsemiş. Biz cıktık. Herkes de şaşkın, kimse de bir şey diyemedi. Belki bizi korkutmak istemediler. Ben kemanımı calıyorum, korodaki cocuklar bestelediğim ilĂ‚hileri soyluyor. Sıra, Hocamız icin yazılan “Nûr Osman” ilĂ‚hîsine gelince, dinleyenler de Hocamız da cok duygulandılar, gozleri doldu. Ertesi gun Osman Hocamız, babama:
“-Turkiye ’de eğitim gormesi icin Şeki ’den dort kızımızı alacağız. Solmaz kızımız da kemanıyla gelsin, Turkiye ’de kızlarımıza keman calsın!” demiş.
Ben burada hocamızın buyuk bir kerametini goruyorum. “Kemanı bırak, Turkiye ’de eğitime gel!” deseler, buyuk ihtimal gitmezdim. Cunku okulumu da kemanımı da cok seviyordum. Ama “Kemanı ile gelsin!” deyince ben de:
“-Bir yıl universiteyi dondurayım, hem Turkiye ’yi goreyim!” dedim.
Konservatuvardaki hocam beni hic gondermek istemedi:
“-Sen cok kabiliyetlisin. Gitme, senin başını ortup molla yaparlar!” dedi.
Ben bir yıl sonra tekrar konservatuvara doneceğim diye okulu dondurup, kısa bir zaman sonra kemanımla kursa geldim. Dolabımın ustune kemanı bıraktım. Bir sene Turkiye ’de Azîz Mahmud HudĂ‚yî Kursu ’nda eğitim gordum, ama neredeyse kemanımı dolabın ustunden indirip hic acmadım.
Universitede konservatuvar okurken Ă‚niden yatılı kursa geldiniz, uyum sağlayabildiniz mi?
Acıkcası hemen uyum sağlayamadım; ne hayat tarzımla, ne meşguliyet alanımla hic ilgisi olmayan bir yer olduğu icin zorlandım. Fakat her hafta Hocamızın gelişi ve o derslerden aldığımız lezzet, butun zorlukları unutturuyordu. Âdeta şarj oluyorduk. Eğer Osman Hocamız gelmeseydi, bizi o kursa bıraksaydı, donup bize hic bakmasaydı; bugunku Azerbaycan hizmetlerinde yetişen hocalar olmayabilirdi. Hocamız Âzerî oğrencilerle cok ozel ilgileniyordu. Hocalarımız ve Turk oğrenciler bize gıpta ederdi:
“-Ne kadar şanslısınız! Hocamız ’ın bu kadar ilgi ve iltifatına mazhar oluyorsunuz.” derlerdi.
Her hafta koşke, MûsĂ‚ Efendimiz ’in sohbetlerine katılırdık. Babamın, Peygamber Efendimiz ’e yazdığı bir şiiri vardı:
“Ey AllĂ‚h ’ın en sevgili Habîbi
İnsanların gozun nûru, tabîbi:
RasûlullĂ‚h! Yalvarırım, yĂ‚ Rabbi,
Geleydi uykuma gorem ne ola…”
***
Hicbir yıldız senin gibi parlamır.
Bin dort yuz yıl nûrun gelib azalmır.
Yazık o kestir, bu nurdan pay almır.
Geleydin uykuma gorem ne ola!
***
Ben bu şiiri de bestelemiştim. MûsĂ‚ Efendimiz bunu duyduklarında ismimi sordular:
“-Solmaz” dedim. Onlar da:
“-Solmaz kızım, hic solmayasın!” diye duĂ‚ etmişlerdi. Bir de MûsĂ‚ Efendimiz icin cok guzel bir şiiri vardı. Onu da paylaşayım:
KĂ‚dir Allah, nîmetine bin şukur,
Kısmet etti bize ihsĂ‚n, Efendim…
Gordum o gul cemÂlini, ne mutlu,
Melek misiz, yoksa insan, Efendim…
Evliyalar tahtındasız Efendim!
***
Ruhsuz candım, kırılmıştı kanadım.
Sohbetinde Hakk ’ı buldum, anladım.
Hak Ă‚şığı, nur celengi UstĂ‚dım…
Rûha gıda, kalbe îmĂ‚n efendim.
Evliyalar tahtındasız Efendim!
***
Şeyh ŞĂ‚mil ’siz Kafkas yetim kalandı.
