
Marifetullah ’tan neleri anlamalıyız? Cenab-ı Allah icin marifet veya Ârif kelimesi nicin kullanılmaz? Sufiler bu ilime yani marifetullaha ulaşmak icin hangi yontemleri, temrinleri kullanırlar? İlÂhiyatcı, tasavvuf tarihi uzmanı, akademisyen Prof. Dr. Suleyman Uludağ cevapladı.Allah ’ın insanlara bir lutfu olan Marifetullah ilmi uzerine Prof. Dr. Suleyman Uludağ ile keyifli bir soyleşi...
MARİFETULLAH İLMİ NEDİR, NE DEĞİLDİR? Altınoluk: Tasavvufun insana kazandırmaya calıştığı en onemli hedef Marifetullah ’a ermek olarak gosteriliyor. Marifetullah ’tan neleri anlamalıyız?
Prof. Dr. Suleyman Uludağ: Tasavvufta marifet ne manaya gelir sorusuna gecmeden evvel şunu soylemem gerekiyor; Marifet konusu doğrudan doğruya bir bilgi meselesidir. İslam ’da dini manada bilgi nedir? Vahiy yoluyla gelen bilgi nedir? Hazreti Peygamberin sunneti yoluyla gelen bilgi nedir? Buna muctehid imamların veya kelam alimlerinin veya sûfilerin ilave ettikleri bilgi nedir? Kur ’an ve hadisteki bilgi anlayışına paralel olarak bu sonraki alimler bu bilgiden ne anlamışlar, bunu nasıl geliştirmişler, meselesidir bu. Boyle duşunduğumuz zaman sadece Kur ’an ve Hadisten değil, aynı zamanda kelam ve ozellikle fıkıhtan farklı bir bilgi anlayışına sahiptir sûfiler.
Marifet dediğimiz zaman fıkıh alimleri bununla pek ilgilenmezler. Yani bu terim fıkıhta cok kullanılmaz. Aynı şekilde kelamda da kullanılmaz. Kelamda daha cok nazar kullanılır, istidlal, kıyas vb gibi kavramlar kullanılır. Fıkıhta da oyledir, ictihattır, kıyastır, reydir. Bu tabirler bilgiyi ifade etmek icin kullanılır. Buna mukabil olmak uzere, tasavvufta da marifet kelimesi uzerinde, fikir ve tefekkur kelimesi uzerinde, hikmet kelimesi uzerinde durulur. Daha başka tabirler ve terimler de vardır. Fakat tasavvuftaki bilgi, fıkıh ve kelamdaki terimlerden farklı terimlerle ifade edilir.
Marifet nedir sorusuna gecmeden evvel daha geniş bir şekilde şunu da soyleyeyim. Vahiy yani Kur ’an ’ı Kerim ve Hazreti Peygamberin hadisleri ve sunnetleri var. Onlara baktığımız zaman, bilgi dediğimiz ilim cok onemlidir. Hemen ifade edeyim, Kur ’an ’da marifet kelimesi yoktur. Hadislerde de yoktur. Yine Kur ’an ’da ve hadislerde Ârif kelimesi de yoktur. Marifete sahip olan zata Ârif derler. Ârif kelimesi gecmez ama marifet kelimesinden turemiş fiiller vardır. Ya ’rifu, ta ’rifu vesaire gibi ifadeler kullanılır. Ama bir kavram olarak şimdi kullandığımız manada marifet ve irfan veya Ârif kelimesi Kur ’an ’da gecmez. Ama buna mukabil Kur ’an ’da ilim kelimesi gecer. Fıkıh kelimesi gecer. Fıkıh da ilim manasına kullanılır. Ve tefekkur kelimesi gecer. Bilgiyi ifade etmek icin daha başka kelimeler de var.
Şimdi bunlara dikkat etmek şartıyla şunu soyleyebiliriz. Tasavvufta marifet dediğimiz zaman Cenab-ı Hak hakkındaki bilgilere diyoruz. Cenab-ı Hak hakkında bilgi sahibi olma meselesine marifetullah diyoruz. Zaten bunun ilimden farklı bir tarafı da şudur. Biz bilgi diye bahsediyoruz ya, ilim bilmektir. Bilme manasında. Alim de bilen kişidir. Ârif, marifet ise tanımak manasına geliyor. Tanımak başka bilmek başka. Sûfiler daha cok marifeti tercih etmişlerdir.
Marifet, Allah hakkındaki bizim bilgilerimizdir. Cenab-ı Hakk ’ın nesi hakkındaki bilgilerimizdir? Cenab-ı Hakk ’ın Zatı hakkındaki bilgi sahibi olmamız mumkun değil. Zaten ondan bahsedilmiyor. Cunku deniliyor ki, hadiste var o manada, “Allah ’ın ayetleri, Allah ’ın nimetleri uzerinde duşununuz, ama Allah ’ın Zatı uzerinde duşunmeyiniz.” Tasavvufun bir noktası boyledir. Zatı Kibriya dediğimiz, Zatı ilahi uzerinde duşunulmez. O halde nesi uzerinde duşunuyoruz, Allah ’ın sıfatları uzerinde duşunuyoruz, sıfatları hakkında bilgi sahibi olmaya calışıyoruz. Fiilleri uzerinde duşunuyoruz. Yaratma fiilidir, rızık verme fiilidir, diriltme, oldurme fiilleridir vesaire gibi fiillerdir bunlar.
