
Tasavvuf nedir, nasıl tarif edilebilir? Gerek Muslumanlar arasından gerekse İslĂ‚m ’ın dışındaki cevrelerden «İslĂ‚m ’ın mĂ‚nevî boyutu» diyebileceğimiz bu alana yoğun bir alĂ‚ka gozleniyor. Bu alĂ‚kanın sebepleri neler olabilir? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi cevapladı.Tasavvuf; Kitab ve Sunnet muhtevĂ‚sı icinde, murĂ‚kabe ve ihsĂ‚n duyguları ile kulluğu en guzel bir şekilde yaşayabilmektir. Tasavvuf, kulluğu engelleyici mĂ‚niaları ortadan kaldırmaktan ve kulluğa vesile olacak imkĂ‚nları temin etmekten başka bir şey değildir.
İMANDAN İHSANA TASAVVUF Altınoluk: Efendim, “ÎmĂ‚ndan İhsĂ‚na Tasavvuf” isimli bir kitap hazırladınız. Bugune kadar tasavvufa dĂ‚ir pek cok eser yazılmışken yeni bir kitap telifine neden luzum hissettiniz?
–Doğrudur. Tasavvufa dĂ‚ir pek cok kitap yazılmıştır. Ancak dinamik olan hayĂ‚tın akışı icindeki med ve cezirler, yĂ‚ni toplumun maddeye rĂ‚m olduğu, ictimĂ‚î huzur ve sukûnun bozulduğu devreler, insanların karşısına her gun yeni birtakım ihtiyaclar cıkarır. Meselelerin ozu aynı olmakla beraber zamanla yeni yeni goruşler ve talepler doğar. Bunların değerlendirilmesi ve boyle ihtiyacların karşılanması icin şer ’î kitaplar ve tarihe dĂ‚ir eserlerde de olduğu gibi tasavvufî meselelerin de her devirde o devrin îcap ve ihtiyaclarına gore rûhî eğitimin zarûreti olarak yeniden yazılması luzûmu vardır. YĂ‚ni tasavvufî hakîkat ve gerceklerin her zaman doğru bir şekilde dile getirilip ifĂ‚de edilmesi, yanlış anlayış ve taşkınlıkların duzeltilmesi, pek muhim bir zarûrettir. Elbette sadece bu zarûretle değil, tasavvufun ihtivĂ‚ ettiği engin guzelliklerin de zamanın ve mekĂ‚nın şartlarına gore butun gonullere takdîm edilebilmesi icin tasavvufî sahĂ‚, Ă‚deta bir eserler deryĂ‚sı hĂ‚lindedir.
İşte biz de bu deryĂ‚ya, aynı gĂ‚yeler icerisinde Ă‚cizĂ‚ne bir gonul damlası takdîm etmeye calıştık. Bir damla, cunku tasavvuf “kĂ‚l”den (sozden) ziyĂ‚de “hĂ‚l” olduğundan, eserimiz, gonulleri yuce huzûra yonlendirmede bir kopru vazîfesi îfĂ‚ edebilirse kendimizi bahtiyar addederiz. YĂ‚ni eserimizi şimdiye kadar yazılmış olanları gecmek iddiĂ‚sıyla kaleme almış değiliz. Boyle bir hĂ‚lden teeddub ederiz. Bizim yaptığımız; gunumuze kadar telif edilmiş tasavvufî eserler ve Hak dostlarının feyizli yaşayışlarından hareketle, tasavvufu zamanımız şartlarına gore, genel hatlarıyla ve maslahata uygun tarzda yeniden gundeme taşımaktan ibĂ‚rettir. EsĂ‚sen bu eser, Hak dostlarının tasavvufî mirasından suzulerek gunumuz insanına sunulan bir testi sudur.
