
Altınoluk dergisi yazarı Halime Demireşik'in Afra Nazan Boyraz Hanımefendi ile gercekleştirdiği roportaj...Bizim gibi ortulu, dindar bir arkadaşımız vardı. O, işini kaybetmemek icin başını acmıştı, ama onu da attılar. Onlar icin başını acman yeterli değildi! Duşunceler de dindar olmamalıydı. Bu zihniyetin tek derdi, senin tesetturun değil! Asıl dertleri, İslĂ‚m ’ın koklerini kazımaktı. O yuzden tĂ‚vize gerek yok.
Kıymetli Afra Hanımefendi, oncelikle sizi tanıyabilir miyiz, yetiştiğiniz cevreden başlayarak? Halime kardeşim; “AllĂ‚h ’ın selĂ‚mı, rahmeti ve bereketi cumlemizin uzerine olsun. Allah her dĂ‚im yĂ‚r ve yardımcımız olsun. Derdimiz, dĂ‚vĂ‚mız İslĂ‚m olsun!” duĂ‚sıyla sozlerime başlıyorum.
Sivas ’ın Şarkışla kazasında muhabbetli bir Ă‚ilenin en kucuk ferdi olarak dunyaya gelmişim. İnsanların yetiştiği cevre ve kokleri, yani aile ve gecmişleri cok onemli... İnsanın karakteri, tıpkı mĂ‚nevî bir gen gibi buralarda oluşup nesilden nesile aktarılıyor. Tabi, bunda ecdĂ‚dın nesillerine yaptığı duĂ‚lar da tesirli.
İhvan kardeşlerime sohbetlerde; “Kardeşler, İbrahim -aleyhisselĂ‚m- ’ın nesil ve zurriyet duĂ‚larından ibret alalım. Biliyorsunuz, buyuklerimiz de sohbetlerde bunu cok anlatırlar.” diyorum.
Kendi ecdĂ‚dıma bakıyorum; gercekten bunu hissederek soyluyorum, babaannemin duĂ‚sının zuhûr ettiğini duşunuyorum. Anne tarafımdan da baba tarafımdan da ecdĂ‚dımız guzel, sĂ‚lih insanlarmış. Cok comertlermiş. Ozellikle babaannem, misafirperverliği ile nam salmış, cok dindar bir hanımmış. Kapıya gelen ihtiyac sahibine bile eldivenini giymeden sadaka uzatmamış. HattĂ‚ yuzunu hicbir nĂ‚mahrem gormemiş.
Babam uc-dort yaşlarındayken annesi vefat etmiş. Bu yuzden babam, annesinin terbiyesi ve dînî hassasiyeti ile buyuyememiş, tam bir cumhuriyet nesli olarak yetişmiş. Tabi, bunda o zamanın tahsil hayatı icinde olmasının da buyuk tesiri olduğunu duşunuyorum. Babamı, babaannesi buyutmuş; onun babaannesi de hĂ‚l ehli bir hanımmış.
Babaannesi bir sabah uyandığında bahcedeki kavak ağaclarını secde ve zikir hĂ‚linde goruyor. Hemen boynundaki yemeniyi kavak ağacının en uc noktasına bağlıyor. Cunku evdekilere “Ağacları secde-zikir hĂ‚linde gordum.” dese, kendisine kimse inanmayacak. Ertesi gun evdekilere anlatıyor. Onlar da hemen kavak ağacına bakıyorlar; ağac dimdik duruyor. Ama en ucunda, en tepede babaannemizin yemenisi bağlı...
“Boyle zuhurat ehli bir hanımın elinde buyuyen babanız, nasıl tam bir cumhuriyet zihniyeti ile buyumuş?” diye duşunebilirsiniz. İstanbul Hukuk Fakultesi ’nde okumuş babam… Tabi, o zamanlar eğitim, dinden uzaklaştırmak uzere tanzim edilmiş. Sivas Lisesi ’nde okurken oraya gelen İsmet İnonu, oğrencilere bir soru sormuş. Okulda soruyu sadece babam cevaplayabilmiş. İnonu, babama cok iltifatlar etmiş, ikramlandırmış. Babam boyle bir ortamlarda eğitim almanın tesiriyle tam bir sosyal demokrat olmuş.
Biz altı kardeşiz. Babamdan dînin ahkĂ‚mına dair hicbir şey oğrenmedik. Cunku kendisi de bilmiyordu. Peki, biz babamdan ne aldık? Butun edep ve ahlĂ‚k kĂ‚idelerini, onun hayatından gorerek oğrendik. Babam Ă‚ilesinden aldığı mĂ‚nevî genlerin tesiri ile dînin ahlĂ‚k boyutunu derinden yaşıyor ve bize ornek oluyordu. MeselĂ‚ babam, yureğinden taşarak, oyle bir “CenĂ‚b-ı Rabbu ’l-Âlemîn” derdi ki, muhatabının gonlunu titretirdi. Amelle suslenmiş olmasa da kalbinde guzel bir îman vardı. Cok dirĂ‚yetli, guclu ve karakterli idi. Bizi, gozu ve gonlu ile severdi; o donemin insanları gibi… Evimizde bir ciddiyet ve resmiyet hĂ‚kim olmasına rağmen muhabbeti de gonullerimizde hissederdik...
