
Altınoluk dergisinin 434. sayısında Nail Dural Hocaefendi ile Avrupa ’daki İslam konuşuldu.Altınoluk dergisinin son sayısında Nail Dural Hocaefendi; Avrupa ’ya gidiş hikayesini, Muslumanların Avrupa ’daki teşkilatlanmasını, Avrupalıların İslam ’ı secme nedenleri anlattı.
AVRUPA ’DA İSLAM YAYILIYOR Hocam Sami Efendi ile son goruşmeniz nasıl oldu?
DURAL: 1979 senesinde Mekke-i Mukerreme ’de Kur ’an-ı Kerim tilavet yarışması yapıldı. Bu tilavet yarışmasına Almanya ’dan iki kişi sectiler. Birisi fakir birisi de Mustafa Şeker. Hac ve Evkaf Bakanlığı ’nın duzenlediği bir yarışma olduğu icin bizi devlet misafiri olarak karşıladılar. KÂbe-i Muazzama ’nın icini de ziyaret ettik elhamdulillah. Ortusunun dokunduğu fabrikaya gittik. Bir metrekare de Kabe ortusu hediye ettiler. Yarışma bir hafta kadar surdu. Yarışmadan sonra “Siz misafirimizsiniz, vizenizin biteceği tarihe kadar aynı otelde kalmaya devam edebilirsiniz.” dediler. Bu vesileyle Hicaz ’da kalmış olduk. Sami Efendimizi son goruşmemizi anlatmadan once bir hatıra nakledeyim.
O sene İskender Paşa İmamı Zahid Kotku Hocaefendi de Mekke'de imiş. O ’nu da ziyarete gittik. “Hocam, Kur'an-ı Kerim yarışmasına geldik” vesaire anlatınca cok memnun oldu iltifat ve dualar etti.
Bir gun Altınoluk ’un karşısında Mustafa Şeker ’le yan yana otururken bir adam omzumuzdan sert bir şekilde bastırarak aramıza oturdu. “Cenab-ı Hakk'ın hilkaten verdiği nimeti niye tahrip ediyorsunuz?” dedi. Once anlamadım. “Hem hafız olacaksınız hem de sakalınızı niye kesiyorsunuz?” diye tarizlerde bulunmaya başladı. O zamanlar benim de arkadaşın da sakalı yoktu. Meğer bu adam Zahid Efendi ’yi ziyaret ettiğimiz esnada orada bulunuyormuş. Adam boyle habire azarlar tarzda konuşmaya devam edince biz de Kabe-i Muazzama ’nın karşısındayız bir edepsizlik olur diye boyle yutkunuyoruz bir şey soylemiyoruz. Bir muddet sonra baktık adam durmuyor. Arkadaşla dışarı cıkmaya kalktık. Adam bizi bırakmadı. Peşimizden geldi. Dışarıya cıkar cıkmaz ben başladım: “Sen nasıl bir adamsın. Biz dun geldik senin efendini ziyaret ettik. O bu kadar iltifatlarda bulundu. O bir şey demedi. Sen ne oluyorsun da bize boyle davranıyorsun?” Adam ne cevap verdi biliyor musunuz? “Hocam” dedi “Buyukler bir şey soylemez ama arkanızdan kopeklerini havlatırlar.” Hic kimse bu sakalı bırakmama sebep olamadı ama o adamın bu lafı bu sakalı bıraktırdı.
Bir muddet sonra Medine-i Munevvere ’ye gectik. Orada Omer Kirazoğlu Abi ile karşılaştık. Omer Abi bizi gorunce sevindi. “Hayrola umreye mi geldiniz?” diye sordu. “Efendim hem umre hem yarışma icin.” dedim. O da cok memnun oldu. “Hadi bakalım Ustadımızın yanına gidelim.” dedi. Biliyorsunuz Omer Abi kolay kolay Ustadımızın yanına kimseyi goturmez. Gittik; kapıda Suriye'den gelmiş birkac tane hocaefendi de vardı. İzin bekliyorlar. Bizimle birlikte onlar da girdi. Sami Efendi Hazretleri mubarek bembeyaz ortuler icerisinde yatağın icinde oturuyor vaziyette idi. Boyle bir ziyaret nasip oldu. Ondan sonra bir daha goremedik. Allah şefaatlerine nail eylesin.