"MÂRİFETULLAH UFKUNA KANAT CIRPARLAR" Hak dostları ki, doğan guneşe, ışık huzmelerinin gurûbda resmettiği rengĂ‚renk tablolara, hayrete gark olmuş bir sûrette bakar ve her vesîle ile mĂ‚rifetullĂ‚h ufkuna kanat cırparlar. Onlar, bir yılana bile muhabbet dolu gozlerle nazar ettiklerinden, başkalarının duyduğu urkuntu yerine, bu hayvanın derisindeki hĂ‚relere, ayakları bulunmamasına rağmen hareketlerindeki sur ’at ve cevvĂ‚liyete meftûn olurlar. YĂ‚ni bu has kullar, butun mahlûkĂ‚ta muhabbet ve hikmet nazarıyla baktıklarından, vahşî hayvanların tasallutundan bile sĂ‚limdirler.
Yine bu eser, tasavvufu İslĂ‚m ’dan ayrı bir disiplin ve uslûp gibi goren anlayışın doğru olmadığını ortaya koymak sûretiyle, dînin zĂ‚hir ve bĂ‚tınının bir butun hĂ‚linde feyiz ve huzur icinde yaşanmasının luzûmunu acık bir şekilde ifĂ‚de etmek gĂ‚yesiyle telif edilmiştir. Bu gĂ‚yeyi serlevha olarak vurgulamak uzere de kitaba, “ÎmĂ‚ndan İhsĂ‚na Tasavvuf” adı verilmiştir.
Bu eserin yazılma gĂ‚yesi, îmĂ‚n ve İslĂ‚m ’ın “ihsĂ‚n”la taclanmasını, yĂ‚ni ilĂ‚hî muşĂ‚hede altında bulunma duygusunun kalbde bir şuur hĂ‚linde sĂ‚bitleşmesini temine medĂ‚r olmaktır.
Cunku gercek tasavvuf, Kitab ve Sunnet ’in duygu derinliği icinde sır ve hikmetlerden nasip alarak yaşanmasıdır. Kitab ve Sunnet ’in muhtevĂ‚sının dışına taşan her hĂ‚l, kĂ‚l ve davranış bĂ‚tıldır. Bu hakîkati ifĂ‚de etmek icin de: “Pergelin sĂ‚bit ayağı şeriattır.” denmiştir. Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ buyurur:
“Biz pergel gibiyiz. SĂ‚bit ayağımız şeriatta, oteki ayağımızla yetmiş iki milleti dolaşmaktayız.”
“Şeriat bir muma benzer, ışık tutar, yol gosterir. Mumu ele almakla yol aşılmış olmaz. Ama o ele alınmadan da yola duşulemez. Şeriatın ışığında yola duşup gitmeye başladın mı, işte bu gidişin tasavvuftur.”
Diğer taraftan kulun, Rabbini her an goruyormuşcasına kendisine cekiduzen verip, o minvĂ‚l uzere hayĂ‚tını tanzîm etmesi ve ilĂ‚hî muşĂ‚hedenin kalbde sabitleşerek şuur hĂ‚line gelmesi olarak ifĂ‚de edilen ihsĂ‚n, AllĂ‚h ’a yakın kulların ruh mîrĂ‚cıdır. O; mĂ‚nevî, rûhî, sırrî ve ilĂ‚hî hakîkattir. Mutasavvıfların hedefi bu hakîkate ulaşmaktır. Bu da AllĂ‚h ile kurulan rûhî ve derûnî rĂ‚bıtayı ifĂ‚de eder. Sıhhatli bir şekilde bu rĂ‚bıtayı kuran kişi, Rabbin velî kulu hĂ‚line gelir. Boylece o, ilĂ‚hî ahlĂ‚k ile ahlĂ‚klanmış olur.