Zirvesi kar, dereleri dumandı.
Ruhun geldi, dağlarımız oyandı.
Amelinle Kafkas ’dasın Efendim.
Evliyalar tahtındasız Efendim!
***
Hazret-i MûsĂ‚ ’dır, bizim şeyhimiz!
Daima azîz tutsun sizi Rabbimiz
Hazret-i SĂ‚mî ’ye “SĂ‚dık DĂ‚nemiz”
Doktor Efendi de size hayran, Efendim…
Evliyalar tahtındasız Efendim!
Turkiye ’de ne kadar eğitim gordunuz ve dondukten sonra hizmete hemen başladınız mı?
Biz ilk gelen grup, bir yıl kaldık. Sonra hemen donduk. Cunku devir, îman kurtarma devri idi. Daha fazla kalıp ilim almak, bizim icin cok fazla luks olabilirdi. Halkımız gusul abdestini bile bilmiyordu. Bu, toplumumuzun faciĂ‚sıydı bence…
Bizi yetiştiren hocalarımızdan Allah rĂ‚zı olsun! Bir sene icinde, bize iki-uc senelik eğitimi vermişlerdi. Biz altı-yedi arkadaş, Turkiye ’den donunce her yerde hizmet edecek yeterli bir mescid ve kurs binası yoktu. Babam ilk fedakĂ‚rlığı yine kendisi yaparak evimizin bahcesindeki muĂ‚yenehĂ‚nesinin bir odasını, “Allah rızĂ‚sı icin veriyorum!” diyerek bağışladı. Yine insanların kolayca ulaşabilmesi icin Şeki ’nin ceşitli bolgelerine de kurslar acılması icin cok gayret ettiler.
Daha sonra buyuklerimizin onayak olması ile Turk bir hoca olan Talha beyle izdivĂ‚cınız oldu. Boylece yine ilklerden birine imza atmış oldunuz, değil mi?
Evet, elhamdulillĂ‚h oyle oldu. Normalde Ă‚ilem, bırakın başka ulkeyi, başka şehre bile kız vermez. Bu, bizim icin mumkun olmayan bir şeydi. Ben evin tek kızıydım, bu da cok onemli bir faktor tabi... Ama Osman Hocamız:
“-Biz Talha Bey ’e de Ă‚ilesine de kefiliz. Ben kızımın bu evliliğine rĂ‚zıyım!” deyince babam:
“-Tamam. Solmaz sizin kızınız! Siz rĂ‚zıysanız biz de rĂ‚zıyız.” dediler. Boylece bulunduğumuz şehirde bir Azerbaycan kızı ile bir Turk evlenmiş oldu. Aslında vakıf cevresinde o sıralarda bir-iki evlilik olmuştu, ama bizimki de bu ilk duğunlerden biri sayılır.
Bu evlilikle dunyanın dort bir yanına ulaşan hizmet mĂ‚ceranız da başlamış oldu, oyle mi?
Evet. Bizim evliliğimiz, sizin de ifade ettiğiniz uzere, hizmet uzere başladı, oyle de devam ediyor, elhamdulillĂ‚h! Once on sekiz sene Azerbaycan hizmetimiz oldu. Daha sonra Afrika kıtasında Tanzanya ’da hizmetimiz oldu. Sonra Turkiye ’ye geldik. Yaklaşık yedi sene Azîz Mahmud HudĂ‚yî kursunda hizmet ettik. Şimdi de Suriye hizmetimiz icin Azez bolgesine taşındık.
Azerbaycan hizmetinizi yaparken hic zorluklarla karşılaştınız mı?
Guzellikler de zorluklar da yaşadık. Once guzelliklerden bahsedeyim:
Azerbaycan ’da ilk hizmete başladığımda yaşlı bir oğrencim vardı. Yetmiş yaşında, “Senober Teyze” derlerdi. Kendisi cok unlu bir molla idi.
Olenin arkasından tertip edilen yas merasimlerinde Kur ’Ă‚n okuyan kimselere, Azerbaycan ’da “molla” denir. Senober Teyze, benim yanıma ilk geldiğinde şoyle bir itirafta bulunmuştu:
“-Solmaz Hocam! Ben bilirem ki, benim okuduğum Kur ’Ă‚n, Kur ’Ă‚n değildir! Sadece sesim guzeldir. Bu yuzden bana molla derler. Bana doğru Kur ’Ă‚n ’ı oğret! Şimdi kimse benim Kur ’Ă‚n ’ı bilmediğimi bilmiyor. Ama Allah bana soracak!.. Bu yuzden bana sen doğru bir şekilde Kur ’Ă‚n ’ı oğret!” dedi.