Bir de isimleri uzerinde duşunuyoruz. Aslında sıfat, isim, fiil bunlar birbirinden cok farklı şeyler değil. Kur ’an ’ı Kerim ’de Allah ’ın, esma-ı husna dediğimiz, guzel isimleri var. Kur ’an-ı Kerim ’de “onunla dua ediniz” diye bahsediliyor.
Bu fiiller, sıfatlar ve isimler uzerinde duşunmek demekte şu demektir; isim, fiil ve sıfatın iki şeyle yakından alakası var. Burası cok onemli. Birisi Âlemle, tabiatla alÂkası var. Cunku tabiat bu sıfatların eseridir. Allah, Âlemi kudretiyle, halikıyet sıfatıyla yaratıyor. Ve bu Âlemde, tabiatta veya dunya dediğimiz mekanda, her şey Allah ’ın fiiliyle, Allah ’ın takdiriyle, Allah ’ın iradesiyle oluyor. Bu nasıl oluyor? İşte burada, bunun uzerinde duşunmek gerekiyor. Kur ’an-ı Kerim ’de bir cok yerde, ‘yerlere bakın, goklere bakın, semalara bakın ’ bunların hepsi Allah ’ın halikıyet sıfatının eseridir. Onların uzerindeki hikmetler nelerdir, sebepler nelerdir, Cenab-ı Hak bu Âlemi neden yaratmıştır? Bu mahlukat ile Halik arasında nasıl bir ilişki vardır? Yani marifetullah dediğimiz şey Âlem itibariyle budur. Sadece halıkiyet, herşeyi Allah yaratıyor ya, denizler, sular, yıldızlar, canlılar, cansızlar hepsi giriyor. Cok geniş bir alandır. Kuran-ı Kerim ’de bunlar uzerinde cok genişce durulur. Biri budur. Yani marifetullah nedir, dediğimiz zaman Allah ’ı bu şekilde, bu yoldan giderek bilmemiz gerekiyor.
İkincisi nedir? İkincisi de insandır. Yani Allah ’ın isim, fiil ve sıfatlarının insanla ilişkisi nedir? Âlemle olan ilişkisi ne ise insanla olan ilişkisi de odur. Ama insan Cenab-ı Hakk ’ın ozel bir mahlukudur, ozel bir eseridir. Obur varlıklardan farklıdır. Binaenaleyh insan kendisine, topluma ve diğer insanlara bakarak, Allah yaratmış, goz vermiş, kulak vermiş, akıl vermiş, fikir vermiş. İşte ureme dediğimiz hadise, buyume, vefat vesaire... İnsanın sahip olduğu her şey Allah ’tan geliyor. Bu onemlidir. Tasavvufta dış Âleme de onem verilir. Ama daha cok insanın, kendisi uzerinde, insan uzerinde duşunmesi istenir. Bu konuda sağlıklı bilgi sahibi olursanız, Allah ’ın fiilleriyle insan arasındaki ilişkiyi doğru bilirseniz bu marifettir. İki şey, Âlem hakkında, insan hakkında.
KELAMCI-SUFİ FARKI Bunları soyledikten sonra yine şunları ifade etmem gerekiyor; demin soylediğim, kelamdaki, fıkıhtaki ve diğer ilimlerdeki bilgiyle, onlar da bunun uzerinde dururlar, tasavvuftaki bilgi arasındaki fark nedir meselesi onem taşıyor. Arasındaki fark şudur: Kelamcılar eserden muessire intikal ederler. Yani Âleme bakarlar, Âlemdeki varlıklara bakarlar, derler ki bu bir neticedir, sonuctur. Bunun bir sebebi vardır. Musebbibul Esbab olan Cenab-ı Hakk vardır. Eserden muessire, mahluktan, halika giderler. Fıkıh ve diğer zahiri ilimlerde de aşağı yukarı boyledir. Kuran ’da da bu yonde cok ayetler vardır. Yere bakın, goğe bakın, yıldızlara bakın… Allah bunları sizin icin yarattı manasında.
Tasavvuftaki boyle değildir. Tasavvuf bunu reddetmez, kabul eder, onem verir. Ama tasavvufta başka bir şey var. Tasavvuf bunu tersine cevirir. Nasıl tersine cevirir? Muessirden esere gelir. Haliktan mahluka gelir. Bu da şoyledir: Marifet evvela bir inanc meselesidir. Yani marifetin inancla yakından alakası vardır. Eğer bir insanın inancı yoksa marifet sahibi olması mumkun değil. Marifeti olsa bile, biz o marifete iltifat etmeyiz. İslamiyet itibar etmez. Kur ’an ’a, Hadise inanacak ki, ondan sonra kendi marifet goruşunu bu cercevede oluştursun. Bu iman meselesi de Allah ’ın bir lutfu olarak kabul edilir. Hidayet Allah ’tandır. Kur ’an-ı Kerim ’de Cenab-ı Hakk Hazreti Peygambere, ‘sen istediğini hidayete erdiremezsin. Cenab-ı Hak isterse dilediğini hidayete erdirir… ’ buyuruyor. Pek cok ayette bu boyledir. O halde hidayet te, bilgi de nereden geliyor? Allah ’tan geliyor. Allah onu bize bir lutuf olarak veriyor. Buna dikkat edilmesi gerekiyor.