EDEBÎ ÂLEME HAZIRLIK Bu hĂ‚l ise, AllĂ‚h ’a en guzel şekilde kulluk ve ebedî Ă‚leme ciddî bir hazırlıktır. YĂ‚ni tasavvuf, kulluğu en guzel bir şekilde yaşayabilmektir. ZîrĂ‚ CenĂ‚b-ı Hak insanı kendisine kulluk etmesi icin yaratmıştır. Dolayısıyla tasavvuf, kulluğu engelleyici mĂ‚niaları ortadan kaldırmaktan ve kulluğa vesîle olacak imkĂ‚nları temin etmekten başka bir şey değildir. O, nice yaraları sararken, nice kurak toprakları yemyeşil ve munbit bir gulistan hĂ‚line getirmekte ve nice vîrĂ‚ne gonulleri mĂ‚mur bir saray eylemektedir. Kısacası tasavvuf, şu gurbet Ă‚leminden sonsuz vuslat Ă‚lemine giderken kulları Hak katında «ne guzel kul» rutbe ve taltîfine mazhar kılacak nûrlu bir yoldur. Bu da, hic şuphesiz ki îmĂ‚nın ihsĂ‚n kıvamına gelmesi ile mumkundur.
Altınoluk: Soyledikleriniz, aynı zamanda kitabın muhtevĂ‚ ve cercevesini de yansıtıyor herhĂ‚lde. Bu bakış acısı etrafında kitabınızda genel olarak nelerden bahsediliyor? Ozellikle neler gundeme getirildi?
–Eserimizde tasavvufun umûmî olarak muhtevĂ‚sını verdikten sonra, onun ana mevzûunu teşkil eden mĂ‚rifetullĂ‚h, muhabbetullĂ‚h, tezkiye-i nefs, tasfiye-i kalb, tasavvufî uslûb vb. hususları îzĂ‚h etmeye gayret ettik. Başta Peygamber -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m- olmak uzere, o mubarek varlığın vĂ‚risleri olan İslĂ‚m buyuklerinin davranışlarından ornekler sunmaya calıştık. Yer yer de tasavvufun derinlik ve incelikleriyle ilgili birtakım tereddut ve muhĂ‚lif goruşlere cevap mĂ‚hiyetinde -şahısları hedef alarak değil sadece fikir plĂ‚nında- mĂ‚lumatlar arz ettik.
Ayrıca eserde, tasavvufun arzu ettiği mĂ‚nevî terbiyeden uzak bĂ‚zı kimselerin, ya iyi niyetle fakat cĂ‚hilĂ‚ne ya da gafletlerinden oturu aksak, kifĂ‚yetsiz ve yersiz uygulamalarının bu mubĂ‚rek yol ile bir alĂ‚kasının bulunmadığına temas ettik. ZîrĂ‚ tasavvuf, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ve hadîs-i şerîflerde bilhassa ifĂ‚de buyrulan nefsi tezkiye etmek sûretiyle insanı olgunlaştırmayı ve boylece ebedî saĂ‚dete kavuşturmayı hedefler. Bu husus, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın ust uste yemin ederek dikkat cektiği bir hakîkattir. Şems Sûresi ’nde buyrulur:
“ZĂ‚t-ı ulûhiyetim hakkı icin; Guneş ’e ve onun kuşluk vaktindeki aydınlığına, guneşi tĂ‚kip ettiğinde Ay ’a, onu acığa cıkarttığında gunduze, onu orttuğunde geceye, gokyuzune ve onu binĂ‚ edene, yere ve onu yayıp doşeyene, nefse ve ona birtakım kĂ‚biliyetler verip de iyilik ve kotuluklerini (fucûr ve takvĂ‚sını) ilhĂ‚m edene YEMÎN OLSUN Kİ;
Nefsini kotuluklerden arındıran (maddî ve mĂ‚nevî kirlerden temizleyen) mutlakĂ‚ kurtuluşa ermiş; onu kotuluklere gomen de elbette husrĂ‚na uğramıştır.” (eş-Şems, 1-10)
CenĂ‚b-ı Hakk ’ın yemin etmesi, uzerinde yemin edilen varlıkların kıymet ve şereflerini bildirmekle beraber, aslında o yeminden sonra ifĂ‚de edilen ilĂ‚hî gaye ve murĂ‚dın yucelik, azamet ve ehemmiyetini gostermek icindir. Bu Ă‚yetlerdeki yeminlerde de durum boyledir. Ancak şu farkla:
NEFS TEZKİYESİ CenĂ‚b-ı Hak, bu Ă‚yet-i kerîmelerde ust uste tam yedi defa yemin etmekte, ardından bir de mĂ‚nĂ‚yı daha cok kuvvetlendirmesi icin “قَدْ” (mutlaka) edatını kullanmakta ve ancak bu guclu te ’kid ve te ’yidlerden sonra bildirmektedir ki:
“Nefsini arındırıp temizleyen kimse, mutlaka kurtuluşa erecek; aksine onu gunah ve mĂ‚siyetlerle kirleten kimse de muhakkak husrĂ‚na uğrayacaktır...”