Hocam Abdurrahman Gurses Hoca ile bir muarefeniz oldu mu?
DURAL: Muradiye Camii'nde bir imam vardı. Hocanın talebesi idi. Onun cenazesine geldi. Caminin kursusunde bir aşr-ı şerif okudu ki inanın sanki o ayetler yeni vahyolunuyor gibi hissettim. Allah rahmet eylesin vakar ve tevazu timsali bir kimseydi.
Gonenli Hocaefendi ile bir tanışıklığınız oldu mu?
DURAL: Bir Pazar gunu Gonen ’e bir arkadaşımızın camiine ziyarete gittik. Biz muezzinlik yaparken hoca arkadaşımız bize aşr-ı şerif okumamız icin işaret etti. Once yanımdaki arkadaş, sonra da ben birer aşr-ı şerif okuduk. Duadan sonra cemaat etrafımızda toplandılar, iltifat ediyorlar. Hoş geldiniz vesaire. O esnada on tarafta bir alabora oldu. Meğer Gonenli Mehmed Efendi de cemaatin icindeymiş. Biz onu gorunce hemen yanına gittik. Elini opmeye kaktık. Pat elimize vurdu. Latife yollu caminin hocasına donerek “Biz hafız değil miyiz, bize niye okutmuyorsun.” dedi. Hocaefendi ’nin koluna girdik. Camiden cıktık ama cemaat takip ediyor. Gide gide Gonen ’in meşhur bir lokantasının oraya vardık. O gun hoca bize ve cemaate yemek ısmarladı. Sadece İstanbul ’da talebelere değil gittiği her yerde herkese ikram etmeyi severdi. Allah rahmet eylesin.
Almanya ’ya gidişiniz nasıl oldu?
DURAL: O zaman şu anki yurtdışı kadroları yoktu. Vatandaş işci olarak gitmiş, Kur'an Kursu hocalığı yapıyor. Oradaki vatandaşların dini ihtiyaclarını bu tur arkadaşlar karşılıyorlar. Tabii onlar da koydeki hocalarından nasıl muamele gordulerse onu uyguluyorlar. Ellerinde uzun bir değnek… Hocaların ellerinde uzun değnekle cocuklara ders oğretirken cekilen resimleri Alman basınına intikal etti. Bir iki hadise daha yaşanınca Turkler de rahatsız olmuşlar. 1977'de Suleyman Ateş Diyanet İşleri Başkanı sıfatıyla Berlin'e gitmiş. Berlin'deki cemaat Hoca ’yı ağırlamış, misafir etmişler. Hoca ’ya olup bitenleri anlatmışlar. “Turkiye ’den hoca istiyoruz.” demişler. Boyle bir donemde zamanın Calışma Bakanı Şevket Kazan Calışma Bakanlığının sosyal gorevli kadrolarından gri pasaportla bizi gonderdiler. İlk giden din gorevlisi olduk.
Kac kişi gittiniz?
DURAL: Bir kişi
Sizi nasıl sectiler?
DURAL: Suleyman Ateş ’in ziyareti esnasında cemaat hoca isteyince “Ama” demişler “Hocamızı biz beğeneceğiniz.” “Peki” demiş O da. Uc arkadaş Ankara ’ya gelmişler. Suleyman Ateş o zamanki Orhaneli muftusunu tavsiye etmiş. Muftunun yanına gitmişler. Muftu de o sıralarda idari soruşturma geciriyormuş. Donmuşler. Benim de arkadaşım olan İlyas Aydoğan ’ın yanına gitmişler. O da onlara beni tavsiye etmiş. Bir gun yatsı namazından sonra bu arkadaşlar yanıma gelerek kendilerini tanıttılar. “Biz seni Almanya'ya goturmek istiyoruz.” dediler. Ben de o zaman din gorevlileri derneği başkanıyım. Kendime gore bir duzenim var. Cocuklarım kucuk. Gitmek istemedim. Israr ettiler. “Bir aylığına gelirim.” dedim. Suleyman Ateş “Bulduğunuz hocayı bana getirin.” demiş. Beraber Ankara ’ya gittik. Suleyman Ateş ’e bir ay deyince Hoca, “Olmaz oyle şey. Bir ay olur mu cocuk oyuncağı mı bu, bir seneliğine git.” dedi. Olurdu olmazdı derken, altı ayda anlaştık. Boylece Almanya ’ya gittik.