Hayatım, babamın memuriyeti sebebiyle şehir şehir dolaşmakla gecti. Bu durum hizmet hayatımda insanların gonlune dokunma hususunda bana nice tecrubeler katacaktı. İlkokul ikiye kadar Tokat ’ta, İlkokulun son kısmı ve ortaokul Sivas ’ta, lise, universite ve oğretmenliğimin ilk yılları da Ankara ’da...
Otuz yıldır da Şanlıurfa ’da hizmet etmekteyim. Elli uc yaşındayım. Rabbimin dilediği kadar da hizmete devam edeceğiz, inşĂ‚allah!
Babamız bize şahsiyet, karakter ve vakar hususunda ornek oldu. Bizim dunyevî eğitimimizi ihmal etmedi. LĂ‚kin bize herhangi bir dînî eğitim vermedi. “Başınızı ortun, namaz kılın!” vs. hic duymadım ağzından... Bazı cocuklar bu konuda talihlidir. Anne-baba, kulluk yolculuğunda yavrularına eşlik eder. Bazıları ise, icindeki cevher ile kendisi arayıp bulur. Bu yuzden hepimizin icinde sanki genlerimizden aktarılmış bir îman coşkusu vardı. Artık bize, arayıp bulmak duşuyordu.
Babam; doğruluk, durustluk ve edep kavramlarının yaşanmasına cok îtinĂ‚ gosterirdi. Şimdi bize ilginc gelen bir yanı da dînî bilgisi olmamasına rağmen, devrin Allah dostlarına cok kıymet vermesiydi. Onları evimizde misafir eder ve bize:
“-EvlĂ‚dım, boylesi zĂ‚t-ı muhteremlerin duĂ‚ları cok makbuldur. AllĂ‚h ’ın nazlı kullarının duĂ‚sını almaya bakın!..” derdi.
Belki babama dîni hakkıyla anlatan olsaydı, o yaşlarında amellerine îtinĂ‚ edebilirdi. Tabi, o devirler, dînin anlatılmasının da yasak olduğu devirler olması sebebi ile bu ihmal edilmişti. Babam da bu eksikliği zĂ‚hirî ilimle kapatmaya calışmış olabilir.
“-Benim kızlarım okuyacak!” derdi.
Butun evlĂ‚tlarını okuttu. EvlĂ‚tları hidĂ‚yete erip ibadet hayatına başlayınca, babalarının ibadet hayatına kavuşmasına vesîle oldular.
EvlĂ‚tlarının İslĂ‚mî yaşantıyla tanışması hangi vesîle ile oldu? Biz altı kardeşiz; iki erkek, dort kız... Ağabeyim, Ankara Universitesi Veterinerlik Fakultesi birincilikle bitirdi. Diğer ağabeyim, Ankara Universitesi Ziraat Fakultesi Yuksek Muhendisi olarak mezun oldu. Bir ablam ODTU mezunu, bir ablam İstanbul Universitesi İnşaat Muhendisliği mezunu, diğer ablam oğretmen… Bendeniz de Ankara Universitesi Tarih Bolumu mezunuyum. Babamın en derdi, dĂ‚vĂ‚sı ilimdi. EvlĂ‚tları okusun; vatana, millete hizmet etsin isterdi. Onun hĂ‚lis niyeti ve ecdĂ‚dımızın duĂ‚sı, bizi ozumuze dondurdu diye duşunuyorum.
Babam hepimizi lider karakterli bir insandı. Butun cocukları da ona benzemiş olacak ki, hepimiz nerede olursak olalım başarılarımızla, duruşumuzla dikkat cekerdik. “Hayatımıza bir dĂ‚vĂ‚ heyecanı olarak İslĂ‚m nasıl girdi?” sorusuna gelirsek... Ağabeyim, Veterinerlik Fakultesi ’ni bitirince Almanya ’ya doktora yapmaya gitti. Giderken de yanında Kur ’Ă‚n-ı Kerîm goturmuş, onu duvara asmış. (Demek ki kalbinde aksiyona gecmese de taşan bir îman varmış..) Orada muslumanlara yapılan saldırıları gordukce, icinde İslĂ‚m ’ı savunma duygusu kabarmış. Yaşamasa da musluman ahlĂ‚kı ile buyutuldu tabi… Vakti gelince de icerden bu duygu kabarıp cıkmış anlaşılan…
Afra Hanımefendi, siz de ağabey ve ablalarınızın tesirinde kalarak mı İslĂ‚m ’a yoneldiniz? Ben evin en kucuk ferdiyim. Evimizde Ă‚ile buyuklerimiz de bizimle beraber yaşardı. Anneannemin namaz kılışı kucuk yaşlarımda zihnime cakılmış bir goruntudur. Kucuk yaşımdan beri cĂ‚mileri ve cĂ‚mide namaz kılmayı cok severdim. Kimse bana “Namaz kıl!” falan dememişti, ama icimden gelirdi. Lise yıllarıma geldiğimde beş vakit namazı, artık hayatıma oturtmuştum. Bir tek baş ortum yoktu. Ama namaz, oruc ve mĂ‚nevî değerler; hep hayatımda vardı. Tabi, buyuklerimin İslĂ‚m ’a yonelişi ile İslĂ‚m dĂ‚vĂ‚sına karşı icimde coşkunluk ve sahiplenme de başlamıştı. O yıllarda icimde “olum korkusu” da cok olmuştu. Bir gun İmam GazĂ‚lî ’nin kitabını actım, orada şoyle yazıyordu: “Musluman olumden korkmaz, olume hazırlanır!”