Şimdi buradan, Allah ’ın bize verdiği marifetten hareket ederek, hem Âlemi tanımaya calışıyoruz, hem de kendimizi tanımaya calışıyoruz. Tekrar edelim bize marifeti veren Allah ’tır.
Yalnız hemen şunu belirtelim, tasavvuf kitapları der ki, marifetin iki şekli vardır: Biri Bezlu ’l Mechûd derler. Kulun marifet sahibi olması icin elinden gelen gayreti harcamasıdır. Allah ’ı tanımaya calışmasıdır, tefekkure dalmasıdır. Yani elinden geleni yapmasıdır. Bunun başka yolları var onları biraz sonra soyleyeceğim. Ama bu yetmez. Marifetin obur tarafı ilahi bir hibedir. Allah bu marifeti verirse insan o zaman Ârif olur. Demek ki, bir lutuf tarafı var, Allah ’ın ihsanıdır, oburu kulun gayretidir. Ama kul kendi gayretini, tasavvufun mantığı olarak, hesaba katmaz. Yani ben yaptım da, Allah verdi diye bir anlayış yok. Onun icin marifetten bahsedilirken, her şeyimiz Allah ’tandır denir. Hatta şoyle duşunulur, eğer Allah bize nasip etmeseydi, marifet sahibi olmak icin biz gayret etmezdik, biz calışmazdık. Tasavvuftaki tevazu gereği, veyahut sûfiliğin gereği olarak insan kendi gayretini gormez. O halde bu noktada ne oluyor? Marifet tamamen, başlangıc itibariyle de, sonuc itibariyle de sûfilerde veya dindar insanlarda Allah ’ın bir lutfu olarak gorulur. Onu da hemen soyleyelim, marifet sadece sûfilerle sınırlı değildir. Takva sahibi butun mu ’minlerde, Muslumanlarda da bu marifet vardır.
ALLAH İCİN ARİF SIFATI KULLANILMAZ Marifetin başka bir tarafına gelelim burada. Marifetle ilim arasında bir fark vardır. İlim Allah ’ın sıfatıdır. Kur ’an-ı Kerim ’de Allah, hem Âlim olarak hem de Alîm olarak gecer. Ama Allah icin Ârif kelimesi kullanılmaz. Allah marifet sahibidir diye de kullanılmaz. Kur ’an ’da da yok, tasavvuf terimleri icinde de bu manada kullanılmaz. Kul Âriftir, kul marifet sahibidir. Ama bu marifetin yaratıcısı ve bu marifeti kuluna lutfeden Cenab-ı Hakk ’tır.
Altınoluk: Peki efendim, Cenab-ı Allah icin marifet veya Ârif kelimesi nicin kullanılmaz?
S. Uludağ: Kullanılmama sebebi şudur; marifet kazanılan bir bilgidir diye duşunulur. Marifet, biraz once soylediğimiz gibi başlangıc itibariyle kulun cabasıyla kazandığı bir bilgidir. İlim de geniş manada oyledir. Ama Allah bahis konusu olunca, Allah icin kullanılınca, sonradan elde edilen bir bilgi değildir. Onun icin. Bir de şoyle bir konudan daha bahsedilir. İlim kulliyi de ifade eder. Allah her şeyi bilir. Yani kullidir. Fakat marifet dediğimiz şey daha cok cuzidir. Tek tek hadiseler icin kullanılır. Demin soyledim, marifet ilimden farklıdır tanıma manasına gelir. Birisi sizi İbrahim olarak bana soylese bu bende var, bu bilgidir. Ama seni gorduğum zaman tanımış oluyorum. Tanıma hem sonradan oluyor, hem de tanımada ayrıntı var. İşte kaşındır, yaşındır, boyundur butun ozellikleriyle tanıyorsunuz. İşte ikisi arasında boyle bir fark vardır. Allah icin de oyledir. Marifetullah dediğimiz zaman Allah ’ın bilgisi değil, Allah hakkında kulun bilgisi demektir. Ama ayrıntılı bilgidir. Obur bilgiler gibi kulli tarafı olsa bile, mahlukat arasında veya insanın kendisi uzerindeki Cenab-ı Hakk ’ın hikmetlerini ayrıntılı olarak bilinmesi manasına geliyor. Marifetle ilim arasında boyle bir fark vardır. Onun icin Allah Âriftir denmez, Âlim ’dir denir, Alîm ’dir, Hakîm ’dir denir. Kur ’an-ı Kerim ’de bunlar kullanılır. Ama Ârif kelimesi kullanılmaz.