Oradaki suremin bitmesine yakın Turkiye ’de hukumet değişti. Almanya ’daki arkadaşlar oradaki suremizi uzatmak icin Ankara'ya geldiler. Yeni devlet bakanı olan adam siyasi bir kimse. Bizim de o zaman boyle siyasi kimliğimiz kurulan hukumetten farklı. Onlar bunu biliyorlar. “Niye Nail Hoca? Başka hoca mı yok? Ben size başka hoca vereceğim.” diyor. Bizimkiler “Biz onu istiyoruz, onu sevdik” filan deseler de yok mumkun değil. Geriye donduler.
Almanya ’da hangi camide vazifedeydiniz?
DURAL: Berlin Fatih Cami. Bana “Sen istifa et, biz sana burada şu kadar maaş verelim.” dediler. “Peki” dedik. Gemileri yaktık, istifa ettik. Oradaki vatandaşların himayesinde eski zamanların koy imamlığı gibi başladık.
O zamanlar Mehmet Şevket Eygi ’nin başlattığı toplu namazlar vardı. Ondan esinlenerek toplu namaz başlatmışlar. Bir sabah da bizim Fatih Camii'nde toplu sabah namazı oldu. Namazımızı kıldık. Aşr-ı şerif okuduk. Tabi cemaat o zamana kadar doğru durust hoca gormemiş. Mest oldular, teşekkur ettiler. Kerameti kendinden menkul şeyhlik iddiasında olan biri vardı. Cemaatten biri onun yanında beni ovmuş. “Yeni bir hoca gelmiş, şoyle guzel Kur ’an okudu, mest olduk” filan diye. O muteşeyyih de “O guzel Kur ’an okuyorsa biz de guzel Allah diyoruz” demiş. Bu lafı daha sonra bana taşıdılar. Biz de zaten Konya'dan cehri zikre Âşinayız. O şeyhlik taslayan adamın bu tavrından rahatsız oldum ve şartlar da cok musait olduğundan hemen camide o hafta icinde zikir halkasını kurup cehri zikir yapmaya başladık. Tabii zikir halkası insanları cezp etti. Tarikatlı tarikatsız insanlar geliyor. Kimi iştirak ediyor kimi dinliyor. İlahi soyluyoruz.
Aradan zaman gectikten sonra Musa Efendimiz ile Bursa ’da karşılaştık. “Ne yapıyorsunuz, nasılsınız, hizmetler nasıl gidiyor?” diye sorduktan sonra şunu yapıyoruz, bunu yapıyoruz anlattık. “Efendim bir de muhibban zikri yapıyoruz.” dedim. Hayretle “O nedir?” diye sordu. “Efendim” dedim “Tarikatli tarikatsız demeden camide halka oluyoruz zikir yapıyoruz.” Oyle bir sevindi ki “Oo ne guzel, devam edin” dedi. İzin de cıkmış oldu boylece.
İslam Federasyonunun kuruluşu nasıl oldu hocam?
DURAL: Almanya ’da arkadaşlar beni bir toplantıya davet ettiler. O toplantıya gittim. Bedi Aksoy isminde bir avukat orada bizim vatandaşların haklarından bahsetti. Fakat oradaki Muslumanlar boluk porcuk oldukları ve onları temsil eden bir kurum olmadığı icin o haklarını kullanamıyorlar. O da bu amacla bir tuzuk hazırlamış. Berlin İslam Federasyonu tuzuğu. Bir catı organizasyon. Bunun icin daha once de toplantılar yapmış. Vatandaşı, dernekleri topluyor her toplantıda munakaşa cıkıyor, dağılıyorlar. İkinciye tekrar. Adam iki sene uğraşmış boyle. Benim gittiğim toplantıda yine kavga cıkmaya başlayınca hoca sıfatıyla soz aldım. Bir konuşma yapınca ateş duştu. Avukat bir iki gun gectikten sonra beni cağırdı. “Ya hocam bak bu vatandaşları gordun. Ben iki yıldan beri uğraşıyorum. Bunların bircok hakları var. Hoca maaşını, Kur'an kursu oğretmen maaşını vesaire bunu devlet verir. Bunun icin tuzel kişilik lazım. Ama bunlar bir turlu anlaşamıyor. Beni de anlamıyorlar. Bu insanlar hocadan anlıyor. Ben şimdi bu tuzuğu sana teslim edeceğim, her turlu hukuki desteği de meccanen vereceğim. Sen bu insanları topla, bu federasyonu kurun.”