Ben de icimden “AllĂ‚h ’ım, ben okuması-yazması olmayan, kulağı bile iyi duymayan, yetmiş yaşındaki bir kadına nasıl Kur ’Ă‚n oğreteceğim!” dedim.
Fakat Senober Teyze beni mahcup etti. Her gun hĂ‚lis niyetle kursa geldi ve iki ayda Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’i oğrendi. Ve Kur ’Ă‚n ’ı yavaş yavaş da olsa beraberce hatmettik.
Solmaz Hocam, burada Kur ’Ă‚n ’ın mûcizesini gormuşsunuz. Rabbim, bu kelĂ‚mı isteyen herkese oğretiyor.
Gercekten Halime Hocam… Ben orada bu mûcizeyi bizzat yaşadım. Bu hĂ‚diseden ders cıkardım ve kendi kendime dedim ki:
“-Bundan sonra yediden yetmişe gelen herkese oğreteceğim. Niyeti hĂ‚lis olan herkesin kalbini de zihnini de Rabbimiz acar.”
Bir Perşembe gunu Senober Teyze derse geldi:
“-Hocam, dersimi hemen vereyim, yasa gideceğim!” dedi. Ben de:
“-Senober Hala, Ramazan ayındayız, orucuz. Yasta yemek verirler. Nasıl olacak bu iş?” dedim.
“-Hocam, ben orada yemek yemezsem kimse yemez. Bugun ben orucumu yiyeyim, yarın devam ederim yine!..” dedi.
Yani Ramazan ’ı da orucu da hic bilmeyen bir toplumduk. İlk oğrenirken boyle traji-komik hĂ‚ller de yaşıyorduk. İşte halkımız, İslĂ‚m ’dan bu kadar koparılmıştı. Tabi, oğrendikce bunlar hep duzeldi, elhamdulillĂ‚h...
Daha sonra evlenince Şeki ’nin merkezinden ev tutmuştuk. Orada talebelerimin coğunluğu universite oğrencileri idi. İki odalı apartman dairesinde seksen kadar oğrencim vardı. Oğlum doğmuş, henuz kırk gunlukken beşiği sınıfın koşesine koymuştum. Oyle hizmete devam ediyorduk. Osman Hocamız, sık sık Azerbaycan ’daki hizmet mekĂ‚nlarını ziyarete gelirdi. Bir defa geldiklerinde:
“-Kızım, bu daire size yetmiyor. Artık komşularınız da sizin kalabalığınızdan rahatsız olurlar. Daha musait, bahceli bir yer bulalım.” dedi.
Biz de iki katlı, bahceli bir yer bulduk. Tabi, sayımız da uc katına cıktı. Yanıma uc-dort yardımcı hocahanım geldi. Orada sayımız artınca, cok zorluklar gormeye başladık. Etrafımızdaki bazı cĂ‚hil komşularımız bize cok hakaret ediyorlardı:
“-Kur ’Ă‚n okumayın, Kur ’Ă‚n sesi evlerimize gelmesin!” diyorlardı.
Bir gun kursun bahcesine cıktım. Yanımda biri beş, diğeri uc yaşında cocuklarım da var. Bizim bahceye taş atmaya başladılar. Oyle kucuk bir taş da değil! Buyuk buyuk taşlar, isabet etse bir cocuğu oldurebilirdi. O zaman cok ağlamıştım. (Anlatırken ağlıyor.)
O an Peygamber Efendimiz ’in de muşrikler tarafından taşlandığı aklıma geldi. Yeniden bir guc geldi icime.
“-Hic durmayacağım, bu zorluklarla yılmayacağım!” dedim.
Buna benzer zorluklar yaşadıkca, Rabbim sanki bana daha fazla bir guc veriyordu. Bunu iliklerime kadar hissediyordum. Bu yuzden hic umitsiz olmadım. Zorluk artıkca hizmetin lezzeti de artıyordu. Daha sonra Osman Hocamız:
“-Kendi kursumuzu alalım. Bu kiralık yerde sizi rahat bırakmayacaklar!” dedi.