Bunları soyledikten sonra, esas meseleye gelelim. Sûfilerde marifet nasıl hasıl oluyor? Sûfiler marifetten neyi anlıyor? Meselenin esası da burasıdır. Bir mu ’min olarak, Musluman olarak dinimizi yaşamaya calışıyoruz. Hazreti Peygamberimizin (s.a.v.) yaşadığı gibi… Sahabesinin yaşadığı gibi… Nedir bu dini yaşama? Dini yaşama demek; Allah ’a ihlaslı bir şekilde, Peygamberi ornek alarak ibadet etme demektir. Kendimizi vererek, hudû ’ ve huşuyla ihlaslı bir şekilde ibadet etmek demek. Ve mustakîm olmak, ahlÂk uzere olmak. Marifetin temellerinden biri de budur. Yani ahlÂkında mazbut bir insan olmak.
Bu ibadet ve ahlÂki hayat bir şeyhin nezareti altında, gozetimi ve denetimi altında da olabilir, ama mustakil olarak kendi kendine de Allah ’a ibadet edilebilir. Bir şeyhe bağlanmadan da Allah ’a ibadet eder. Cunku onlarda mu ’mindir, Muslumandır. Şimdi Allah ’a boyle ibadet ettiniz mi ve dini yaşamaya amel itibariyle calıştınız mı, insanın kendisinde bir değişiklik meydana geliyor. Sırf boyle olduğu icin bir değişiklik meydana geliyor. Nesinde? Gonul Âleminde, kalp Âleminde bilgi olarak bir değişiklik meydana geliyor. O değişikliği ceşitli şekillerde ifade ederler. Kur ’an ’da da var bu, hadislerde de var. Mesela Kur ’an ’da bir ayette; ‘Allah yolunda mucahede ederseniz, cihad ederseniz, yani calışıp cabalarsanız Allah sizi doğru yola iletir. Doğru yola hidayet eder. ’ Demin de soyledim, demek ki kulun elinde bir şey var. Mucahede edecek, gayret harcayacak, ama hidayet nereden geliyor? Allah ’tan geliyor. Allah diyor ki; ‘siz bunu yaparsanız Ben ’de bunu yaparım. ’ Başka bir ayeti kerimede ‘vettekûllÂh ve yuallimukumullÂh ’ buyuruyor Cenab-ı Hakk. ‘Takva uzerine olun, Allah size oğretir ’ diyor. Mualliminiz Allah olur diyor. Demek ki, ibadet ve ahlÂk itibariyle dini hayatı yaşarsak, yani sadece namaz kılma değil, hacc vardır, zekat vardır, kurban vardır, Kur ’an-ı Kerim ’i bilerek anlayarak okuma vardır, tefekkur vardır, tezekkur vardır butun bunları bir araya getirerek soylemek istiyorum, boyle bir dini hayatı yaşarsak, muttaki olursak, takva sahibi olursak, Cenab-ı Hakk bizim muallimimiz oluyor. Başka bir ifade ile bizim bilmediğimizi bize oğretiyor. İşte marifet budur. Allah ’ın bize oğrettiği bu bilgiye marifet diyoruz. Ama bunun temelinde de yine ne var? Yine takva var, yine mucahede var. Onu başta yine soyledim kesbi olarak bu var. Ama onlar da yine Allah ’ın lutfudur.
BİLGİ ALLAH'IN İKRAMIDIR Yine sûfilerin cok buyuk onem verdikleri bir hadisi şerifte şoyle buyrulur; ‘Men amile bim alime evresehullahu ilme m lem ya ’lem. ’ ‘Her kim bildiği ile amel ederse, Allah Teala onu bilmediği şeye varis kılar. ’ Herkesin az cok din hakkında, Kur ’an hakkında, peygamber hakkında eksikte olsa bir bilgisi var ya, kişi onu amele donuştururse, onu yaşamaya calışırsa o bilgi eksikliğini Cenab-ı Allah ona oğretir deniyor. Oğretir derken evrese kelimesi kullanılıyor. Yani bilmediğine varis kılar buyruluyor. Buradaki incelik şudur. Bir adam olur cocuğu ona varis olur değil mi? Nesine, malına mulkune… O malı mulku kim kazanmıştır, babası. Cocuğu kazanmadan o mala-mulke varis oluyor. Buradaki durum da aynen oyledir. Kul kazanmadan o bilgiye varis oluyor. Kim varis kılıyor? Mûris Allah ’tır. Yani Allah varis kılıyor. Zahir uleması bunu, calışıp cabalamadan bilgi olur mu şoyledir boyledir diye tenkit ediyorlar. Cunku marifet kesbi değil Allah vergisidir diyoruz ya hafife alıyorlar. Zahiri ilimlerde bilgiye ulaşması icin gayret etmesi, calışması, duşunmesi gerekir. Sûfilikte farklı olduğu icin boyle bir şey mi olur diyorlar. Ama olur bu. Tasavvuf hem ayetlere bakarak, hem hadislere bakarak olur diyor. En onemlisi de kendileri zaten bunu tecrube ediyorlar. Yani islamiyeti yaşayarak Allah onlara bilmediklerini oğretiyor. Bu bilmediklerini oğretmeye, oğrenmeye cok ceşitli isimler verilir. Tasavvufa ilmi verÂset, ilmi mîras ta derler. İlmi mirasın manası budur. Sonra tasavvufta ilham vardır. İlham da Allah ’ın vergisidir. Tasavvufta feyiz vardır, Allah ’tan gelir. Bu bilgiler hep Allah ’tan gelir manasında tasavvufta cok tabirler vardır.