CĂ‚lib-i dikkattir ki Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de CenĂ‚b-ı Hak, nefs tezkiyesinden başka hicbir hususta boyle ust uste yedi defa yemin etmemektedir. Bu gercek, insanın kurtuluşu icin nefs tezkiyesinin ne derecede onemli ve zarûrî olduğunu ifĂ‚deye kĂ‚fîdir.
İşte “ÎmĂ‚ndan İhsĂ‚na Tasavvuf” ismiyle kaleme aldığımız bu eser, Hak dostlarının bu hakîkati, yĂ‚ni nefs tezkiyesini; soz, hĂ‚l ve davranış guzellikleri ile îzĂ‚hından ibĂ‚rettir.
Altınoluk: Butun bunlar, şuphesiz “nasıl bir tasavvuf” suĂ‚linin de cevabı. Buna gore efrĂ‚dını cĂ‚mî, ağyĂ‚rını mĂ‚nî bir şekilde tasavvufu nasıl tĂ‚rif etmeliyiz? Bu suĂ‚li, zĂ‚t-ı Ă‚lînizden “tasavvuf tĂ‚rifi veya tĂ‚rifleri yahut bu meyanda değerlendirmeler” şeklinde de duşunebilirsiniz.
–Tasavvuf, yaşandıkca tadılan ve idrĂ‚k edilen bir ilim olduğundan onun hakkında herkes, umûmiyetle tattığı ve idrĂ‚k ettiği yon ve hususları ele almıştır. Bunun neticesinde de tabiî olarak pek cok tĂ‚rifler ortaya cıkmıştır. Diyebiliriz ki, bu yolun onde gelenleri, Ă‚deta her kesitinden muhtelif ışıklar yansıyan bir kristalin sadece kendilerine akseden kısmını acıklama yolunu tutmuştur.
Hak dostlarının, nĂ‚il oldukları rûhĂ‚nî tecellîlere gore yaptıkları sayısız tasavvuf tĂ‚riflerinden bazıları şoyledir:
Tasavvuf, guzel ahlĂ‚k ve edeptir. Tasavvuf, nefs tezkiyesi ve kalb tasfiyesidir. Tasavvuf, sulhu olmayan mĂ‚nevî bir cenktir. Tasavvuf, ihlĂ‚stır. Tasavvuf, istikĂ‚mettir. Tasavvuf, rızĂ‚ ve teslimiyettir. Tasavvuf, yĂ‚r olup bĂ‚r olmamaktır. YĂ‚ni herkesin yukunu cekmek ve buna mukĂ‚bil kimseye yuk olmamaktır. Bu muhtelif tĂ‚riflerin ortak yonleri itibĂ‚riyle tasavvuf; mu ’min­lerin ic Ă‚lemini duzelterek onları mĂ‚nen tekĂ‚mul ettiren, kulu ahlĂ‚k-ı hamîdeye erdirerek Hakk ’a yaklaştıran ve bu sûretle de mĂ‚rifetullĂ‚h ’a ulaştı­ran bir ilimdir, diyebiliriz.