Baktım adam haklı. “Peki” dedim ve İslam Federasyonu'nu kurmak uzere başladık calışmalara. Din gorevlileri başkanlığından benim de biraz tecrubem vardı. Yahya isminde bir Alman Musluman var. Onu aldık yanımıza. Posta mudurluğu yapmış cok samimi bir adam. Orada okuyan arkadaşlar var. Ucak muhendisi Zeki, Mimar-Muhendis Haldun Algan, abisi makine muhendisi Ahmet Algan gibi arkadaşlar. Onlar da benim etrafımda oldular. Onlarla beraber oturduk istişare ettik. Federasyonu kurduk. Başkanı da hoca sıfatıyla ben oldum. Ama ben bir kelime Almanca bilmiyorum. Esas işi bu arkadaşlar yurutuyorlar. İslam Federasyonu boylece kuruldu.
Biz hemen senatodan Kur'an oğretmeni ve camide hatip diye bir kadro ve butce aldık. Federasyon Başkanlığını da meccanen yurutuyoruz. Bu butce imkÂnını yakalayınca ben biraz daha serbest calışma imkÂnı buldum. Cunku orada hocaların maaşını vatandaş verdiği icin cemaat hocaları rahat bırakmıyor. Nice kıymetli hocalar geldi de dayanamadılar. Haysiyet kırıcı hallerle karşılaştılar. Ama benim konumum buna musaade etmedi. Dua almışız demek ki elhamdulillah. 25 yıl İslam Federasyonunun değişmeyen başkanı sıfatıyla vazife yaptık.
2000 Yılı ’nda Osman Nuri Topbaş Ustadımız Berlin'e geldiler. Sohbetten sonra fakire sohbet yapma vazifesi verdiler. Ustadımızı Berlin havalimanına uğurlamaya gittiğimizde “Hocam bu manevi emaneti taşıyacak durumda biri değilim. Ben bir hicim.” dedim. Hocamız “Ben de bir hicim.” dedi. Tabii o zamanlar bilmiyorum hicliğin bir makam olduğunu. Herkes hic olabilir mi? Hocamız daha sonra “Siz artık bu vazifeyi ustlendiniz. Bu dernek vakıf işlerini arkadaşlara bırakın. Siz abi olarak kalın.” dedi. “Peki, efendim” dedik. O esnada iki tane catı organizasyonun başkanlığını yurutuyorduk. Berlin İslam Federasyonu ve Berlin İslam Vakfı. Bir ay gecmedi arkadaşlara dedim ki kongre yapalım. Kongreyi yaptık, helalleştik ve o emanetler arkadaşlara tevdi olundu.
Hocam Almanya ’da yaşadığınız bu vetirede Muslumanların oranın kanunlarına uygun bir islÂmî cemaat oluşturmalarıyla alÂkalı gozlemleriniz, tespitleriniz nelerdir?
DURAL: Orta Avrupa dediğimiz Almanya, Belcika, Hollanda, Avusturya bolgesinde şimdiye kadar Hristiyanlık Âleminde vuku bulmamış seviyede bir Musluman nufusu yoğunluğu var. 35-40 milyon civarında. Ben oradayken oryantalist yetiştiren bir enstitusu vardı. Oranın muduru Avrupa İslamlaşıyor diye yazılar yazmıştı. Musluman nufus sadece gocmelerle artmıyor. İhtidalarla da artıyor.
İslamiyet ’i secmelerine sebep ne oluyor?