Bu cumlenin tesiri ile olume hazırlık olarak, namaza cok ağırlık verdiğimi hatırlıyorum. Hani Ă‚yette “Namaz insanı munkerden, fahşĂ‚dan alıkoyar.” (el-Ankebût, 45) buyruluyor ya… Ben bunu iliklerime kadar yaşadım. Cunku universitede okuduğum yıllar; Alevî-Sunnî, sağ-sol gibi cepheleştirme, toplumu bolme olaylarının yoğun olduğu bir donemdi. Ankara ’da Dil Tarih ve Coğrafya Fakultesi Tarih Bolumu ’ndeydim. Bizim bolum, biraz daha musbet bir bolum olsa da namazın beni bircok kotulukten alıkoyduğunu goruyordum. O karışık yıllarda hep İslĂ‚m ’ın tarafında, İslĂ‚m ’ı dĂ‚vĂ‚ edinenlerle beraberdim.
Derslerden atılan başortulu arkadaşlarımın yanındaydım. Hatta başortusu icin yapılan mucadelede liderlik yapıyordum. Kendim henuz ortunmemiştim. Ama bir gun bana da nasip olsun diye cok dua ederdim. Arkadaş cevrem hep namaz kılanlardan oluşurdu. Namaz saflarında onlarla sık sık buluşurdum. Bugun gencliğin de en cok namazın mĂ‚nevî korumasına ihtiyacı var. İnanıyorum ki, benim hep sĂ‚lih insanlarla beraber olma isteğimin altında yatan faktor, namazın insanı munker ve fahşĂ‚dan alıkoymasıdır. Cunku universite okuyan bir genc oldukca ozgurdur. Bozulmaya ve kaymaya cok musait bir ortamdadır. Orada genci kotulukten koruyacak en onemli unsur, îman ve namazıdır. Cunku arkadaşları da bulunduğu ortamları da bunlara gore şekillenir.
Bir de Ă‚ileden kazandığı namus ve hayĂ‚ hassasiyetini de ekleyebiliriz tabi. MeselĂ‚ ne kadar sosyal demokrat bir babanın elinde yetişsek de namus ve haya kavramı bizde cok baskındı. Babam hepimizin sade giyinmesini ister ve makyajdan hoşlanmazdı. Muhtemelen ecdadımızın dînî hassasiyeti ile yaptığı bu ve benzeri şeyler, bize ahlĂ‚kî olarak aktarılmıştı. Babam aslında bilerek ya da bilmeyerek bizim fıtratlarımızı korumuş. Fıtrat bozulmadığından kalp kendisine zarar verecek şeyleri kabul etmiyor.
Bir de dini tam yaşayamasanız da hep dinin tarafında olun. hangi safta olduğumuz cok muhim. Her şeyinle inandığın yerde, Ă‚it olduğun yerde olacaksın. Sen MûsĂ‚ ’nın safında olursan, bir muddet sonra onun gibi oluyorsun. Yok, Firavun ’un safında olursan bir muddet sonra Firavun ’a benzemeye başlıyorsun. Bunu hayatım boyunca pek cok kez tecrube ederek gordum.
Tarih bolumunde okuduğum icin, tarihin derinliklerine inme, gercek Osmanlı ile tanışma fırsatım oldu. Bolum hocaları bize ecdadımızı, yani Osmanlı ’yı her fırsatta kotulerdi. LĂ‚kin şunu goruyorum ki, Guneş balcıkla sıvanmıyor. Hocalarımız kotuledikce biz araştırıyor ve gercek Osmanlı ile tanışıyorduk. Bu mĂ‚nĂ‚da genclere hep araştırmayı tavsiye ediyorum.
Bir de bizim koklerimiz îmanla yoğrulmuş. Ortada koskoca bir İstanbul Fethi var. Peygamber Efendimizin mujdesine nĂ‚il olan Fatih Sultan Mehmed ’i ne kadar yerersen yer, bir yere varamıyorsun. Cunku her şey aslına, ozune donuyor. Bizim bolumu bitirenler, o kadar kotulemeye rağmen “Osmanlı hayranı” olarak mezun oluyordu.