TASAVVUF MANZÛMESİ'NDEN İNCİLER Aksaray Olanlar DergĂ‚hı Şeyhi İbrahim Efendi ’nin meşhur «tasavvuf manzûmesi» de baştan sona pek guzel tasavvuf tĂ‚rifleri ile doludur. İşte bunlardan birkacı:
BidĂ‚yette tasavvuf sûfî bî-cĂ‚n olmağa derler
NihĂ‚yette gonul tahtında sultĂ‚n olmağa derler
“Tasavvufun başlangıcı, maddî varlığından sıyrılan ve kendinde bir varlık gormeyen, kısaca irĂ‚desini Hakk ’a teslim etmiş bir sûfî olabilmektir. Sonu ise, butun ilĂ‚hî guzellikleri kazanarak gonul tahtının sultĂ‚nı olmaktır.”
Tasavvuf urvetu ’l-vuskĂ‚ yukun can ile cekmektir
Tasavvuf mazhar-ı Ă‚yĂ‚t-ı gufrĂ‚n olmağa derler
“Tasavvuf, Hakk ’ın insana yuklediği ilĂ‚hî emĂ‚net olan Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ve onun getirdiği mes ’ûliyeti canla başla taşımaktır. Tasavvuf, ilĂ‚hî mağfireti mujdeleyen Ă‚yetlerin mazharı olmaya derler.”
Tasavvuf ism-i Âzamla tasarruftur butun kevne
Tasavvuf cĂ‚mi-i ahkĂ‚m-ı Kur ’Ă‚n olmağa derler
“Tasavvuf, butun kĂ‚inĂ‚ta «İsm-i a ’zam»la tasarruf etmektir. Yine tasavvuf, Kur ’Ă‚n hukumlerini gonulde cem etmek, yĂ‚ni canlı bir Kur ’Ă‚n olabilmektir.”
Bu ifĂ‚deler ışığında tasavvuf; gonlun, maddî-mĂ‚nevî kirlerden arınıp guzel ahlĂ‚k ve vasıfları kazanma, dîni, ozune uygun bir keyfiyette ihlĂ‚s ve feyizle yaşayabilme gayretidir. Bu itibarla tasavvuf, sırf aklın cozmeye kĂ‚fî gelmediği maddî veya mĂ‚nevî hĂ‚diselerdeki sırrî oluşlar, hikmetler ve yuce muammĂ‚ları kuşatıcı bir goruş olgunluğuna ulaşmaktır. Gonlun, sonsuz rûhĂ‚nî hazlara meftun olmak sûretiyle onunde Ă‚deta bir ayak bağı olan nefs engelini bertaraf etmeye calışmaktır. YĂ‚ni tasavvuf, oncelikle rûhun hapsedilmiş olduğu bedenin nefsĂ‚nî temĂ‚yullerini aşmaktır. Daha sonra ise butun hĂ‚diselerin ozundeki sırrî hakîkatleri ve o hakîkatlerin de arkasında cereyĂ‚n eden ibret ve hikmet safhalarını Ă‚rifĂ‚ne bir uslûb ile temĂ‚şĂ‚ edebilmeyi sağlayan birtakım bilgiler, mĂ‚nevî hĂ‚ller, kalbî duyuşlar, sunûhatlar ve tecellîlerdir.
Bu itibarla tasavvuf, AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in mubĂ‚rek hayĂ‚tıyla zĂ‚hiren ve bĂ‚tınen butunleşerek, engin bir muhabbetle kaynaşmaktır. Cunku o, RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in zĂ‚hirî-bĂ‚tınî, ic ve dış tecellîleri, yĂ‚ni hĂ‚lidir. Onun icindir ki, Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in rûhĂ‚niyetinden hisse alabilmek ve rûhen O ’nunla mezc olabilmekten ibĂ‚rettir.