Biz tekrar kapı kapı dolaşıp bir yer bulduk. Orayı da Ă‚deta dişimizle tırnağımızla her şeyini tamamladık. Temizliğini, boyasını, aklınıza hangi ayrıntısı gelirse hepsini yaptık, cok şukur!.. İlkleri yapmanın sevincini ve huzurunu yaşıyordum. Cunku:
“Kim bir hayrı başlatırsa, arkasından aynı hayrı yapanların sevabından da alır.”[2] buyuruluyor ya… İnşĂ‚allĂ‚h o kurs da bizim sadaka-i cĂ‚riyemiz olur. Bu yuzden Azerbaycan hizmeti, benim ilk hizmet aşkım, heyecanım olduğu icin onun lezzetini hic unutamıyorum.
Daha sonra Afrika hizmetiniz oldu. Ama onunla ilgili dergimizde bir yazınız cıkmıştı.[3] Suriye hizmetinize gecmeden evvel, kısaca uzerinden gecelim mi?
Afrika ’daki hizmetimiz de şoyle olmuştu: Osman Hocamız, Azerbaycan ’a geldiklerinde vakfın Afrika hizmetlerinden bahsetmişti. Bir sozunu hic unutmam:
“-Kızım, Afrika ’ya gidip dondukten sonra musluğu her actığımda Afrika aklıma geliyor. Bazen «Acaba bizim iki kap yemek yememiz cĂ‚iz mi?» diye duşunuyorum.” dedi.
Bende o gunden sonra Afrika ’da hizmet etme hayali başladı. Azerbaycan hizmetimizin 18. senesindeydik artık… Biz ikinci nesle Kur ’Ă‚n oğretiyorduk. Bir yenilik de arzulayarak Osman Hocamıza:
“-Efendim, ben Afrika ’da hizmet etmek istiyorum.” dedim.
Mubareğin yuzu ay gibi parladı:
“-Yok kızım, siz Şeki ’de lĂ‚zımsınız. Burada kalın!” dediler.
O sıralar eşim Talha Bey, kurban organizasyonu icin on gunluğune Afrika ’ya gidecekti:
“-İstersen sen de gel!” dedi. Ben de:
“-Tamam.” dedim.
On beş gunluğune gittik. Koy koy gezdik. Hic kurs-mescit yok. Her hususta, her şeye cok ihtiyac var. Son doneceğimiz akşam, eşim bana dedi ki:
“-Solmaz, buraları gordun, bak ne kadar cok ihtiyac var! Azerbaycan ’da hizmetler yerine oturdu. Biz olmasak da yerimizi dolduracak mutlaka birileri oluyor. Asıl hizmet burada. Buranın taşı-toprağı hizmet… İster misin, gelelim mi?” Ben de:
“-Tabi ki gelirim.” dedim.
Boylece bir bucuk yıllık Afrika hizmetimiz başladı. Afrika kıtasının tam ortasında, Tanzanya ’da guzel hizmetlerimiz oldu. Bugun oraya gitsem, kapısını calıp evinde misafir olacağım en az elli kapımız var, elhamdulillah! HĂ‚lĂ‚ irtibatımız kopmadı, goruştuğumuz guzel dostlarımız var orada…
Daha sonra Turkiye ’ye hizmete geldiniz.
Zorlu Azerbaycan ve Afrika hizmetinden sonra, Rabbim bize hediye olarak, bir zamanlar oğrencisi olduğum guzel Azîz Mahmud HudĂ‚yî Kız Kur ’Ă‚n Kursu ’nda hizmet de nasip etti. Rabbime ne kadar şukretsem azdır. HudĂ‚yî Kursu ’nda bulunmak, bence oğrenci olarak da, hoca olarak da cok buyuk bir nimet… Bunu sizler de bilirsiniz. Bence HudĂ‚yî kursu bir marka, bir akademi... Bizim baba ocağımızdır, HudĂ‚yî...
Ben bir zamanlar sınıf hocam olan Ayşe Durmaz hocamla hizmet ettim. Bizi yıllar evvel vatanımıza uğurlarken:
“-Siz benim Azerbaycan ’a gonderdiğim ilk fidanlarımsınız!” demişti ağlayarak... Ayrıca “Dostum, kardeşim!” dediğim Halime Demireşik ’le beraber hizmet etmek, benim icin buyuk bir lûtuf..