Hayatımda buyuk tesir altında kaldığım, olume bakış acımı tamamen değiştiren bir hĂ‚dise de babamın sekerĂ‚t hĂ‚liydi. Babamın sekerat hĂ‚li, on beş gun kadar surdu. Gozunden perdeler kalktı; o Ă‚leme dair bazı şeyleri bize anlatmaya başladı. Şeytanın geldiğini, şer ’î olmayan şeyleri teklif ettiğini, babamın sesli olarak onu kovduğunu, kelime-i şehĂ‚det getirdiğini, besmele cektiğini, hem kendimiz bizzat duyuyorduk, hem de daha sonra kendisi anlatıyordu. Beni gostererek:
“-Bu kızımın buyukleri gelip beni ameliyat ettiler. Bu kızımın yolu cok kıymetli bir yol!” dedi.
Babam akciğer kanseriydi. Son zamanlarında konuşması da kesilmiş, baygın yatıyordu. Bir gun aniden irkilerek kalktı, o gucu nereden bulup doğruldu, bilmiyorum. Bir kolunu bana, bir kolunu ablama doladı; eniştem YĂ‚sîn okuyordu. Biz de silsile-i şerîfe okuyorduk. Gozlerini kapıya dikti. Sanki iceri birisi girdi. Biz gormuyorduk, ama onun gozuyle takip etmesinden anlıyorduk.
“-Aleykum selĂ‚m, hoş geldiniz!” dedi.
Babam uzandı, sanki o kişinin elini tutup optu, sĂ‚kinledi, yerine yattı ve uykuya gecti. Biz olumu, babamın olumuyle sevdik. Hep:
“-Beyaz bir at geliyor, ben ona binip gitmek istiyorum!” derdi.
Âyete ’l-Kursî ’yi okuya okuya, Allah zikrini terennum ede ede vefat etti. Vefat edince UstĂ‚dımız Osman (Topbaş) Efendimiz aramıştı:
“-EvlĂ‚dım, inşĂ‚allah gittiği menziller, geldiği menzillerden daha hayırlı olur.” dedi.
Babamı cok severdim. Ama benim can babam olan UstĂ‚dım ’ı daha cok severdim. MĂ‚nevî bir genetik bağın olduğuna inanıyorum. Kan bağı onemli, lĂ‚kin daha onemli olan mĂ‚nevî bağ, o daha baskın... Rabbime hamd u senĂ‚lar olsun, guzel bir yol icindeyiz.
Afra Hanımefendi, sizin tesetture girmeniz ve mĂ‚nevî yolumuzla buluşmanız nasıl oldu? Ben universiteyi başarıyla bitirmiştim. Kendi fakultemde akademisyen olarak kalmayı duşunuyordum. Yazılı sınavları başarıyla gectim, ama sozlu sınavda başkasına yapılan torpil sebebiyle beni secmediler. İdealist bir genc olarak cok uzulmuştum. Sonradan buradaki hikmeti anlayacaktım. Kendi fakultemde nasip olmadı, ama Allah bunu bana başka bir universitede nasip edecekti. Ancak once hidayete eriştirecekti.
O gunlerde dilimden surekli şu duĂ‚ dokulurdu:
“-AllĂ‚h ’ım, Senin dînine hizmet etmek istiyorum, bunu bana nasip eyle!”
Aslında cok şuurla soylemiyordum, ama gayr-i irĂ‚dî hep dilimden bu duĂ‚ dokulurdu. Ablamın bir arkadaşı, dîne olan meylimi bildiği icin, beni Ankara ’daki Muradiye Okulları ile tanıştırdı. Sınavı kaybettiğim gun Muradiye Okulları ile tanıştım. Allah bir kapıyı kapatmıştı, fakat bana daha hayırlı bir kapı acmıştı.
Gittik, tanıştık. Onların da teftiş hĂ‚linde durumu kurtarmak icin benim gibi henuz tesetturu olmayan, ama mĂ‚nevî değerlerini bilen bir hocaya ihtiyacları varmış. Orada butun arkadaşlar, başortulu ve dindar arkadaşlardı. Arayıp da bulamadığım bir ortama duşmuştum. İlĂ‚hî okunsa ben hungur hungur ağlardım. Onlar nîmete alışmış, normalleşmiş. Her dinlediğim marşla icim dĂ‚vĂ‚ aşkı ile dolardı. Ortamın tesiri ile tesetture girme isteğim arttı. Bu hususta da:
“-AllĂ‚h ’ım, yardım et!” diye hep duĂ‚ etmeye başladım.
İran-Irak Savaşı ’nın yoğun yaşandığı gunlerde aklıma, “Doğudan bir duman yukselince kıyĂ‚met kopacaktır.” (Bkz. BuhĂ‚rî, Fiten, 24; Muslim, Fiten, 42) hadîs-i şerîfi geldi. “Acaba kıyĂ‚met mi kopacak?” diye duşunmeye başladım. Ve bir gece ansızın:
“-Evet, bugun ortunmeliyim!” dedim ve hemen yaptım. HattĂ‚ gece başımı ortup oyle uyudum. Ortunmek isteyen kardeşlerime de bunu tavsiye ederim. O ortunme isteği geldiği an hemen yapsınlar. “Yarın yaparım, gelecek hafta yaparım!” derlerse, şeytan mutlaka AllĂ‚h ’ın emrini yaptırmamak icin turlu turlu bahaneler uyduracaktır.