DURAL: Almanya ’da hariciyeye mensup bir Muslumanın hazırladığı “Bizim Secimimiz” isminde bir kitapcık elime gecmişti. Bu kitapcıkta otuz beş kişinin İslamiyet ’i secmelerine sebep olan yazılar vardı. Hepsinin sebebi farklı. Yeni Musluman olmuş kişileri kelime-i şehadet getirtmek icin bize getiriyorlardı. Gelenlere hep soruyordum “İslamiyet ’i din olarak secmenize ne sebep oldu?” diye. Ben de hep farklı farlı cevaplar alıyordum. Bir keresinde bir delikanlı getirdiler. Kelime-i şehadet getirttikten sonra ona da sordum. Dedi ki “Ben Berlin'in filan semtinde oturuyorum. Orada bizim Turk komşularımız var. Onların cocukları benim arkadaşlarım. Onlar beni evlerine goturduler. Evlerine gittiğimizde onların gerek anne babalarıyla gerekse cocukların birbirleriyle arasındaki munasebetleri, orada gorduğum sıcak alÂka beni cezp etti.” dedi. Cunku onlarda aile mefhumu kalkmış. Kalkmış ama insanın hilkatinde bu var. O delikanlı, bir Musluman evinde kendisine gosterilen sıcak alÂka, arkadaşlık ve dostluk dolayısıyla İslam'ı seciyor. Boyle muhtelif sebepler var. Daha sona orada boyle arkadaşlıkların tesis edileceği gencler icin kurumlar actık.
İslam Federasyonu kurulduktan sonra iki tane hizmet hedefi tayin ettik. Biri İslamiyet ’in resmen tanıtılması. HÂl resmen tanıtılmış değildir. Resmen tanıdığı zaman butun masrafları onlar verecek. İkincisi devlet okulunda din derslerinde cocuklarımızın kendi dinlerini oğrenme imkÂnının sunulması. Bunlar fakire nasip oldu elhamdulillah. 40. yıl donumu kutlamalarına iki sene once cağırdılar, gittim. Bu federasyonun bir hizmeti oldu. Bu din dersi oğretmenlerini de federasyon tayin ediyor.
Alman okullarına giden butun Muslumanların ortak dili Almanca. Bu derslerle beraber Almanca ’ya boylece dini terimler de geciyor. Mesela biz yabancılara İslamiyet ’i anlatırken tercume yapan arkadaşlar bir turlu kelimeyi bulamıyor. O benim Turkce soylediğim ifadenin karşılığında terim yok. Şimdi onlar da gelişiyor. Berlin eyaletinde buna muvaffak olduk ama diğer eyaletlerde muvaffak olamadık cunku oradaki eyaletlerin eyalet anayasaları farklı.
Zaman zaman oradaki papazlarla da toplantılarımız oldu. Bu toplantıların birinde “İki Cihanşumul Dinin Tevhid İnancı” diye bir toplantı konusu belirlemişler. Gittik. Toplantı başlayınca ben soz istedim. “İki cihanşumul din” olamayacağını, olursa bir tane olacağını, bunu da tartışmaya hazır olduğumu ifade ettim. Papazlar beni ikna etmek icin uğraştılarsa da hepsinin cevabını verdik elhamdulillah. Sonra oradaki profesorlerden biri bana dedi ki “Sayın İmam, boşuna telaşlanmayın. Sizin işiniz kolay. Sizin dininiz sonra geldiği icin bizi kabul etmek size bir şey kaybettirmez ama biz sizi kabul edersek kendimizi inkÂr ederiz.”
Dolayısı ile gercekten Avrupa ’da ciddi bir İslamlaşma soz konusu. Avrupa insanını din namına bir yere odaklayacak ibadet yok. En dindarı sofrada dua yapar. Muslumanlar olarak biz oraya secme insan da gondermedik. Osmanlı'nın Balkanlar'a yaptığı gibi gercekten İslam'ı temsil kabiliyetinde olan aileler gitseydi oraya cok farklı neticeler olurdu diye duşunuyorum. Tabii ilahi takdir bin bir hikmetle dolu. Bize mechul. Şu anda artık İslamiyet Orta Avrupa'da gecici değil, kalıcı bir din.
Kaynak: Altınoluk Dergisi, Sayı: 434
İslam ve İhsan