MARİFETULLAHA NASIL ULAŞILIR? Altınoluk: Sufiler bu ilime yani marifetullaha ulaşmak icin hangi yontemleri, temrinleri kullanırlar?
S. Uludağ: Bu noktada zahir ilimleriyle tasavvuf arasında bir ayrım yapılır. Zahir ilimleriyle uğraşanlar akli melekeleriyle, kıyasla, mantıkla Kur ’an-ı Kerim ’den yeni hukumler cıkarırlar. Buna ictihat diyoruz. Sûfiler ise tasfiye yoluyla bu bilgilere ulaşırlar. Kalp tasfiyesi yoluyla bu bilgilere ulaşırlar. Zahir ulemasını ret ve inkar manasında değil, tamam onlarınki doğru, hatta sûfiler de onu yapar. Ama esas uzerinde durdukları şey kalp tasfiyesidir. Kalp tasfiyesi demek kotu huylardan temizlemek demek. Cuneyd-i BağdÂdî ‘nin talebesi Ebû Muhammed Cerîrî ’ye tasavvuf nedir diye sormuşlar; ‘Tasavvuf, cirkin ve aşağı her turlu kotu huydan arınmak ve guzel huylarla bezenmektir. ’ Bir insanın ahlÂkını duzeltmesi kolay bir şey değildir. Bu bir riyazeti gerektiriyor. İdman dediğimiz, temrin dediğimiz… Veyahut cile cekmeyi gerektiriyor. Kotu huyları atıyorsunuz, yerine guzel huylar koyuyorsunuz. Attıklarımız ahlÂk-ı zemîmedir, yerine koyduğumuz ahlÂk-ı hamîdedir. AhlÂk-ı hamide dediğimiz guzel huylarla Allah ’ın sıfatları arasında birebir ilişki vardır. Cenab-ı Hak diyor ki; ‘Ben adilim, siz de adil olun. Ben zalim değilim, siz de zalim olmayın. ’ Bu zulmu her manasıyla bıraktıysak, başkasına haksızlık etmeyi bıraktıysak, adil ve insaflı olduysak Allah ’ın adalet ismi sizde tecelli ediyor. Yani Allah ’ın adil olma konusunu kendimizden hareketle oğreniyoruz. Allah gibi adil oluyoruz. Allah Âlimdir, ilme kendinizi verirseniz, Kur ’an ’da anlatılan, hadiste anlatılan bilgilere sahip olursanız, Allah ’ın ilim sıfatı sende tecelli ediyor. Allah comerttir, comert olursanız onu oğreniyorsunuz. Bunları coğaltarak sayabilirsiniz…
Tasavvufu şoyle tarif ederler: et-tahalluk bi ahlÂkillÂh. (Allah ’ın ahlÂkıyla ahlaklanmak.) Allah ’ı boyle oğreniyorsunuz. Yani Allah adildir, Allah comerttir.. bunu biliyorsunuz ama kendinizde yaşayarak ve uygulayarak oğreniyorsunuz. Allah ’tan zuhur eden şeyler sizde zuhur etmeye başlıyor. Netice itibariyle Allah ’ın lutfudur tamam ama Allah sizi ona mazhar kılıyor. Yani zuhur yeri siz oluyorsunuz. Nasıl zuhur ediyor, nasıl oluyor o bilgi marifettir.
Marifetin iki şekli var. Biri marifetullah, biri de marifeti nefs. Tasavvufta her ikisi de onemlidir. Marifetullah kulun Allah hakkında bilgi sahibi olmasıdır tamam. Ama eğer kul kendisini bilmiyorsa, insan hakkında bilgi sahibi değilse, ozellikle kendi varlığı hakkında bilgi sahibi değilse, Allah hakkında bilgi sahibi olması mumkun değildir.
KENDİMİZİ BİLMEK-RABBİMİZİ BİLMEK Altınoluk: Hocam tam bu noktada şunu sormak istiyoruz: ‘Men arafe nefseh, fekad arafe Rabbeh.” “Nefsini bilen, Rabbini bilir.” bu inceliğe mi dikkat cekiyor? Ayrıca insan kendini nasıl tanımalı, bilmeli ki, Rabbini tanır hale gelsin?