“Peki, bu mĂ‚nevî yol ile nasıl buluştunuz?” sorusuna cevap verecek olursak;
Okulumuzda edebiyat oğretmeni Aysel Hanım vardı. Biz onunla cok samimî arkadaş olduk. Kendisi mĂ‚nevî yolun nasiplilerindendi.
“-Tasavvuf bir aşktır; anlatılmaz, yaşanır.” diyerek benim bu yola olan merakımı celbederdi.
Biz ikimiz acayip enerjiktik; sosyal ilişkilerimiz de cok kuvvetli olduğu icin, programlarda sunuculuk, misafir karşılama vs. hep biz vazifelendirilirdik. Acayip bir dĂ‚vĂ‚ aşkımız vardı. Bence İslĂ‚m ’ı aşk ile yaşamak icin bu dĂ‚vĂ‚ bağlılığı mutlaka olmalı... Bu olunca, yaptığınız her işe sirĂ‚yet ediyor.
Duşunun, okul yeni acılmış; oğretmenler genc ve dinamik… MĂ‚nevî heyecan dorukta… Ankara ’nın kultur seviyesi yuksek, dindar aileler cocuklarını gondermiş. Butun bu faktorler bir araya gelince, ortamın mĂ‚neviyatını tahmin ediyorsunuzdur. Bendeniz tarih hocası olmama rağmen derslerde fırsatını bulunca cocuklara namazı anlatırdım. Sabahlara kadar bu konuları araştırır; aşkla anlatır, oğrencilerimizin evlerine bile gider, onlarla namaz kılardık. Tabi, internet, telefon vs. yok. Cevre bu kadar bozuk değil! Aileler cok dindar ve idealist… Hocaların mĂ‚nevî heyecanı fırtına gibi esiyor.
Bir yandan da kalbî bir arayışa girmiştim. Pek cok cemaat onderi ile goruşuyordum. Bazılarının torunları okulumuzda oğrenci idi. Beni yollarına davet ediyorlardı. Ama kalbimde bir kıvılcım hissetmediğimden bekliyordum. Kendi yolumu arıyordum.
Bir gun oğretmenler odasına girdim. Arkadaşlar bir resme muhabbetle bakıyorlardı. Ben girince resmi saklamak istediler, merakla ellerinden alıp resme baktım. (Resim, Mahmud SĂ‚mî Hazretleri ’nin beyaz elbiseler icinde, Medîne sokaklarında ucar gibi bir fotoğrafı var ya, işte o.) O an kalbimde yıllardır taşıdığım muhabbet yerini buldu. Ait olduğum yeri hissettim. Nasıl tarif edilir bilmiyorum, ama ben o andan hic cıkamadım. Yıllardır hep o gundeyim sanki. Oyle bir hĂ‚l icerisindeydim ki:
“-Bu kimdir, sanki bir melek!” dedim.
Sonradan oğrendiğime gore, zaten Mahmud SĂ‚mî Ramazanoğlu Efendi Hazretleri ’ne, “Melek sıfatlı SĂ‚mî” derlermiş. Arkadaşlarıma:
“-Beni ona goturun!” dedim.
Arkadaşlarım verdiğim tepkiye şaşırdılar. Beni oturttular, anlatmaya başladılar:
“-Bu zĂ‚t bir Allah dostudur. Adı, Mahmud SĂ‚mî Ramazanoğlu ’dur. Seni ona goturemeyiz, cunku vefat etti!” dediler.
Vefat ettiğini oğrenince yıkıldım. Daha sonra bana mĂ‚nevî yoldan bahsettiler. Buyuklerimize de benim durumumdan bahsetmişler. Sonrasında hemen istihĂ‚reler yapıldı. Nihayet biz de bu yolun yolcusu olduk. Bir anda kalbim Allah dostlarının muhabbeti ile doldu. Ya, bu nasıl bir şey?! Bir anda kalbine acayip derecede muhabbet doluyor ve rotanızı buluyorsunuz.
Kalbimize oyle bir aşk aşısı yaptılar ki, yıllardır yaptığım İslĂ‚m ’ı yaşama ve yaşatma duĂ‚m tecellî edecek, Allah bana bu yolda İslĂ‚m ’a hizmetin metodunu oğretecekti. Gercekten tasavvuf bir aşkmış; anlatılmaz, yaşanırmış.