BilmukĂ‚bele kardeşim. Biz de seninle omuz omuza hizmet sancağının altında golgelendiğimiz icin bahtiyarız.
Ama bir muddet sonra ben yeni hizmet alanlarına yonelmeyi istedim. Cunku HudĂ‚yî Kursu oyle bir yer ki, ilim adına, hizmet adına her şey duşunulmuş ve tıkır tıkır işliyor. Benim oraya katacağım yeni bir şey yok! Ben ise, “ilki yapmayı”, bir hizmeti “yeni baştan kurmayı” seviyorum. Yani ben HudĂ‚yî ’de olsam da olur, olmasam da olur diyordum icimden…
Mahrumiyet bolgelerinde sıfırdan hizmete başlayıp onların benim birer sadaka-i cĂ‚riyem olması duygusunu tattığım icin buralarda o duygunun hasreti icinde hep duĂ‚ ediyordum.
O sıralarda Osman Hocamızla istişare ettik. Beni Umraniye bolgesindeki Suriye okulu ve Suriyelilere yardım faaliyetlerinin yapıldığı birimimize yonlendirdi. Eşim de son bir yıldır erkeklerin Suriye okulunda hizmet ediyordu. Şimdi buradan bakınca, sanki Hocamız bizi Suriye bolgesine gondermeden evvel oralarda tĂ‚lime almış. Buraya gelmeden Suriyelileri, kulturunu, ihtiyaclarını yavaş yavaş tanımaya başlamıştık. Altı aylık bu hazırlıktan sonra asıl Suriye hizmetimiz başladı.
Şimdi de Suriye hizmetinizden bahsedelim. Nasıl başladı bu hizmet?
Suriye ve İdlib bolgesinde Aziz Mahmud HudĂ‚yî Vakfımızın onderliğinde briket ev, cĂ‚mi, okul vs. işleri başlamıştı. Eşim Talha Bey, onceden Azerbaycan ’da ve diğer bolgelerde de bu hizmet faaliyetlerine katılmıştı. Osman Hocamız Suriye bolgesinde yapılan inşaatların kontrolunu de Talha Bey ’e verdi. Bu sebeple ara ara gidiyor, bir hafta, on beş gun, son donemlerde de bir-iki ay oralarda kalıp bu inşaat faaliyetlerinin takibini yapıyordu. Bu durum, altı ay kadar devam etti. Sonra Osman Hocamız bir gun Talha Bey ’le goruşmuş, bizim o bolgeye Ă‚ilece taşınmamızı ve beraberce hizmet etmemizi istemiş. Talha Bey de:
“-Tamam Efendim!” demiş. Cıkışta beni aradı:
“-Hocamızla goruştum. Bizim Suriye ve Turkiye ’deki multecî kamplarında Ă‚ilece hizmet etmemizi istiyor. O bolgenin sorumluluğu bize verildi. Şimdi duşun, hayatının kararını ver!” dedi. Ben zaten telefonu ilk actığında anlamıştım, sanki icime doğmuştu. Talha Bey eve gelince de:
“-Hocamız, cocukların gideceği okula, kalacağımız eve kadar her şeyi duşunmuş. Benim, «Bu eksik kalmış, bunu da yapalım.» diyeceğim hicbir eksiklik kalmamış. Hocamız seni de arayıp konuşacak.” dedi.
Hocamız ertesi gun beni aradı:
“-Kızım, Suriye tam senin hizmet edeceğin yer! Seni buralardaki hizmet pek mutlu etmedi. Sen Suriye ’de gonlunce hizmet edeceksin!” dediler. Ben de:
“-Tamam Efendim.” dedim.
Tabi, duyan herkes beni korkutmaya başlıyordu:
“-Senin orada ne işin var? Savaş bolgesi orası… Bombalar patlıyor! Cocukların ne olacak?” diyordu.
Ama buyuklerimizin duĂ‚sı benim icimi ferahlatmıştı. Sonra Kilis ’e geldik. Buradan araba ile on beş dakikada gumrukten Suriye ’ye geciyoruz. Hafta sonları da dĂ‚hil, her gun o bolgede hizmetimize başladık, elhamdulillĂ‚h!
Suriye bolgesine girip, ilk defa multecî kamplarını gorduğunuzde neler hissettiniz? Nasıl bir manzara bekliyordunuz, nelerle karşılaştınız?