S. Uludağ: Evet insanın kendini bilmesi tam da buna tekabul ediyor. İnsan oncelikle kendisinin insan olduğunu bilecek. Mahluk olduğunu bilecek ki, Halikını bilsin. Kendisinin aciz olduğunu bildiği zaman Allah ’ın kÂdir olduğunu bilir. Kendisinin cahil olduğunu bildiği zaman Allah ’ın Âlim olduğunu bilir. Kendisinin cimri olduğunu bildiği zaman Allah ’ın comert olduğunu bilir. Yani Allah ’a izafet ettiğimiz sıfatların tersi vardır insanda. Bu şekilde baktığınız zaman zatı itibarıyla insan iyi bir varlık değildir. Nefsi emmare sahibidir ve o nefs kotuluklerin kaynağıdır. Onu bildiği zaman der ki; bu kotulukler bendendir. Allah ’tan gelen şeyler sadece iyi şeylerdir.
‘Men arafe nefseh, fekad arafe Rabbeh. Nefsini bilen, Rabbini bilir. ’ Bu hadis değildir. Veciz bir şekilde ifade edilmesi nedeniyle sonradan hadis diye ortaya konulmuştur. Ama sûfiliğin bir esasını ifade ediyor. Ozu itibariyle doğrudur. Bunu actığınız zaman sûfilikte geniş bir alana yayılıyor.
Peki insanın neyini bileceksiniz? Cenab-ı Hak her şeyin halikıdır. Cenab-ı Hakk ’ın bizim bildiğimiz kadarıyla yarattığı mahlukatın en mukemmeli insandır. Tasavvufun mantığı da budur. İnsanda hem hayvanın, hem bitkilerin hem de başka maddi varlıkların ozelliği vardır. Ama maddi varlıklarda ve hayvanlarda olmayan bir ozelliğe de sahiptir. Yani insan Âlemin kucuk bir nushasıdır, kopyasıdır. İnsan o kadar enteresan bir varlıktır ki, bakınız butun insanlık, doktorlar, pedagoglar, psikologlar… hep insan uzerinde calışıyorlar ama hala insan mechul bir varlıktır. İnsan dediğimiz zaman bilinmeyen tanınmayan pek cok tarafları var. Hani Hazreti Ali ’nin de bir sozu var; ‘Sen kendini kucuk bir cirim zannedersin. Ama senin icinde Âlemler durulmuş olarak vardır. ’ Yine sûfiler başka bir hadisten bahsederler. Cenab-ı Hak diyor ki; ‘Yerlere goklere sığmadım, mu ’min kulumun kalbine sığdım. ’ Yani insanın ici o kadar geniştir. Eğer siz bu genişlikten haberdar değilseniz, bunları bilmiyorsanız, zaten marifet sahibi olmanıza da imkan yok. Evvela kendinizi tanıyacaksınız ki, oradan marifeti nefsten, marifetullaha gidebilesiniz. Allah hakkında bilgi sahibi olabilesiniz. Yunus Emre ’de de var ya: ilim ilim bilmektir, ilim kendini bilmektir. Oradaki ilimden maksat marifettir. Bunları karıştırmamak gerekiyor. Bir cok yerde ilim dendiği zaman tasavvufta, fıkıhcıların, hadiscilerin anladığı manada ilim anlaşılmaz, marifet anlaşılır. Yani sûfiler ilim kelimesini marifet manasında kullanırlar.
Yanlış anlaşılmasın diye şunu da acıklayalım; sufilere gore ilim nedir? Gazali ’in eseri İhya-u Ulumiddin ’in baş tarafında bu izah ediliyor. Peygamberlerin, ilk mu ’minlerin ve sûfilerin ilimden anladıkları ilim billahtır. İnsanın Allah hakkındaki bilgisidir. Nesi hakkındaki bilgileridir? Biraz once soylediğim gibi sıfatları, fiilleri, isimleri ve onun insan ve Âlemle olan ilişkisini bilme. Bu derya gibi cok geniş bir alandır. Obur ilimlerden ayırmak icin buna ilim billah derler. Bunu bilen kişiye de el-ulema billah denir. Aynı şeyi sûfiler yanlış anlaşılmasın diye marifet icin de soylerler. Sadece Ârif demezler, Ârifi billah derler.
RABBİMİ RABBİMLE TANIDIM Zinnun-ı Mısrî ’ye ‘Rabbini nasıl tanıdın? ’ demişler. O da: ‘Rabbimi rabbimle tanıdım. Rabbim kendisini bana tanıtmasaydı, ben Rabbimi tanımış olmazdım. ’ buyurmuş. Bu sadece Zinnun-ı Mısrî ’nin sozu değildir. Bu mealde başka sûfiler de pek cok şey soylemişlerdir. Yani sûfilere gore Marifetullah demek; Allah ’ın bize kendisini tarif etmesi vasıtasıyla oğrenilen bilgi demektir. En azından şuna bakmak lazım. Allah Peygamber gonderiyor. Niye gonderiyor? Kendisini bize tanıtsın diye. Peygamberi vasıtasıyla kendisini Kur ’an ’da bize tanıtan kimdir? Allah ’tır. Konuyu biraz daha derinlemesine duşunduğumuz zaman bir acıklık kazanıyor. O Kur ’an ’daki bilgileri biz kazanmadık ki, onu bize veren Allah. Sadece Kur ’an ’la değil, Âlemle de tanıtıyor.