Bundan sonra hayatımın merkezine bu yol oturdu. İslĂ‚m, tasavvuf sayesinde aşkla yaşanırmış. Bunu oğrenmiş oldum. Sonra MûsĂ‚ Topbaş Efendimizle tanıştırıldım. AllĂ‚h ’ım, nasıl guzel bir kuldu!.. İlk defa İstanbul ’a gittim ve ilk gidişim, bir Allah dostu ile tanışmak icindi. O zamanlar Koşk duğunleri yapılıyordu. Kapıda karşılaştık; ilk nazarını almak sûretiyle bambaşka bir coşkuya taşınmıştım artık... Hayatımda sadece İslĂ‚m dĂ‚vĂ‚sı ve mĂ‚nevî yolum vardı. Bunun ustunde butun gĂ‚yelerim, heveslerim silinmişti Ă‚deta…
Oyle muhabbetliydim ki, herkese bu yolu anlatmak istiyordum. “Herkes bu guzelliği tatmalı!” diyordum. Peki nasıl? İşte orada Ethem Cebecioğlu Hocamızın sohbetleri devreye girdi. Yolumuzun Ă‚dĂ‚bını oğretti bize, muhabbeti aşıladılar. Okulumuz, Anadolu ’ya ziyaretler duzenler; oğretmen ve oğrencileri oraların mĂ‚nevî buyukleriyle tanıştırırdı. Ethem Hoca da bu yolculuklarda sohbetler yapardı.
Konya ’da Baybal Amca, Ege ’de Dursun Amca ve İlhan Armutcuoğlu… Onlar bize İslĂ‚m ’ı Ă‚dĂ‚b ve aşkla yaşamayı anlatırlar ve hĂ‚tıralarından bahsederlerdi. O zaman yirmili yaşlarımdaydım. Bu guzellikler bizim kalbimize Ă‚deta temel atmış. O yuzden ozellikle genclerimize bu usûlu uygulamaya gayret ediyorum. Genclerimizle buyuklerimizi ziyaret ediyoruz. Onların sohbetlerini dinliyor, duĂ‚larını alıyoruz. Boylece guzel hĂ‚lleri bize yansıyor. Allah, emek veren herkesten rĂ‚zı olsun.
Sohbetimizden şunu hissettim: İslĂ‚m ’ı aşkla yaşama heyecanı sizde bĂ‚rizmiş. Biz de o yıllarda bunu cok hissederdik. Biz bugun bu hissi genclere aktarmakta cok başarılı olamadık. Sizce neden? Bence dĂ‚vĂ‚ şuurunu veremedik. Bu sadece bizim sucumuz değil. Butun dunyada hĂ‚kim olan sistem bu şuurun verilmemesi uzerine kurulmuş. Millî ve mĂ‚nevî değerlerin bir sonraki nesle aktarılmasını istemiyorlar. Bizim yetişmiş dava adamına ihtiyacımız var. Bugunun insanının en buyuk dĂ‚vĂ‚sı, sosyal medyada var olmak. Beğenilmek, takdir gormek, dunyevî zevkleri keyifle yaşamanın heyecanında. Bizim oncelikle İslĂ‚m dĂ‚vĂ‚sı nedir bunu anlatmamız ve bu heyecanı da oncelikle bizim yaşamamız gerekiyor. Daha sonra bu ruhu yeni nesillere aktarmayı bir borc olarak gormeliyiz. Kalplere dokunacak, gonullere pencere acacak ve rol model olacağız.
Tabi, Ă‚hir zaman... Her yerde buyuk bir dejenerasyon yaşanıyor. Ozellikle Ă‚ileler cok yozlaştı. Biz ne kadar dinden uzak buyusek de Ă‚ilelerimizde ecdĂ‚dımızdan gelen bir İslĂ‚m ahlĂ‚kının baskınlığı vardı. Ardından İslĂ‚m ’ın ve mĂ‚nevî yolun muhafazasına girdik.
Daha sonraki yıllarımızda başortu problemleri iyice artınca, bize oğretmenliğe devam edebilmemiz icin başımızı acmamız gerektiği soylendi. Oylesine zor bir tercihte, belki de icimizdeki coşkun îman sayesinde, hic duşunmeden, arkamıza bile bakmadan “Dînimizden tĂ‚viz vermeyiz!” diye istifa ettik. Okuldan ayrıldık.
Ben ortunurken nefsimle ne kadar mucadele ederek tesetture girmişim; dunyevî bir makam icin acar mıyım hic! Bugun bu şuur genclerimize verilirse, inanın bizleri gecerler. Biz orada tĂ‚viz vermeyip Allah icin fedakĂ‚rlık yapınca, Rabbim bize daha guzel bir kapıyı actı: Akademisyenlik ve Şanlıurfa hizmeti…
Afra Hanım; tam oraya gecelim diyecektim. Şanlıurfa ’da yaptığınız hizmetler dillere destan mĂ‚şaallah! Ankara ’dan Urfa ’ya hangi vesîleyle gittiniz? Akademisyenliğe gecişinizden ve biraz da oradaki hizmetlerinizden bahsedebilir misiniz? Ağabeyim o sıralarda profesor olmuştu. Harran Universitesi ’nde kurucu rektor olarak vazifeye başlamıştı. Bizi de oraya davet etti. Bizim alanımızda acık varmış. Biz de ağabeyimin dĂ‚vetini kabul ettik. Bu esnada yuksek lisansımı tamamlayıp doktorama başlamıştım. Akademi icin hazırdım yani.
Ankara ’dan ayrılmak aslında cok zor gelmişti. Butun mĂ‚nevî guzelliklerle orada tanıştığım icin orayla Ă‚deta butunleşmiştim. Butun guzel dostlarım oradaydı. O sırada evlenmiştim.