Acıkcası buraya gelmeden evvel Osman Hocamızın bir cumlesi beni buraya hazırlamıştı.
“-Kızım, bu bolge, Afrika ’dan daha zor ve daha onemli!” demişti.
Ben de Afrika ’dan “daha zor” ve “daha onemli” nasıl olur, onu anlayamıyordum. Cunku Afrika ’daki yokluğu ve caresizliği gormuş, bir insan olarak bundan daha ote bir yokluk ve caresizliği tahayyul edemiyordum.
Biz ilk gumrukten gecince gorduklerime inanamadım. Gozumun gorduğu son noktaya kadar, hattĂ‚ daha da otesi cadır... Hic bitmeyen bir cadır ve caresiz insanlar… Ben zannediyordum ki, Suriye ’ye gecince bir bolgeye gideceğiz, sadece orası, multecî cadırları var ve biz onlara yardım edeceğiz. Orada ağzımdan cıkan ilk soz:
“-YĂ‚ Rabbî, biz bu insanların hepsine nasıl yetişeceğiz?” oldu.
Afrika ’da insanlar, o hayat şartlarının icine doğuyor ve ister istemez o hayat tarzına alışarak buyuyorlar. Hayatı, o toprak evden ibaret zannediyorlar. Otesini gormemişler, bu yuzden hayalleri de olmuyor. Ama burada oyle değil!.., Bu insanların daha once yaşadığı normal bir hayatları vardı; evleri, okulları, yiyecekleri, Ă‚ileleri… Bizim gibiydiler yani…
Sonra savaşın en acı yuzunu gormuşler; kimisi sakat kalmış, kimisi hasta… Coğunluk annesini, babasını, eşini, cocuğunu veya butun yakınlarını kaybetmiş. Bazıları hikĂ‚yelerini anlatırken:
“-Villalarımızı, arabalarımızı bırakıp kactık buraya!..” diyorlar.
Varlıktan yokluğun en dibine duşmuşler. İşte bunları gorunce Osman Hocamız ’ın ne demek istediğini anlamış oldum. MeselĂ‚ gunluk hayatımızda bir eşyamız kaybolduğunda, durmadan gozumuz onu arıyor. Benim Azerbaycan ’da bir evim yanmıştı, hatırladıkca hĂ‚lĂ‚ icim sızlar. Ustelik sonradan daha iyisine kavuşmuş olduğum hĂ‚lde…
Bir de bu kardeşlerimizi duşunelim; her şeylerini kaybetmişler, hattĂ‚ hayallerini bile… Bu insanın psikolojisini, Afrika ’daki ile dahî bağdaştıramazsınız. O cadırları gorunce:
“-Keşke sayabilecek kadar olsalardı, sivil toplum orgutleri ile paylaşırdık.” dedim.
Ama oyle cok ki, butun sivil toplum kuruluşları gayret hĂ‚linde olduğu hĂ‚lde yetişemiyoruz. Duşunun, bir defa yardım goturduğumuz cadıra, ikinci defa goturemiyoruz, cunku sıra gelmiyor. Cadırlarına davet ediyorlar:
“-Gel, otur! Bize hic kimse gelmedi yardıma…” diyorlar.
Sohbet edecek, dertlerini anlatacak bir dost, gozyaşlarını silecek bir el, bazen de problem cozulmese de onları dinleyen ve anlayan bir mu ’min kardeşlerinin varlığını hissetmek istiyorlar.
90-95 yaşlarında bir teyzenin cadırına ikinci defa gittik. Cunku yalnız, hic yardım edeni yok! Benim tekrar geldiğimi gorunce elimi opmek istedi, nasıl sarılıp sevinc gozyaşı dokuyor, anlatamam.
“-Hep seni bekledim, nerde kaldın?!” diyor.
İceri davet etti, girdim. Buz gibi icerisi…
“-Teyze, sen burada uşumuyor musun?” dedim.
“-Sen soba, yakacak getirmiştin. Ama yakacaklar hemen bitti. O yuzden cok soğuk!..” diyor.
Baktım, erzakları da bitmiş. Tekrar verdik, ama bir daha oraya sıra gelecek mi, tekrar o yaşlı teyzeyi gorebilecek miyim, bilemiyorum.
Kadınlar ve yetim kalmış cocuklar, savaşın en cok kaybedeni değil mi? Biraz da onlardan bahsetsek… Onlar icin neler yapılıyor?