Burada başka bir konuya daha temas etmemiz gerekiyor. Bu bir bilgi meselesidir diyoruz ya, kelamda şoyle bir değerlendirme var. İnsanlar uc yoldan bilgi sahibi olurlar. Bir, beş duyu vasıtasıyla cevresini tanıyor. İki, akıl vasıtasıyla. Akli istidlÂl diyoruz. Uc haberi resul veya haberi mutevatir yoluyla. Peygamberin Allah ’tan alıp bize verdiği bilgi demek. Ama sûfiler buna bir de şunları ilave ederler. Fıtrattan gelen bir bilgi sahibi olma. Bu bir, Kur ’an ’da da gecen Fıtratullah yoluyla. İkincisi vicdanla bilgi sahibi olma. Yani icine donerek bilgi sahibi olma. Ucuncusu kalp yoluyla. Kur ’an-ı Kerim ’de, ‘onların kalpleri var ama anlamazlar ’ diyor. ‘Akledecek kalpleri yok muydu ’ buyrulur. Bu manada kalp bir bilgi edinme vasıtasıdır. Sufilerde bunun icin kalp tasfiyesi yaparlar. O alemle sufi arasında, insan arasında bir perde var. Hicap dediğimiz, hucup dediğimiz şeyler. O ibadet yoluyla, riyazat yoluyla yavaş yavaş kalkarsa, insanın Allah ’a bakan yonundeki perdeler kalkar, o alemi daha net gormeye calışır. Sadece maddi aleme değil, gayb alemine, Allah ’ın zuhurlarına da o yolla vakıf olur.
İRFAN: NEFHEDİLEN RUHTAKİ BİLGİ Bir de irfan kelimesi var. Eskiden beri tasavvufta bu tabir kullanılır. İranlılar tasavvufu sevmedikleri icin, tasavvuftan yana olmadıkları icin irfan kelimesini kullanırlar. Fakat irfan kelimesiyle onların anlattıkları tasavvuftan başka bir şey değildir. Mesela Âriflere dair yazdıkları kitaplar var. Bakıyorsunuz Ârif dedikleri onların bizim sufi dediğimiz insanlar. Ârif insan irfan sahibi diyoruz ya, onun uzerinde biraz duşunduğumuz zaman onun şoyle bir manası ortaya cıkıyor. İnsanda fıtratı gereği, yaratılışı gereği bir ozellik vardır. Hani genlerle gelen ozellikler, babasından, annesinden, cevresinden, bulunduğu toplumdan kendisine intikal eden bir takım bilgiler var. Farkında olur olmaz o ayrı bir konu… Hatta anne karnından başlayıp, doğup icinde buyuduğu toplumdan aldığı insanca bir takım davranışlar, durustluk vesaire gibi ahlÂka uygun yaşayışlar goruruz.
Vicdanı itibariyle, temiz bir kalbe sahip olmasıyla ahlÂka uygun davranışlar gosterir. Buna bunlar nereden geliyor? Bu irfan ona fıtratullahtan geliyor. Halk arasında kullanılan ‘fıtratı temiz, mayası iyi ’ tabirleri buradan gelir. Yalnız dikkat edin bunlar okuyarak, hocalardan ders alarak kazanılmaz. Ama cenab-ı Allah oyle bir ozellik vermiştir. Bu ozelliğin kaynağında da ‘ruh-u menfuh ’ dediğimiz bir ruh vardır. Onun bizim ruhumuzla, kalbimizle alÂkası var. Aslını teşkil ediyor. Cenab-ı Hakk: ‘Ben Adem ’i yarattım, kendi ruhumdan ufledim ’ buyuruyor. İşte o insan ruhu bir cevherdir. O ruh herkeste var. Ama muhiti icabı, yetişme tarzı icabı bircoklarında o kirlenmiştir. Şu ya bu şekilde. Ama kirlenmemiş, paslanmamış, curumemiş, kotuleşmemiş ruh boyle temiz bir şekilde ortaya cıkıyor. Biz ona irfan diyoruz. Biz onu ruh-u insani, insan ruhuyla alÂkalı olarak goruyoruz. İrfan bu manada guzel bir şey. Mesela, bir koylu, bir esnaf veya bir coban, okuması yazması olmayabilir, irfan sahibiyse Allah ’a alimlerden daha yakın olabilir. Bakınız bu da onemli bir ikramdır. Biz ilim şoyle, boyle diyoruz ama, bizim anladığımız manada ilimle uğraşanların coğu dine de, Allah ’a da yakın olan insanlar değil. Ama buna karşın ummi, okuması yazması yok bakıyorsunuz guzel bir dini hayatı var. İşte o fıtratından, irfanından kaynaklanıyor.
MARİFETULLAH İNSANA NE KAZANDIRIR? Altınoluk: Tasavvuf neden insanlara Marifetullah ’a ermeyi hedef olarak koyuyor? Bu tasavvuf ehline ne kazandırıyor?