Burada bir hĂ‚tıramı da paylaşmak isterim. Bugun genc kızlar ortunduklerinde pek taliplerinin olmayacağını duşunuyor, ortunmekten cekiniyorlar. Ben de ilk tesetture girdiğimde, babam:
“-Kızım, evlendikten sonra ortunseydin! Şimdi sen ortulusun diye tĂ‚libin cıkmaz.” demişti. Ama benim o kadar cok tĂ‚libim oldu ki anlatamam. Babam bile cok şaşırdı. Bu iş, nasip işi…
TĂ‚liplerimin icinden en dindar olanını tercih ettim. TĂ‚liplerimde aradığım ilk kriterim, İslĂ‚m ’ı guzel yaşamak isteyen biri olmasıydı. İkinci kriterim, benim mĂ‚nevî yolumda olan, sohbet ve hizmetlerimi kısıtlamayacak birisi olmalıydı. Baştan ben bunu konuştum, kendisi de bunları kabul etti. Beyim, veteriner hekimdir. Duğunum cok radikal bir duğundu. Gelinlik giymedim. Fotoğraf cekilmedim. Gayet mutevĂ‚zı bir ev doşedik. Belki bu hĂ‚lim okuyucular icin aşırı gelebilir. Ama bu benim duşunce yapımla ilgili. “Hayatımda hicbir şey İslĂ‚m ’ın onune gecmemeli!” diye niyet etmiştim. Diyebilirsiniz ki, bu bir gelenek-gorenek… Doğru, kabul ediyorum, lĂ‚kin hissetmediğim şeyi yapamıyorum.
Bugun gencler, duğun meselesini İslĂ‚m ’a yakışmayacak bir israf ve gosteriş atmosferinde icrĂ‚ ediyorlar. Benimki bir ornek değil, ama duğunlerde israfa gidilmesin diye anlattım. Gosteriş uzerine bina edilen evlilikler, maalesef birkac yıl icinde boşanmayla sonuclanabiliyor. Sahanın icinde birisi olarak soyluyorum bunları...
Kaldığımız yerden devam edecek olursak, evlenince Konya ’ya taşınmıştık. Eşim oradaki universitede araştırma gorevlisi idi. Bir yıl sonra ağabeyimin daveti ile Urfa ’ya taşındık. Eşimle birlikte akademisyen olarak vazifeye başladık.
Eskiden bana doğulu biri talip olmuştu. Ben de:
“-AslĂ‚ doğuya gitmem!” demiştim.
Buyuk konuşmanın bir tecellîsi de olabilir. Bir vesîle doğuya gittik işte. Ankara gibi ihvanlığın dorukta yaşandığı bir yerden gelmişim; enerjik bir cevreyi bırakmışım. Doğuda olmak o gunlerde bana cok zor geldi. Bir gun MûsĂ‚ Efendimizin eserinde okuduğum bir cumle, benim oraya bakış acımı değiştirdi. O cumle şoyleydi:
“Muhabbetli bir ihvan, tek başına kurak bir dağda kalsa, muhabbeti ve gayretiyle o dağı yeşertir!”
1991 yılının sonlarıydı. Ankara ’da BĂ‚ki Abimiz vardır. Turkiye ’deki butun mĂ‚nevî merkezlerle irtibatı vardır. O bana:
“-Gideceğin yerin once mĂ‚nevî adreslerini oğren!” demişti. Ve bize:
“-Kızım, uzulme! Sen guzel bir yere gidiyorsun. Orada cok kıymetli Esad Parmaksız Beyefendi var. Onunla irtibata gecersin. Onun mĂ‚nevî duyuşları cok acıktır. Telefonla konuşurken bile edep kĂ‚idelerine cok dikkat et kızım!” dediler.
Urfa ’ya gidişimin ilk yılı cok zorlandık. Cok kultur farkı vardı. Biz kacmak icin bahaneler arıyorduk. O yıllarda Esad Parmaksız Beyefendi ’nin cok yardımlarını gorduk. Bizi evlĂ‚t olarak kabul etti. Baba-kız gibi olduk. Oraları pek bilmediğim icin, her şeyimizi ona danışırdık. Sohbetlere giderken beni arabayla evimden aldırır, tekrar evime bıraktırırdı. Uc yıl sonra kendisi umreye giderken evlĂ‚tlarına vasiyet etmiş:
“-Afra Hatun kızımın hizmetlerinde kendisine yardım edin!” demişler.