Diğer bir ifĂ‚deyle tasavvuf, aşk ile birleşen îmĂ‚n, vecd ile îfĂ‚ edilen ibĂ‚det ve davranış guzelliğidir. HĂ‚sılı tasavvuf, Âdem -aleyhisselĂ‚m- ’a “rûh ufurulmesi”yle başlayan bir yuce nasîbin, Âhirzaman Nebîsi ’ndeki kemĂ‚l tezĂ‚hurunden, muhabbet dolu kalblere akseden feyiz şebnemleridir.
İSLÂM'IN MÂNEVÎ BOYUTU Altınoluk: Tarih boyunca tasavvuf sahasına olan yoğun alĂ‚kanın, yaptığınız tĂ‚rifler etrĂ‚fında yaşanan samîmî bir îmĂ‚n ve irfĂ‚n hayĂ‚tı sebebiyle gercekleştiğini duşunebilir miyiz? Hakîkaten dun olduğu gibi bugun de tasavvuf, -zaman zaman kasıtlı ithamlar dolayısıyla gozden duşurulmeye calışılsa da- gun gectikce daha cok alĂ‚ka duyulan bir İslĂ‚mî saha durumunda. Gerek Muslumanlar arasından gerekse İslĂ‚m ’ın dışındaki cevrelerden «İslĂ‚m ’ın mĂ‚nevî boyutu» diyebileceğimiz bu alana yoğun bir alĂ‚ka gozleniyor. Bu alĂ‚kanın sebepleri neler olabilir?
–Tasavvuf, insanı rûha yoneltir. Rûha, ferdî istîdĂ‚da uygun bir mĂ‚nevî tatmin yolu acar. Bunun icin de insanın nefsini ve rûhunu alĂ‚kadar eden her hususla ilgilenir. YĂ‚ni kulun, mĂ‚nevî yolculuğunda kat ettiği butun mesĂ‚feler, irtibat hĂ‚linde olduğu butun Ă‚lemler, yaşadığı binbir turlu ahvĂ‚l ve nihĂ‚yet, Âlemlerin Rabbi olan AllĂ‚h ’ı bulabilme, kalben tanıyabilme ve O ’na kulluk etme gibi sayısız hususlarla alĂ‚kadar olur.
Boyle olduğu icin de toplumun her kesimine hitĂ‚b edebilen tasavvuf, bir yandan iktisĂ‚dî ve ictimĂ‚î rahatlık zamanlarındaki rehĂ‚vet ve gevşeklikleri engelleyerek mĂ‚nevî zindeliği devam ettirmiş, diğer yandan da istilĂ‚, işgal ve zulum dolu zor donemlerin kargaşa ve bunalımları arasında daralmış gonullere ulvî pencereler acarak feyizli tesellî nefesleri aldırmış; yaralı gonullere merhem, yorgun dimağlara ve kurak ruhlara Ă‚b-ı hayĂ‚t olmuştur. O, bir yandan guzel ahlĂ‚k ve ibĂ‚dette zirveleşenlere tevĂ‚zu ve mahviyet telkin ederek gurur, kibir ve ucuptan muhĂ‚fazasını sağlamış, bir yandan da gunah cukurunda boğulan kullara engin bir af, musĂ‚maha, merhamet ve rahmet gibi can simitleri uzatmıştır. Nitekim Moğol istîlĂ‚larından sonra butun bir Anadolu ’yu saran kargaşanın ortaya cıkardığı huzursuzluk ve ıztırapları teskin ve tesellî edici olarak o devirde tasavvufî cereyanların kuvvet kazandığı ve pek cok buyuk mutasavvıfın da zuhûr etmiş olduğu husûsu tĂ‚rihî bir gercektir.