S. Uludağ: Sadece sufi olarak değil, topluma ne kazandırıyor diye de bakmamız gerekir. En başta yukarıda soylediğimiz gibi, bildiğinizle İslam ’ı yaşıyorsanız Allah size bilmediğinizi de oğretiyor. Ayrıca sufiye cok şey kazandırıyor; Allah hakkında doğru bilgiye sahip oluyor. Allah alem ilişkisi hakkında, Allah insan ilişkileri hakkında doğru bilgiye sahip oluyor. Hulusi kalp ile Allah ’a ibadet ediyor. İc huzuruna kavuşuyor. Ahiretini kazanıyor. Yani cok şeyler kazanıyor… Ayrıca şunu veriyor; eğer Ârifseniz toplumda ornek bir insansınız. Ornek bir insan olayım diye yapılmaz bu ama, mukemmel bir insan tipi meydana getiriyorsunuz. Şimdilerde rol model falan diyorlar ya, o insanlardan birisi oluyorsunuz. Diğer insanlar size imreniyor, boyle adam olmak lazım diyorlar.
Onları bir tarafa bırakacak olsanız, topluma ve diğer insanlara ne kazandırıyor diye baktığınız zaman şunları goruyorsunuz; onlar bunu ornek alıyorlar. Ornek aldıkları zaman bu toplumda yayılıyor. O huzur, o bereket, o feyiz toplumda yayılıyor. Yayıldığı zaman toplumda insani duygular gelişiyor. Cunku tasavvufun uzerinde en cok durduğu konu insanlık ve insan sevgisidir. Kur ’an-ı Kerim ’de ‘Allah oyle bir kavim getirir ki, onlar Allah ’ı sever, Allah da onları sever. ’ (Maide, 54) buyruluyor. Sevmek, sevilmek, huzur ve barış gibi kavramlar toplumda yaygınlaşır. Boyle bir marifetin yayılması halinde Muslumanlar birbirlerini boğazlamazlar, birbirleriyle savaşmazlar. Bakın tasavvufta musamaha cok onemlidir. Başkalarını hoş karşılarlar. Musamahanın kaynağı da bu marifettir. İşte Sultanahmet ’te 10 kişi olduruldu. Ankara ’da 100 kişi olduruldu. Paris ’te şu kadar insan oldu. Suriye, Irak gibi Musluman memleketlerde olan hadiselere bakınız. Neden bunlar oluyor? Bunların tedavisi, ilacı nedir? Dikkat edin buna, enteresan bir şeydir, bunları yapanlar arasında sufiler yoktur. Butun tarikat şeyhleri iyidir, butun tarikatlar iyidir demiyorum ama, bunları yapanlar arasında tarikat kaynaklı insanlar yok. Yani yetersiz şeyh te olsa, muritleri yetersiz de olsa boyle hadiselere karışmıyorlar. Nedir bunları yapanlar? Bu marifetten uzak olan insanlardır. Artık onlarda şefkat, merhamet gibi insani duygular diye bir şey kalmamıştır. Hem kendilerini olduruyor, hem de başkalarını olduruyor. Ve bununla da dine hizmet ettiğini, Muslumanlara hizmet ettiğini iddia ediyorlar. Ne kazandırıyor? Topluma baktığımız zaman sonuclarını goruyorsunuz.
Son olarak marifet konusunda şunları da soyleyelim. Kur ’an-ı Kerim ’de ‘Ve m kaderûllÂhe hakka kadrihî… ’ (Onlar, Allah ’ın, yuceliğini, kudretini hakkıyla tanıyamadılar…) ayetini sufiler ‘vema arefnallahe hakka ma ’rifetike ’ (Allah ’ı hakkıyla tanıyamadık) şeklinde anlarlar. İkisi de aşağı yukarı aynı anlama gelir; Biz Allah ’ı hakkıyla idrak edemedik, tanıyamadık. Bu doğrudur, insan idraki eksiktir, Allah ’ı ihata edemez.
Butun tasavvuf kitaplarında Hazreti Ebu Bekir (r.a.) ’e nispet edilen bir soz var; ‘Allah hakkında en mukemmel idrak, bizim O ’nu idrak edemeyeceğimizi idrak etmemizdir. ’ Onun icin sufiler derler ki; ‘İnsan gercek marifet sahibi olursa, kella lisÂnûn, dili tutulur, konuşacak bir şey kalmaz. ’ Neden konuşacak bir şeyi kalmaz? O mertebeye erişmiş, orada goruyor ve ilahi tecellileri seyrediyor. Ve onlar anlatılacak şeyler değil. İşin o tarafı da var. Oyle bir mertebeye ulaşınca, o tecellileri goruyorsa gormek yetiyor. Onları anlatmaya gerek yok. Eğer karşınızda Allah ’ın tecellileri varsa orada da susulur. Bu meskûtun anh dedikleri bir makamdır. Hazreti Ebu Bekir de acz mertebesinde oyle soyluyor. Bu mertebe bir cok sufide de vardır.
Kaynak: H. İbrahim Kurucan, Altınoluk Dergisi, 360. Sayı
İslam ve İhsan
İNSAN RABBİYLE NASIL DOST OLUR?