Mekke ’de vefat ettiler. Allah rahmet eylesin inşĂ‚allah! Daha sonra Kardeşi Mehmed Amca vazifeye geldi. Mehmet Parmaksız Amca da ne guzel bir insandı. Yaklaşık 28 yıl onunla hizmet ettik. Ondan cok şey oğrendim. Ben o kadar heyecanlıydım ki, Urfa ’daki butun ihvĂ‚nı; doktorundan polisine, oğretmeninden oğrencisine, yaşlısından gencine, ev hanımlarına varıncaya kadar herkesi tanırdım. Bizzat gider, tanışır, onları sohbetlere dĂ‚hil ederdim. Hepsini cok severdim. Onların duĂ‚sını almaya cok gayret ederdim. Urfa ’nın kokleri de mayası da cok sağlam ve cok temizdir. Biz orada genc nesle kopru olmak icin gelmiştik sanki…
Akademisyenlik yaparken başortu problemi orada yok muydu? Batıdaki gibi tesettur sıkıntısı doğuda yoktu. Sonraki yıllarda geldi. Ben Harran Universitesi Tarih Bolumu ’nde akademisyendim. İlk yıllarımda hic tesettur sıkıntısı yaşamadım, elhamdulillah! HattĂ‚ hocalarla haremlik-selĂ‚mlık oturuyorduk. Ortam cok guzeldi. Ben tarih hocasıydım, ama oğrencilerle cok ilgilenir, onları yolumuzla tanıştırmaya gayret ederdim. Benim tek derdim, yolumdu. Bu guzelliği herkes tatsın istiyordum.
Daha sonra 28 Şubat sureci gelene kadar tabi… O yıllarda ben anne olmuştum. Hayatın her aşamasını yaşamış bir insan olarak şunu gordum. Akademisyenliği de cok severek yapıyordum, ama anne olunca:
“-Ben niye calışıyorum ki?!” demeye başladım.
Bir hanım, işini ne kadar severse sevsin, bence annelik duygusu her şeyi bastırıyor. Ama yine de ortam uygun, ummetin evlĂ‚tlarına İslĂ‚m ’ı oğreteyim diye hizmetime devam ediyordum. Gonlum ise, evde annelik yapmaktan yanaydı. Fıtrat boyle, kimse bunu inkĂ‚r edemez. İşte tam bu esnada, 28 Şubat sureci başladı. Biz başortulu ve dindar olduğumuz icin fişlendik. Mahkemelere cıkarıldık. Beraat ettik, ama bizi attılar. Allah rızĂ‚sı ve başortum icin bir defa daha iş hayatıma vedĂ‚ etmek zorunda kalmıştık. Ama konu başortum ise, bir değil bin kez bile olsa bunu şeref sayarım.
Bizim gibi ortulu, dindar bir arkadaşımız vardı. O, işini kaybetmemek icin başını acmıştı, ama onu da attılar. Onlar icin başını acman yeterli değildi! Duşunceler de dindar olmamalıydı.
Bu zihniyetin tek derdi, senin tesetturun değil! Asıl dertleri, İslĂ‚m ’ın koklerini kazımaktı. O yuzden tĂ‚vize gerek yok, kardeşlerim… Bu yaşananları yeni nesil anlamak istemiyor, anlatınca da pek onemsemiyor. Bugun başortusunu acan genclerimiz de var. Onlara bu zihniyeti iyi anlatmak zorundayız. Eğer tarihten ibret almazsak, Allah korusun, yaşanan bu zulumler tekrar edebilir. Hakkın tarafındaysak tĂ‚viz vermeyeceğiz.
Kaldı ki, seneler sonra, bizi gorevden alan yetkililerin hepsi de Fetocu oldukları icin vazifeden alındılar. Hak tecellî etmişti. Bu cok ibretli geliyor bana. Kimsenin “Ă‚h”ı, kimsede kalmadı. Ben hanım olarak atılmakla cok da mağdur olmadım. Ama dindar erkek akademisyen kardeşlerimiz namaz kıldıkları icin atılınca, iş de bulamadılar. Pazarlarda meyve sattılar. DukkĂ‚nlarda tezgahtarlık yapmak zorunda kaldılar. Cunku gecindirmeleri gereken bir aileleri vardı.
Aynı zamanda bir tarihci olarak okuyucu kardeşlerimize Ă‚cizĂ‚ne bir tavsiyede bulunmak isterim: Lutfen tarihimizi doğru oğrenelim. Tarih bilmek, geleceğe yon vermektir. Bizim şanlı bir tarihimiz var ve İslĂ‚m ’ı gelecek nesillere taşıma vazifemiz!.. Bunu en guzel bizim ecdĂ‚dımız yapmış. Bu minvalde onlardan oğrenecek cok şeyler var. Kader bize İslĂ‚m ’ın bayraktarlığını yapma vazifesi vermiş. Biz de bu kutlu vazifeyi lĂ‚yıkıyla yapmak istersek, ozellikle Osmanlı tarihini iyi bilmeliyiz.
Az once bahsettiğimiz, genclere dĂ‚vĂ‚ aşkını yuklemek icin, tarihimizi bilmek işte bu yuzden cok onemlidir. Devletler hangi entrikalarla ve nasıl yıkılmış, hangi niyetlerle yenileri kurulmuş ve yucelmiş? Bu soruların cevaplarını anlamak, hak ve bĂ‚tılı hic değilse sezmek icin sağlam bir bir din bilgisi, sağlam bir tarih bilgisi yeterlidir diye duşunuyorum. (Devam edecek)
Roportaj: Halime DEMİREŞİK, Altınoluk Dergisi, 2022-Eylul, Sayı:439
İslam ve İhsan