Cunku tasavvuf, aklın kĂ‚fî gelmediği meselelerde, kalbi devreye sokarak teslîmiyetle yola devĂ‚m eder. Meseleleri, Kur ’Ă‚n ve Sunnet ’e mutĂ‚bık keşf ve ilhĂ‚m gibi kalbdeki tecellîlerle vuzûha kavuşturur. Bu sûretle ferdi, nihĂ‚î bir tatmine ulaştırır. Gecen asrın onde gelen İslĂ‚m Ă‚limlerinden Muhammed HamidullĂ‚h ’ın şu ifĂ‚deleri pek mĂ‚nidar ve ibretlidir:
“Benim yetişme tarzım akılcıdır. Hukûkî calışma ve incelemeler bana, inandırıcı bir şekilde tĂ‚rif ve ispat edilemeyen her şeyi reddettirmiştir. Muhakkak ki ben, namaz, oruc vs. gibi İslĂ‚mî vazifelerimi tasavvufî sebeplerle değil, hukûkî sebeplerle îfĂ‚ ediyorum. Kendi kendime diyorum ki:
«AllĂ‚h benim Rabbimdir. SĂ‚hibimdir. O bana bunları yapmayı emretmiştir. O hĂ‚lde yapmalıyım. Bundan başka, hak ve vazîfe birbirine bağlıdır. AllĂ‚h bunları ben istifĂ‚de edeyim diye bana emretmiştir; şu hĂ‚lde ben O ’na şukretmekle vazîfeliyim.»
Batı toplumunda, Paris gibi bir muhitte yaşamaya başladığım zamandan beri hayretle gormekteyim ki, hristiyanları İslĂ‚m ’ı kabûle sevk eden, fıkıh ve kelĂ‚m Ă‚limlerinin goruşleri değil, İbn-i Arabî ve MevlĂ‚nĂ‚ gibi sûfîlerdir. Bu konuda benim de şahsî muşĂ‚hedelerim olmuştur. İslĂ‚mî bir konuda benden bir îzah istendiği zaman, benim verdiğim aklî delillere dayanan cevap, soranı tatmîn etmiyordu; fakat tasavvufî îzah meyvesini vermekte gecikmiyordu. Bu konuda tesir gucumu gittikce kaybettim. Şimdi inanıyorum ki, HulĂ‚gu ’nun yakıp yıkan istîlĂ‚larından sonra Gazan Han zamanında olduğu gibi, bugun en azından Avrupa ve Afrika ’da İslĂ‚m ’a hizmet edecek olan, ne kılıc ne de akıldır; fakat kalb, yĂ‚ni tasavvuftur.
Bu muşĂ‚hededen sonra, tasavvuf konusunda yazılan bĂ‚zı eserleri incelemeye başladım. Bu, benim gonul gozumu actı. Anladım ki; Hazret-i Peygamber zamanındaki tasavvuf ve buyuk İslĂ‚m mutasavvıflarının yolu, ne kelimeler uzerinde uğraşmak ne de mĂ‚nĂ‚sız şeylerle meşgûl olmaktır; fakat insan ile AllĂ‚h arasındaki en kısa yolda yurumektir, şahsiyetin geliştirilmesi yolunu aramaktır.
İnsan, kendisine yuklenen vazîfelerin sebeplerini arıyor. MĂ‚nevî sahada maddî îzahlar bizi hedeften uzaklaştırmaktadır; ancak mĂ‚nevî îzahlardır ki insanı tatmîn etmektedir.”
Bu ifĂ‚deler de gosteriyor ki tasavvuf, ağır sanĂ‚yinin, fennî terakkînin zirvelere tırmanması ile birlikte bir taraftan ictimĂ‚î ve iktisĂ‚dî buhranı artırdığı, diğer taraftan da insanı bir makinanın dişlisi hĂ‚line getirdiği cağımızda pek ehemmiyet arz etmektedir.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Son Nefes, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan
TASAVVUF NEDİR?