Biz burada Aziz Mahmud HudĂ‚yî Vakfı ’nın catısı altında, Bereket Derneği ’ni kurduk. Vakfımız, Bereket Derneği kadın kolları başkanlığı vazifesini bana verdi. Kadınların ve yetim cocukların ihtiyacını, saha icinde gorup yardım etmemiz icin… Rabbim, hakkıyla yapmayı nasip eylesin!
Sizin de ifade ettiğiniz gibi, savaşın en cok kaybedeni kadınlar… Babasını, erkek kardeşini, eşini ve cocuğunu şehid vermiş; dul kalmış, cocukları ile yapayalnız kalmış o kadar cok kadın var ki… Beş cocuğu ile kalmış kadın, cocuklarını kesinlikle yetimhaneye vermiyor. Her turlu zorluğuna rağmen kendisi bakıyor. Akrabalık bağları cok fazla… Kendi yetimlerine, başka kardeşlerinin yetimlerine, hattĂ‚ kumasının yetimlerine bakan kadınlar var. MeselĂ‚ yaşlı kadın kalmış, kendine bakacak mecĂ‚li yok, ama yetim kalan akraba cocuklarını sahiplenmiş, vermiyor yetimhĂ‚neye…
Solmaz Hocam, guvenemedikleri icin de veremiyorlardır. Organ mafyaları ve kotu niyetli insanlar, savaşlarda cok cocuk kacırıyor. Bu yuzden de vermiyor olabilirler.
Evet, Halime Hocam, en buyuk sebep bu, guvenemiyorlar. Suriye ’nin icinde de kamplar var. Fakat o kadar karışık ki, kime guvenip teslim etsinler. Biz haberlere bakarak savaş bitti zannediyoruz. Savaş bitmedi, hĂ‚lĂ‚ devam ediyor. HĂ‚lĂ‚ bombalar patlıyor.
Biz bazı kamplara askerî koruma altında girebiliyoruz. Allah ordumuzdan da rĂ‚zı olsun. Onlar da cok gayret ediyorlar. Bizim tercumanımız Hatice Hanım:
“-Turk askerleri gelmeden once burada huzur yoktu. Her an bomba atılıyordu. Bomba seslerinden korkup ayakları felc olan cocuklar coktu. Turk askeri gelince huzur geldi.” demişti.
Kadın ve cocuklara donecek olursak, burada şunu ifade etmek istiyorum. Bizim Aziz Mahmud HudĂ‚yî Vakfımızı, diğer STK ’lardan ayıran en buyuk ozelliğimiz şudur:
Diğer STK ’lar gidiyor, yardımı, cadır muhtarı gibi vazifelilere verip geri donuyorlar. Biz oyle yapmıyoruz. Biz tek tek cadırlara giriyoruz. Yanlarına oturuyoruz. Beş dakika da olsa dertlerini dinliyoruz. Cunku buna ozellikle kadınların o kadar ihtiyacları var ki…
HudĂ‚yî Vakfımız, 350 tane briket ev inşa etmişti. Biz buralara oncelikle hasta, yaşlı, sakat ve dul hanımları yerleştirdik. Ama iş burada bitmiyor. Bu evlerde sobasının yanması icin surekli yakacak goturmek gerekiyor. Bitince goturmezsen yine aynı... Tek şansları, başlarına yağmur, kar değmiyor. Ama ihtiyac, aynı hızla devam ediyor. Gecen haftalarda başka bir dernek, gıda yardımı yaparken cıkan kavgada bir kişi vefat etmiş. Aclık insanı ne hĂ‚llere koyuyor! Bizim vakfımız boyle kargaşa olmasın diye ihtiyac sahiplerini onceden tespit edip kart dağıtıyor, kartı ile gelen herkes, sırası ile ihtiyacını karşılamış oluyor.
Dipnotlar:
[1] Heysemî, Mecmau ’z-ZevĂ‚id, VIII, 167.
[2] Muslim, ZekÂt, 69.
[3] Şebnem Dergisi, Solmaz Ozkul, “Siyah Ulke Afrika, İcimizi Yaktı”, sayı: 83 (Ocak, 2012), sh: 36-37.
Rop: Halime Demireşik, Şebnem Dergisi, Sayı: 194, 195
İslam ve İhsan